Âlemlerin Rabbine hamd, O’nun ahlâkı azîm Nebî’sine, güzide âline ve ashabına da salât ve selâm olsun. Rabbimizin izni ve ismiyle söylerimize başlıyoruz. Değerli okurlarımız! İkram sahibi Rabbimizin izniyle dergimizin 14. sayısında yine sizlerle birlikteyiz. Silsile hâlinde ahlâkî kavramları tanıtmaya başlamıştık. Bu yazımızda da serimize devam ediyoruz. Rabbimiz bize ve bizden sonrasına, okuyana ve yaşayana hayırlı ve faydalı eylesin. Allâhumme âmîn.
Gayret bizden, tevfîk en-Nasîr olan Rabbimizdendir.
(24) Kerem:
Kerem, hayır, saygınlık, cömertlik ve infâk gibi mânâları kapsayan bir kelimedir. Rabbimiz, sınırsız kerem sahibidir. O’nun bir ismi de el-Kerîm’dir. O, tükenmeyen bir cömertliğe sahibtir. Kerem, enbiyânın da vasıflarındandır. Allâh’ın seçip insânlığa kılavuz kıldığı rasûller kerem sahibiydiler. Kerem sahibi olmak, kullar için de övülmüş bir vasıftır. Nebîmiz aleyhisselâm’ın hayâtına baktığımızda O’nun da el-Kerîm’in kullarına yine keremle muamelede bulunduğunu görmekteyiz. O, her zaman ümmetini düşünmüş ve daima ümmetinin yanında olmuştur.
Nebîmiz aleyhisselâm, İslâm uğrunda kendisinden istenileni verirdi. Bir keresinde, yanına gelen bir adama, büyük bir koyun sürüsü vermişti. Adam kabîlesine dönünce; “Ey milletim! Müslüman olun. Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor.” [Müslim] demiştir. Nebîmiz aleyhisselâm’ın bu tavrı birçok kişinin İslâm’a girmesine vesile olmuştur. Bu tavır, çağları aşan bir tavırdır.
Müslüman bir kul da bu tavrın önderliğinde, Nebîmiz aleyhisselâm’ın; ‘‘Her iyilik bir sadakadır.” [Buhârî] hadisinin öncülüğünde kerem sahibi olmaya çalışmalıdır. Kerem, Hâlık’a karşı olduğunda kul, Rabbimizin emir ve yasalarına ihlâslıca hayâtında yaşar. Kullara karşı olduğunda ise; iyilik, hayır, cömertlik yolunu yol edinir. Yine Müslüman bir kul, Nebîmiz aleyhisselâm’a karşıda kerem sahibidir. Nebîmiz aleyhisselâm’ın Sünnet’ine tâbi olmak, O’na gereken saygıyı göstermek de Nebîmiz aleyhisselâm’a karşı kerem sahibi olmayı ifâde eder.
Müslüman bir kul, Müslümanlara ve hatta yeri geldiğinde gayrimüslimlere bile keremle muamelede eder. Ailesine ve akrabalarına, darda ve yolda kalmışlara, misafirlere ve tüm ihtiyaç sahiplerine yardımcı olur. “Veren el, alan elden daha hayırlıdır.” [Buhârî, Müslim] hadisine göre amel eder, amel etmeye dâvet eder.
Hatta kul, kendisine karşı da kerem ile muamelede bulunmalıdır. Tüm nimetlerin sahibini unutmadan, er-Rezzâk olan Rabbimizin verdiklerinden helal dairesinde istifâde etmelidir. Unutulmalıdır ki helal dairesi keyfe kâfidir. Bu daireyi aşarak hudûdullâhı çiğneyenlerse er-Rezzâk’ın ikramını azaba çevirenlerdir. Rabbimize sığınırız.
Kerem sahipleri, Allâh’ın katında ve insânlar nazarında sevilirler. Kötü ahlâklılar (örneğin cimrilerse) Allâh katında ve insânlar nazarında sevilmezler. Nebîmiz aleyhisselâm bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “İki özellik mü’minde bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlâk.” [Tirmizî] Müslüman bir kul, kötü ahlâkın her türlüsünden kaçınması gerektiği gibi cimrilikten de kaçınmalıdır. Bir mü’min sürekli olarak hayrı isteyip, şerden de Rabbimize sığınmalı ve Nebîmiz aleyhisselâm’ın duasıyla Rabbimize istiazede bulunmalıdır.
“Allâh’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten Sana sığınırım. Kabir azâbından Sana sığınırım. Hayât ve ölüm fitnesinden Sana sığınırım.” [Müslim]
(25) İ’tidâl:
İ’tidâl, yapılan işlerde aşırıya gitmemek ve dengeli olmak demektir. İ’tidâl, enbiyânın ahlâkıdır. Nebîmiz aleyhisselâm, her işte itidali emrederek; “Orta yolu tutarak ulaşınız.” [Buhârî] buyurmuştur. İtidâl ile bir Müslüman hayâtın her alanında olması gereken dengeyi kazanır. Aşırılığın iki ucu olan; ifrat ve tefritten korunur. Dîni, bedeni, hayâtı ve ümmeti için itidâli gözetenler, şeriatın ve aklın öncülüğünde hareket edenlerdir. Öyle ki onlar bu vasıf ile dünyâda rahat ederlerken, ahiretinde mutlularından olacaklardır. Zira denge altın kuraldır ve îmân ehlinin de i’tidal üzere hareket etmesi zorunludur.
Bir Müslüman her işinde Nebîmiz aleyhisselâm’ı örnek almalıdır. Zira O, âyette de beyân edildiği üzere bizler için en güzel örnek, numune-i imtisâldir. “Andolsun, sizin için, Allâh’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allâh’ı çokça zikredenler için Allâh’ın Rasûlü’nde güzel bir örnek vardır.” [Ahzâb: 33/21] Sahâbesinden bir takım inşanlar, Allâh’a mânen daha çok yakın olmak kastıyla onlara emredilmeyen bir takım şeyleri kendilerine yükleyip, bir takım şeyleri de kendilerine yasakladıklarında Nebîmiz aleyhisselâm, onları itidâl üzere olmaları için uyarmıştır.
Bir rivâyet şöyledir: İbâdete düşkün üç sahâbî Allâh Rasûlü’nün gece ve gündüz yapmış olduğu nâfile ibâdetleri öğrenmek üzere onun evine geldiler. Belli ki Nebîmiz aleyhisselâm’ın bütün Müslümanlarla birlikte edâ ettiği farz ibâdetler dışında evinde iken Rabbine kulluğunu nasıl arz ettiğini merak ediyorlardı. İnananlara örnek olması bakımından aile içi yaşantılarını dahi gizlemeyen annelerimizden Nebîmiz aleyhisselâm’ın ibâdet hayâtı hakkında bilgi alınca bunun kendilerine az geleceğini düşünerek; “Biz nerede, peygamber nerede? Şüphesiz Allâh onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır!” dediler. Bu sebeple içlerinden biri; “Ben bundan böyle geceleri daima namaz kılacağım!” dedi. Diğeri; “Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz günüm geçmeyecek!” dedi. Üçüncüsü ise; “Ben de hanımlardan ayrı yaşayacağım, evlenmeyeceğim!” diyerek söz verdi.
Onlar bu sözleri söylerken Nebîmiz aleyhisselâm çıkageldi ve şöyle buyurdu: “Şöyle şöyle söyleyen sizler misiniz? Allâh’a yemin ederim ki, ben sizin Allâh’tan en çok korkanınız ve en çok sakınanınızım. Bununla beraber ben bazen oruç tutarım, bazen oruç tutmam. (Gecenin bir kısmında) nâfile namaz kılar, (bir kısmındaysa) uyurum. Ben, kadınlarla da evlenirim. Kim, benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.”[Buhârî]
Yine Nebîmiz aleyhisselâm’ın sütkardeşi olan Osman b. Maz’ûn da benzer bir ruh hâline bürünerek dünyâdan el etek çekmeye karar vermişti. Hatta kendisini ibâdete öylesine adamıştı ki, bakımlı bir hanım olan eşi Havle’yi bile gözü görmez olmuştu. Havle’nin dağınık ve mutsuz görünümü Nebîmiz aleyhisselâm’ın dikkatini çekince Âişe validemiz bunun sebebini sormuş, o da eşinin bütün günü oruçla ve bütün geceyi namazla geçirmesinden dolayı Havle’nin, eşi olmayan bir kadın gibi kendini bıraktığını anlatmıştı. Bunun üzerine de Nebîmiz aleyhisselâm, Osman’ı yanına çağırarak; “Yoksa benim hayât tarzımdan yüz mü çevirdin?” diye çıkıştıktan sonra ona itidâl üzere olmasını öğütleyerek şöyle buyurmuştu: “Ben, hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Allâh’tan kork ey Osman! Bilesin ki, ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirinin senin üzerinde hakkı var, vücudunun senin üzerinde hakkı var. Bazen oruç tut, bazen tutma, biraz namaz kıl, biraz da uyu!” [Ahmed]
Osman b. Maz’ûn’u örnek alarak kendini tamamen ibâdete vermek için kadınlardan uzak duran, hatta işi kendilerini hadımlaştırmaya kadar vardırmayı düşünen bir grup zâhid sahâbe daha vardı. Ancak Rasûlullah’ın Osman’a yaptığı uyarıları duyunca bu işten vazgeçtiler. [Buhârî] Onlar sözü dinleyip; “İşittik ve itaat ettik.” [Nûr: 24/51] diyen kimselerdi. Rabbim hepsinden razı olsun.
Görüldüğü gibi Nebîmiz aleyhisselâm dengeyi esas almış ve ümmetinin dengesini kaçırarak davranışlardan ümmetini korumuştur. Mûtedil olmak, itidâl üzere bir hayâtı yaşamak sünnettir. Burada şunu ifâde edelim ki itidâlli olmak günümüzdeki dîn kaçkınlarının arkalarına sığınacağı bir koz değildir. Sahâbe yapılması gerekeni yapıp, ardından fazlasını arayanlardı. Zamanın dîn kaçkınları ise yapması gerekenleri yapmayıp, bahaneler arayanlardır.
Özetle; itidâl işler için övülen ahlâkî bir özelliktir. Bir Müslüman, ibâdetten eğlenmeye, infâkdan harcamaya, yeme içmeden giyinip kuşanmaya, çalışıp dinlenmeden konuşmadan susmaya kadar hayâtın içerisinde her ne varsa hepsinde bu ahlâkî vasfa göre hareket etmelidir. İtidâl şuuruna eren mü’minler, ferden ve cem’an vasat çizgi üzerinde yürümeyi kendilerini düstur edinerek, itidâlli adımlarla hedefe varmalıdırlar.
Ayrıca akidevî ve fıkhî alanlarda da ehlisünnet ve’l-cemaatin yolunda mûtedil olmalıdır. Elbette bir muvahhîd şirke şirk, küfre küfür dedikten sonra şirk ve küfür ehlinden beri olacaktır. Ancak ulemânın etini yiyen cühelâdan da beri olunmalıdır. Zira ahir zamanda her şey ters yüz olmuştur. Bugün ümmetin kadim rabbânî ulemâsına dil uzatan, hatta onları tekfir eden bir zihniyetle karşı karşı karşıyayız. Onlardan ve yaptıklarından Allâh’a sığınırız.
(26) İttikâ:
İttikâ, Allâh’u Teâlâ’dan korkmak ve bu korku vesilesi ile O’nun razı olmadığı tüm şeylerden kaçınmak demektir. Bu duruma takvâ da denir. Takvâ sahibi bir kişi muttakî olarak da isimlendirilir. Hiç şüphesiz ki Allâh’ın seçilmiş peygamberleri en muttakî kullardır. Onlar, ittikâ ehli olarak her dâim takvâ yolunda yürüdüler. “Gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun.” [Sâffât:37/ 181]
Kur’ân’ı Kerîm’de Rabbimiz, kitâbının muttakîlere yol gösterici olduğunu bizlere bildirir. “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakîler için yol gösterici bir kitâbtır.” [Bakara: 2/2] Allâh’u Teâlâ’dan hakkıyla korkan ve bu korkunun eseri hayâtında gözüken muttakî bir mü’min, Rabbimizin katında en değerli kişidir. Zira Rabbimiz şöyle buyurmuştur: ‘‘Şüphe yok ki Allâh katında en iyiniz muttakî olanınızdır.’’ [Hucurât: 49/13] Nebîmiz aleyhisselâm da âyetteki hakikati sahâbesine şöyle ifâde etmiştir. Günün birinde bazı insânlar Nebîmiz aleyhisselâm’a; “Ey Allâh’ın Rasûlü! İnsânların en hayırlısı, şereflisi kimdir?” diye sordular. Nebîmiz aleyhisselâm da onlara; “Allâh’tan en çok korkanlarıdır.” [Buhârî, Müslim] diyerek cevâb verdi. Rabbimiz kendisinden korkup sakınanları üstün kılacak ve onlara ikram edecektir. “Hâlbuki Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyâmet günü onlardan üstün olacaklardır.” [Bakara: 2/212] Görülüyor ki dünyâda ve ukbâda kulların en hayırlıları, en şereflileri, en iyileri Rabbimizden en çok korkup, sakınanlardır. Rabbimiz bizleri de onların içerisine dâhil eylesin. Allâhumme âmîn.
İttikânın zıttı ise fısktır, fücurdur yani Allâh’tan korkmayarak her türlü kötü şeyi işlemekten kaçınmamak demektir. Bunun ehline fâsık ve fâcir denir ki, onlar Allâh katında sevilmezler, değerleri de yoktur. Muttakîler cennet yolunun yolcularıyken, fâsıklar ve fâcirler ise cehennem yolcularıdır.
Ahir zamanda her yer daru’l-fısk konumuna gelmiş ve tuğyânî fasıklar eliyle her şey ifsâd edilir olmuştur. İttikânın yerini isyanın aldığı yerler müfsidleri sevindirse de muslihleri üzmektedir. Müfsidlerden ve onların düzenlerinden beri olanlar olarak, tüm müfsidleri Rabbimize havâle ediyoruz. Zira âyette geçtiği üzere; “Allâh, müfsid ile muslih olanı (ayırmasını) bilir.” [Bakara: 2/220]
Allâh’u Teâlâ’dan korkan mü’minler, her bir hâdiseden ibret almalı ve hallerini düzeltmelidirler. Kendilerinde Rabbimizin olmadığı günaha sebebiyet veren haller varsa bu hallerden tevbe etmeli ve Allâh’a sığınarak ittikâ yoluna girmelidirler. Zira Rabbimizden sakınıp korkmak Rabbimizin emridir. “Allâh’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allâh takvâ sahipleriyle beraberdir.” [Bakara: 2/194]
İttikâyı hayât yaparak muttakî olmak her mü’minin vazgeçilmez hedefi olmalıdır. Îmân ehli, Nebîmiz aleyhisselâm’ın; ‘‘Her yerde Allâh’tan korkun.’’ [Tirmizî] hadisinin beyânınca hareket etmeyi kendilerine düstur edinmeli ve bu konuda birbirilerine nasihatçi olmalıdırlar.
(27) Ta’zîm:
Ta’zîm, hürmete değer kimse veya bir şey için onun büyüklüğünü gösterecek şekilde davranılmasıdır. Ta’zîmin karşısında ise saygısızlık, hürmetsizlik, ihtiram etmeme yer alır. İslâm dîni bizlere ta’zîmi öğrettiği gibi aynı zamanda ta’zîmi de emreder. Kul, kulluğunu unutmadan ta’zîm ehli olmalıdır.
Bir kul, öncelikle Rabbimize karşı ta’zîm ile hareket etmelidir. Kulun Rabbimize karşı ta’zîm etmesi, O’nun azametine ve kudretine şirksiz îmân edip, lisânen bunu ikrar etmesi ve O’nun büyüklüğünü her dâim hatırlaması, herkesten ve her şeyden yüce olduğunu unutmadan tevhîd üzere hareket etmesidir.
Rabbini ta’zîm eden kul, ardından da Rabbinin katında değerli olanlara ta’zîm ile muamele etmelidir. Örneğin müslim bir kul, gönderilen tüm peygamberlere îmân ettiği gibi, hepsine de ta’zîmde bulunur. Onlara karşı asla bir saygısızlık içerisinde bulunmaz. Şöyle der: “Bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine îmân ettik. Biz, onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O’na boyun eğen Müslümanlarız.” [Bakara: 2/136]
Yine bir müslim, bazı peygamberlere verilen kitâblara da îmân eder. Onların asıllarının Allâh katından olduklarını ancak insânlar tarafından tahrif edildiklerini de kabul eder. Rabbimizin korumasıyla tahrif edilemeyen tek kitâbın ise son peygamber Muhammed aleyhisselâm’a indirilen Kur’ân olduğuna da inanır. “Şüphesiz zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik ve onu koruyacak da elbette biziz.” [Hicr: 25/9] Kur’ân’ın ahkâmının kıyâmete kadar yürürlükte olduğuna îmân ederek, O’nun emirlerini ve yasaklarını hayatında yaşamaya çalışır. Her dâim tüm peygamberlerin dîni olan İslâm’ın ehli bir müslim olmanın gereklerini yerine getirir. İslâm’ın alâmetlerini öğrenir ve onları korur. İşte bu sıraladıklarımız müslim bir kulun ilk olarak ta’zîm etmesi gerekenlerdir.
Tabi ki ta’zîm edilecekler bu kadar değildir. Bir hadislerin Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” [Tirmizî, Ebû Dâvûd] Büyüklük farklı kısımlarda karşımıza gelebilir. Bu kısımlarda bizden daha önde olanlara karşı da ta’zîmde bulunmak gereklidir. Mâneviyât, ilim, yaş, rütbe ve tecrübe bakımından bizden ileride olanlara da ta’zîm etmek dînimizin bizlere bir öğretisidir.
Tabi ki kişi, dünyâya gelmelerini vesile olan, onları koruyup kollayan annesinin ve babasının haklarını da gözetmelidir. Rabbimiz; “İnsâna da ana-babasına iyi davranmasını emrettik.” [Lokmân: 31/14] buyurmuştur. Nebîmiz aleyhisselâm da; “Allâh’ın rızâsı, anneyi ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allâh’ın gazabı da anneyi ve babayı öfkelendirmek suretiyle celbedilir.” [Tirmizî] söyleriyle anneye ve babaya karşı ta’zim edilmesini, onlara iyi davranılmasını bizlere bildirmiştir.
Aynı şekilde kişi, kendisine dînini öğreten hocalarına da ölünceye dek ta’zîmde bulunmalıdır. Annenin ve babanın hakkı nasıl ölünceye dek devam ederse, hocaların hakkı da böyledir. Anne-baba kulun dünyâya gelmeye vesileyken, rabbânî bir hoca cennete girmesine vesiledir. Ayrıca ta’zîm ehli bir kul, tüm rabbânî âlimleri de sevmeli, onların haklarını da gözetmeli, onları her zaman ve her yerde hayırla yâd etmelidir.
Aslında yöneticisinden avamına kadar İslâm’a ve ümmete hizmet eden her bir kişiye ta’zîm etmek İslâm’ın bize öğretisidir. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin, peygambere ve sizden olan yöneticilere itaat edin.” [Nisâ: 4/59] Rabbimize ve Nebîmize itaat mutlak itaatken, bizden olan yani muvahhîd yöneticilere itaat ise mukayyeddir. Ulemâmız ve umerâmız, Allâh’ın ve Rasul’ünün emirlerine itaat ettikleri sürece onlara itaat edilir ki, bu da onlara ta’zîmin bir göstergesidir. Müslüman, hürmet insânıdır. O, küçük-büyük her türlü saygısızlıklardan kendisini ve ailesini, cemaatini ve cemiyetini ve de ümmetini korumaya çalışır.
(28) Ketûmiyet:
Ketûmiyet, sırları korumak, insânlara bilmemesi gerekenleri anlatmamak ve özel halleri gizlemek demektir. Ketûmiyet insânların hayrına kullanıldığında çok güzel bir vasıftır. Ketûmiyet ikiye ayrılır. Birincisi vâcib olan faydalı ve müspet ketûmiyet; ikinci kısım ise haram olan zararlı ve menfî ketûmiyettir.
Birinci kısım ketumiyet, müspet ketûmiyettir dedik, örneğin; meclisler mahremdir. Sözün emânet bilinip saklanılması gerekir. Her meclisin ve her kişinin saklaması gereken sırrı olabilir, bunları açmak caiz değildir. Nebîmiz aleyhisselâm şöyle demiştir: ‘‘Bir kimse bir söz söyler ve ayrılırsa bu emânettir.’’ [Tirmizî] Hadiste de ifâde edildiği üzere söz emanet olarak geçmiştir. Sözün sırrını başkalarına açmak ise emânete ihânettir. Bir Müslüman her türlü ihânetten kaçınmalıdır.
Yine bir takım şeyleri yapmadan önce de ketûm davranılması gereklidir. Böyle bir ketûmiyette birçok menfî durumun önüne geçilmiş olabilir. Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: ‘‘İhtiyaçları gidermede ketûmiyetle gideriniz; şüphesiz her nimet sahibine haset eden vardır.’’ [Taberani, Beyhaki] Demek ki hadisin bize öğrettiği üzere günlük hayâtımızda da herkese her şeyin söylenmesi uygun değildir.
Başka bir ketûmiyet ise aile sırlarına yönelik ketûmiyettir. Ailevî bir durumu yaymak, eşler arasındakilerini anlatmak kötü bir davranıştır. Bu durumlarda işler çığırından çıkar. Eşlerin birbirilerini gizli hallerini başkalarına anlatmaları caiz değildir. Böyle bir durum insânların en şerlilerinden olmaya sebebiyet verebilir. Nebîmiz aleyhisselâm konuyla alakalı şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki kıyâmet günü, Allâh’ın en çok ehemmiyet vereceği emânet, karı-koca arasındaki emânettir. Karı ile koca, birbiriyle içli dışlı olduktan sonra hanımının sırlarını erkeğin etrafa yayması, o gün en büyük ihânettir.” [Müslim]
Bunun haricinde diğer tüm Müslümanlar da hallerinin gözetilmesi gerekmektedir. Müslümanların kusurlarını ve günahlarını herkese her ortamda her vesileyle söylemek ve yaymakta caiz değildir. Kusurlara karşı ketûmiyet gösterilmesi durumunda es-Settâr olan Rabbimizin o kişinin kusurlarını örtmesi umulur. Zira Nebîmiz aleyhisselâm; ‘‘Kim, bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allâh da onun ayıbını örter.’’ [Müslim] buyurmuştur.
Bunun yanı sıra yapılmaması gereken ve yapıldığında da harama sebebiyet veren ketûmiyet de vardır. Örneğin; ilimde, şahitlikte, alışverişte ketûm davranmak caiz değildir. Hocalar talebelerinden ilmi saklayamazlar, zira ilim bir emânettir. İlme hizmet edip, onu yaymak ibâdet olduğu gibi, onu ketmetmek de bir nevi cinâyettir. Bunu yapan hâin de bir nevi kâtildir. Nebîmiz aleyhisselâm; “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’ân’dan) bir âyet bile olsa insânlara ulaştırınız.” [Buhârî] “Kendisine bir ilim sorulup da bunu gizleyen kimseye kıyâmet gününde ateşten bir gem vurulacaktır.” [Ebû Dâvûd, Tirmizî] buyurmuştur. Hakkı hak sahibine ulaştırmak gerekir. Cahilin hakkı ilimle aydınlanmasıdır; onu karanlıkta bırakanlarsa sorumludurlar.
Yine bir Müslüman’ın şerî bir mahkemeye çağrıldığında gitmemesi, gittiği halde hakkı ketmetmesi veya orada yalan söylemesi de caiz değildir. Rabbimiz; “Şâhitler çağrıldıklarında gelmemezlik etmesinler.” [Bakara: 2/282] buyurmuştur. Tabi ki Müslüman böyle bir durumda yalandan kaçınarak hakkı beyân edecektir. Zira bu Rabbimizin bir emridir. “Yalan sözden (yalan yere şâhitlik yapmaktan) kesinlikle kaçının!” [Hac: 22/ 30]
Rabbimiz kâmil mü’minleri tanıtırken; “Onlar yalan şâhitlik yapmazlar.” [Furkân: 25/ 72] buyurmuştur. Bir hadiste ise şöyle geçmektedir. Bir gün Nebîmiz aleyhisselâm sahabesine; “En büyük günahı size haber vereyim mi?” buyurdular. Sahâbe; “Evet, yâ Resûlallâh!” dediklerinde ise Nebîmiz aleyhisselâm; “Allâh’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve “İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır.” buyurdular. Hadisin râvisi der ki; “Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için “keşke sussa!” diye temennide bulunduk.” [Buhârî, Müslim]
Yine alışverişlerde malın ayıbını gizlemekte caiz değildir. Müslüman, fayda insânıdır. İnsânlara zarar vermeye çalışmaz. O bilir ki her bir davranışından sorguya çekilip karşılığının verileceği bir gün var; o, o günün şuuruyla yaşar. Ticârette hayâtın içerisinde bir imtihan alanıdır. Müslüman kişi bu alanda da Rabbinin rızasını gözetmelidir. Ticârî sahada ümmete kolaylık gösterilmesi de sünnettir. Zira Nebîmiz aleyhisselâm; “Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye Allâh rahmet etsin.” [Buhârî] buyurmuştur. Bunun aksine olarak üç günlük dünyâ için, üç kuruşluk menfaat adına zarar insânı olarak insânları aldatanlar da aldanmışlardır.
Yine bir kıssada Müslüman’ın Müslümanları aldatamayacağını görmekteyiz. Kıssa şöyledir: Bir gün Nebîmiz aleyhisselâm pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırdı, parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya; “Ey zâhîreci! Bu ıslaklık nedir?” buyurdu. Adam: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Yağmur ıslattı.” dedi. Bunun üzerine Nebîmiz aleyhisselâm da; “İnsânların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya! Kim bizi aldatırsa, bizden değildir.” [Müslim] buyurdu.
Özetle; Müslüman kişi, dînin sınırlarını öğrenen ve öğrendikten sonrada bu sınırları gözeten kişidir. O, ketûmiyet konusunda da neyi, nerede, kime karşı söyleyeceğini ve söylemeyeceğini öğrenir ve öğrendiğiyle amel eder.
Duâmız:
Ey mülkünde tek hâkim olan Rabbimiz! Senden hayır sadece hayır dileriz. Bizi hayra ilet, hayra daldır. Dareynde hayrın adamlarından kıl, onlarla birlikte eyle. Her türlü şerden ve şerliden Sana sığınırız, bizleri rahmetinle koru yâ Hafîz. Sen, Kerîm olansın; bize dünyâda ve ahirette ikram et. Her türlü aşırılıktan korunmayı, mûtedil kullardan olmayı dileriz, biz acizlerine yardım eyle yâ Nasîr. Zâtına karşı ta’zîmi hakkıyla yerine getirip, zâtından hakkıyla ittikâ edenler arasına bizleri de al. Ya Settâr, ketûmiyetin sırrına bizleri vakıf eyle! Yâ Vedûd, sevgini, sevdiklerinin sevgisini dileriz; bizlere nasip eyle. Âmîn, âmîn, âmîn yâ Muîn…
Güzel ahlâkı kuşanan kardeşlerime selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 14. Sayı | Temmuz 2025 | Hakan Emin
Bir Cevap Yaz