Giriş
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle…
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve Rasûlü’dür. Bundan sonra:
El-Esmâu’l-Hüsnâ, Arapça “الأسماء el-Esmâ” ve “الحسنى el-Husnâ” kelimelerinden oluşur. Esmâ, “isim” kelimesinin çoğuludur ve “isimler” anlamındadır. Husnâ kelimesi ise “en güzel” anlamında ism-i tafdîldir. Dolayısıyla bu terkip “En Güzel İsimler” anlamına gelir. En güzel isimler hiç şüphesiz Rabbimize âittir. Lafzen ve mânen tüm güzellikleri, yüce ve erişilmez anlamları kuşatan bu isimler, Rabbimiz Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kendi mukaddes zâtı için seçip râzı olduğu isimlerdir. Onlarla biz kullarına kendi zâtını ve sıfatlarını tanıtmış ve onlarla kendisine ibâdet edilmesini istemiştir.
“En güzel isimler Allâh’ındır. O halde O’na o güzel isimleriyle duâ edin.” [Arâf: 7/180]
“Allâh, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur.” [Tâhâ: 20/8]
Allâh’u Teâlâ’nın isim ve sıfatlarını bilmek ilimlerin en şereflisi ve en büyüğüdür. Kendisinden başka hak ilâh bulunmayan âlemlerin Rabbi, göklerin ve yerin Kayyûm’u, açık bir şekilde Melik ve Hak olan, bütün kemâl sıfatlarla vasıflanmış, tüm ayıplardan ve noksanlardan münezzeh olan ve her türlü temsil ve teşbihlerden mükemmel bir şekilde beri olan Allâh’ın isim ve sıfatlarını bilmek ilimlerin en faziletlisi ve yücesidir. Zîrâ bir ilmin şerefi konusunun şerefine, varlığının delîllerine ve bilinmesine olan ihtiyacın şiddetine ve kendisiyle sağlanan faydanın büyüklüğüne tâbidir. Bu sebeble Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem ümmetini Allâh’ın isimlerini öğrenmeye teşvik etmiştir. Ebû Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh’u Teâlâ’nın yüzden bir eksik doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları sayarsa Cennete girer.” [Buhârî (7392); Müslim (2677)]
Hadîste geçen saymaktan maksat, Allâh’ın isimlerini bilmek, bunlara inanmak ve bu doğrultuda yaşamaktır. Yoksa bir kâfir de Allâh’ın isimlerini sayabilir. Öyleyse Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in haber verdiği üzere, Allâh’ın isimlerini öğrenmek, onlara îmân ederek gereğince yaşamak Cenneti kazanmaya vesîledir.
Ayrıca hadîste “Allâh’ın doksan dokuz ismi vardır” denilerek isimlerin sayıları sınırlandırılmış değildir. Ehl-i Sünnet’e göre, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın isim ve sıfatları herhangi bir şekilde sınırlandırılamaz. Burada Allâh’ın doksan dokuz ismini sayanın Cennete gireceği vurgulanmıştır. Yani buradaki amaç sayı vermek değil, bunları sayanın Cennete gireceğini müjdelemektir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın isim ve sıfatlarından bizim bildiğimiz, ancak O’nun bildirdiği kadardır. İbn Mesûd radîyallâhu anh’dan rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ya Rabbi! Senin bütün isimlerinle, senin isimlendirdiğin ya da Kitâbında indirmiş olduğun veyahut mahlûkatından birine öğrettiğin ya da yanındaki gayb ilminde bunu sakladığın isimlerle sadece senden istiyorum.” [Ahmed (3712); İbn Hibbân (972)]
Allâh’u Teâlâ’nın isim ve sıfatlarını bilmenin yolu Kur’ân ve Sünnet’tir. Allâh’ın isim ve sıfatlarına Kur’ân ve Sünnet nasları dışında herhangi bir şey ilâve edilemediği gibi, Kur’ân ve Sünnet’in bildirdiğinden başka bir anlam da verilemez.
Allâh’u Teâlâ’nın Kur’ân ve sahîh Sünnette geçen doksan dokuz ismi ve bu isimlerin mânâları şöyledir:
1. اللَّهُ Allâh
“Varlığı zorunlu olan, tüm güzel isimleri ve kemal sıfatları kendisinde toplayan,
bütün âlemleri yaratan, kendisinden başka hak ilâh olmayan.”
Allâh ismi, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan, her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzak, bütün kemâl sıfatları kendinde toplayan, eşi ve benzeri bulunmayan, ibâdete layık olan tek zatın en büyük ve en kapsamlı ismidir. Tüm ilâhî sıfatları kendisinde cem eden zâta âit olan özel bir isimdir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmakladır:
“Allâh, kendisinden başka ilâh olmayandır.” [Bakara: 2/255]
“Allâh, göklerin ve yerin ve de bu ikisi arasındakilerin Rabbi’dir. O halde O’na ibâdet et ve O’na ibâdette sabırlı ol. O’nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? (Asla benzeri yoktur).” [Meryem: 19/65]
“el-Esmâu’l-Husnâ” olarak bilinen bütün isim ve sıfatlar bu isme dayandırılır ve tüm isim ve sıfatların mânâlarını içine alır. Onun bu ismi, bütün isimlerinden önce gelir. Diğer isimleri O’na izâfe edilir. Allâh isminden sonra isimler Allâh ismi için sıfat olup bu isme bağlıdır. Diğer isimler Allâh’ın ismi diye vasıflanır. Bu nedenle “Rahmân, Rahîm, Azîz, Gaffâr, Kahhâr Allâh’u Teâlâ’nın isimlerindendir” deriz, fakat “Allâh, Rahmân’ın isimlerindendir” demeyiz. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmakladır:
“En güzel isimler Allâh’ındır. O halde O’na o güzel isimleriyle duâ edin.” [Arâf: 7/180]
Allâh Azze ve Celle’ye âit diğer isimler, yalnız kendi mânâlarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allâh isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu ismin çoğulu olmadığı gibi Allâh’tan başkasına ne hakîkaten ve ne de mecâzen verilemez; diğer dillere tercüme edilemez. Mekkeli müşrikler dahi, senenin günleri sayısınca Kâbe’nin etrafını -üç yüz altmış- putla doldurarak her birine ayrı ayrı isim verdikleri halde hiçbir puta Allâh ismini vermemişlerdir.
Öyleyse kul, kendisini yaratan ve rızıklandıran Allâh’u Teâlâ’yı birlemeli ve tüm kalbi ile O’na bağlanmalıdır. O’ndan başkasına iltifat etmemeli, derdini O’ndan başkasına yana yakıla açmamalı ve hiçbir şey istememelidir. Zîrâ kul, bu isim ile Allâh’tan başka hak ilâhın bulunmadığını, O’ndan başka her şeyin fâni olduğunu, tek güç ve kudret sâhibinin Allâh olduğunu ve O dilemedikçe yaprağın dahi kıpırdamayacağını öğrenir.
2-3. اَلرَّحْمٰنُ – اَلرَّحِيمُer-Rahmân – er-Rahîm:
“Sonsuz merhametiyle lütuf ve ihsânda bulunan,
rahmetiyle hey şeyi kuşatan, kullarına acıyan ve onları bağışlayan.”
Rahmân ve Rahîm isimleri, Allâh’u Teâlâ’nın büyük ve geniş merhamet sâhibi olduğunu gösterir. Rahmân ve Rahîm isimleri “rahmet” kökünden türetilmiştir. Her ikisi de mübalağa ifâde eder. Ancak Rahmân isminin mübalağası daha fazladır. Rahmân ismi daha genel, Rahîm ismi ise daha özeldir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmakladır:
“Hamd, âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur. (O) Rahmân ve Rahîm’dir.” [Fâtiha: 1/2-3]
Rahmân ismi, esirgeyen, bağışlayan, şefkat ve merhametinin eserleriyle bütün kâinatı dolduran, dünyâda mü’min, kâfir ayırmadan bütün mahlûkatına sayısız nimetler veren, hayır ve rahmet irâde buyuran, hayatları için lüzumlu olan bütün rızıkları onlara veren, gerçek nimet veren ve rahmette son sınıra ulaşan demektir. Bu sebeble rahmân ismi, Allâh’tan başkasına verilemez. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmakladır:
“De ki: İster Allâh diye çağırın ister Rahmân diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.” [İsrâ: 17/110]
Rahmân ismi, Allâh’u Teâlâ’nın hem ismi hem de sıfatıdır. Sıfat olması itibariyle Allâh Azze ve Celle’nin ismine tâbi olarak zikredilir. İsim olması itibariyle Kur’ân-ı Kerîm’de başka bir isme tâbi olmadan özel bir isim olarak da var olmuştur. Ancak bu isim sadece Allâh’a has özel isimlerden olduğu için başka bir isme bağlı olarak değil; başlı başına zikredilmesi daha uygundur.
Rahîm ismi ise, esirgeyen, bağışlayan, şefkat ve merhamet eden, bütün nimet ve ihsanlar af ve rahmet, şefkat ve merhamet kendi eseri olan zâtı ifâde etmekle birlikte âhirette yalnız mü’minlere sonsuz nimetler ihsan edecek olan demektir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmakladır:
“O (Allâh), mü’minlere çok rahîmdir.” [Ahzâb: 33/43]
Rahmân ve Rahîm isimlerinin bir arada zikredilmesi, yukarıda zikredilen anlamlardan daha güzel bir başka anlamın ortaya çıkmasını sağlar. Rahmân ismi, Allâh’u Teâlâ’nın varlığı ile kâim olan sıfata; Rahîm ise, merhamet edilenle ilgili sıfata delalet eder. Buna göre birincisi vasıf için, ikincisi de fiiller için kullanılmaktadır. Birincisi merhametin Allâh’ın bir vasfı ve niteliği olduğunu; ikincisi de bu merhamet vasfı ile kullarına merhamet ettiğini gösterir. Yukarıdaki âyette bunu ifâde eder. Zîrâ Kur’ân’da hiçbir âyette “O, mü’minlere çok Rahmân’dır” diye geçmemiştir.
O halde Rahmân ve Rahîm sıfatlarını bir arada zikretmenin faydası, Allâh’ın özel ve genel merhametinden ve bu dünyâdaki ve âhiretteki merhametinden yararlanmaktır.
Öyleyse kul, Allâh’ı çok sevmeli, hayatının hiçbir döneminde günahlarından ya da sıkıntılarından sebeble ümitsizliğe kapılmamalı, her dâim Allâh’tan ümitvar olmalıdır. Allâh’ın rahmetine güvenerek önce kendi nefsini ve sonra yakınlarından başlayarak insânları Cehennem ateşinden kurtarmaya ve Cenneti kazandırmaya çalışmalıdır. Bunun da ancak Allâh’ın emir ve yasaklarına uymakla, sınırlarını korumakla ve râzı olacağı amelleri işlemekle gerçekleşeceğinin bilincinde olmalıdır.
4- اَلْمَلِكُ el-Melik:
“Mülkün, kâinatın gerçek sâhibi, emreden, emri yerine getirilen,
mülk ve saltanatı devamlı olan.”
Melik ismi, Allâh’u Teâlâ’nın görünen ve görünmeyen âlemlerin tek sâhibi olduğunu, her türlü hükümdarlığın ve tasarrufun kendisine âit olduğunu ifâde eder. Allâh’u Teâlâ, her şeyi hiç yoktan yaratmış ve yok olmaktan her dâim korumaktadır. O, şöyle buyurmaktadır:
“Hak Melik olan Allâh pek yücedir. O’ndan başka hak ilâh yoktur. Kerîm olan Arş’ın Rabbidir.” [Mu’minûn: 23/116]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, mülkün gerçek ve tek sâhibidir. Her şeye egemen olup, bütün işleri belirli bir düzen içinde yürütüp idâre eden O’dur. Kulları üzerinde mutlak tasarruf sâhibidir. Dilediğini yaratır, dilediğini ise geri bırakır. Emir ve yasaklar koymak, sonra bunlara göre cezâ ve mükâfat belirleyerek itaat eden kulları ödüllendirmek, isyân eden kullara ise azâb etmek sadece O’nun hakkıdır. Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız O’na âittir. Yerler, gökler ve de içinde bulunanlar tümüyle O’nundur. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmakladır:
“Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin mülkü Allâh’ındır. O, her şeye hakkıyla güç yetirendir.” [Mâide: 5/120]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın bu ismi, gerçek anlamda tüm yönleriyle sadece O’na âittir. O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini gösterir. Allâh’u Teâlâ’ya âit olan tüm kemâl sıfatları zorunlu kılar. Zîrâ mülkü elinde bulunduran gerçek bir melik; hayat, kudret, irâde, görme ve işitme gibi tüm kemâl sıfatlara sâhib olandır. Yaratmaya kadir olmayan, hükmetmeyen, emredip yasaklamayan, cezâ ve mükâfat belirlemeyen, dilediğini azîz, dilediğini ise zelîl kılmayan, kullarına tevhîdi öğrenmeleri için kitâblar indirip rasûller göndermeyen ve bunlara güç yetiremeyen bir zâtın melik olması düşünülemez. Bu itibarla Allâh Azze ve Celle, tek gerçek rab, melik ve ilâh olandır. O, şöyle buyurmaktadır:
“De ki: İnsânların Rabbine, insânların melikine, ilâhına sığınırım.” [Nas: 114/1-3]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın gerçek rab olması, onun bütün varlıkları yaratmasıyla, melik olması hepsine üstün gelmesiyle, ilâh olması ise onlara bir tek kendisine ibâdeti emretmiş olmasıyladır. Allâh’ın rab, melik ve ilâh oluşu, îmânın tüm temellerini ve O’nun isim ve sıfatlarının anlamlarını kapsamaktadır.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın bu ismi esmâu’l-hüsnâ’dan el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mutekebbir, el-Hakem, el-Adl, el-Hâfıd, er-Rafi, el-Muiz, el-Mûzil, el-Azîm, el-Celîl, el-Kebîr, el-Hasîb, el-Mecîd, el-Velî, el-Müteâl gibi isimlerin ve el-Melik ismine âit daha başka isimlerin anlamlarını ihtiva eder.
Öyleyse kul, Allâh’u Teâlâ’ya karşı tâm bir teslimiyet ve tazimle yalnızca O’na ibâdet etmelidir. Sadece O’ndan korkmalı, O’na sığınmalı, bir tek O’dan istemeli, bir tek O’na dayanıp güvenmelidir. O’nun hükümlerinden başkasını kabul etmemeli ve yaşantısını şerîata göre düzenlemelidir. Kendisinin el-Alîm, el-Habîr, er-Rahîm ve el-Kâdir bir hükümdarın hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu unutmamalıdır. Hayatı boyunca, iyi kötü bütün söylediklerinin, yapıp ettiklerinin, görüp işittiklerinin yazıldığının bilincinde olarak hareket etmelidir.
5- الْقُدُّوسُ el-Kuddûs:
“Her türlü eksik ve ayıptan münezzeh olan,
bütün kemâl sıfatları kendisinde toplayan, temiz ve mükemmel olan”
Kuddûs ismi, Allâh’u Teâlâ’nın tüm üstün ve güzel sıfatlara sâhib olduğunu, ayıp ve kusur bakımından tertemiz, şirk ehlinin yakıştırmalarından; çocuk ve eş sâhibi olmaktan münezzeh olduğunu ifâde eder. Bu itibarla da Allâh Subhânehu ve Teâlâ, her türlü noksanlıklardan ve ayıplardan münezzehtir. O, şöyle buyurmaktadır:
“O Allâh ki, O’ndan başka ilâh yoktur. O, Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır.” [Haşr: 59/23]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, tüm ayıplardan ve zâtına yakışmayan her türlü sıfatlardan beri ve yüce olandır. Dolayısıyla Allâh’ı takdîs etmek, O’nu tesbih etme; Allâh’ı tesbih etmek, O’nu takdis etme anlamını kapsar. İkisi iç içedir. Allâh Azze ve Celle’nin tüm güzel sıfatlara sâhib olduğunu kabul etmek, O’ndan kötü ve eksik olan tüm sıfatları nefyetmek demektir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, mukaddestir (pak ve temizdir), muazzamdır ve her türlü kötülük ve çirkinlikten uzaktır. Yaratıklardan herhangi birine benzemekten, eksiklikten ve kemâline aykırı her şeyden sâlimdir. Her yönden ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. Bir benzerden, denkten, rakipten, eşten ve zıddan münezzeh olup, bunlardan çok üstün ve pek büyüktür. Yaratılmışların zâtlarından, hallerinden, vasıflarından hiçbirine benzemez. Meselâ zâhirî hislerimiz ile bilebildiğimiz lezzet, renk, koku, soğukluk, sıcaklık, sertlik, yumuşaklık gibi bütün hallerinden; dert, tasa, korku, hüzün, ızdırap ve tagayyür gibi nefsânî keyfiyetlerinden veya herhangi bir şekilden, suretten, miktardan, zamandan, tertipten, tecezziden ve bunlar gibi diğer bütün mahlûkatın özelliklerinden olan herhangi bir hal ve vasıftan, bir şeye benzemekten çok yüksek, çok uzaktır. Her bakımdan mutlak kemâl O’na mahsûstur.
Allâh’u Teâlâ zâtında, sıfatında, fiillerinde, hükümlerinde, isimlerinden her türlü lekeden, eksiklikten uzak ve çok temizdir. Hiçbir fiilinde maddeye, müddete, yardımcıya ihtiyacı yoktur. Bütün hükümleri hikmet üzere olup, kulları için baştanbaşa hayır ve menfaattir. O, zâtında veya herhangi bir sıfatında veya fiilinde veya hükmünde veya isminde mahlûkundan birine benzemekten veya mahlûkâtından biri O’na benzemekten mukaddestir. O’nun zâtı kadîmdir, bâkidir, sıfatları kâmildir, ezelîdir.
Öyleyse kul, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı üstün güzelliklerle yâni kendine mahsûs vasıflarla övmeli; her türlü noksanlık ifâde eden sıfatları ve inanışları Allâh Azze ve Celle’den nefyetmelidir. Allâh hakkında hüsnü zan beslemeli, O’nun kaza ve kaderine boyun eğmelidir. Allâh’ı kullarına, kulları da Allâh’a hiçbir yönden benzetmeye kalkışmamalıdır. O’nun şerîatına yönelmeli ve beşerî kanun ve yasaları reddetmelidir. Şüphe ve tereddütlerden uzak kalarak itikadını, ihlâs ile ibâdetini ve kötü huyları atarak kalbini çirkinliklerden ve lekelerden temizlemeğe çalışmalıdır.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Minhâc Dergisi 13. Sayı | Nisan 2025 | Kaan Salih
Bir Cevap Yaz