«
  1. Anasayfa
  2. 13. SAYI / NİSAN 2025
  3. Ebû Bekir Radiyallâhu Anh – 3

Ebû Bekir Radiyallâhu Anh – 3

İbrahim

Hamd alemleri yaratan, yarattıkları arasından dilediklerini seçen Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yadır. Ondan yardım ve mağfiret dileriz. Salât ve selâm ise insanlar arasından seçilmiş ve üstün özelliklerle donatılmış Peygamberimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve bütün nebilerin üzerine olsun.

            Ebû Bekir radiyallâhu anh’un hayatını anlattığımız yazı dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

3. Medine’ye hicret

Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın Mekke dönemindeki İslâmî hizmetleri, hicretin başlangıcında Peygamber’le mağara dostu olmakla ve hicret yolculuğunda arkadaş kılınmakla doruğa ulaştı.

Mekke’den Medine’ye hicret, Peygamberliğin 13. yılı Zilhicce sonlarında (622) başladı. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Müslümanların güven ve huzur bulabilecekleri bir yer olarak Medine’ye gidebileceklerini ashabına hatırlattı. Bunun üzerin de Müslümanlar, kafileler hâlinde tedbirli ve plânlı bir şekilde Medine’ye doğru yola koyuldular. İlerleyen süreçte Mekke’de kalan Müslüman sayısı azaldıkça Ebû Bekir radiyallâhu anh hicret için Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’den izin istiyor, fakat her defasında kendisine, “Acele etme! Umulur ki Yüce Allâh sana bir arkadaş ihsan eder.” [Buhârî] cevabı veriliyordu. Bu arkadaştan maksat bizzat Peygamber’in kendisiydi. Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem böyle dedikçe Ebû Bekir de ona hicret arkadaşı olmayı ümit ederek zamanın gelmesini bekliyordu. Bu münasebetle uzun yola dayanıklı iki deve satın almış ve hicret için özel olarak beslemişti.

Müslümanların birer ikişer kafileler halinde Medine’ye hicreti müşrikleri telaşlandırdı, Dârünnedve’de toplanarak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e ne yapmaları gerekeceğini tartıştılar. Bunlardan sürgün ve hapis gibi görüşler kabul görmedi. Nihayet, her kabileden bir kişinin katılmasıyla ortaklaşa bir suikastla onu öldürmeye karar verdiler. Müşriklerin bu teşebbüsünden vahiyle haberdar olan Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem gündüz vakti mutadı olmayan bir saatte Ebû Bekir radiyallâhu anh’in evine gitti. Beklenmeyen bir saatte, üzerine, gölgelenmek için örtü örtmüş olarak geldiği dikkate alınırsa bir fevkalâdelik söz konusuydu. Onu en iyi tanıyanlardan biri olan Ebû Bekir, “Babam anam ona feda olsun! Vallâhi onun bu saatte gelmesi önemli bir gelişme olduğunu gösteriyor.” yorumunu yaptı. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem izin isteyerek içeri girdi. Ebû Bekir, oturmakta olduğu divandan ayağa kalkıp karşıladı ve Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’i hürmetle oturttu. Peygamber gizliliğe dikkat ediyordu, bu sebeple orada bulunan öteki simaların dışarı çıkmalarının daha uygun olacağını düşünüyor olmalıydı. O sırada içerde Ebû Bekir’in kızları Esmâ ve Âişe ile zevcesi Ümmü Rûmân radiyallâhu anhum ecmaîn vardı. Ebû Bekir radiyallâhu anh, onların yabancı olmadıklarından bahisle konuşulanları duymalarının bir sakınca teşkil etmeyeceği hususunda teminat verdi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem Cenâb-ı Hakk’ın Medine’ye hicret için kendisine izin verdiğini söyledi. Ebû Bekir radiyallâhu anh, hemen, kendisinin de bu yolculukta arkadaş kılınıp kılınmadığını merakla sordu. Rasûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem de Ebû Bekir’in bu yolculukta kendisine arkadaş kılındığını söyledi. Bu sırada Ebû Bekir manevî hazla doldu ve sevinç gözyaşlarını tutamadı. Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın bu hâli; olayı görgü tanığı olarak bize nakleden Âişe radiyallâhu anha’yı o derece etkilemiş olmalı ki; sevinçten bir erkeğin ağladığını ilk defa gördüğünü söylemiştir.

Evde yolculuk için derhal hazırlıklara girişildi. Torbalara erzak hazırlandı, kırbalara su dolduruldu. Bu sırada Peygamber, evine döndü, yolculuğa çıkacağını hiç kimseye hissettirmiyor, çok tedbirli davranıyordu, konuyu Ebû Bekir ve ev halkı dışında bir de Ali radiyallâhu anh biliyordu. Ali radiyallâhu anh de hicret sırrına Peygamber tarafından ortak edilen bahtiyarlardandı. Gece yarısı olunca Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, yanında bulunan Mekkelilere ait emanetlerin sahiplerine teslim edilmesini tembih ettikten sonra Ali radiyallâhu anh’ı yatağına yatırdı. O da ertesi sabaha kadar çeşitli saldırı plânlarına hedef olması muhtemel olan bu yatağa hiç tereddüt etmeden girdi, böylece Ebû Bekir’in sıddîkiyet makamına, Ali’nin teslimiyeti eklendi. O da teslimiyet makamında olduğunu gösterdi. Peygamber, Hadramevt işi abayı Ali radiyallâhu anh’ın üstüne örttükten sonra Yâsîn Suresinin 1-9. âyetlerini okuyup dua ederek, kendisini öldürmek niyetiyle evin çevresinde toplanan suikastçıların arasından çıkıp gitti, dikkatli bir şekilde Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın evine ulaştı. Yiyecekleri aldılar, arka kapıdan çıkıp Sevr Mağarasına doğru hareket ettiler. Bu esnada Ebû Bekir radiyallâhu anh yürüyüş sırasında biraz öne çıkıyor, peşinden de geriye dönüp etrafı kolluyordu. Bu durum Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in merakını celbetti. Bunun üzerine Ebû Bekir radiyallâhu anh, Müşriklerin Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’i yakalama plânlarını bozmak için geriden yürüdüğünü, gözetleyenleri hemen fark edebilmek için de zaman zaman öne çıktığını, bütün bunlara rağmen herhangi beklenmedik bir saldırıya maruz kalınırsa buna Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in değil de öncelikle kendisinin hedef olması için böyle davrandığını ifade etti. Bu, ne kadar ince bir düşünceydi ve Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e ne kadar yürekten bir bağlılıktı. Nitekim mağaraya ulaştıklarında da Ebû Bekir radiyallâhu anh kendisi içeriye girip gereken hazırlığı yapmadan girmemesini Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’den istirham etti. Bir süre sonra dışarıya çıktı, içeriyi mümkün mertebe temizlediğini, ancak zararlı haşeratın çıkabileceği bazı delikleri fark ettiğini, bu sebeple bir süre daha beklemesi gerekeceğini son derece zarif ve nazik bir üslupla hatırlattı, tekrar mağaraya girdi, delikleri kapattı ve Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’i içeriye davet etti. Sabah olmuştu. Suikastçılar telaşla Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in evine girdiler, yatağına hücum ettiler, fakat orada sadece Ali radiyallâhu anh vardı. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem gitmişti. Bunun peşinden, avını kaçıran avcının psikolojik telaşı içinde birden saldırganlaştılar, ortalığa dehşet saçmaya başladılar. Ali radiyallâhu anha’yı dövdüler, bir süre de hapsettiler. Sonra Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın evine gittiler; Esmâ radiyallâhu anha’yı tartakladılar, öteki aile fertlerini sorguya çektiler, ama bir tek ipucu bile elde edemediler. Böylece Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın, aile fertlerini de İslâmî hizmet ve davanın ciddiyetine uygun bir şekilde hazırlayabildiği ortaya çıkıyordu. Daha sonra Ebû Cehil ve Ümeyye b. Halef gibi müşrik ileri gelenleri büyük ödüller koyarak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın yakalanması için başta iz sürücüler olmak üzere kendi zihniyetlerini paylaşan herkesi yollara düşürdüler. Bir grup, mağaraya oldukça yaklaşmıştı. Ebû Bekir, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem adına telaşlanıyordu. O, iz sürücülerini fark etmişti. Onlar da ciddi bir bakış ve araştırma ile kendilerini fark edebilirlerdi. Bu duygular içinde endişesini Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e de iletti. Rasûl-i Ekrem’in onu teskin eden cevabı şöyleydi: “Sus Ey Ebû Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi (yi sen ne zannediyor ve haklarında neler düşünüyorsun!” [Buhari] Bu olaya Tevbe Suresinde de işaret edilir ilgili âyet, meâlen şöyledir: “Eğer siz ona (Rasûlullâh’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allâh yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı, o, arkadaşına, üzülme, çünkü Allâh bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allâh ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allâh’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allâh üstündür, hikmet sahibidir.” [Tevbe: 9/40]

Mağarada Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ebû Bekir sekînet-i Rabbâniye’ye eriştirilmiş ve görünmeyen ordularla desteklenmişlerdi. İz sürücüler ve onlarla birlikte olan gözü dönmüş takipçiler, içeride olup biteni fark etmeksizin mağara önünden gerisin geri dönüp gittiler. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebû Bekir radiyallâhu anh’la birlikte perşembeyi cumaya bağlayan gece mağaraya girmişti. Cuma, cumartesi, pazar geceleri orada kaldılar. Ebû Bekir’in aldığı tedbirlere göre oğlu Abdullâh radiyallâhu anh, gündüz Mekkeliler arasına karışır, haber toplar, geceleyin gizlice mağaraya gelir, rapor verir, seherde oradan ayrılır ve Mekkelilere şehirde gecelemiş izlenimi uyandırırdı. Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın âzâtlısı Âmir b. Füheyre de Ebû Bekir radiyallâhu anh’a ait davarları gündüz Mekkelilerin çobanlarıyla birlikte otlatır, akşamleyin, dönüş sırasında, hissettirmeksizin geriye kalır, gece kararınca mağaraya döner, süt sağarak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın gıda ihtiyaçlarını giderir, gecenin sonuna doğru davarları harekete geçirerek daha önce şehre dönen Abdullâh’ın ayak izlerini örterdi.

Bu yolculukta Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem ile mağara dostu (yâr-ı gâr) olması ve sırdaş kılınması onun İslâmî şahsiyetinin zirvesini temsil eder. Bu gerçek, Asr-ı Saadet’te de ashâb-ı kirâm arasında böyle bilinirdi. Daha önce de belirtildiği gibi Ebû Bekir radiyallâhu anh Mekke döneminde İslâm’ın yayılışına katkıda bulunmak, işkence gören müslümanların problemlerini çözmek, el-müsted‘afûn sınıfındaki zayıf statüde ezilen köle, cariye vb. müslümanları özgürlüğüne kavuşturmak için nakdî servetinin büyük bir kısmını sarf etmişti. Geri kalanı ise hicret sırasında ve bundan sonraki hizmetlerde değerlendirmek üzere yanına aldı.

Ebû Bekir radiyallâhu anh, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e o kadar bağlı ve imanı o kadar güçlü idi ki, Allâh Rasûlüne bu muameleyi reva gören Mekkeli azgınların er geç cezaya çarptırılacaklarını düşünüyor, istikbalde İslâm’ın muzafferiyetinden asla endişe duymuyordu. Ebû Bekir radiyallâhu anh bu imân derinliğiyle Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanı başındaydı. Önceden ayarladığı develerle birlikte ücretle tutulmuş olan Abdullâh b. Ureykıt’ın kılavuzluğunda pazartesi sabaha doğru Medine’ye doğru yola koyuldular. Yol boyunca Süraka b. Cü’şüm ve Büreyde b. Husayb el-Eslemî’nin takibi gibi çeşitli olaylarla yüz yüze geldiler; aç-susuz kaldılar, su ve süt aradılar, takip edenlerin tazyikinden kurtulmaya çalıştılar. Fakat araştırmamızın asıl akışına dönmek gerekirse yolculuk esnasında Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın Sevr Mağarasına gidilirken ve girilirken gösterdiği titizliği sürekli gösterdiğini takip ve tazyik altında kaldıkça şahsı için değil, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir sıkıntı gelir endişesiyle ağlayıp hüzünlendiğini, tehlikeleri savdıkça ferahladığını görüyoruz. Yolculuk devam ettikçe Ebû Bekir radiyallâhu anh abasını bazen bir kayanın gölgeliğine serip üzerine Peygamber’i oturtmuş, bazen de üste bağlayıp çadır gibi gölgelik yapmıştır. İslâm’dan önce Hicaz bölgesindeki tanınmışlığını yolculuğun selâmeti adına olanca gücüyle değerlendirmiş ve yolculuk boyunca onun hizmetinden hiç ayrılmamıştır. Nitekim Medinelilerin birçoğu önceki dönemde mevcut münasebetlere bağlı olarak Ebû Bekir radiyallâhu anh’ı daha belirgin bir şekilde tanıyorlardı. Kubâ’ya ulaştıklarında da Ebû Bekir Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’i yalnız bırakmadı. Güneş, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelince Ebû Bekir radiyallâhu anh hürmetle onu gölgeledi. Böylece Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın hizmeti ışığında bir nevî onun delâletiyle herkes Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’i tanımış oldu.

Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Kubâ’da Benî Harise’den Amr b. Avf ailesinden Külsum b. Hidm’in evinde misafir oldu. Yaklaşık sekiz gün süren uzun yolculuğun mağara dahil her safhasında sürekli bir şekilde İslâm toplumu adına Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’in sağ salim Medine’ye kavuşması, ona herhangi bir zarar gelmemesi için azamî hassasiyeti gösteren Ebû Bekir radiyallâhu anh şimdi mesrurdu, bahtiyardı. Çünkü şu anda Rasûlullâh emniyetteydi. Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem de onun bu sıddîkıyet, samimiyet, sadakat ve fedakârlığına karşı ona hayır dua ediyordu. Konu bu noktaya gelmişken şunu da hatırlamakta yarar var. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in Medine’de kaldığı süre içinde İslâm tarihinin hür bir ortamda ibadete açık ilk mabedi sayılan Kuba Mescidi bina edilirken temele ilk taşı Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem koymuş, ikinci taşı ise Ebû Bekir radiyallâhu anh ilk taşın yanına yerleştirmiştir. Medine’ye intikalden sonra hemen ilk yılda bina edilecek olan Mescid-i Nebî’nin arsa bedelinin nakit olarak Ebû Bekir radiyallâhu anh tarafından karşılandığı da dikkate alınırsa onun bu yeni dönemdeki İslâmi hizmetlerde de Mekke dönemini aratmayacak ölçüde gayretini sürdüreceği ortaya çıkmaktadır. Bu kısmı şöyle sonuçlandırmak uygun olur: Asr-ı Saâdette bütün müslümanlar arasında Ebû Bekir radiyallâhu anh, hicret esnasında Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e dost ve arkadaş kılınmakla en yüksek bir manevî mertebeye eriştirilmiştir; bu, ona Yüce Allâh’ın büyük bir lütfudur.

Nitekim Ömer radiyallâhu anh’ı, halifeliği sırasında bazılarının kendisini Ebû Bekir radiyallâhu anh’a üstün tutar biçimde konuştuklarını duyunca onları men etmiş ve Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’le mağarada hicret sırasında beraber olmasını (yüce Allâh tarafından yâr-ı gâr kılınmasını) en büyük mertebe olarak vasıflandırmış ve bu hususta onun aşılamayacağını açıkça ifade etmiştir. Ömer radiyallâhu anh’ın, Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın manevî derecesi ile alâkalı bu şehadeti aynı zamanda onun Mekke dönemi İslâmî hizmetlerindeki yüksek mevkiini de kapsamaktadır.

İbrahim Yahya

Minhâc Dergisi 13. Sayı | Nisan 2025 | İbrahim Yahya

Bir Cevap Yaz