Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle… Allâh’a hamd, Rasûlüne salâtu selâm olsun.
Geçen yazımızda sekülerizmin tarifini yapmış, tarihî süreç içinde Osmanlı’da nasıl oluştuğuna değinmiştik. Bu yazımızda da Türkiye’de nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlamlandırıldığına, inşallâh değinmeye çalışacağız.
Sekülerizm ve İslâm
İslâm dini doğuşu ve geliş sebebi bir çeşit cahiliyeye karşı olmuştur. Çünkü cahiliye insanı Allâh’u Teâlâ’yı unutmuş, dünyevîleşmiş ve ahireti inkâr etmiştir. Ne varsa bu dünyada var, yaşarız ve ölürüz demektedirler.
Kur’ân’da sekülere yakın bir ifade olan “mütref” kelimesi cahiliye dönemi hayat tarzı için kullanılmaktadır. Âyette vurgulanan “Onların günahlara dalarak gömülüp gitmeleri, dünya hayatının aldatıcılığına kapılmalarıdır. Onlar şeytana uymuşlar, arzuyla oyalanmış, dinlerini oyuncak yapmışlardır.” [Sebe: 34/35]
Hristiyanlık yeryüzüne indirildikten sonra ilâhî boyutundan koparılarak, seküler bir din haline dönüşmüştü. Daha sonra İslâm, vahye dayalı evrensel bir din olarak indirildi hem doğuda hem batıda meydan okumayı sürdürdü. İslâm dininin tarihi seyri göz önüne alındığında, seküler cahiliyenin dünyevî gücünü ortadan kaldırma çabası göze çarpar. Bu çabadan sonra kalkıp tekrar sekülerleşmesi, kendisini inkâr etmiş olur. İslâm dünyasında sekülerizm, genelde batılı güçlerin teşvik ve desteğinde, Batılılaşmış veya batıcı siyasî elitler eliyle yaygınlaştırılmaya veya dayatılmaya çalışılan bir değişim olgusu olarak süregelmiştir.
İslâm dünyasının seküler anlayış karşısında takındığı açık ve orijinal tavır aşikardır. Buna rağmen seküler anlayışı İslâm’la bağdaştırma veya bu anlayışın İslâm’a aykırı olmadığını ispatlama çabaları da gündemdeki önceliği bölgeye ve döneme göre değişmekle birlikte hep var olagelmiştir. Kaldı ki Peygamberler tarihi boyunca, vahiyden bağımsız veya ona rağmen siyaseti meşru kılacak bir din-siyaset ayrımının varlığından da söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla İslâm, günümüzdeki anlamıyla seküler düşünceye tamamen yabancıdır.
İslâm dünyasının son yüzyılda geçirdiği tarihî dönüşüm, bugün de bütün hızıyla devam etmektedir. Sosyo-politik, ekonomik ve bilimsel alanlarda yaşanan çok yönlü süreç, İslâm dünyasının yeniden dirilme eşiğinde olması gerektiğinin işaretlerini vermektedir. Kanaatimizce İslâm dünyasının düşünce alanında takınacağı tavır çok önemsenmelidir. Küreselleşme sonucu ortaya çıkan bir takım soru işaretleri, İslâm dünyasının öncelikli olarak somut adımlar atmasını gerektirir.
İslâm dünyasının din ve tefekkür alanında atacağı dikkatli ve doğru adımlar, sadece bu sorunların çözüm bulması için gerekli bir şey olmayıp, aynı zamanda, gittikçe karmaşık ve bağımlı hale gelen dünya sisteminin geleceğini de etkileyecek bir niteliğe sahiptir.
İnsan aklından çıkan fikir ve kavramların insanlığı tatmin etmediği ortadadır ve sonuçta sekülerizmde insan aklının mahsulüdür. Bu yönüyle evrensel anlamda dinin yerini alamadığı görünen bir gerçektir. İnsanoğlunun yapmış olduğu kanunlar tarih boyunca değişime uğramış ve ancak günümüz şartlarına ulaşabilmiştir. Yarın bu kanunların yerine neler gelebileceği hakkında bir şey söylemek ise mümkün görünmemektedir. Allâh’u Teâlâ’nın göndermiş olduğu İslâm dini ise kıyamete kadar geçerliliğini koruyacağından, insanlığa getirmiş olduğu prensiplerde onunla insanlığı aydınlatmaya devam edecektir.
Kur’ân’da esas itibariyle dört tip “ilişki” birbirinden soyutlanamayacak ve tecrit edilemeyecek tarzda ele alınmışlardır. Bunlar:
a ) Bireysel üretim faaliyetleri ile ilgili ilişkileri: “Ey imân edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allâh, size karşı çok merhametlidir.” [Nisa: 4/29]
b ) Bireyin inançsal faaliyetleriyle ilgili ilişkiler: “Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allâh yolunda harcarlar.” [Bakara: 2/3]
c ) Bireysel ve toplumsal ilişkiler: “Allâh’a ibâdet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allâh, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” [Nisa: 4/36]
d ) Birey ve tarih ile igili ilişkiler: “Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’ân, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir.” [Yusuf: 12/111]
Görüldüğü gibi Kur’ân bireyin ilişkilerinin düzenleyicisidir ve bazılarınca sanıldığı sert emirler ve cezalar kitabı olmadığı gibi, sadece ahirete yönelik bir içeriğe de sahip değildir.
Kur’ân’da dikkat edilirse, kendilerine hitap edilenler hep somut bireylerdir. Yani Muhammed aleyhisselâm’dır veya inanmış -ya da inanmamış- insanlardır. Nebi aleyhisselâm hayatın bilfiil içindedir. Ticaret yapmaktadır, savaşmaktadır, evlenmekte, çocuk sahibi olmakta, düşünmekte ve eylemlerde bulunmaktadır.
Kur’ân’da şahsın içinde bulunduğu geçmiş ve geleceğin bir özümsemesi olarak değerlendirilir. Araplar, biz atalarımızdan ne gördüysek onu yaparız, başka yasa tanımayız diyorlardı. Nebi aleyhisselâm ise içinde bulunduğu çağı, dolayısıyla günümüzü değiştirmeye uğraşıyordu; yeni bir düzen kurmak istiyordu. Bu konuyla ilgili Kur’ân’da şu şekilde nakledilmiştir.
“Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin, şeytanın adımlarına tabi olmayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır.” [Bakara: 2/168]
“Muhakkak o size, kötülüğü, hayasızlığı, Allâh’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” [Bakara: 2/169]
“Onlara; ‘Allâh’ın indirdiğine uyun denilince, ‘Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız’ derler; ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler.” [Bakara: 2/170]
“Böylece sizi mutedil (adaletli ve dengeli) bir ümmet kıldık ki insanların üzerine şahitler olasınız, peygamber de sizin üzerinize şahit olsun!” [Bakara: 2/143]
İslâm kuralları olan bir inanç sistemidir. Ve tevhîd inancıyla toplumun yaşam tarzını şekillendiren vahiy dinidir. İnsan inancında Allâh’u Teâlâ’dan başka hiçbir kişi ve kuruma kulluk edilemez.
Türkiye’de Sekülerleşme
Türkiye’de son çeyrek asırdır kendini daha güçlü bir şekilde hissettiren seküler yaşam biçimi toplumsal birçok alanda kendini göstermeye devam etmektedir. Başta, sosyal-ahlâkî ilişkilerimizde meydana gelen değişimler olmak üzere, dinî hayatın zayıflamasını ve dünyevî konfor öncelenmektedir. Ayrıca eğitim kurumlarımızın yapısı ve işlevi ile boş zaman değerlendirme biçimindeki değişimler olmak üzere birçok alanda sekülerleşmenin etkilerini yaşıyoruz. Türkiye hızla seküler bir yaşam tarzına doğru evrilmekte ve bu tarz, kendini birçok alanda gerek fikrî düzeyde gerekse de eylem düzeyinde göstermektedir. Günümüzde toplum olarak, önemli oranda sekülerleştiğimizi rahatlıkla ifade edebiliriz.
Seküler yaşam tarzı Türkiye toplumunun ana kültürel karakterlerinden biri haline gelmektedir. Bir takım dinî-geleneksel grupların varlığına ve dinsel yaşam alanlarına rağmen “seküler yaşam dalgası” Türkiye’nin “başat” (baskın, egemen) kültür öğesi olma konumuna doğru hızla yükselmektedir. Bu seküler yaşam dalgası her ne kadar batıda ortaya çıkmış ve orada egemen olmuşsa da orada kalmamış ve çevre ülke ve kıtaları da etkilemiştir. Bu etkilenmeyi Türkiye, son 20-30 yıl içerisinde yoğunlukla hissetmektedir.
Türkiye’deki toplumsal ve kültürel değişmenin genel olarak sekülerleşme lehine seyretmekte olduğu görülmektedir. Özellikle 1980’li yıllar, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasî alana yönelik köklü değişimleri beraberinde getirmiştir. Küreselleşeme, serbest piyasa ekonomisi ve Anavatan Partisinin dışa dönük politikalarıyla başlayan süreç, 2002 yılı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla birlikte hızlanmış, bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’nin son 30-40 yıllık döneminde İslâmî kesimde köklü ve çelişkili bir dönem yaşanmıştır. Bu dönemde, bir taraftan, İslâmî kesim artan ekonomik gücüyle kamusal alanda görünür olmaya başlamış, diğer taraftan serbest piyasa ekonomisine dayalı politikaların etkisiyle kapitalist sistem, İslâmî kesimde meşrulaştırılmaya başlamıştır.
Her ne kadar Türkiye’de sekülerleşmenin, bir süreç olarak ortaya çıkmasında siyasî aygıt ve politikaların ağırlıklı bir etkisinin bulunduğunu ifade etmek gerekirse de tarihi süreç içerisinde ve din-sekülerizm etkileşimi sonucunda, sekülerleşmenin artık toplumsal bir kabul ve onay gördüğünü de belirtmekte fayda vardır. Mevcut süreç, sekülerleşmenin artık benimsendiğini ve bir yaşam ve düşünme tarzı olarak kabul edildiğini göstermektedir.
Tanımlamaya çalıştığımız sekülerleşme kavramını ve Türkiye’deki gelişme sürecini çeşitli başlıklarla, bireysel ve toplumsal yansımaları itibarıyla ele almaya çalışalım.
Sekülerleşmenin Bireysel ve Toplumsal Görünümleri
Sosyal-Ahlâkî Yaşam
Türkiye’deki sekülerleşme sürecini toplumsal hayatın birçok alanında müşahede etmemiz mümkündür. Sekülerleşme her şeyden önce gündelik sosyal ilişkiler biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel-dindar toplumsal kültürümüzün insana dair önemli ahlâkî öğeleri olan doğruluk, dürüstlük, dindarlık, İslâm kardeşliği (ki bu kavram günümüzde anlam ve değerini hızla kaybettiğinden artık bir şehir efsanesi olmaya doğru hızla gitmektedir) kanaatkârlık ve güzel ahlâk gibi değerler süreç içinde tahrife uğramıştır. Yerini riyakâr, kavmiyetçi, bencil, müstağni ve faydacı anlayışa sahip bireylere bırakmıştır. Yani dinin öngördüğü bir birey tipi yerine çağdaş(!) dünyanın öngördüğü seküler bir birey tipine geçmeye başlamıştır.
Geçmişin sosyal ahlâkî ilkelerinin temel belirleyicisi olan İslâm; kentleşme, göç ve nüfus yoğunluğu gibi değişmelerle birlikte merkezî olmaktan çıkmış, arka plana itilmiştir. Geniş çerçeveden bakıldığında mahalledeki dinin yerini, şehirlerdeki bireyselcilik ve faydacılık almıştır.
Dinin toplumda gündelik hayatın şekillendiği ve yaşandığı yer mahallelerdir. Bunun en somut örneği klasik Osmanlı toplumudur. Osmanlı toplumunda gündelik hayat dolayısıyla da mahalle hayatı temelde din esasına göre şekillenmiştir. Onun için geleneksel Türk toplumunun gündelik hayatında, dinin etkisini görme açısından bu dönem çok önemli kaynaklar sunmaktadır.
Tarihi Süreç İçerisinde Modernleşme
Süreç içerisinde meydana gelen toplumsal değişmeler, kentleşme, sanayileşme ve ailenin küçülmesi gibi dinamiklerin etkisiyle din ve dinî değerler hızlı bir şekilde aşınmaya başlamıştır. Siyasî ve ideolojik hareketlerin de etkisiyle ahlâkî yozlaşma daha da artmıştır. Bugün itibariyle dinin merkezî bir öneminin bulunduğu mahalle kültürü yerine, ekonomik çıkar ve güç ilişkilerinin merkezî konumunda olduğu kent kültürü egemen olmaya başlamıştır. Tüm bu toplumsal dönüşümler aynı zamanda sekülerleşme süreci olarak okunabilir.
Modernleşme süreciyle birlikte yaygınlık kazanan sekülerizmin etkisiyle, yer kimliği ve dinî aidiyet bilinci aşılmış; modern dönemde kentte sadece yaşıyor olmak ve bulunmak önem kazanmıştır. Mahalleler geleneksel kimliklerini kaybetmiş, ekonomik açıdan (homojen) aynı derecede olan mekanlara dönüşmüşlerdir. Herkese ve her şeye açık kontrolsüz mekanlara dönüşen mahalleler koruyucu ve güven verici özelliklerini kaybetmişlerdir.
Toplumsal yaşamımızın maddî ve ekonomik merkezli yapısı sekülerleşmenin (dünyevî olanın) de merkeze doğru hızla konumlandığının bir göstergesidir. Dinsel ve geleneksel sosyal ilişkiler daha modern ve seküler ilişkiler tarafından yer değişmektedir. Bugün artık “haklı ve doğru olanın yanında yer alma” anlayışına dayalı “dinî-ahlâkî ilke” “güçlünün ve zenginin yanında yer alma” anlayışıyla yer değiştirmiş bulunmaktadır. Keza bugün insanlar arasında, dindar olmak gibi bir hedef veya ideal bulunmamaktadır. Aksine günümüzde, zengin ve güçlü olmak bir hedef haline gelmiştir. Kapitalizm ve din etkileşimi zamanla dinin zayıflamasına, kapitalizmin güçlenmesine ve toplumun sekülerleşme sürecine girmesine yol açmaktadır.
Ahiret merkezli dinlerin etkisi altındaki toplum yapısı ile kapitalizmin karakteri uyuşmamaktadır. Burjuva ahlâkı ile tolumdaki dine dayalı öğretilerin uyuşmayacağını, bir kapitalistin başarısının ticarete uygun aklî eğilim ve kararlarının seküler dünyaya ait olduğu bilinmektedir. Toplumlar için açgözlülük olarak adlandırılacak olan kapitalizm, doğaüstü ya da kutsal şeylerin kendi dünyasını yönlendirmesine izin vermemektedir. Dinle yoğrulmuş kanunların, kuralların, ahlâkî değerlendirmelerin kapitalizmin kültürü ile uzlaşmasının mümkün olmadığı bir gerçektir.
Dinin günah görüp yapılmasını uygun görmediği şeyler kapitalizm tarafından hayatın vazgeçilmez parçası haline gelerek normalleşir. Müslümanların oluşturduğu bir toplumda dinen yasak olan “faiz”in kapitalizm tarafından kurumsallaştırıldığı görülmektedir.
Kapitalizmin merkezîleşmesine paralel olarak tüketim kültürünün ortaya çıkması da sekülerleşmenin en somut göstergelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Gündelik hayatın dinamosu olmaya başlayan tüketim kültürü, dinî değerleri tüketim lehine yorumlayarak veya yontarak sekülerleştirmektedir. Bu dönüşüm seküler sosyal ahlâkın toplum ve kültür hayatımıza girdiğinin ve yerleştiğinin açık ve somut göstergesidir. Buna ilave olarak bireyle ilgili “dinî donanımlı” bireyin yerini “dünya donanımlı” birey aldığını söyleyebiliriz.
Gelecek yazımızda sekülerizmi incelemeye devam edeceğiz inşallâh…
Selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 14. Sayı | Temmuz 2025 | Hayreddin Gökçe
Bir Cevap Yaz