Hamd alemleri yaratan, yarattıkları arasından dilediklerini seçen Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yadır. Ondan yardım ve mağfiret dileriz. Salat ve selâm ise insanlar arasından seçilmiş ve üstün özelliklerle donatılmış Peygamberimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve bütün nebilerin üzerine olsun.
Şüphesiz ki Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in sahabesi denince akla ilk gelen isim Ebû Bekir radiyallâhu anh’tır. Ebû Bekir radiyallâhu anh denince de akla ilk gelenler onun üstün vasıfları, İslâma olan bağlılığı, Müslümanlara olan düşkünlüğü ve tabiki de Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’le olan derin muhabbetidir. Bizde bu sayımızda Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın hayatına, İslâm’a yapmış olduğu hizmetlere ve bu hizmetleri neticesinde elde etmiş olduğu üstün mertebelere değineceğiz.
Gayret bizden, tevfîk ise Rabbimizdendir.
- Hayatı
Fil Vak‘ası’ndan üç yıl kadar sonra Mekke’de doğdu. Annesi Ümmü’l-Hayr Selmâ bint Sahr, Mekke döneminde Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in evinde bulunduğu sırada İslâmiyet’i kabul etti. Babası Ebû Kuhâfe, Mekke fethinden hemen sonra oğlu Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın aracılığıyla Müslüman oldu. Anne ve babasının mensup olduğu kabilesinin soyu Mürre b. Kâ‘b’da Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in nesebiyle birleşir. Rasûl-i Ekrem’den iki veya üç yaş küçük olan Ebû Bekir radiyallâhu anh kaynaklarda adından çok atîk lakabıyla anılmıştır. “Güzel, soylu, eski, âzat edilmiş” gibi mânalara gelen bu lakabın ona annesi tarafından verildiği veya çok eskiden beri hayır yaptığı, yüzü ve ahlâkı güzel olduğu yahut da soyun da ayıplanacak bir husus bulunmadığı için atîk diye anıldığı rivayet edilmekle birlikte Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in, “Sen Allâh’ın cehennemden âzat ettiği kimsesin” [Tirmizî: “Menâḳıb”, 16] şeklindeki iltifatına mazhar olduktan sonra bu lakapla anılmaya başlandığı da bilinmektedir.
Daha öncede söylediğimiz gibi Ebû Bekir radiyallâhu anh, Kureyş kabilesinin Teymoğulları koluna mensuptur. Nesebi Ebû Kuhâfe b. Âmir b. Amr b. Kab b. Sa’d b. Teym b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Hüzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Mead b. Adnân şeklindedir. Gerçek ismi tarih kaynaklarında ihtilaflıdır. Kaynakların ekseriyeti ona verilen ilk ismin Abdulkâbe olduğunu; fakat cahiliye dönemine ait bu isimin putlarla iltisaklı olmasından sebep Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından Abdurrahman olarak değiştirdiğini bildirirler. Begavî ve Hâkim en-Nisaburî ise gerçek adının Abduluzzâ olduğunu ve bu ismin de aynı şekilde Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından değiştirildiğini söyler. İhtilaflar bir kenara bırakılırsa, her iki ismin de putlarla alakalı olması ve bu sebepten ötürü Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından değiştirildiği aşikardır.
Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın çocukluğu, gençliği ve Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Yalnız elbise ve kumaş ticaretiyle meşgul olduğu, İslâmiyet’i kabul ettiği sırada 40.000 dirhem kadar sermayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen’e seyahat ettiği bilinmektedir. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in yirmi beş yaşlarında iken katıldığı Suriye ticaret kervanında onun da bulunduğu rivayet edilir.
- İslâm’a Girişi
Ebû Bekir radiyallâhu anh Risalet’ten önce Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ile dost idi. Cahiliye devrinin kötü işlerinden uzak dururdu. Nesep ilmine vakıftı. İyi bir hatip olarak bilinirdi. Doğru ve iyi huylu bir tacirdi. Bilgisi, tecrübesi, güzel komşuluğu ve arkadaşlığındaki vefakârlığı ile tanınmıştı. İslâm’dan önceki dönemde Mekke site devletinde önemli meselelerin görüşüldüğü müşavere heyeti arasında olup Eşnak (diyetler) görevi ondaydı. Mahiyeti itibarıyla bu önemli bir görevdi. Dolayısıyla Mekke Cahiliyesin’de hatırlı ve itibarlı biriydi.
Kaynaklarda nakledildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e nübüvvet vazifesi verildiği günlerde Ebû Bekir radiyallâhu anh ticarî maksatla Yemen taraflarına gitmişti. Ukbe b. Ebî Muayt, Şeybe, Ebû Cehil, Ebû’l-Bahterî gibi Kureyş’in ileri gelenleri onun dönüşünü kolladılar; şehre döndüğü sırada ise Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın etrafını çevirerek ve bir çeşit de baskı kurarak Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in peygamberliği konusunda onu uyardılar, söylenenlere inanmaktan, atalarının dinini bırakmaktan sakındırdılar. Ebû Bekir radiyallâhu anh onları tatlı sözlerle başından savdıktan sonra doğruca Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gitti. Onunla görüşüp konuştu, işittiklerini tahkik etti. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ona durumu anlattı ve kendisinin peygamber olduğunu bildirerek onu Allâh’a îmâna ve kendisine vahiy ile haber verilenleri tasdike davet etti. Kaynakların ittifakla belirttiğine göre Ebû Bekir radiyallâhu anh tereddüt etmeksizin Müslüman oldu. Nitekim, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisinde, “Ben, Ebû Bekir dışında Müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm. Ebû Bekir’e gelince; o, teklifimi tereddüt etmeden kabul etti…” [Buhârî] buyurarak buna açıklık getirmiştir. Yine bir başka rivayette de Ammâr b. Yâsir radiyallâhu anh bu durumu şöyle haber vermektedir: “Ben, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’i ilk gördüğümde onun beraberinde ilk Müslüman olarak beş köle, iki kadın ve bir de Ebû Bekir vardı.” [Buhârî]
- Mekke dönemi
Ebû Bekir radiyallâhu anh, nübüvvet vazifesinin verildiği ilk günlerden, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in vefatına kadar O’nu bu kutsal görevinde bir an olsun yalnız bırakmamış gerek Mekke’de gerekse Medine’de derin bir şevk ve heyecanla İslâm adına önemli hizmetler yapmıştır. Yapmış olduğu bu hizmetlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi: Ebû Bekir radiyallâhu anh, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in tebliğ çalışmasına bütün gayretiyle destek vererek; Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullâh, Sa‘d b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. el-Avvam, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Osman b. Maz‘un, Abdullâh b. Mes’ud, Ebû Seleme el-Maumî, Hâlid b. Saîd b.el-As, Ubeyde b. el-Hâris, Habbâb b.el- Eret, Erkam b. Ebi’l-Erkam, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî gibi mühim şahsiyetlerin İslâm’a girmesine vesile olmuştur. Bahsi geçen bu sahabenin, İslâma nasıl davet edildiklerine değinelim. Başarı Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dandır.
Bu hususta yukarıda ismi geçenler arasında Osman radiyallâhu anh gibi, Benî Ümeyye’ye mensup birinin bulunması da dikkatten kaçmamalıdır. Çünkü o sıralarda Mekke yönetiminde hayli söz sahibi olan Ümeyyeoğulları, Haşimîler arasından çıkmış olan son Peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e tarihî Emevî-Haşimî rekabeti sebebiyle sert tepki göstermeye hazırlanıyorlardı. İşte böyle bir ortamda Ebû Bekir radiyallâhu anh takip ettiği usûl ile kabile asabiyetini kırarak Osman radiyallâhu anh’ı İslâm’a kazandırabilmişti. Osman radiyallâhu anh’ın Müslümanlığı tercih edişi akrabaları tarafından hoş karşılanmamış; Hakem b. Ebi’l-Âs’ın plânlaması neticesinde önce ekonomik ablukaya maruz bırakılmış, sonra da elleri ayakları bağlanarak bir odaya hapsedilip dumanla boğulmak istenmiştir. Osman radiyallâhu anh’a bu yapılanlar, cahiliye devri Araplarının insanları bir yöneliş veya inanıştan caydırmak için başvurdukları bir çeşit işkence idi. Fakat O bu zorlu işkenceye boyun eğmedi, İslâm’da sebat etti; sabır, tahammül ve metanetle bu zorlukları aşmayı başardı.
Keza, yukarıda adları sıralanan bu ilk Müslümanların çoğunluk itibariyle 15- 35 yaşları arasında oldukları düşünülürse Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın davete gençlerden başladığı, kurmuş olduğu iyi ilişkiler neticesinde gençler üzerinde bir nüfuza sahip olduğu söylenebilir. Yine Bilâl-i Habeşî radiyallâhu anh gibi köle asıllı zümrelerle de İslâmî meselelerde bir araya gelebilmiş olması onun bütün yaş ve meslek gruplarıyla iyi ilişkiler kurabildiğini göstermektedir. Kendisi ile aynı statüde bulunan diğer insanların kölelerle yan yana görülmeyi aşağılanma saydıkları böyle bir devirde Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın bu tutumu davet çalışmasına vermiş olduğu önemi gözler önüne sermektedir.
Sa‘d b. Ebî Vakkas radiyallâhu anh annesinin ciddi direnişi ile karşılaşmıştır. Nakledildiğine göre Sa‘d radiyallâhu anh’ın annesi onu İslâmiyet’ten eski dinine döndürebilmek için çok mücadele vermiş, emeline ulaşıncaya kadar bir şey yiyip içmeyeceğini, gerektiğinde kendi canına kıyacağını söyleyerek oğlu üzerinde psikolojik bir baskı kurmak istemişti. Bu tip durumlarda nasıl davranılması gerektiğini Kur’an-ı Kerîm şu âyette bizlere bildirmektedir: “Eğer onlar (anne-baba) seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy…” [Lokman: 31/15]
Ashâb-ı kiramdan Ebû Ubeyde b. el-Cerrah radiyallâhu anh ise aynı sebepten dolayı babası ile karşı karşıya gelmiştir. Babası, Ebû Ubeyde radiyallâhu anh’ın İslâm’a girişini büyük bir husumetle karşılamıştır. Hatta bu husumet Bedir Savaşında karşı cephelerde yer almaya kadar varmıştır. Mücâdele SûRasinin nüzul sebeplerinden biri de bu olaylardır. Konuyla ilgili olarak nâzil olan âyet meâlen şöyledir: “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden hiçbir milleti –babaları, oğulları, kardeşleri, ya da akrabaları olsa bile- Allâh’a ve Peygamberine karşı gelenlere sevgi besler görmezsin. İşte Allâh, îmânı bunların kalplerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allâh onlardan razı olmuş, onlar da Allâh’tan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar, Allâh’tan yana olanlardır. İyi bilin ki saadete erecek olanlar, Allâh’tan yana olanlardır.” [Mücâdele: 58/22]
Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın davetiyle Müslüman olanlardan Zübeyr b. el-Avvâm radiyallâhu anh ve Talha b. Ubeydullah radiyallâhu anh da yakınları tarafından hapsedilerek kendilerine boğucu duman koklatılmak suretiyle İslâm’dan dönmeye zorlanmışlardır.
Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın ilgilenerek Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna getirdiği ve Müslüman olmalarına vesile olduğu sahabe den hiçbiri baskılara boyun eğmemişlerdir. Bu baskılar aynı zamanda Ebû Bekir radiyallâhu anh’ı da hedef alıyordu. Fakat gerek Müslümanlıktaki sebatı gerekse de tebliğe yardımcı olmaktaki gayretinin devamı, onun ne kadar dirayetli, soğukkanlı, güven verici samimi bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyordu. Onun basit bir çabası, Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ve Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’in feyzi ile istidat sahibi insanların gönüllerinde bir hidayet esintisi meydana getirebiliyordu. Bunun dışında Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın özellikle dışarıdan gelenlere İslâm’ın tanıtılmasında iyi bilmiş olduğu nesep ilmi hasebiyle hususi bir desteği oluyordu. Böyle durumlarda genellikle Ebû Bekir radiyallâhu anh, bu alandaki bilgi birikimini kullanarak Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’le dışarıdan gelen kabile mensupları arasında iletişimin kurulmasını sağlıyor ve tebliğ için zemin hazırlanmış oluyordu. Böylece Ebû Bekir radiyallâhu anh, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in tebliğ çalışmalarına olumlu bir katkı sağlamış oluyordu.
İkincisi: Ebû Bekir radiyallâhu anh, servetini İslâm’ın uğrunda plânlı bir şekilde gönül rızası ile harcayabilmiştir. Kaynaklar, Müslüman olduğu günden itibaren İslâmî hizmetlerde malî harcamalar yaptığını ve bu hususta gerek Mekke’de gerekse Medine’de hiç kimsenin onu geçemediğini bize bildirmektedir. Hasılı, Ebû Bekir radiyallâhu anh, 40.000 dirhem kadar olan nakdî servetinin otuz beş binini Mekke devrinde İslâmî hizmetler için sarf etti. Hicret sırasında beş bin dirhemi kalmıştı. Onu da Medine’de aynı gaye için harcadı ve ticari hayatta sermaye olarak değerlendirdi. Kaynaklarda belirtildiğine göre o, Mekke’de Allâh’ın rızasına erişmek için başlattığı malî infaka hiç ara vermeden Medine’de de aynen devam etmiştir. İnfak ve tasadduktaki sürekliliği onun cömertlik özelliğine ayrı bir güzellik katmaktadır ki bu, ayrı bir tetkik konusudur. Leyl SûRasi’nin şu âyetleri bu durumla ilgili olarak nâzil olduğu söylenir: “Arınmak için malını veren, en çok sakınan kimse ise ondan (cehennemden) uzak tutulur. O, yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için değil, ancak yüce Rabbi’nin hoşnutluğunu gözeterek yapmıştır. Elbette kendisi de hoşnut olacaktır” [Leyl: 92/17-21]
Üçüncüsü: Ebû Bekir radiyallâhu anh İslâmî gayret ve hamiyetini her zaman canlı, derin ve sürekli tutabilmiş, ölünceye kadar geçen sürede de İslâmî hizmetlerdeki hassasiyetini devam ettirebilmiştir. İslâm’ın ilk yıllarından hicrete kadar geçen o zor, zahmetli ve meşakkatli günlerde, Müslümanların, geceleyin yataklarında uyuyunca sabahleyin sağ mı uyanacaklarından, yoksa ani bir düşman saldırısı ile öldürülmüş mü olacaklarından emin olamadıkları dehşetli yıllarda Ebû Bekir radiyallâhu anh her zaman ve her durumda Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında durabilmişti. İslâmî gayret ve hamiyeti onu zaman zaman dinî uygulamalarda hassas bir hâlet-i rûhiyeye sevk ediyor, İslâmi faaliyetlerde öncü olması için zorluyordu.
Nitekim Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün Dârul Erkam’da iken Ebû Bekir radiyallâhu anh ve arkadaşları Kâ‘be’ye gidip orada müşriklere İslâm’ı açıkça duyurmak istediler. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bunun için şartların henüz elverişli olmadığını söylemişse de o kadar ısrar ettiler ki onların hatırını kırmak istemedi, topluca gittiler ve Mescid-i Haram’ın bir kenarına oturdular. Müşriklerden kalabalık bir grup da orada bulunuyordu. Ebû Bekir radiyallâhu anh onlara kelime-i şehâdet ve kelime-i tevhîdi söyleyip İslâm’ı açıklamaya koyulunca müşrikler Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e hakaret ettiler, Müslümanlara saldırdılar, bilhassa Ebû Bekir radiyallâhu anh’ı şiddetli bir şekilde dövdüler, kabilesi olan Teymoğulları gelince onu dövmeyi bıraktılar. Teymoğullarına mensup bazı kişiler bir yaygıyı sedye gibi kullanarak onu evine götürdüler. Ebû Bekir baygın vaziyette idi, çevresindekiler onu ayıltmak için büyük çaba gösteriyorlardı. Bununla beraber o günün sonuna doğru gözlerini ancak açabilmişti.
Ayılır ayılmaz ilk sözleri, “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ne durumdadır? Ona dil uzatmış, hakaret etmişlerdi.” oldu. Bazıları, yiyecek bir şeyler hazırlayıp oğluna yedirmesi için annesi Ümmü’l-Hayr Selmâ Hanım’ı uyardılar. Fakat Ebû Bekir radiyallâhu anh bir şey yiyecek hâlde değildi. Onun zihninde hep Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem vardı. Ortalık biraz tenhalaşıp da annesi ona bir şeyler yedirmeye davranınca o hiçbir şey yemek istemediğini belirtmiş ve tekrar Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in durumunu sormuştu. Annesi bu konuda bir şey bilmediğini söyleyince o gidip Hattab’ın kızı Ümmü Cemil’den haber getirmesini istedi. Bu hanım, Ömer’in kız kardeşi idi, Ömer’den önce Müslüman olmuştu, durumunu gizliyordu. Selmâ Hanım ona gitti ve bir şeyler öğrenmek istedi. Fakat Ümmü Cemil, henüz Müslüman olmayan Selmâ Hanım’ın yanında sır vermek istemedi, bir şey söylemedi. Bununla beraber konuyla ilgilenmek için onunla birlikte Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın yanına gitti. Onu perişan vaziyette görünce kendisini bu hâle getirenlerden Cenâb-ı Hakk’ın, öcünü almasını niyaz etti. Ebû Bekir radiyallâhu anh, annesinin, görüp duyduklarını saklayacak sır tutabilen bir hanım olduğunu hatırlatarak Ümmü Cemil’e rahat olmasını söyledi. Böylece, tedirginliği üzerinden atan Ümmü Cemil’den, Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’in durumunun iyi olduğunu ve şu anda Dâru’l-Erkam’da bulunduğunu öğrendi.
Ebû Bekir radiyallâhu anh buna çok memnun oldu ve O’nu dünya gözüyle sağ salim görmedikçe bir şey yiyip içmeyeceğini ifade etti. Akşam kararmış, sokaklar tenhalaşmış, şehir sakinlerinin birçoğu da uykuya dalmıştı. Bu sırada Ebû Bekir radiyallâhu, annesi ve Ümmü Cemil’in yardımı ile Dârul Erkam’a geldi, Rasûl-i Ekrem ve orada bulunan Müslümanlarla kucaklaştı. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, onun bu tavrından çok duygulandı. Ebû Bekir radiyallâhu anh, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’i sağ salim görmenin mânevi hazzı içindeydi. Kendi rahatsızlığı henüz iyice geçmemişti, güçsüzlüğü de sona ermiş değildi. Ama ona göre her şartta ve her zeminde İslâm için yapılabilecek bir şeyler vardı.
Müşriklerin tazyikine maruz kalması annesini de İslâm’a iyice yaklaştırmış olmalıydı. Ebû Bekir radiyallâhu anh, çok isabetli bir teşebbüsle bulunarak Rasûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem’den annesinin İslâm’a girmesi için duâ etmesini istedi. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem duâ etti ve Selmâ Hanım İslâm’ı kabul etti. Böylece, Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın Kâ‘be civarında maruz kaldığı sıkıntı, meyvesini hemen vermiş oldu. Demek ki hak yolda sadakatle yürüyen ve karşılaştığı engelleri sabırla karşılayan kimse çok geçmeden, ilâhi rahmete ve hoşnutluğa erişiyordu.
Bize ayrılan sayfaların sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bir sonraki sayımızda kaldığımız yerden devam etmek üzere görüşmek dileğiyle selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 11. Sayı | Ekim 2024 | İbrahim Yahya
Bir Cevap Yaz