Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın ismiyle…
Hamd, sonsuz ilim sâhibi, el-Muhsî olan Allâh’u Teâlâ’ya mahsustur. Kendi hevâ ve hevesleriyle konuşmayan, âlimlerin âlimi olan Rasûlullâh’a, âline ve ashâbına salât ve selâm olsun.
Değerli okuyucu! Ümmetin en hayırlı insanları âlimlerimizdir. Nitekim onlar İslâm’a faydalı olma uğruna kendilerini fedâ etmişlerdir. Nesillere rehberlik yapabilmek için canlarını dişlerine takan, bu uğurda büyük mücâdeleye ve zahmete giren özel insanlardır. Bu sebeple onlar saygı ve hürmeti hak eden insanlardır. Onların hayâtında bizler için önemli örnekler vardır.
Minhâc Dergi’si olarak bu sayımızı ahlâk kavramına ayırdık. Bu yazımızla gâyemiz; akîdenin ve fıkhın yanında, dînin en önemli unsurlarından olan ahlâk kavramını değerlendirmektir. Bunu yaparken de âlimlerimizin ahlâkını ele almaktır.
Yardım ve başarı Allâh’u Teâlâ’dandır.
Âlim Kimdir?
Kur’ân ve Sünnet bizlere âlimler hakkında birçok bilgi vermektedir. Onların, yeryüzünde Allâh’u Teâlâ’nın şahitleri ve nebîlerin vârisleri olduklarını haber vermektedir. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allâh kendinden başka ilâh olmadığına şâhitlik etti; melekler ve ilim sâhipleri de adâlet üzere hareket ederek Allâh’tan başka ilâh olmadığına şâhitlik ettiler.” [Âl-i İmrân: 3/18]
Bununla birlikte ilim ehli hakkındaki kitaplar, bizlere onların bu uğurda nasıl mücâdele ettiklerini anlatmaktadır. İlim uğrunda uykusuz gecelerden, çektikleri açlıktan, kat ettikleri yoldan ve daha nice imtihânlardan haber verirler. Âlimleri toplumlara önder ve örnek, nebîlere mirasçı kılan özellikleri sâdece sâhip oldukları bilgiler değildir. Kendilerini Allâh’u Teâlâ’dan hakkıyla korkmaya götüren ilimlerinin yanı sıra, amel sâhibi olmaları, ihlâs, takvâ ve benzeri pek çok sıfatlarıdır.
Âlimlerin özelliklerine sâhip olmak kolay değildir. Nitekim bu insanlar Allâh’u Teâlâ’nın dâvâsı için büyük mücâdele altına girmişlerdir. Onlar, ilim sâhipleri hakkındaki âyetleri hayat yapmışlar ve bahsedilen derecelere varmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Ümmet olma kaygısını taşımayan insanlar ise, bu yolun başlangıcında dâhi duramazlar. İlim yolu çetin bir yoldur. İmtihân dolu bir yoldur. Çokça sabır ve çokça sadâkat isteyen bir yoldur. Fedâkârlığın ve imtihânın zirvesini taşıyan bir yoldur.
Âlimler bu yolda olgunlaştıkları için ümmetin önderleri olmaya en lâyık insanlardır. Onlar ıslâh edicidirler ve insanlar onlar sâyesinde salâh bulurlar. Onların kalpleri ve basîretleri, Kur’ân-ı Kerîm’in nûru ve Sünnet’in bereketiyle aydınlanmış ve hayat bulmuştur. Âlimlerin eksikliği, toplumun fesâdına yol açar. Günümüzde yaşadığımız büyük fitneler, Allâh’u Teâlâ yolunda olan ilim ehlinin ender olmasından kaynaklanmaktadır. Tâğûtların yardımıyla başa geçen bel’amlar, insanları Cehennem yoluna yönlendirirken, Allâh’u Teâlâ yolunda mücâdele etmiş Şeyhü’l-İslâm’lar yerilmektedirler. Böyle olması ise insanların “Müslümanım” dedikleri halde şirk ehli olmalarına, genç nesillerin ise tamâmen İslâm’ı reddetmelerine yol açmıştır. Doğru bir eğitimin olmadığı yerde toplumun gelişmesi de olamaz.
Âlimlerin Fazîletleri
Ebu Hureyre’den radiyallâhu anh rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf’te Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allâh’u Teâlâ’ya, dînde fıkıh sâhibi olmaktan daha fazîletli bir şeyle ibâdet edilmemiştir. Bir fâkih şeytâna karşı bin âbidden daha şiddetlidir. Her şeyin bir direği vardır, dînin direği de fıkıhtır.” [ed-Darekutnî]
Bir başka hadîste: “Allâh’u Teâlâ kimin için hayır dilese, onu dînde fâkih kılar.” [Buhârî, Müslim] buyurmuştur.
Âlimler, bu toplumu aydınlatan kandiller ve yol gösteren birer alâmettirler. Allâh’u Teâlâ onları fıkıh sâhibi kılarak onlarla hayır dilemiştir. Kapkaranlık bir yoldaki sokak lambasının faydası, âlimlerin topluma olan fazîleti gibidir. Onların varlığı kişinin önünü görüp bir yol yürüyebilmesine vesîle olur. Eksiklikleri ise insanın kör olmasına sebep olur. Genelde doğru yolu göremeyip, yanlış yola sapmasına sebep olur.
İlim adamları ölünce insanlar şaşkınlığa kapılır, ilim yavaş yavaş yok olur ve cehâlet ortaya çıkar. Günümüzdeki hâl bunun ispatıdır. Müslümanlar için bundan daha büyük bir musîbet olamaz. Abdullâh ibn Amr’dan radiyallâhu anh Rasûlullâh’ın sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle söylediğini rivâyet etmiştir: “Allâh’u Teâlâ, ilmi insanlardan öyle çekip alıvermez. Ancak ilmi âlimlerin rûhunu almakla alır. Âlim kalmayınca, insanlar, câhilleri kendilerine baş edinip onlara fetva sorarlar. Onlar da ilimleri olmadan fetvâ verirler. Böylece hem kendileri sapıtırlar hem de kendilerinden soranları saptırırlar.” [Buhârî, Müslim]
İşte günümüzde tam olarak Nebî’nin sallallâhu aleyhi ve sellem tanımladığı şeyler yaşanmaktadır. Üstelik bugün insanlar sâdece cehâletleriyle değil, hevâ ve hevesleriyle de fetvâ vermektedir. Hâlbuki Nebîler aslâ hevâ ve hevesleriyle konuşmazlar. Onların mîrasçıları olan âlimler de bunu örnek alır ve sâdece Kur’ân ve Sünnet’i esas alırlar. Âlimlerin ilmi onların Allâh’u Teâlâ’dan hakkıyla sakınmalarını sağlar. Bunu sağlamayan ilim ise sâdece bilgiden ibârettir. Nitekim Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.” [Fâtir: 35/28]
Âlimlerin Vasıfları ve Ahlâkı
İlim yolunu izleyenin ve ilim öğretenlerin sorumluluğu sayısızdır. Bu insanların edep ve ahlâk kurallarına uymaları elzemdir. Nitekim âlimin yapacağı yanlışlar veya konumuna gelebilecek bir hasar, toplumun ifsâdına sebep olabilir. Bu yüzden âlimler ilim öğrenip öğretirken, ilim meclislerinde bulunurken ve insanlara fetvâ naklederken bâzı sıfatları her zaman üzerinde taşımalıdırlar. İlâveten Allâh’u Teâlâ’ya olan kulluklarında da özel vasıfları bulunmaktadır. Onlar, Allâh’u Teâlâ’ya hakkıyla ibâdet etmeyi bilen ve musîbetleri nasıl savuracağını idrak edip güzel ve üstün ahlâkla amel eden insanlardır.
İlim Öğrenme Ahlâkı
Âlim, itaat ve edep içerisinde ilim sâhiplerinden ders alır. Onun hedefi hayrı kazanmak şerden uzak durmaktır. İlim edinirken ilmin Allâh’u Teâlâ’dan geldiğini bilir ve bunun için duâ eder. İlim edinme gâyesi İslâm’a hizmet, farzları bilip itaat etmek ve haramlardan uzak durmaktır. Yine o, cehâletin yerilmiş olduğunu ve Müslüman’ın sıfatı olmadığını bilir.
Âlim, Kur’ân-ı Kerîm tilaveti, zikir ve tefekkürle çokça uğraşandır. Gözünün, kulağının, dilinin nefsinin ve şeytanın şerrinden dâima Allâh’u Teâlâ’ya sığınır. Çünkü bilir ki ilim ancak temiz bir kalbe yerleştirilir. Dostluklarını ya ilim edinmek için ya müzâkere etmek için ya da ilmini paylaşmak için kurar. Hayır olan yerde bulunmak isterken şer olan yerlerden kaçar.
Âlim, kendine yararı olmayan ilimden Allâh’u Teâlâ’ya sığınır. O’ndan yararlı olan ilmi talep eder. Onu istikâmet üzere tutana sarılır. Kur’ân ve Sünnet’i esas alarak fıkhın muhâfaza edilmesi için gayret gösterir. İlmi arttıkça Allâh’u Teâlâ’ya olan korkusu artar ve ilminin hesâbını vermemekten ürperir.
Meclislerde Bulunma Ahlâkı
Âlimlerin meclisinde oturup, onların ilminden istifâde etmek isteyen her birey, onlar konuşurken susmalı, konuşmak istediğinde ise yüksek sesle konuşmamalıdır. Soru sorunca veya soruya cevap verince bunu edeple yapmalıdır. Karşısındaki kişiyi rencide edecek üslupta konuşmamalıdır. Münâzarada bulunurken onlardan daha bilgili olduğunu ispatlamaya çalışmamalıdır. Onların ilminden yararlanma yollarını aramalıdır. İlim ehli, âlimlerle mücâdele etmez, câhillerle de dînde tartışmaya girmez. İmâm Gazâlî der ki: “Câhillerle tartışmaya girmeyin, ben hiç gâlip gelemedim.” [Gazâlî]
Câbir ibn Abdullâh’tan radiyallâhu anh rivayet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Âlimlere karşı övünmek, sefihlerle tartışmak ve meclislerin seçkin köşelerinde yer almak için ilim öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa ona ateş vardır, ona ateş vardır.” [İbn Mâce]
Tevâzu Ahlâkı
İlim ehli, ister istemez toplum içinde bir nam ve şöhret sâhibi olurlar. Âlimler, toplum içinde çokça saygı duyulan ve muhtaç olunan önemli insanlardır. Buna rağmen onlar her zaman alçak gönüllüğünü korurlar ve kibirlenmezler. İlim onları koruduğu gibi, onlar da ilmin muhâfızları olarak çalışırlar. Allâh’u Teâlâ’ya hizmet etmekten başka gâyeleri yoktur. İlmi insanlara infâk eder, bunun için bir ücret almaz ve ihtiyaçları için bunu âlet edinmezler. Karşılarındaki ister fakir olsun ister zengin, insanlara ilimleriyle yarar sağlamak için tevâzu ile muâmele ederler. Kendilerine soru sorulduğunda letâfet ile cevap verirler.
Âlim, derslerinde kavrama gücü yavaş olanlara karşı sabırlı olmalıdır. Kendisine karşı kaba ve katı çıkışanların en iyi biçimde bertarâf edilmesi için ağırbaşlı olmalıdır. Meclisine katılanları en güzel ahlâkla terbiye etmeli, bu edebin dışında davrananlara ise güzellikle nasihât etmelidir. Talebelerini kendilerini ilgilendiren konulara yönlendirmelidir ve onları zararlı bilgilerden korumalıdır.
Âlim, herhangi bir meselede fetvâ vereceği zaman, bunu Kur’ân ve Sünnet’e dayanan ashâbın ve selef âlimlerinin icmâsını esas alarak verir. Bir konu hakkında bilgi sâhibi değilse bilmiyorum demekten çekinmez. Ümmetin arasında fitne açacak sorulara, güzellikle izâh ederek cevap vermez. Bid’atten sakınarak, bid’at ehlinin sözlerine kulak asmaz ve onlarla tartışmaz. Aksine âlimler bile ehl-i bid’at’ten kaçar ve yanlarından geçmek zorunda kalsalar kulaklarını tıkarlar.
Münâzara Ahlâkı
Allâh’u Teâlâ’nın kendisini dînde ilim sâhibi kıldığı insanların en önemli vasıflarından biri tevâzu sâhibi insanlar olmalarıdır. İlimleriyle cidâlde bulunmayı ve galebe çalmayı istemezler. Fakat bâzı durumlarda, insanlara doğru yolu göstermek ve dalâletten kurtarmak adına ilmî münazaralara girme zorunluluğunda bulunabilirler. Bu ise ancak ilmî ve fıkhî konularda ve bâzı hükümler husûsunda olursa câiz olur. Akıllı bir âlim münakaşadan kaçma taraftarıdır. Nitekim Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim sâdık olduğu halde tartışmayı terk ederse, ona Cennet’in ortasında bir ev bina olunur.” [et-Tirmîzî]
Hasen el-Basrî rahimehullâh der ki: “Mü’min, insanların aklına göre meseleleri ele alıp idâre eder, münâkaşa etmez. O, hikmeti yaymaya çalışır. Bu gayreti insanlar tarafından kabul görse de görmese de Allâh’u Teâlâ’ya şükreder.” [el-Acurrî]
Bir başka hadîs-i şerîf’te Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kavim hidâyete erdikten sonra cedele girmedikçe dalâlete düşmez.” [ibn Hanbel]
Akıllı insan, dînini cedel ve mir’âdan korur. Çünkü onun faydasından çok zarârı görülmüştür. Eğer bir konuda ilmi zayıf kalırsa bunu güvendiği ilim sâhiplerine edep kuralları içerisinde sorar. Âlim olanın sıfatı, tartışmadan nasihatte bulunmak, kendisi ve başkaları için hayrı dilemektir.
Âlimin Allâh’u Teâlâ’ya Karşı Sâhip Olduğu Ahlâkı
Âlimin, sâhip olduğu bu yüce ahlâk ve vasıflar, Allâh’u Teâlâ’nın ona ikrâm ettiği nimettir. Kişinin rabbine karşı olan edebi ve korkusu onun ilâhî yardıma mazhâr olmasına vesîle olur. Allâh’u Teâlâ onun kalbine ilmin lezzetini ve şerefini ulaştırır, kendine onu sâlih bir kul, nebîlere vâris olarak seçer.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “De ki: ‘Kur’ân’a ister inanın ister inanmayın.’ Daha önce kendilerine ilim verilmiş olan öyleleri var ki, onlara Kur’ân okunduğu zaman derhal yüzüstü secdeye kapanırlar. Ve şöyle derler: ‘Rabbimiz, şüphesiz sen her türlü noksanlıktan pak ve yücesin. Eğer Rabbimiz bir şey va‘detmişse, o mutlaka gerçekleşir.’ Yine ağlayarak yüzüstü secdeye kapanırlar; kendilerine ne zaman Kur’ân okunsa, bu onların Allâh’a olan saygılarını artırır. [İsrâ: 17/107-109]
Âlim, dâima Rabbini zikredip O’na şükreder. Allâh’u Teâlâ’nın rızâsı için onca mücâdeleye girmesine rağmen, kendisini yine de yetersiz ve hatâlı sayar. Allâh’u Teâlâ’ya sığınır ve gücünü O’ndan alır. Tüm varlıklar karşısında Allâh’u Teâlâ ona yeter.
Hâtime
Değerli okuyucu! Yazımızda ifâde edildiği üzere, âlimlerin, toplum içindeki önemi ve omuzlarında taşıdıkları yük satırlara sığmayacak kadar büyüktür. Âlimlerin toplum içinde varlığı ve yokluğu arasındaki farkı yaşadığımız son asırda yakînen görmekteyiz.
Günümüzde yüz yıldır süre gelen tâğûtî sistem, ilk önce âlimlerimizi elimizden almıştır. Sonra da âlimlerimizi yetiştirecek medreselerimizi hedef edinmiştir. Bu eksiklik ise toplumun ve neslin cehâlet bataklığına girmesine vesîle olmuştur. İnsanlar, ulemânın değerini unuttukça o bataklığın içine doğru çekilmektedirler.
Bizler eğer nesilleri kurtarmak istiyorsak, ilim aşkı ile yanıp tutuşan gençlerimizin önünü açmalıyız. Topluma önder ve örnek olacak âlimler, hocalar yetiştirmek için çaba sarf etmeliyiz. Allâh’u Teâlâ’nın izniyle bu cehâlet yangını elbette sönecektir. Ey ümmetin evlatları! Sizler de bu yangını körükleyenler değil, üzerine su dökenler olun.
Duâ:
Rabbim! Neslimizi ilim nûru ile nurlandır, bizleri cehâlet bataklığından, fitnenin karanlığından kurtar! Yoldan saptıran bel’amları bertarâf et ve bizleri bid’at ehlinin şerrinden koru! İslâm ümmetini izzetli, şerefli ve ilim sâhibi ulu’l-elbâb’tan eyle! İlim yolunda olanlara başarı, güç ve kuvvet bahşet! Allâhumme âmin…
Bir sonraki yazımızda buluşmak ümidiyle, sizleri Allâh’u Teâlâ’ya emânet ediyoruz.
Minhâc Dergisi 10. Sayı | Temmuz 2024 | Erdem Onur