En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın ismiyle…
Hamd, kullarını el-Fâtır ismiyle fıtrat üzere yaratan Allâh’u Teâlâ’ya mahsustur. Salât ve selâm, ahlâk medresesinin mümtaz muallimi olan Nebimiz aleyhisselâm’ın üzerine olsun.
İslâm’ın en fazla zemmetiği ve sakınmamızı emrettiği kavramlardan biri hiç şüphesiz, sû-i ahlâkdır. Sû-i ahlâkın en başında zikredilen ve çağımızın en büyük ahlâksızlığı olarak tabir edilen eşcinsellik hastalığından, Allâh’u Teâlâ’nın izni ve inâyetiyle bu yazımda bahsetmeye çalışacağım.
Öncelikle “zevc” kavramını inceleyelim.
Zevc
Dil bilgini ve lugat âlimi Ragib el-İsfahani “zevc” kelimesini şöyle tarif etmektedir: “Kendi cinsinden ve zıddı olan bir diğeri ile bulunana denir. Bu, insan, hayvan, bitki ve diğer varlıklardan olabilir. Zevciyet, erkeklik dişilik ikiliği olabileceği gibi, başka ikilikler de olabilir. Hiçbir şey, bu ikiliğe dayalı terkibin dışında kalamaz… Türler, cinsler, sınıflar da birer zevciyat oluştururlar.” [el-Müfredât]
Zevc kelimesi Kur’ân’da birçok anlamda kullanılmaktadır. Bu kelime, insanlar için kullanıldığında karı-kocadan, hayvanlar için kullanıldığında da dişi ve erkek hayvandan her birini ifade etmektedir. Kâinatta her şey, belli bir düzene göre eş (zevc) olarak yaratılmıştır. Kur’ân’da bu anlamı ifade eden kavram, zevc olup isim ve fiil olarak yaklaşık yetmiş yerde geçmektedir. Konumuz itibariyle, bu geçen âyetlerin en muhimi; sünnetullâha göre kâinattaki her şeyin eş olarak yaratılması esasıdır.
Mahlûkatın Zevc Yaratılması
Eş (zevc) yaratılma, pozitif-negatif, erkek-dişi şeklinde bir karşıtlığı ifade etmektedir. Kâinatta her şeyin eş (zevc) olması, Kur’ân’a göre insanların öğüt alıp düşünmesi için Allâh’u Teâlâ tarafında vaz’ edilen bir sünnetullâhtır. Kâinatta her şeyin bir eşi vardır ve karşıt cinslerin birlikteliği ile kurulan bir denge söz konusudur. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri (varlıklardan) çifter çifter yaratan (Allâh), tüm eksikliklerden münezzehtir.” [Yâsîn: 36/36] Rabbimiz bu âyet-i kerîmede eş yaratılmaya dikkat çekmektedir. Âyet-i kerîme bildirdiği üzere zevc kavramını, üç cihetten ele alabiliriz.
- Yerin Bitirdiklerindeki Zıd Eşler/Zevcler: Biyolojik açıdan zıd eşler (bitki ve hayvanların dişi ve erkek türleri), metaller-ametaller, elektrik ve manyetikte zıd kutuplar, ölüm ve hayat olayları buna örnek olarak verebiliriz.
- İnsanların Bilmediklerindeki Zıd Eşler/Zevcler: Kur’ân’ın indiği çağdaki insanların bilmediği ve fakat günümüzde bilinen birçok zevc (eş) vardır. “Parçacık fiziğinin bugün için bulup ortaya çıkardığı, o gün için bilinmeyen elektron-pozitron, nötron-anti nötron müon-anti müon gibi yığınla elemanter parçacık, bu sınıflama içerisinde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, Her temel parçacığın, onunla aynı kütle ve spine sahip fakat zıt yüklü bir parçacığı vardır. Her parçacığın bir anti parçacığı olması, anti madde olasılığını da gündeme getirmektedir. Buna göre, evrenin çok uzak bölgelerinde, tümüyle anti maddeden oluşan galaksilerin bulunması mümkündür. Keza dönen tüm cisimlere etki eden merkezkaç-merkezcil kuvvetler, uzaydaki ak ve kara delikler hep sonradan bulunmuş, keşfedilmiş çiftlerdir. Schrodinger Denkleminin daima iki eş, zıt işaretli çözümü vardır. Bu denklemin uygulandığı her alanda daima birbirinin zıddı (pozitif-negatif) çözümler vermesi, kâinatta var olan her şeyin bir antisinin bulunduğunu göstermektedir.” [John R. Taylor, Chris Zafaritos, Modern Fizik, Güven Yayınları,1996, İstanbul, S: 297-298].
- İnsan Nefsindeki Eşler: İnsanların kadın ve erkek olarak iki karşıt cins olarak var olması da, zıdların birliği ilkesi ile ilgili ilâhi bir kanunun sonucudur. Karşı cinsler arasında bir cazibe (sevgi), çekim kuvveti, aynı cinsler arasında ise itme kuvveti vardır. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının…” [Nisa: 4/1] “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.” [Hucurât: 49/13]
Özetle karşıt cinsler arasında bir çekimin olması, normal durum iken; aynı cinsler arasında çekimin olması, anormal bir durumdur ve bir hastalık halidır, fıtratın bozulmasıdır. Bundan dolayı eşcinsellik doğal bir durum değil, anormal bir durumdur, bir hastalık halidir.
Kısa bir şekilde bu sapkın hastalığın geçmişini ele alalım.
Eşcinselliğin Tarihçesi
Tarih boyunca; başta bir dine inananlar olmak üzere toplumların her kesiminden insanlar, eşcinselliği bir sapkınlık olarak algılamışlardır. Genel itibari ile böyle bir eğilimi olanlar bunu gizli olarak yapmış, açığa çıktığı zamanda ise insanlar tarafından çok ciddi tepkilerle karşılaşmış ve kendilerine ağır cezalar verilmiştir. Ancak tarihsel süreç içerisinde sekülerleşme, modernleşme ile birlikte yanlış düşünce ve felsefe akımlarının ortaya çıkışı, cinsel kimliklerde, cinsiyet rollerinde, cinsel ihtiyaçların karşılanma şekillerinde, ciddi kırılmalara ve sapmalara neden olmuştur.
1960’lardan itibaren ise Batılı toplumlarda cinsel yönelimi açıklayanlar ortaya çıkmaya başlamış ve bunlar çeşitli şekillerde varlıklarını topluma kabul ettirme arayışı içerisine girmişlerdir. Eşcinselliğin bir hastalık değil bir hak olduğu mevzusu ilk kez 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından dile getirildi. Bu derneğin başkanı olan Robert Spitzer, bunu deklere edince; eşcinseller günlerce siz bizim “Siz bizim tedavi olma hakkımızı elimizden alıyorsunuz” diye… Sonra adam bunu dediğine pişman olmuş, görüşünü geri almak istemiş ama kabul görmemiş… Bilimsel bir görüş olarak kabul edilmiş…
Konu hakkında günümüz ve geçmiş uzmanların görüşlerini inceleyelim.
Eşcinsellik Hakkında Uzmanların Görüşleri
- Dr. Zeki Bayraktar (Ürolog):“Eşcinselliğin genetik olduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt yok. Aksine bunun böyle olmadığına dair kanıtlar var. 1970’li yılların başından itibaren birçok kanıt vardır. Fakat en son 2019 yılında bu konuda yapılmış en kapsamlı yayın Science Dergisi’nde yayınlandı. Amerikalı, İngiltereli ve Kanadalı bilim adamları öncülüğünde yapılan ve yaklaşık 500 bin kişinin genetik verileri ve cinsel yönelimleri incelendi ve şu sonuç ortaya çıktı. ‘Eşcinsellik geni diye bir şey yoktur!’ Genetik faktörler, cinsel yönelimler ve cinsel davranışlarda belirli değildir.”
- Dr. Nevzat Tarhan (Psikiyatrist):“Eşcinsellik kesinlikle doğuştan değil, sonradan öğrenme ile ilgili ve sosyal bir sorundur. Ve heteroseksüelliğin geni vardır ancak eşcinselliğin geni yoktur.”
- Dr. Sefa Saygılı (Psikiyatrist):“Kimse eşcinsel doğmaz, eşcinsellik daha sonra ortaya çıkar. Herhangi bir eşcinsellik ile ilgili hormonsal farklılık yoktur, genetik farklılık yoktur, kromozomsal bir farklılık yoktur. Bu tamamen kişinin yönelimidir. Bu normalden bir sapmadır. Ve fıtrata uygun bir durum değildir. Yaratılışa aykırı bir durumdur.”
Eşcinsellik ise norm dışı bir cinsel yönelimdir. Psikanalizin kurucusu kabul edilen Freud, eşcinselliği psikoseksüel bir bozukluk olarak tanımlar. [Sigmund Freud, Three Essay on the Theory of Sexuality, 1905,1915, 1923; Cinsellik Üzerine, Say yayınları, 2018] Ona göre bu durum psikoseksüel gelişimin erken çocukluk döneminde takılıp kalmasına veya geri dönmesine bağlı olarak gelişir. Eşcinsellik, analitik psikolojinin kurucusu olan Jung’a göre de olgunlaşamama, hatta bir tür çocuk(su)luktur. [Carl Gustav Jung, Maskülen, Pinhan Yayınları, 2016, s.58-61] Bireysel psikolojinin kurucusu Adler’e göre ise eşcinselliğin kaynağı büyük ölçekli bir cesaret kaybı ve bu cesaret kaybından kaynaklanan kadın korkusudur. [Alfred Adler, Eşcinsellik Üzerine, Say yayınları, 2017, s.9,10] Bunun da psikoseksüel olarak yeterince olgunlaşamamaktan kaynaklandığı söylenebilir. Dolayısıyla eşcinselliği psikoseksüel bir bozukluk olarak tarif eden psikolojinin üç kurucu öncüsü de eşcinselliğin nedeni konusunda aynı şeyi söylemiş olur.
Eşcinselliğin Sebepleri
Eşcinsellik illetinin bu denli yayılma ve görünür olmasının altında birçok faktör yer almaktadır. Bu sebeplerden en önemli olanlarından ailenin rolü, bilinçli medya ifsadı ve çevresel faktörleri ele almaya çalışacağız.
- Ailenin Rolü
Ailelerin temel sorumluluklarından biri şüphesiz çocukları İslâmî bir eğitim üzere yetiştirmek ve şeriatın kurallarının yuvalarımızda geçerli olmasını sağlamaktır. Bu öğretilerden biri de elbette cinsel kimlik vurgusudur. Yaratan Rabbimiz en güzel şekilde ve her şeyi yerli yerinde yaratmıştır. İnsanların fıtratlarına uyumlu bir cinsiyet belirlemiş ve bu çerçevede yaşamalarını onlardan istemiştir. Buna mukabil dinimiz, cinsel kimliğine uymayan davranışlar sergilemeyi yahut karşı cinsin kimliğine özenmeyi de laneti gerektiren büyük günahlardan kabul etmiştir. Nitekim Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allâh’ın Rasûlü, kadınlardan erkeklere, erkeklerden de kadınlara benzemeye çalışanlara lanet etti.” [Buhari]
Toplumun giderek bozulduğu ve insanların cinsel yönden bu denli uyarıldıkları bir zamanda, ebeveynlerin çok hassas olması gerekmektedir. Ve ailelerin bu tehlikeye karşı, dikkat etmeleri ve önlem almaları gereken hususlar yer almaktadır. Bunlardan bazılarını ele alalım.
Kız veya erkek çocuk karşı cins gibi davranıyor, onu taklit ediyor, söz, davranış ve kıyafetlerinde karşı cinse benzemeye çalışıyorsa ebeveynin müdahale etmesi ve uyarıda bulunması gerekir. Çocuk deyip geçiştirmek, komik bulup eğlenmek hatta bir adım ileri giderek başkalarının yanında yapmasını isteyerek çocuğu teşvik etmek; çocuğa karşı işlenmiş en büyük cinayettir.
İslâm’a göre baba evin reisi ve idareyi elinde tutan denge unsurudur. Anneyse çocukları terbiye eden, sevgi ve şefkatle onları hayata hazırlayan bir mürebbidir. Bu roller, Allâh’u Teâlâ tarafından dağıtılmış, kadın ve erkeğin uyması istenmiştir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Allâh’ın kimini kimine üstün kılması ve erkeklerin mallarından harcamalarından dolayı erkekler kadınlar üzerinde söz sahibidirler. ” [Nisa: 4/34] Allâh’u Teâlâ’nın koyduğu sistemi bozan ve rolleri değişen ailelerde çocuklar için rol model karmaşası başlıyor. Otoriter bir anne gören çocuk, anneyi örnek alıyor, cinsel kimliği anneyle özdeşleşmeye başlıyor. Kız çocuk ise babadan göremediği koruma ve kanat germe boşluğunu kendisi doldurmaya çalışıyor. Ya ilk gördüğü erkeğin peşinden sürükleniyor ya da erkekleşerek bu sorunu çözmeye çalışıyor. Ebeveynler bu duruma dikkat etmeli, evde Allâh’u Teâlâ’nın isteğine uygun bir düzen kurmalıdırlar. Aksi hâlde çocuklarda oluşan cinsel sapkınlıklarda kendilerinin de paylarının olduğunu unutmamalıdırlar.
Çocukların cinsel istismara karşı eğitilmeleri ve hassasiyet kazanmaları sağlanmalıdır. Bu sorumluluk da ebeveynin üzerinedir. Cinsel sapkınlıkların temelinde çocuk yaşta yaşanan istismar vakıaları yatmaktadır. [Mahremiyet Eğitimi kitabı, Adem Güneş]
Çocukları severken, ondan izin almak. Ondan izin isteyerek odasına girmek. 3-4 yaşından sonra çocuğun cinsel bölgelerine dokunmamaya gayret etmek, banyo yaptırırken avret bölgesini örtmek, başkalarının bulunduğu yerde mahrem bölgelerini açmamak. Çocuğun sorunlarını sabırla dinlemek, onu anlamaya çalışmak ve yargılamamak. İzin alınarak sevilen çocuklarda saygınlık kavramı oluşur, izinsiz ve hoyratça kendisine yaklaşan insanlara karşı tepki geliştirir. İyi niyetli dokunuşla kötü niyetli dokunuşu ayırt edebilirler. Vücudun mahrem olan avret bölgeleri konusunda hassasiyet kazanan çocuklar hayâ duygusuna sahip olurlar. İçinde fuhşiyat ve çirkef olan davranışlar karşısında ürperir rahatsız olurlar. O bölgeden uzaklaşırlar.
- İnternetin ve Medyanın Rolü
İnsî şeytanlar sapkın duyguların açığa çıkması için özel çaba içerisine girmekte, cinnî şeytanlar vesveselerle bu duyguları besleyip şehvetleri harekete geçirip ve eşcinselliği yaygınlaştırıyorlar. Özendirdikleri eşcinselliğin; uluslararası bilimsel kuruluşlar aracılığıyla normal bir tercih olduğunu aşılıyor, sosyal medyada, popüler dizilerde ve filmlerde öne çıkan karakterler vesilesiyle de taklit edilmesini sağlıyorlar.
Medyayı yöneten azgın zümre, bilinçli yaptıkları bu ifsadlarının başlıca nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
Dünya nüfusunun olması gerektiğinden fazla olduğuna inanan azgın servet sahipleri, aşı ve genetiği değiştirilmiş gıdalarla kısırlaştırma, eşcinsellik ve doğum kontrolünü özendirerek nüfusu azaltmak istiyorlar
Bu sapkınlığa müsade eden firavunlar, sapkın toplumları yönetmenin kolay olduğunu biliyorlar. Ahlâken çökmüş toplumlar, savrulmuş ve toparlanmayı bekleyen saman misali dağınıktırlar. Sapkınlığın zirvesi eşcinsellik olduğundan insanları teşvik ediyorlar.
- Çevrenin Rolü
Yapılan bilimsel ve genetiksel çalışmalar da ‘özgürce’ arzularını yaşayan bu insanların, aslında vücutlarını da yavaş yavaş bu bağımlılığa sürükleyebildikleri iddiasını güçlendirmektedir. İnsanlar arasındaki sosyal bağları inceleyen araştırmacılar, bilhassa eşcinsel yaklaşımları olan insanların yüksek oranda progesteron hormonu salgıladıklarını bildirmektedirler. Erkek ve kadınlarda belirli dönemlerde artan bu hormon, insanlar arasındaki iletişimlerde de rol oynamaktadır. Eşcinsel bir grup üzerinde kontrollü yapılan deneyler sonucu, eşcinsellerin bu hormonu daha yüksek seviyede ürettiği tespit edilmiştir. Çevresel faktörler ve ruh halimize göre de artabilen bu hormon, aslında dişilik veya erkeklik için zaruridir. Buna karşın eşcinsel insanlar bu dürtülerini her zaman yüksek tuttuklarından ötürü, vücutlarındaki hormonal dengelerini de değiştirerek kendilerini bu yönde her zaman yatkın tuttukları düşünülebilir. Bundan dolayı, ‘sınırsız özgürlük’ ile eşcinsellerin aslında daha çok içlerinde tuttukları bu davranışları çevrelerine kolayca yaymalarına zemin hazırlanabileceği savunulabilir. Böylece hormon dengelerini de bozarak tedavi edilebilmeleri olasılığını da zorlaştırdıkları öngörülebilir. [Testing the Affiliation Hypothesis of Homoerotic Motivation in Humans: The Effects of Progesterone and Priming. Archives of Sexual Behavior]
Eşcinsellik çocuk doğduktan sonra 3-4 yıllık süre içerisinde yaşadığı ortam, aldığı terbiye, yetişme tarzı ve şartları ile alakalıdır. Allâh’u Teâlâ tarafından saf ve temiz olarak yaratılan çocuğun, aile ve sosyal çevresi tarafından dengesinin bozulması ile ilgilidir. Tıbbî bilimsel bulgulara göre, eşcinselliği kodlayan herhangi bir gen mevcut değildir. Dolayısıyla kişi eşcinsel olarak doğmamaktadır.
Dersler ve Hikmetler
- Bizi erkek ve dişi olarak eşler halinde yaratan Allâh’u Teâlâ, neslimizi devam ettirebilmemiz için de fıtratımıza zıt cinsel (heteroseksüel) dürtüler yerleştirmiştir. Bizler bu dürtülerimiz sayesinde karşı cinse ilgi duyuyoruz. Ve bunun doğal bir sonucu olarak da evlenerek hem duygusal ve cinsel ihtiyaçlarımızı karşılıyor hem de neslimizi sürdürmüş oluyoruz: “O, gökleri ve yeri yaratandır. Sizin için kendi türünüzden (cinsinizden) eşler yaratmıştır, hayvanlar için de. Böylelikle ürer/çoğalırsınız. O’nun benzeri hiçbir varlık yoktur. O (her şeyi) işiten ve görendir.” [Şurâ: 42/11] “O’nun âyetlerinden biri de sizin için kendi cinsinizden eşler yaratmasıdır; aranızda sevgi ve merhamet oluşturması ve onlarla huzur bulmanız/sakinleşmeniz için. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” [Rûm: 30/21]
- İslâm şeriatı, kişinin kendisinin duygu bakımından kadın veya erkek olarak ne hissettiğine değil bedensel olarak yaratıldığı hale bakar. Çünkü doğuştan gelen bedendir ve duygularda bu bedene uygun olarak gelişmektedir. Bu nedenle bedensel yapıdan bağımsız cinsiyet yönelimlerini kabul etmez ve onunla ilgili hukukî bir statü belirlemez. Aksine bu durum talep olarak davranışa dönüşürse o zaman bu talebi, suç kabul eder ve konuyu ceza hukuku açısından ele alır.
- İslâm’ın insan için getirdiği “mükerrem” tanımı ona, yaratılışını koruma sorumluluğu yüklemektedir. Çünkü insan keremli bir varlık olarak en güzel kıvamda ve surette yaratılmıştır. Bu yaratılışın dışına çıkmak, insana verilen şerefi azaltmak ve yok etmek anlamına gelir. Bu itibarla yüce kitabımız eşcinsel ilişkiyi; kötülüğü, çirkinliği, değerden düşmüşlüğü ihtiva eden “seyyiet”, “fahişe” ve “habâis” kelimeleri ile tanımlamıştır. Bu tanımlamalar; eşcinsel ilişki ile kişinin üstün yaratılışını aşağı, kötü ve çirkin bir fiil ile ifsad ettiğini ifade etmektedir.
- Kur’ân’ın eşcinselliği duygu sapması olarak kabul ettiğini “Şüphesiz ki sizler, kadınları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Siz, aşırı giden taşkın bir toplumsunuz.” [Araf: 6/81] âyeti göstermektedir. Bu âyetlerden anlıyoruz ki; eşcinsellik Kur’ân’a göre doğuştan gelen bir duygu değil, bir duygu sapmasıdır. Bu sebeple bir kişilik hakkı olarak eşcinsellik kabul edilemez. Çünkü kişi doğuştan getirdiği şehvet duygusunu, bedensel yaratılışına uygun şekilde yönlendirecek biçimde yaratılmıştır. Eşcinsellik ise hem bedensel yaratılışın hem de duygusal yaratılışın dışına çıkma anlamına gelmektedir. Bu da insanın mükerremlik yönünü yok edici bir davranıştır.
- Toplumun maslahatını temel kabul eden hukuk düzenleri, toplumun genel onur ve haysiyetini korumak amacıyla bireyin davranışlarına sınırlandırma getirebilir. Bu nedenle İslâm hukuku da insanın fıtratına aykırı bir fiil olarak kabul ettiği eşcinselliğin yaygınlaşmaması için toplumsal faydayı öne çıkartarak önlemler alabilir. Şüphesiz toplumun maslahatı, ferdlerin maslahatından üstündür. Ayrıca bu lanetli eylem; İslâm’ın koruduğu beş temel esasdan birisi olan neslin korunması ilkesine de münafidir.
- Yaratılışın ve hayatın yasalarını ihtiva eden İslâm; erkek ve kadının arasındaki çekimi, nikâh akdi ile meşru bir zemine oturtmuştur. Kur’ân’a göre erkek ve dişi arasındaki bu çekim kuvveti, Allâh’u Teâlâ tarafından kulun fıtratına yerleştirilmiş bir nimet olup, insanın hem sükûnete kavuşmasını, hem nefsini korumasını ve hem de neslinin devamını sağlamaktadır. Selim akıl sahipleri, Allâh’u Teâlâ’nın hukukuna ve Allâh’u Teâlâ’nın sınırlarına riayet ederek yaşamalı ve günümüz mufsidlerin fıtrat bozucu planlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdırlar.
- Zevcler; dişi-erkek ve pozitif-negatif olarak vardırlar. Karşıt cinsler arasında çekim kuvveti; aynı cinsler arasında ise itme kuvveti mevcuttur ve bu normal durumdur. Anormal durum ise, aynı cinsler arasında bir çekim kuvvetinin var olmasıdır. Eşcinselliğin, aynı cinsler arasında bir çekim, cazibe kuvvetinin var olması nedeniyle anormal bir durum, bir hastalık hali olmasıdır. Normal şartlar altında, eşcinselliğe ilişkin herhangi bir gen mevcut olmayıp kişi, bu hastalığa, 0-4 yaş aralığında içinde yaşadığı sosyo-kültürel ve sosyoekonomik çevreden dolayı yakalanmaktadır.
- Eşcinsellik ve sapkın yönelimleri; toplum sağlığı açısından da büyük tehdit oluşturmakta, başta AIDS olmak üzere, cinsel yolla bulaşan hastalıkları artırmaktadır. Müstekbir medya patronlarının kirli oyunları ile bu lanetli fiil yaygınlaşmaktadır. Toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunu yıpratmakta, yozlaştırmakta ve toplum yapısını bozmakta, fizikî ve ruhsal açıdan sağlıklı bireylerin ve nesillerin yetişmesini engellemektedir.
- Çağımızda eşcinsellik meselesi özgürlük sembolü haline getirilmiş, sizin ne kadar insan haklarına saygılı olduğunuz, ne kadar özgürlükçü olduğunuz bu meseleye yaklaşım tarzınıza bağlanmıştır. Neticede fıtrata ve iffete aykırı bu adım özgürlük değil çok büyük bir esaret oluşturmaktadır. Nitekim bu hususta yapılan istatistiklerde eşcinsel bireylerin daha yüksek intihar eğilimi oranları (3 ila 5 kat) ve depresyon semptomları tespit edilmiştir. Bu da özgürlük çığırtkanlarının, nesilleri ne büyük felakete sürüklediklerini gösteren önemli işarettir. Yani bu sapkınlık bir sükûnet vesilesi değil, bilakis insan psikolojisini alt üst eden, insanı ruhsal yönden bunalıma sürükleyen bir azgınlıktır.
Sonuç
Eşcinsellik, anormal ve hastalıklı bir durumdur. Zıtların birliği ilkesi, kâinatta bir denge ve sükûn halinin ortaya çıkmasına vesile olan ilâhî bir fıtrat yasasıdır. Bu ilâhî yasaya, yaratılış kanunlarına göre canlılar âleminde karşıt cinsler arasında çekim kuvvetinin olması, normal, sağlıklı bir durum; aynı cinsler arasında bir çekim kuvvetinin var olması ise anormal, hastalıklı bir durumdur. Amerikan Psikiyatri Derneği’nin 1973 yılında ve Dünya Sağlık Örgütü’nün 1991 yılında, eşcinselliği hastalık sınıflandırmasından çıkarmasından bu yana, eşcinseller tarafından Eşcinsellik, bir yaşam tarzı olarak benimsenmekte ve de “normal” (!) kabul edilmektedir. Böylece eşcinselliğin bir hastalık değil bir yaşam tarzı olarak kabul edilerek meşrulaştırılması ile toplumların helakine kapı aralamaktadır.
Son olarak medyada sıklıkla duyduğumuz “toplumsal cinsiyet eşitliği” söylemi, küresel kirli bir ideolojidir. Batı’nın bu hastalıklı reçetesinin kültürel ve psikolojik sonuçlarını görüp, teyakkuz halinde olalım. Müfsidlerin zehirli cinsiyet eşitliği hezeyanlarına karşı; fıtratımız gereği olan cinsiyet adaletini, neslimiz için müdafaa edelim. Ehl ü iyâlımızın fıtratını muhafaza edip; Lut aleyhisselâm gibi, iffetin yılmaz savunucusu olalım.
Duâmız
“Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en hayırlısısın!” [Araf: 6/155]
Ey Rabbim! İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden, nefsimizi ve neslimizi muhafaza eyle. Allâhumme âmin
Velhamdulillâh, selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 10. Sayı | Temmuz 2024 | Alaaddin Cihad
Bir Cevap Yaz