Kalplerdeki muhabbeti yaratan, el-Vedûd olan Allâh Azze ve Celle’nin adıyla…
Allâh’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selâm olsun.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir: “Allâh’u Teâlâ: ‘Yeryüzünde bir halife yaratacağım’ buyurduğunda, Melekler: ‘Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. Bunun üzerine Rabbimiz: ‘Şüphe yok ki, Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ buyurdu.” [Bakara: 2/30]
İnsanın olduğu yerde ihtilaf vardır. Yapısı, fesat çıkarmaya ve kan dökmeye meyyaldir. Bu, Rabbimizin imtihanı gereği ademoğluna yerleştirdiği bir şeydir. Ancak hal böyleyken vahdeti sağlayıp ülfet içinde yaşamak Rabbimizin bir emridir. İşte ümmetin en hayırlıları, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın talebeleri Ashâb-ı Guzîn… Onlar, sert coğrafyada yetişmelerine rağmen ülfeti hayat edinmiş bir İslâm topluluğu oldular. Görüş ayrılıklarına rağmen vahdet olabildiler. Ümmet arasındaki ülfetin örnekliğini en güzel şekilde gösterdiler. Bizler de Ashâb-ı Kirâm’ın bu örnekliğini, başlıklar halinde ele alacağız. Rabbimizden niyâzımız faydalı olmasıdır.
Ashâb-ı Kirâm’ın Arasındaki Ülfet
Bilindiği üzere Rasûlullâh’ın ashâbı, Arap coğrafyasında yetişmiş sert insanlardan oluşuyordu. İslâm öncesi o coğrafyada aşiretler ve kan dâvâları meşhurdu. Olmadık bir sebepten dahi kılıçlar kolaylıkla çekilebilmekteydi. İşte böyle savaşçı kimliklerine rağmen Allâh’u Teâlâ onların kalplerini yumuşatmış, İslâm’a çevirmiş ve aralarına bir sevgi bağı yerleştirmiştir. Bununla alakalı olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir:
“Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allâh gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.” [Âl-i İmrân: 3/103]
Görüldüğü üzere Ashâb-ı Kirâm’ın arasında bir ülfet oluşmuştur. Ancak bilinmelidir ki ülfet, yapılan hayırların bir meyvesidir. Yani Rabbimiz, sahâbe radiyallâhu anhum’a, iyilik ve takvâları sonucunda, ülfeti bahşeylemiştir.
İyilik ve Takvânın Manası
İmam Mâverdî, “İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın” [Mâide: 5/2] meâlindeki âyeti yorumlayarak Allâh’ın hoşnutluğunun takvâda, insanların hoşnutluğunun iyilikte olduğunu, ikisini kazananın en ileri seviyede mutluluğa kavuşacağını ifade eder. Bakıldığı zaman Ashâb-ı Kirâm radiyallâhu anhum bu ikisini kazanmıştır. Neticesinde de aralarında ülfet meydana gelmiştir. Şimdi aralarındaki ülfete sebep olan etkenleri başlıklar halinde inceleyelim.
- Aynı Akîde Üzere Olmak
Mü’minlerin, bir binanın tuğlaları gibi kenetlenebilmeleri, her birinin tevhîd akîdesi üzere olmalarına bağlıdır. Farklı akîdeler üzere birleşmek, vahdeti getirmediği gibi ülfeti de sağlamamaktadır. Oysa ki eğitimlerini Rasûlullâh aleyhisselâm’dan alan sahâbe radiyallâhu anhum, tek akîde üzere cem olmuşlardır. Onlar, Allâh Azze ve Celle’ye tevhîd üzere îmân ederek, şirki ve tağutları reddetmişlerdir. Müşrikleri tekfir ederek kavimlerinden beri olmuşlardır. Bu akîdeye sahip olmayanları ise kardeşleri olarak görmemişlerdir.
Onlar, İslâm dininin asıllarını en güzel şekilde öğrendiler ve öğrettiler. Bu asıllar, devam eden süreçte nesilden nesile en güzel şekilde aktarıldı. Araya giren çöpler ayıklandı. Bizlere düşen; Ashâb-ı Kirâm radiyallâhu anhum’un izini takip etmemiz ve onların akîdesi üzere yaşamamızdır. İşte Rabbimizin, ümmetimize ülfeti bahşetmesinin ana unsuru budur. Allâh Azze ve Celle Ümmet-i Muhammed’e vahdet bahşeylesin, Allâhumme âmin.
- Takvâ Sahibi Olmak
Ümmet arasında ülfetin yaygınlaşması için en önemli etkenlerden birisi de bireylerin takvâlı olmalarıdır. Takvâ; Allâh’ın rızasını celbeder. Allâh razı olduğu topluluğa da ülfeti yerleştirir. Sahâbe radiyallâhu anhum, îmân nuruyla dolu takvâ sahibi mü’minlerdir. Onlar, Peygamberlerden sonra yeryüzüne gelmiş en hayırlı topluluktur. En özel insan (sallallâhu aleyhi ve sellem) için seçilmiş en güzel dostlardırlar. Allâh hepsinden razı olsun.
Ashâb-ı Kirâm radiyallâhu anhum’un Allâh Azze ve Celle’ye olan korkuları öyle fazlaydı ki, harama düşme korkusuyla şüphelileri dahi terk ettikleri onlarca vakıa mevcuttur. Kimisi, harama girme korkusuyla yediği bir lokmayı, kimisi de aynı sebepten içtiği bir yudum sütü kusmuştur. Onlar, dünyaya ait her şeyi üç talakla boşamış, takvâyı azık edinmişlerdi. Çünkü Müslim’in rivâyetinde geçtiği üzere Nebi aleyhisselâm onlara, haram yiyenin ve içenin duâsının kabul olunmayacağını öğretmişti. Bir mü’min, duâsı olmadan nasıl Allâh katında değer sahibi olabilir ki?
Bizler de aramızda ülfetin yaygınlaşmasını istiyorsak, takvâ sahibi olmalıyız. Eğer Allâh’tan hakkıyla korkar, haramları terk edersek; Rabbimiz duâlarımıza icâbet edecek ve bizleri ülfet üzere cem edecektir, inşallâh.
- Cahiliye Bağlarının Koparılması
İslâm bağlarının güçlenebilmesinin en önemli yolarından birisi de cahiliye bağlarının koparılmasıdır. Cahiliye bağlarını koparmanın pek çok yolu vardır. Ancak velâ ve berâ akîdesi bunların en önemlilerindendir. Çünkü cahiliye insanlarından kopamayan, Müslümanlara muhabbet duyamaz. Muhabbetin olmadığı yerde ülfet nasıl oluşabilsin!
Allâh’a hamdolsun ki sahâbemiz bu konuda da bizlere örnektir. İşte Mus’ab bin Ümeyr radiyallâhu anhu’nun, Bedir Savaşı’nda esir düşmüş kardeşi Ebu Aziz’le arasında geçenler… Muhriz radiyallâhu anhu Ebu Aziz’i esir almıştı. Mus’ab radiyallâhu anhu, Muhriz radiyallâhu anhu’ya, kardeşinin ellerini güzel bağlamasını söylemişti. Bunun üzerine Ebu Aziz: “Kardeşin için yapacağın bu mudur?” dedi. Mus’ab radiyallâhu anhu ona şu cevabı verdi: “Benim kardeşim Muhriz’dir, sen değilsin”. [İbni Sa’d, Tabakât]
Bugün de Müslümanların, böylesi bir berâ akidesine sahip olmaları gerekir. Şirkten ve cahiliyeden beri olduğumuz gibi müşriklerden de beri olmalıyız. Onlarla olan insanî ilişkilerimizi dahi titizlikle sınırlandırmalıyız. Eğer bu yapılırsa, Müslümanlar arasındaki bağların kuvvetlendiği ve ülfetin yayıldığı gözlemlenecektir, inşallâh.
- Müslüman Kardeşinin İhtiyacını Karşılamak
Bir Müslümanın ihtiyacını karşılamak, ülfetin oluşmasındaki önemli etkenlerden birisidir. Bugün Müslümanların, kendi işlerinin yanı sıra Müslüman kardeşlerinin sıkıntılarıyla da ilgilenmesi, aradaki sevgi bağlarını kuvvetlendirecektir. Çünkü bir kişiye yardımcı olmak kendisine değer verildiğini hissettirir. Ve insanlar değer gördüğü kimseler ile bir ünsiyet kurarlar. Bu da doğal olarak topluma ülfeti kazandıracaktır.
Bununla alakalı bir kıssaya değinelim: İbni Abbas radiyallâhu anhu itikafta olduğu bir gün, dertli bir adam görür. Ve ona üzgünlüğünün sebebini sorar. Adam derdini anlatır. Ardından İbni Abbas radiyallâhu anhu yardım edebileceğini söyler. Adam kabul eder ve İbni Abbas radiyallâhu anhu mescidden çıkar. Adam: “Ey İbni Abbas! Yoksa itikafta olduğunu unuttun mu?” der. İbni Abbas radiyallâhu anhu: “Hayır unutmadım. Ancak ben aramızdan kısa bir süre önce ayrılan bir kabir sahibinin şöyle dediğini işittim: ‘Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek için çalışır ve onu giderirse bu onun için on senelik itikaftan bile daha hayırlıdır.’” İbni Abbas radiyallâhu anhu’nun bu konuşma sırasında ağladığı rivâyet edilir. [Taberâni, Beyhakî]
İşte Ashâb-ı Kirâm’ın yardımseverliğinden sadece bir örnek… Görüldüğü üzere, bir Müslümanın ihtiyacını gidermek, ferdî olarak yapılacak ibâdetten çok daha faziletlidir. Bugün bizler de Müslümanlar olarak birbirimizin yardımına ihlâs ile koşarsak, Rabbimiz aramızda ülfeti yayacaktır, inşallâh.
- Müslümanların Sevincine Ortak Olmak
Bencilliğin moda olduğu şu zaman diliminde Müslümanların bu hastalıktan uzak durmaları elzemdir. İslâm’ın ve Müslümanların hayrına bir şey olduğunda sevinilmesi gerekir. Kin, haset ve çekememezlik gibi duyguların aksine Müslümanların sevinciyle sevinilmelidir. Böyle olmalıdır ki Müslümanlar aralarında bir yakınlık hissetsin. Hasetçi, bencil ve enâniyet sahibi insanlar nifak koktuğundan sevimli değildirler. Bu da ülfetin önündeki en büyük engellerden birisidir.
Yukarıda anlattıklarımızla alakalı bir kıssa zikredelim: Adamın birisi Abdullâh bin Abbas radiyallâhu anhu’ya küfreder. O da şunları söyler: “Sen bana küfrediyorsun ama bende şu üç haslet bulunmaktadır. Allâh’ın kitabından bir âyeti okuyup anladığımda o âyeti tüm Müslümanların anlamasını isterim. Kendisiyle hiçbir işim olmayacağı halde Müslüman hâkimlerden birisinin adaletle hükmettiğini duyduğumda sevinirim. Orada otlayan tek bir hayvanım olmamasına rağmen İslâm memleketlerinden birinde yağmur yağdığını işittiğimde de sevinç duyarım.” [Heysemî]
İbni Abbas radiyallâhu anhu örneğinde olduğu gibi bizler için hiçbir faydası olmasa dahi Müslümanların sevinçleriyle sevinmeli, dertleriyle dertlenmeliyiz. Çünkü Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır: “Müʼminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta, birbirini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvları da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa dûçâr olur.” [Buhârî, Müslim] Bu şekilde hareket etmek, Müslümanlar arasında ülfeti sağlayacaktır, inşallâh.
Sonuç
Ey hakka talip olan Muvahhid kardeşlerim! Bilinmelidir ki küffâr, Müslümanlar üzerindeki sinsi planlarını günden güne arttırmaktadır. Buna rağmen, esefle itiraf etmek gerekir ki Müslümanlar, aralarında birlik olamamaktadırlar. Gün birlik olma, ülfet için mücadele etme günüdür. Bu sebeple tüm Müslümanların, selefin akîdesi üzere toplanmaları, muttakîlerden olup aralarında iyiliği yaymaları gerekmektedir. Eğer bunu başarabilirsek, Rabbimiz bizlere ülfeti ve vahdeti bahşedecektir, inşallâh.
Yazımızı, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın, ashâbına öğrettiği duâ ile sonlandırmak istiyoruz: “Allâh’ım, kalplerimize ülfet ver, aramızı düzelt!” [Ebu Dâvûd] Allâhumme âmin.
Selâm ve Duâ
Minhâc Dergisi 11. Sayı | Ekim 2024 | Ali Eren
Bir Cevap Yaz