Âlemlerin Rabbine hamd, O’nun ahlâkı azîm Nebî’sine, güzide âline ve ashâbına da salât ve selâm olsun. Rabbimizin izni ve ismiyle sözlerimize başlıyoruz. Değerli okurlarımız! İkram sahibi Rabbimizin lütfuyla Minhâc Dergisi’nin 11. sayısında yine sizlerle birlikteyiz. Geçen sayımızda 10 kavramla ahlâkî kavramları tanıtmaya başlamıştık. Bu yazımızda da yeni 1o kavramla birlikte “Ahlâkî Kavramlar” serisine devam ediyoruz. Rabbimiz bize ve bizden sonrasına, okuyana ve yaşayana hayırlı ve faydalı eylesin. Allâhumme âmin.
Gayret bizden, tevfîk en-Nasîr olan Rabbimizdendir.
(11) Hilm:
Hilm, nefse hâkim olmak, öfkeyi yenmek, kızgınlıktan uzak durarak, kötülüğe iyilik ve yumuşaklık ile karşılık vermektir. Hilm, Allâh’u Teâla’nın ve O’nun Rasûlü’nün sevdiği bir vasıftır. Hilm, Allâh’u Teâlâ’nın rızasını ve cennetini kazanmaya vesiledir. Hilm, enbiyânın vasıflarındandır. Kur’ân-ı Kerîm’de seçilen tevhîd ehlinin vasıfları bildirilmiştir. Örneğin; İbrâhîm aleyhisselâm için Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz İbrâhîm, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.” [Tevbe: 9/114] Yine oğlu, İsmâîl aleyhisselâm’dan bahsedilen âyette ise; “O’nu halim bir oğulla müjdeledik.” [Saffat: 37/101] buyrulmuştur. Ayrıca Nebîmiz aleyhisselâm da insânların en halimiydi. O, hiçbir zaman kendi nefsine göre hareket etmemiş, nefsi için intikam almamıştır. Nebîmiz aleyhisselâm sahâbîlerinden birine; “Allâh’ın sevdiği iki özellik sende var: Hilm ve tedbirli olmak.” [Müslim] dediği rivâyet edilmiştir. Rabbimiz, el-Halîm’dir; hilmi ve hilm ehlini sevmektedir. Hilm, kişinin güçlü bir iradeye sahip olduğunun göstergesidir. Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Güçlü, insânları yenen değildir. Şüphesiz güçlü, öfke anında nefsine hâkim olandır.” [Müslim] Hilmin zıttı olarak ise öfkeyi görebiliriz. Öfkeyse; “yerilen öfke” ve “övülen öfke” olmak üzere iki kısma ayrılır. Yerilen öfke, kişinin olur olmaz her yerde nefsi için öfkelenmesidir. Böyle bir öfke dînen hoş karşılanmamıştır. Rabbimiz kitâbında Müslüman kulları için; “Onlar bollukta da darlıkta da Allâh yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insânları affederler. Allâh işini güzel yapanları sever.” [Âl-i İmrân: 3/134] “Onlar büyük günahlardan ve hayâsızlıklardan kaçınırlar, öfkelendiklerinde dahi bağışlarlar.” [Şûra: 42/37] buyurmuştur. Nebîmiz aleyhisselâm da kendisinden tavsiye isteyen birisine iki defa; “Öfkelenme!” [Buhârî] buyurarak nasihat etmiştir. Övülen öfkeyse, Allâh’u Teâlâ için öfkelenmektir. Müslüman, hilm sahibi olması gerektiği gibi, yine gerektiğinde de Allâh’u Teâlâ için öfkelenmelidir. Zira Allâh için sevmek ve yine Allâh için buğz etmek îmândandır. “el-Hubbu fillâh ve’l-buğzu fiilâh” İslâm’ın sağlam kulbudur. Bera bin Azib radıyallâhu anhu’dan şöyle rivâyet olunur: “Biz, Allâh Rasûlü’nün yanında oturuyorduk. Rasûlullâh buyurdu ki: ‘İslâm’a en iyi bağlayan şey nedir?’ Sahâbîler; ‘Namazdır.’ dediler. Peygamberimiz; ‘Cevâbınız güzel fakat o değildir.’ Sahâbîler; ‘Zekât vermektir.’ dediler. Peygamberimiz dedi ki: ‘Cevâbınız güzel fakat o da değildir.’ Sahâbîler; ‘Ramazan orucudur.’ dediler. Peygamberimiz; ‘Cevâbınız güzel, fakat o da değildir.’ dedi. Sahâbîler; ‘Hacca gitmektir.’ dediler. Peygamberimiz; ‘Cevâbınız güzel fakat o da değildir.’ dedi. Sahâbîler; ‘Cihâddır.’ dediler. Peygamberimiz; ‘Cevâbınız güzel, fakat o da değildir. Muhakkak ki İslâm’a en iyi bağlayan şey, Allâh için sevmek Allâh için buğz etmektir.” [Ahmed ibn Hanbel] Yine Nebîmiz aleyhisselâm; “İbâdetlerin en kıymetlisi, Allâh için sevmek ve Allâh için düşmanlıktır.” [Ebu Dâvûd] buyurmuştur. Rabbimizin öfkelendiği şeylere ve kişilere karşı da öfkelenmek îmândandır. Hak dâveti kabul etmeyenlere Hûd aleyhisselâm şöyle demiştir: “Üzerinize Rabbinizden bir öfke ve bir azâb inmektedir.” [A’râf: 7/71] Rabbimizin öfkelendikleri ve üzerlerine azâb inenler sevilemezler. Bilinmeli ve îmân edilmelidir ki; Allâh’u Teâlâ’nın öfkesi en büyük öfkedir ve O’nun gazabı, azâbı ve lâneti de kâfirlerin üzerinedir. “Allâh’ın lâneti kâfirlerin üzerine olsun.” [Bakara: 2/89] “Şüphesiz, inkâr edip kâfir olarak ölenler, Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti bunların üzerinedir.” [Âl-i İmrân: 3/87]
(12) Rıfk:
Rıfk, yumuşak ve müsamahakâr olup, yersiz sertlik, şiddet ve aşırılıktan uzak durmaktır. Müslüman’ın güzel vasıflarından olan rıfk; Allâh’u Teâlâ’nın sevdiği bir özelliktir. Âyet-i kerîmelerde de şöyle buyrulmuştur: “Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” [A’râf: 7/199] “İyilik ile kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” [Fussilet: 42/34] Rabbimiz, rıfkı kullarından istediği gibi, yine seçilmiş elçiler de Allâh’ın kullarına rıfkla muamelede bulunmuşlardır. Rıfk, enbiyânın vasıflarındandır. Nebîmiz aleyhisselâm da rıfk ehliydi. Enes radıyallâhu anhu şöyle demiştir: Rasûlullâh ile birlikte yürüyordum, üzerinde Necrân kumaşından mâmûl kalın kenarlı bir cübbe vardı. Derken kendisine bir bedevî yetişerek Rasûlullâh’ın cübbesinden şiddetle çekti. Rasûlullâh’ın boynunun yanı başına baktım, bedevînin şiddetle çekmesinden cübbenin kenarı iz bırakmıştı. Sonra bedevî; “Yâ Muhammed! Allâh’ın sende bulunan malından bana bir şeyler verilmesini emret!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullâh, ona bakarak güldü, sonra kendisine ihsân verilmesini emir buyurdu.” [Müslim] Ebu Hureyre radıyallâhu anhu’dan nakledilen diğer bir rivâyetse şöyledir: “Rasûlullâh mescidde otururken bir bedevî içeri girdi. İki rekât namaz kıldı. Namazı bitirdikten sonra; “Ey Allâh’ım! Bana ve Muhammed’e merhamet eyle, bizden başka kimseye merhamet etme!” dedi. Allâh Rasûlü ona döndü ve “Geniş olanı daralttın.” buyurdu. Fazla zaman geçmeden bedevî mescidde küçük abdestini bozdu. İnsânlar öfkelenerek ona doğru koşturdular. Rasûlullâh; “Üzerine bir kova su dökün.” dedi ve şöyle devam etti; “Siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil.” [Tirmizî] Nebîmiz aleyhisselâm kendisi kolaylaştırıp zorlaştırmadığı gibi sahâbîlerine ve ümmetine bunu tavsiye etmiştir: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” [Buhârî, Müslim] Bu iki bedevî olayında da biz, Nebîmiz aleyhisselâm’ın güzel ahlâkını ve ona bağlı olarak büyük rıfkını görmekteyiz. Sahâbe de Nebîmiz aleyhisselâm’ı bize tanıtırken şöyle tanıtmışlardır: “O, kendi nefsi için hiçbir zaman intikam almazdı; ancak Allâh’ın haramları çiğnendiğinde, Allâh için intikam alırdı.” [Buhârî] Rabbimiz de Nebîmiz aleyhisselâm’dan bahsederken: “Sen onlara sırf Allâh’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allâh’a güven, doğrusu Allâh kendisine güvenenleri sever.” [Âl-i İmrân: 3/159] buyurmuştur. Rabbimiz Refik’tir, rıfk sahibidir. “Şüphesiz ki Allâh, Refiktir. Bütün işlerde rıfkı sever.” [Buhârî, Müslim] Kullarının da rıfk ehli olmalarını ister. Zaten kitâbımızda da Müslümanlar, kendi aralarında birbirlerine karşı merhamet ve rıfk ile hareket etmeleriyle anılmışlardır. “Muhammed, Allâh’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” [Feth: 48/29] “Ey îmân edenler! Sizden herkim dîninden dönerse; Allâh, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı ise onurlu ve güçlü, Allâh yolunda cihâd eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir topluluk getirecektir. Bu Allâh’ın bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allâh’ın lütfu ve nimeti geniştir, O bilendir.” [Mâide: 5/54] Rıfk sahibi kişi, Allâh’u Teâlâ’nın izniyle dünyâda ve ahirette birçok mükâfata nâil olur. Rabbimizin beyânı üzere, düşmanlar bile dost olabilirler. Bizler bunun örneklerini Nebîmiz aleyhisselâm aleyhisselâm’ın hayâtını incelediğimizde görmekteyiz. O’nun düşmanları bile bir müddet sonra; “Anam-babam Sana fedâ olsun!” demiş ve Nebîmiz aleyhisselâm da onları bağrına basmıştır. Nebîmiz aleyhisselâm, rıfkı ve rıfk ehlini seven Rabbimizin rıfk sahibi kullarının cehenneme haram kılındığını bizlere şöyle bildirmiştir: “Kimin cehenneme girmesinin haram kılındığını size bildireyim mi? Ya da cehennemin kime haram kılındığını size bildireyim mi? Cehennem, tüm anlayışlı, nazik, yumuşak ve kolaylaştırıcı kimselere haram kılındı.” [Tirmizî, Ahmed] Hadiste de buyrulduğu üzere er-Refîk olan Rabbimiz, rıfk sahibi kullarını cehennemden koruyacaktır. Bu rıfk ehline verilen büyük bir mükâfattır. Nebîmiz aleyhisselâm da rıfk üzere olup, ümmetine rıfk ile muamele edenlere duâ ederek; “Ey Allâh’ım! Kim, ümmetimin işlerine velâyet eder ve onlara rıfk ile muamele ederse, Sen de onlara refik ol.” [Müslim] buyurmuştur. Rıfkı ve ehlini seven Rabbimiz, kaba, anlayışsız ve katı kalbli olmayı ise sevmemektedir. Muvahhîd bir Müslüman, Rabbimizin sevdiği özellikleri kendi üzerinde bulundurmaya gayret etmeli ve tüm canlılara karşı rıfk ile muamele etmelidir. Nebîmiz aleyhisselâm; “Rıfktan mahrum kalan kimse hayırdan da mahrum kalır.” [Müslim] buyurmuşken, gelin bizler de hayırlardan mahrum kalmayalım ve rıfkı hayât yapalım.
(13) Tevâzu:
Tevazu, insânlara karşı büyüklenmeyip, alçak gönüllü olmaktır. Tevâzu sahibine mütevazı denir. Tevâzu, enbiyânın vasıflarındandır. Tüm seçilen tevhîd elçileri mütevâzıdırlar. Onların yolunu takip eden salih kişiler de mütevâzı olmaya çalışmışlardır. Tevâzunun zıttı ise kibirdir. Kibirse, şeytânın ve şeytânlaşanların vasfıdır. Müslüman, şeytândan ve onun vasıflarından kaçınmalıdır. Kur’ân’ı Kerîm’de: “İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlar için hazırlamışız. (En güzel) âkibet, takvâ sahiblerinindir.’’ [Kasas: 28/83] buyrulmuştur. Âyette de belirtildiği üzere cennet büyüklük taslamayanların yurdudur. Kibirlilerse Firavun’un, Karun’un ve Belam’ın yolundan ateşe gideceklerdir. El-Mütekebbir olan Rabbimiz, büyüklenenleri sevmemekte ve onları cehennemle tehdit etmektedir: “Şüphesiz O, büyüklenenleri sevmez.” [Nahl: 16/23] “Büyüklük taslayanlara cehennemde yer mi yok?” [Zümer: 39/60] Nebîmiz aleyhisselâm da konuyla ilgili olarak: “Kalbinde zerre miktar ağırlığında kibir bulunan insân cennete giremez.” [Müslim] buyurarak cehennemden korunan bir Müslüman’ın kibirli olmaması gerektiğini bildirmiştir. Oysa günümüzün müstekbirleri tevâzuyu idam ederek, kibirlerine kibir katmakta ve yeryüzünü fesada vermektedirler. Müslümanlar, onlardan ve kendilerini cehenneme götürecek olan tüm vasıflardan, tüm çirkin işlerden uzak durmalıdırlar. Tâki bu sayede Allâh’u Teâlâ’nın katında değer ve izzet kazansınlar ve cennetin varisi olsunlar. Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bir kimse Allâh için tevâzu gösterirse Allâh onu yüceltir.” [Müslim] Hadiste de ifâde edildiği üzere dünyevî ve uhrevî izzeti ve yüceliği isteyen mütevâzı olmalıdır.
(14) Adâlet:
Adâlet, hakkı gözeterek hak edene hakkını vermektir. Nebîmiz aleyhisselâm; “Her hak sahibine hakkını ver.” [Buhârî] buyurarak İslâm’ın adâlet anlayışını bizlere öğretmiştir. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de kendini bizlere adâlet vasfıyla tanıtır ve bizler, O’nun esmâsında adâlet sıfatını el-Adl isminde görürüz. Şüphesiz ki adâleti aşkın ve taşkın olan Rabbimiz, bütün mahlûkata karşı adâlet sahibidir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, tüm hakları gözeten ve her hak sahibine hakkını verendir. O, kendi zatında adâletin zıttı olan zulmü asla barındırmaz. Kullarına da zulmü yasaklar. Bir hadisi kudsîde şöyle geçer: “Ben, zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da yasakladım. Artık birbirinize zulmetmeyin.” [Müslim] Adâlet sahibi Rabbimiz kullarına da adâleti emretmiştir. “Şüphesiz ki Allâh adâleti, iyilik yapmayı ve yakınlara yardım etmeyi emreder.” [Nahl: 16/90] “İnsânlar arasında hüküm verirken, adâletle hükmetmenizi emrediyor.” [Nisâ: 4/58] Yine Rabbimiz, kâfir dahi olsalar, insânlara veya toplumlara karşı öfkemizin ve kinimizin bizi adâletsizliğe sevk etmemesini ister. “Allâh, dîn konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adâletli davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz Allâh, adâletli olanları sever.” [Mümtehine: 60/8] “Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adâletsiz davranmaya itmesin. Adâletli olun, bu takvâya daha uygundur.” [Mâide: 5/8] Rabbimiz, adâlet sahibi olduğu gibi, yine onun seçilmiş tevhîd elçileri de âdil kimselerdir. Allâh’u Teâlâ’nın kullarına adâletinin gereğini yerine getirmişler, onlara asla zulüm etmemişlerdir. Hatta sözleri ve amelleriyle onları zulümden uzaklaştırmışlar. Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Zulüm, (zalim için) kıyamet gününde zifiri karanlıklardır.” [Buhârî, Müslim] Yine Nebîmiz aleyhisselâm, Müslüman’ın Müslüman’a karşı zulmetmekten kaçınması gerektiğini; “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu hor görmez.” [Müslim] sözleriyle ifâde etmiş ayrıca; “İnsânlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allâh’ın onları genel bir azâba uğratması kaçınılmazdır.” [Tirmizî, Ebû Dâvûd] diyerek de ümmetini zulmü engellemeleri için uyarmıştır. Zulmü engellemek içinse; “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun.” [Buhârî, Müslim] buyurmuştur. Ehli îmân da onların ardından zulmün ve zalimin önünde set olmaya çalışmalıdır. Adâlet, İslâm’ın şiarlarından bir şiar olduğu gibi Müslüman’ın temel vasıflarından bir vasıftır. Rabbimiz, âdil kullarını sever. “Allâh’u Teâlâ, adâletli olanları sever.” [Hucurât: 49/9] “Şüphesiz Allâh, âdil olanları sever.” [Mâide: 5/42] Adâlet mülkün temeliyken Müslümanlar da asırlarca adâlet ve rahmetle insânları yönetmişler ve bu iki düsturla ayakta kalmışlardır. Adâlet, tüm mahlûkata karşı her alanda uygulanması gereken çok önemli bir vasıftır. Hasımlar arasında ihtilaf olduğunda adâletle hükmetmesi gerektiği gibi, ölçü ve tartıda da adâlet gerekir. Yine eşler arasında adâletli olmak gerektiği gibi, çocuklar arasında da adâlet gözetilmelidir. Adâlet, insânlara gösterildiği gibi, yine hayvanâta ve nebâtâta karşı da gösterilmelidir. Hak edene hakkını veren Rabbimiz, âdil kullarını dareynde sevecek ve hak ettikleri mükâfatı onlara vereceklerdir. Rabbimiz adâleti gereği zalim kâfirlere de ahirette adâletle muamele edecektir. “Onlar hakkında adâletle hüküm verilecek, kendilerine haksızlık edilmeyecektir.” [Yûnus: 10/54] “Biz, kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız; artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan, bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu getirir ortaya koyarız. Hesâb görücü olarak biz yeteriz.” [Enbiyâ: 21/47]
(15) Rahmet:
Rahmet, yumuşaklık ve şefkat göstererek bağışlamak demektir. Rabbimiz bizlere kendini tanıtırken çoğunlukla rahmet sıfatlarıyla tanıtmaktadır. Besmele de söylediğimiz “er-Rahmân” ve “er-Rahîm” kelimeleri Rabbimizin rahmetini bizlere bildirmektedir. Rabbimiz zatına rahmeti yazandır. “Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı.” [En’âm: 6/54] O’nun rahmeti, gazabını aşmıştır. Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allâh mahlûkatı yarattıktan sonra; ‘Rahmetim gazabımı geçmiştir’ yazdı ki bu yazı Arş’ın üzerinde, Allâh’ın katında bulunmaktadır.” [Buhârî, Müslim] Âyet-i kerîmede geçtiği üzere; “O, merhametlilerin en merhametlisidir.” [Yûsuf: 12/92] ve O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır. “Azâbımı dilediğime isâbet ettiririm, rahmetimse her şeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekâtı verenlere ve bizim âyetlerimize îmân edenlere yazacağım.” [A’râf: 7/156] Rabbimizin rahmetine ermek için O’na îmân ve itaat etmemiz gereklidir. “Allâh’a itaatsizlikten sakının ki size rahmet edilsin.” [Hucurât: 49/12] O’nun son elçisi Muhammed aleyhisselâm da kitâbımızda rahmet elçisi olarak tanıtılmaktadır. “Biz, seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiyâ: 21/107] Aslında rahmeti aşkın ve taşkın olan Rabbimiz, tüm tevhîd elçileriyle biz kullarına rahmetini göndermiştir. Bu rahmetten istifâde eden her bir Müslüman da tüm mahlûkata karşı rahmet ve merhamet ile muamele etmelidir. Nebîmiz aleyhisselâm bir hadisi şeriflerinde; “İnsânlara merhamet etmeyene Allâh da merhamet etmez.” [Buhârî, Müslim] buyurmuştur. Başka bir rivâyette Nebîmiz aleyhisselâm; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” [Buhârî, Müslim] buyurarak merhamete ermenin yolunun merhametli olmaya bağlı olduğunu bizlere bildirmiştir. Hiç şüphesiz ki mahlûkata rahmet nazarıyla nazar edip, merhametle muamelede bulunmak Rabbimizin merhametine vesiledir. Nebîmiz aleyhisselâm’ın bildirdiğine göre, bir köpeğe susuzluğundan dolayı merhamet eden bir kişi Rabbimizin rahmetine mazhar olmuş ve affedilmiştir. Rivâyet şöyledir: “Bir adam, yolda giderken çok susadı. Sonunda bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: ‘Bu köpek de benim gibi çok susamış.’ deyip hemen kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allâh, onun bu davranışını övdü ve günahlarını affetti. Rasûlullâh’ın yanındakilerden bazıları: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Yani bize hayvanlara (yaptığımız iyilikler) için de ecir mi var?’ dediler. Nebîmiz aleyhisselâm: ‘Evet! Her ciğer (sahibi) canlıya yapılan iyilikte bir ecir vardır.’ buyurdu.” [Buhârî] Bir başka kişi ise bir kediye yaptığı zulümden dolayı cehennemlik olmuştur. Rivâyet şöyledir: “Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâb edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti.” [Buhârî, Müslim] Bu rivâyetlerden de anlaşılmaktadır ki yapılan şeylerin kime yapıldığına değil, hangi nazarla yapıldığına bakılmaktadır. Rahmet ve merhamet, bir hayvana yapılıyor olsa bile karşılığından sevab ve Allâh’ın affı vardır. Zulüm ve katılıkta bir hayvana dahi yapılıyor olsa da karşılığında günah ve Allâh’ın gazabı vardır. Nebîmiz aleyhisselâm: “Rahmet ancak şâkiden çıkarılır.” [Ebû Dâvûd, Nesaî] buyurmuştur. Müslüman, Allâh’ın rahmetini uman ve insânlara da rahmetle muamelede bulunan kişidir. Böyle kişilere de rahim olan Rabbimiz rahmetle muamelede bulunacaktır.
(16) Af:
Af, yapılan kötü şeyler karşısında yapanı cezalandırmaktan vazgeçmek demektir. Rabbimiz, kullarını affeden el-Afuvv; tevbe edenlerin tevbesini kabul eden et-Tevvâb’dır. Nebîmiz aleyhisselâm, Rabbimize şöyle duâ ederdi: ‘‘Ey Allâh’ım, şüphesiz Sen affedensin, kerîmsin, beni affet-bağışla!’’ [Tirmizî] Af etmek, enbiyânın vasıflarındandır. Nebîmiz aleyhisselâm da çokça affederdi. O kendisine yapılanları hayâtı boyunca affetmiştir bir hadisi şeriflerinde: ‘‘Ben, lânetçi olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim.’’ [Müslim] Âlemlere rahmet olarak gönderilen Nebîmiz aleyhisselâm, îmân etmemekte direnip Nebîmiz aleyhisselâm’a işkence eden kavmine dahi duâ etmiştir. Sahâbesinden Abdullâh ibn Mesud radıyallâhu anhu’nun anlattığına göre kavmi Nebîmiz aleyhisselâm’a saldırmış, O’nu dövmüştü. Vücudundan ve yüzünden kanlar akıp, Nebîmiz aleyhisselâm yüzündeki kanları silerken; ‘‘Rabbim, kavmimi bağışla! Şüphesiz onlar bilmiyorlar.” [Buhârî, Müslim] demiştir. Kulları affetmek affa nâil olmaya bir vesiledir. Rabbimiz, rahmet olan kitâbında bunu bize şöyle haber vermektedir: ‘‘Eğer affeder hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsınız şüphe yok ki Allâh çok bağışlayan çok merhamet edendir.’’ [Teğâbun: 64/14] ‘‘Onlar, affetsin vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allâh’ın bağışlamasını siz de arzu etmez misiniz? Allâh, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’’ [Nûr: 24/22] “Sen, af yolunu tut iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.’’ [A’râf: 7/199] Görüleceği üzere affetmek, Rabbimizin kullarına olan rahmet sıfatının bir tecellisidir. O’nun rahmet Nebîsi de af ahlâkını hayâtında yaşayarak ümmetine göstermiş ve en güzel örnekliği sunmuştur. Dün olduğu gibi bugün de Müslümanlar, Peygamberinin izinde af sıfatını kendilerinde bulundurmalıdırlar. “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce îmân etmiş olan kardeşlerimizi affet, bağışla. Kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” [Haşr: /5910]
(17) İzzet:
İzzet, kıymet, itibar, büyüklük, yücelik, galibiyet gibi mânâlara gelir. Zillet ise izzetin tam zıttı olup; kıymetsizlik, değersizlik, itibarsızlık, mânevî küçüklük ve düşüklük demektir. El-Azîz olan Rabbimizin gücü her şeye yeter; O, sonsuz yücelik ve itibar sahibidir. O, her türlü zilletten beri olup, bütün izzetin tek sahibidir. İzzetin tamamı el-Aziz olan Allâh’ındır. “Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allâh’a aittir.” [Nisâ: 4/139] “Kim, izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allâh’a aittir.” [Fâtır: 35/10] El-Azîz olan Rabbimiz her türlü izzetin sahibiyken, el-Muîzz olarak da îmân ehli kullarını izzetlendirmiştir. “İzzet, Allâh’ın, Rasûlünün ve mü’minlerindir.” [Münâfikûn: 63/8] Hiç kimse, O’na izzet veremez. O, tüm izzetin yegâne sahibidir. Kulların izzetiyse kendilerinden değil, Rablerindendir. Kullar, Allâh’a ve O’nun Rasûlüne îmân ve itaat ederek, Kur’ân’ı ve Sünnet’i yaşayarak izzetlenirler. Allâh’a ve Rasûlüne isyan edip, İslâm’ı yaşamayanlarsa zelildirler. Onlar, kendilerini öyle görmeyip; malları-mülkleri, altınları-paraları, çocukları ve etraflarıyla övünseler de övündükleri bu şeyler onları Allâh katında izzetlendirmez. Allâh katında bunlara sahib olmayan takvalı bir kişi Allâh katında izzetlidir. İzzeti zelil olanların yanında aramak mü’minlere yaraşmaz. Kâfirler, bu dünyâda kendilerinde izzetli görseler de onların izzeti hakiki bir izzet değildir. Zira îmânı olmayanın izzeti de yoktur. Hele ki hadlerini bilmeyerek, el-Aziz olan Allâh’a karşı azgınlaşan tuğyân ehlinin hiçbir izzeti yoktur. Onlar, ebedî zelildirler. Müslümanlar hiçbir zaman izzeti başkalarının yanında arayamazlar. Kim, izzeti el-Aziz olan Allâh’tan alıyorsa, o asla zelil olmaz. Kim de izzetini Allâh’ın dışındakilerden aldığını söylüyorsa, o da asla aziz olmaz, hep zelildir. Dünün müşrikleri, kendi putlarıyla, kendi sahte ilâhlarıyla, kendi atalarıyla övünürlerdi. İzzeti onlarda görür, onların yanında ararlardı. Hoşlarına giden bir şey olduğunda, bir işi başardıklarında onu putlarından bilirlerdi. Bundan dolayıdır ki putlarını överler ve yüceltirlerdi. Günümüzde de kendi sahte putları ve ilâhları, necis müşrik ataları ile övünenler ve onları yüceltenler zavallılar vardır. Onlar da izzet aradıkları da zillet içerisindedir. Dünden bugüne, her zaman ve her yerde, şeytânın ve şeytânîlerin musallatı ve iğvasıyla, izzeti başkalarının yanında arayan ve Rabbimize yakışmayacak vasıflar verenler çıkmış, çıkacaktır. Onlara sözümüz, Rabbimizin şu beyânıdır: “Senin izzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdığı vasıflardan yücedir, münezzehtir.” [Sâffât: 37/180]
(18) Vakar:
Vakar, ağır başlı olmak yapılacak işlerde tedbirli olup teenni ile davranmaktır. Vakar, enbiyânın vasıflarındandır. Peygamberler, vakur kişiler olup, ümmetlerine vakarlıca davranmışlardır. İhlâsla birlikte olan vakar insânı süsler ve kulun değerini arttırır. Vakar, kibirlenme, büyüklenme demek değildir. Vakar, ilmin ve hilmin kuvvetinden meydana gelir. Vakur kişi, her türlü hafiflikten korunur. Hafiflik ise akıl kıtlığına ve cehâlete delâlet eder. Gereksiz yere elini kolunu oynatmak ve sağ sola bakmak, lüzumsuzca oraya buraya gidip gelmek, basiretsizce soru sormak ve cevâblarda acele etmek, her söze kulak kabartıp bir şeyler söylemek ve benzeri işler hafiflik alametidir. Vakarlı bir Müslüman, bunlardan ve bunlar gibi hafif sayılacak davranışlardan kendini korumalı; yaptığını Allâh için yapmalı ve nasıl yapılacağını da Sünnet’ten öğrenmelidir. Rabbimiz has kullarının vakur olduklarını bizlere bildirmiştir: “Rahmân’ın (has) kulları, onlardır ki yeryüzünde vakar ve tevâzu ile yürürler. (Kendini bilmez) cahiller onlara laf attıklarında; ‘selâm!’ derler (geçerler).” [Furkân: 25/63] Nebîmiz aleyhisselâm vakar sahibiydi; O’nun talebeleri olan Ashâb-ı Kirâm da vakurdular. Ehli îmân da her daim mü’minlere karşı merhametli ve şefkatli, kâfirlere karşı da vakur ve izzetli olmalıdır. Zira bu vasıflar, Rabbimizin sevdiği kulların vasıflarıdır. “Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse bilsin ki Allâh öyle bir kavim getirecektir ki Allâh onları sever, onlar da Allâh’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allâh yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allâh’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allâh’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” [Mâide: 5/54]
(19) Kanâat:
Kanâat, az bile olsa, Allâh’u Teâlâ’nın nasib ettiklerinden razı olup, onlarla yetinmektir. Rabbimiz, kanâatkâr kullarından razıyken; açgözlü tamahkârlardan razı değildir. Kanâatkar olmak, enbiyânın vasıflarındandır. Nebîmiz aleyhisselâm’da son derece kanâatkârdı. O, hiçbir zaman dünyâlıklara tenezzül etmemiştir. Bir hadislerinde: “Müslüman olan, kendisine yetecek kadar rızıklandırılan ve Allâh’ın kendisine verdikleriyle kanâatkâr kıldığı kişi felah bulmuştur.” [Müslim] buyurmuştur: Müslümanlar, kanâatkâr olmalıdırlar. Zira kanâatkâr kişi, saâdet ve felâh ehliyken, tamahkâr kişiyse cefa ve hüsran ehlidir. Tamahkâr, hiçbir zaman elindekiyle yetinmez. Maddî alanda birçok kişinin hayal edemeyeceklerine ulaşmış olsa bile; o hep açgözlüdür, hiç doymak bilmez, hep daha fazlasını ister. Hayâtı boyunca harcayamayacaklarını biriktirir durur. İhtiyaç sahiblerine bakmaz, hep kendinden daha yukardakilere bakar ve hiç mutlu olmaz. Hayâtı madde alanında bir yarıştan ibaret görür ve bu yarışta önünde hep birilerinin olması onu huzursuz eder. Oysa kanâatkâr kişi böyle değildir. O, kendisine verilenlerle yetindiğinden gönül zenginliğine erişmiştir. Zaten kanâat, kulu gönül zenginliğine götürür. Nebîmiz aleyhisselâm, kanâatkâr bir kişinin aslında zengin olduğunu bizlere şöyle bildirmiştir: “Allâh’ın sana kısmet ettiğine razı olursan, insânların en zengini olursun.” [Tirmizî] Bir hadisi şerifte ise zenginlik bizlere şöyle tarif edilmiştir: “Zenginlik, mal çokluğu değildir. Bilakis zenginlik, gönül zenginliğidir.” [Buhârî, Müslim] Yine Nebîmiz aleyhisselâm, kanâatkâr olmanın değerini ise; “Sizden kim; ailesi emniyette, bedeni sağlıklı ve rızkı da yanında olarak sabahlarsa, sanki bütün dünyâ ona verilmiş gibidir.” [Tirmizî] sözleriyle ifâde etmiştir. Muvahhîd bir Müslüman da kanâatkâr olup ve tamahtan kaçınmalıdır ki dünyâda ve ahirette huzura ve felâha erebilsin.
(20) Şecaat:
Şecaat, cesaret demek olup, kişinin zorluk, meşakkat ve güçlük durumlarında atılganlık, kuvvet ve cesaret göstermesidir. Şecaat, enbiyânın vasıflarındandır. Nebîmiz aleyhisselâm da her alanda şecaatliydi. Ali radıyallâhu anhu, O’nun hakkında; “Biz, savaş hiddetlendiği zaman Rasûlullâh’ın himâyesine sığınırdık. İçimizde düşmana O’ndan daha yakın kimse olmazdı. Huneyn Savaşı gününde Müslümanlar zor duruma düşüp bir kısmı orduyu terk ettiğinde Rasûlullâh yerinde sabit kalmış, bulunduğu mevkii terk etmeyerek Müslümanları etrafına toplamıştır.” demiştir. Ashabı kiram birçok dersi Nebîmiz aleyhisselâm’dan aldıkları gibi yine şecaat dersini de O’ndan almışlardır. Şecaat, birçok şeyde ve birçok yerde olur. Örneğin; hakkı söylemek, şecaatin bir çeşididir. Zalim sultana/yöneticiye hakkı söylemek Nebîmiz aleyhisselâm’ın lisanında cihâdın en büyüğü ve efdali olarak geçmiştir. “Cihâdın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.” [Tirmizî] Ayrıca O: ‘‘Acı da olsa hakkı söyle.” [Ahmed] buyurarak hakkı ifâde etmede de şecaati ortaya koymuştur. Müslümanlar, emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker yaparlarken de şecaat ehli olmalıdırlar. Zira devrimiz, her türlü saptırıcının, türlü imkânlarla insanları gece-gündüz saptırdığı bir tuğyân devridir. Bu devirde geri adım atmadan hakkı söylemek ve hakkı savunmak şecaat üzere olmaya bağlıdır. Hakkı söylerken öldürülen de şehiddir, hatta şehidlerin büyüklerindendir. Şecaat, ilim taleb ederken de gereklidir. Bildiğini söylemek gibi, bilmediğini sormak ve öğrendiğini kabullenmek de cesaret gerektirir. Ayrıca cehâletin hâkim olduğu yerlerde Dâru’l-Erkam’ın bir şubesi olan İslâmî medreseler ve mektebler açmak, buralarda okumak ve okutmak İslâm düşmanlarının hücumlarına sebebiyet vereceğinden; hocalar, muallimler, talebeler ve veliler şecaat üzere olmalıdırlar. Zira İslâm, bedel ister. Ancak bu bedeli ödeyenler Rahmân’ın has kullarından olabilirler. Şecaatin zıttı olan “cübn” yani korkaklık ise dînimizde yerilmiştir. Kimi zaman insânlar farklı sebebler vesilesiyle korkuya kapılsalar bile korkuyu hayât yapmamalıdırlar. Zira korkuya esir olmak zillettir. Bilakis izzet ehli, zilleti esir etmelidir. Muvahhîd bir Müslüman, Nebîmiz aleyhisselâm’ın sığındıklarından Allâh’a sığınarak; “Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, bunaklıktan, kabir azâbından sana sığınırım.” [Müslim] demelidir.
Duâmız:
Ey mülkünde eşi ve ortağı olmayan, yarattıklarının tek mâliki olan Allâh’ım! Bizi bize, bizi lânetli iblise ve onun şerir avânesine bırakma. Rızana erecek şekilde hilm ve rıfk üzere eyle bizleri. Müslüman kardeşlerimize karşı ülfet ve rahmet nazarıyla nazar edebilmeyi bizlere lütfet. Âdil ve mütevâzı kulların arasına kat, kanâat, teslimiyet ve şecaat üzere yaşat, şehâdetle al canımızı. Ey tüm izzetin yegâne sahibi, ey kullarını izzetlendiren, zilletten ve zelil olmaktan Sana sığınırız, bizleri dareynde izzetlendirdiğin azizlerinden eyle! Allâhumme âmin, âmin, âmin…
Güzel ahlâkı kuşanan mü’min kardeşlerime selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 11. Sayı | Ekim 2024 | Hakan Emin
Bir Cevap Yaz