Rahmeti gazabını aşan Allâh Azze ve Celle’nin ismiyle…
Yalnız, âlemlerin Rabbi Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd eder, O’nun Kur’ân ile edeblendirdiği Nebîsine salât ve selâm ederim. Güzel ahlâk ile kıyâm eden ashâb-ı kirâmı da muhabbetle anar ve siz değerli kardeşlerimi İslâm’ın selâmıyla selâmlarım…
Minhâc Dergisi olarak bu sayımızı “Ahlâk Sayısı” olarak belirledik. Böylece ihtiyaç duyduğumuz en temel lâzımîyeti dile getirmiş olalım. Hangi mesele olursa olsun çözümlerin temelinde, muhakkak ki güzel ahlâk bulunmaktadır. Müsbet söylemler ve müsbet eylemler bütünlüğü olan güzel ahlâk, her ferdin ve topluluğun hava ve su kadar önemsemesi gereken bir meseledir. Zîrâ yozlaşan toplumların yaşamış olduğu öncelikli kırılma, maalesef güzel ahlâk olmuştur. Büyük yıkımları getiren bu kırılma, müdahale edilmediği takdirde tıpkı kanser virüsü gibi yayılıp, toplumu ölüme sevk edecektir.
Bedeviyetten medeniyete uzanan bir tarihi bizlere miras bırakan Ahlâk Nebîsi, kendi asrında ahlâkî kırılma yaşayan Arab toplumunu, İslâm ahlâkıyla ıslah etmiş ve bizlere yine örneklik teşkil etmiştir. Bizler onun mümtaz hayatını okuyor ve hayatlarımızı şekillendirmeye çalışıyoruz. Bu sebeple yazımızda; âyet, hadîs ve sahabe sözleriyle Nebîmiz aleyhisselâm’ın ahlâkına değinecek ve yine gönül bahçemizi onun ahlâkıyla sulamaya çalışacağız, inşallâh.
Ahlâkın Önemi
İslâm dîni, temel itibariyle üç konuda hükümler inşâ etmiştir. Bunlar; akîde, fıkıh ve ahlâk konularıdır. Bu hükümlerin cem edilmesiyle kâmil bir Müslüman kimliği oluşturulur. Bunlardan; “ilimlerin başı” diye tabir ettiğimiz akîde ilmi öncelikle gelmektedir. Çünkü kişilerin “Müslüman olması” ancak bu ilimle mümkündür.
Devamında, tevhîd akîdesinin vücut bulduğu ibadetleri açıklayan fıkıh ilmi gelmektedir ki, kişilerin “Müslüman olarak yaşaması” da ancak bu ilim ile mümkündür.
Sonrasında, İslâm’ın güzelliklerinin, Müslümanlar üzerinde tecelli ettiği güzel ahlâk gelir ki, kişinin “Müslümanlaşması” da ancak ve ancak ahlâk ilmiyle mümkündür. Öyleyse diyebiliriz ki; kişi İslâm akîdesiyle Müslüman olur, İslâm fıkhıyla Müslümanlığını yaşar ve İslâm ahlâkıyla da Müslümanlaşır.
Binâenaleyh, Müslüman olmak, Müslümanlığı yaşamak ve Müslümanlaşmak tabirleri birbirinden ayrılmış oldu. Bu ayrımları küçük bir izâhla açıklayacak olursak:
-Kişiler, ancak şirkten beri olup, tevhîd akîdesine yöneldiklerinde Müslüman olurlar ve müşrik olmaktan kurtulurlar.
-Kişiler, Müslüman olduktan sonra, Allâh Azze ve Celle’nin emirleri ve nehiyleri doğrultusunda, gereken amelleri yerine getirerek dînlerini yaşarlar.
-Kişiler, akîdelerinin ve amellerinin gereğini ancak İslâm ahlâkı ile sergileye bilirler. Zahirî ve batınî İslâm’ın kemâlatını, ancak ahlâk ile gerçekleştirirler: Birçok kimse, İslâm akîdesi ve amelleri üzere hidayet buluyor olsa da, câhiliye ahlâkı üzere kalabilmektedir. Giyinişleri, konuşmaları ve insanlarla ilişkileri hala eski hayatı üzere olabilmektedir. İşte böyle bir kimse Müslüman olmuş ancak Müslümanlaşmamıştır. Onun Müslümanlaşması İslâm ahlâkına teslim olmakla mümkündür.
Güzel ahlâkın önemi açısından şunu da dile getirmek gerekir ki, İslâm toplumunu bir araya getiren şey akîdeleri oldukları gibi, onları bir arada tutan şey de güzel ahlâktır. İnsanî ilişkilerde, her birey ancak anlaşabildiği insanlarla birlikteliğini sağlamaktadır. Aksi halde bölünmeler ve ayrılıklar ve hemen peşine de akîdesel ihtilaflar meydana gelebilmektedir. Aynı akîdeye sahip olan ancak paramparça olan topluluklar, bunun bariz misalidir.
Başka bir açıdan daha, güzel ahlâkın önemini dile getirerek bu bölümümüzü tamamlayalım: Güzel ahlâk, akîde ve amellerin rehberidir. Çünkü kişiler, huy ve karakterlerine göre akîdelerini ve amellerini şekillendirirler. Güzel ahlâk, hem akîde hem de ameller için bir zemindir. Zemin sağlam olduğu sürece kişilerin hem akîdeleri hem de amelleri sağlamlığını koruyabilecektir. Bugün görmüş olduğumuz birçok müşkilâtın altında, dikkat çekmeye çalıştığımız ahlâkî kırılma söz konusu olabilir. Rabbimiz, ümmet-i Muhammed’e güzel ahlâk ile ahlâklanmayı nasip etsin, Allâhumme âmin.
Ahlâk Nebîsi
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, halkî (yaratılış) ve hulkî (ahlâki ) açıdan insanların en güzelidir. Dış görünüşündeki uyum ve güzelliği kadar, ahlâkındaki itidâl, onu en güzel örnek yapmaktadır. Öyle ki, ona Peygamberliğinden önce, güzel ahlâk bahşedilmiştir. Emniyetin bozulduğu karanlık günlerde, insanlar onu “Muhammedu’l-Emîn” olarak anmışlardır. Bu, onun Peygamberliğini tasdik ettiren üstün bir özelliğidir. Nice insan, onun güzel ahlâkından etkilenerek Müslüman olmuştur. Bu, güzel ahlâkın ne kadar önem arz ettiğini gösteren büyük bir işarettir. Ahlâk Nebîsi’nin güzel ahlâkını konu alan âyet, hadîs ve sahâbe sözleriyle yazımıza devam edelim.
a) Âyet Işığında
Enes b. Mâlik radiyallâhu anhu’nun amcasının oğlu Sa’d b. Hişâm Medine’ye geldiğinde, Âişe radiyallâhu anhâ’dan kendisine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkını anlatmasını istemişti. Âişe annemiz ona; “sen Kur’ân okuyorsun değil mi?” diye sorunca Sa’d, “evet” cevabını verdi. Bunun üzerine mü’minlerin annesi; “işte Peygamber aleyhisselâm’ın ahlâkı Kur’ân idi.” dedi. [Müslim]
Yine Benî Sûe kabilesinden bir adamın rivâyetle şöyle dediği aktarılmıştır: “Ben, Âişe radiyallâhu anhâ‘ya; ‘bana, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in huyundan haber ver’ dedim. Âişe radiyallâhu anhâ da bana: ‘Sen Kur’ân-ı Kerim’de: Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlâk üzeresin’ [Kalem: 68/4] âyetini okumuyor musun? Dedi.” [İbn Mâce]
Âyet-i kerîmenin açık delaletiyle Rasûlullâh aleyhisselâm’ın yüce bir ahlâk üzere olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyet-i kerimeyi tasdik eder nitelikte gelen bir rivâyette Rasûlullâh aleyhisselâm: “Beni Rabbim edeblendirdi ve ne güzel edeblendirdi” [Suyûtî] buyurmaktadır.
Burada dikkatimizi çeken eden güzel bir husus vardır. Şöyle ki; Ahlâk Nebîsi aleyhisselâm, herhangi bir insan tarafından değil, övülecek en büyük makam tarafından, yani âlemlerin Rabbi tarafından övülmektedir.
Ahlâk Nebîsi’nin bu övgünün ağırlığına katlanarak, sağlam bir iradeyle ayakta durabilmesi ve normal hayatına devam etmesi her türlü düşüncenin, her türlü değerlendirmenin üstünde bir anlayıştır. Bu övgü karşısında, kibir ve zorbalığa meyletmemesi veyahut tam bir gevşekliğe düşmeden hayatını en salt durumda yaşayabilmesi, onun gerçek bir peygamber ahlâkı taşıdığının delilidir.
Çünkü Ahlâk Nebîsi aleyhisselâm, kimsenin ulaşamayacağı ilâhî bir uyarı ve düzeltmelerle yönlendiriliyordu. Yaşadığı her olay Rabbimizin talimatlarıyla şekilleniyordu. Ayrıca buna tahammül etmesi, onun Rabbine karşı ne kadar sadık ve kullukta ne kadar istikamet üzere olduğunun belirtisidir.
Zikrettiğimiz âyet-i kerîmeye yönelik Seyyid Kutub’un tefsirinden bir parça aktararak, bu kısmımızı bitiriyoruz:
“Öte yandan İslâm ahlâkı sadece, doğruluk, güvenirlilik, adalet, merhamet ve iyilik gibi bireysel üstün niteliklerden ibaret değildir. İslâm ahlâkı kusursuz ve insanın her türlü ihtiyacına cevap veren yeterli bir hayat sistemidir. Bu sistemde ruhsal arınmaya yönelik terbiye ile yasal düzenlemeler dayanışmalı olarak işlenir. Tüm hayat düşüncesi, hayata ilişkin tüm amaçlar buna dayanır ve en sonunda yüce Allâh’a bağlanır, dünya hayatında geçerli olan herhangi bir anlayışa değil.
İşte bu İslâm ahlâkı, bütün kusursuzluğu, güzelliği, dengeliliği, doğruluğu, sürekliliği ve bütün kalıcılığı ile Muhammed aleyhisselâm’ın kişiliğinde somutlaşmıştır. Yüce Allâh’ın şu yüce övgüsünde ifadesini bulmuştu: ‘Ve sen yüce bir ahlâka sahipsin.’” [Fîzilâli’l-Kur’ân, Kalem Sûresi 1-6 âyetlerinin Tefsiri]
b) Hadisler Işığında
Rasûlullâh aleyhisselâm, ihtiyaç duyulan her alanda ümmetine yol göstermiştir. Yirmi üç yıllık nebevî vazifesi boyunca, insanoğlunun ıslahı üzere çaba sarf etmiştir. Yüklenmiş olduğu kutsal görevlerden bir tanesi de, güzel ahlâkın inşâsı ve çirkin ahlâkın def edilmesidir. Buna binaen bir hadîs-i şeriflerinde Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır: “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” [Ahmed İbn Hanbel]
Bazı tefsir kitablarında, ahlâk kelimesinden kastın, “dîn” olduğu söylenirken bazı yerlerde de o, “edeb”tir denmiş. İşin tafsîlî boyutuna girmeden, dînimizin her alanda söz sahibi olması ve akîdemizden edebimize kadar bize yol göstermesini esas alarak, her iki görüşün de arasını bulmamız mümkündür.
Rasûlullâh aleyhisselâm’ın hadîs-i şeriflerini incelediğimizde de onun her alanda olan öğütlerini bulabiliriz. Bazen, onun bahsettiği şeyler, ufak meseleler gibi gözükse de, önemi açısından değerlendirdiğimizde hiçbir şeyin ufak olmadığını anlarız. İş böyleyken, sözü söyleyenin büyüklüğü, bahsetmiş olduğu meselenin önemini de ortaya koyması için yeterlidir.
Onun sünnetini küçümsemek müşriklerin ahlâkıydı. Bazı müşrikler büyük sahabî Selman-i Farisî radiyallâhu anhu’ya gelerek: “Sizin Peygamberiniz, helâda ne yapılacağına varıncaya kadar her şeyi öğretiyor” diyerek alay ediyorlardı. Selman-i Farisî radıyallâhu’anhu’da onlara: “Evet! Bizim Peygamberimiz helada kıbleye dönmemizi, sağ el ile temizlenmemizi yasaklamıştır” buyuruyordu. [Müslim]
Akıl sahibi her insan takdir eder ki, kemâl derecesine ulaşmak, küçük meseleleri dahi önemsemekle mümkündür. Medeniyete giden yolda, İslâm ümmetinin süsü, incelik sahibi zarif bir şahsiyete sahib olmaktır. İnsanlık adına bırakılabilecek en büyük miras, hiç şüphesiz ki, güzel ahlâktır. Çünkü güzel ahlâkın dışındaki anlayışta, insanlığa sığmayan her şey vardır. Bir insanlık, örneği olarak, Allâh Rasûlü aleyhisselâm, âlemlere rahmet olarak, güzel ahlâkı miras bırakmaya gelmiştir. Onun mirasından faydalananlara, Ahlâk Nebîsinin müjdeleri vardır. Onlardan bazıları şunlardır:
Ebû’d-Derdâ radiyallâhu anhu’dan rivâyete göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet gününde mü’minin terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey olmayacaktır. Şüphesiz ki yüce Allâh çirkin ve bayağı (konuşup davranan) kimseye buğzeder.” [Tirmizî]
Ebû Hureyre radiyallâhu anhu dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e insanları en çok cennete neyin ulaştırdığı soruldu. O da: “Allâh’tan korkmak ve güzel ahlâk” diye buyurdu. Sonra insanları en çok ateşe neyin soktuğuna dair soru soruldu, bu sefer: “Ağız ve ferç” diye buyurdu. [Tirmizî]
Abdullâh İbni Amr İbni Âs radiyallâhu anhumâ şöyle dedi: Rasûlullâh’ın sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi, çirkin olan hiçbir şeye de özenmezdi. Şöyle buyururdu: “Sizin en hayırlınız, ahlâkı güzel olanınızdır.” [Buhârî]
c) Sahabenin Sözleri Işığında
Ahlâk Nebîsi aleyhisselâm’ı en iyi tanıyan ve onun her haline şahid olan kimseler, muhakkak onun terbiyesinden geçmiş olan ashâbıdır. Bizler dînimizin esaslarını sahâbîlerimizden öğrendiğimiz gibi, Peygamberimizin hallerini de yine onlardan öğrenmiş durumdayız. Çünkü sahabe radiyallâhu anhum kendilerinden sonrakilere birçok şeyi rivayet etme cehdinde bulunmuşlardır. Bu sayede dînimizin bize ulaşmasında büyük hizmet etmişlerdir. Sözü daha fazla uzatmadan, sahabîlerimizin sözlerinden Ahlâk Nebîsi’ne dair rivayetleri aktaralım. Onlardan bir kısmı şöyledir:
1) Amr bin Âs radiyallâhu anhu şöyle demiştir:
“Allâh Rasûlü aleyhisselâm en şerli kimseleri bile kalblerini kazanmak için güler yüz ve güzel sözlerle karşılardı. Beni de güler yüz ve güzel sözlerle karşıladı. Öyle ki kendimi toplumun en hayırlısı sandım. Ve bir gün; ‘ey Allâh’ın Rasûlü! Ben mi daha hayırlıyım yoksa Ebû Bekir mi?’ diye sordum. “Ebû Bekir” cevabını verdi. Ardından; ‘ey Allâh’ın Rasûlü! Ben mi daha hayırlıyım yoksa Ömer mi?’ diye sordum. “Ömer” cevabını verdi. Sonra ey! Allâh’ın Rasûlü! Ben mi daha hayırlıyım yoksa Osman mı? dedim. “Osman” cevabını verdi. Ondan bu cevabları alınca; ‘keşke bu soruları sormasaydım’ dedim.” [Heysemî]
2) Âişe radiyallâhu anhâ şöyle demiştir:
“Allâh Rasûlü aleyhisselâm Allâh yolunda cihad haricinde hiç kimseye eliyle vurmamıştır. O, herhangi bir hizmetçi veya kadını da dövmemiştir.” [Müslim]
3) Âişe radiyallâhu anhâ şöyle demiştir:
“Allâh Rasûlü aleyhisselâm’ın Allâh’u Teâlâ’nın haram kıldığı bir şey işlenmediği sürece kendisine yapılan bir zulmün intikamını aldığını görmedim. Ancak Allâh Azze ve Celle’nin haram kıldığı bir şey işlendiği zaman insanların en çok öfkeleneni o olurdu. İki iş arasında muhayyer bırakıldığı sürece kolay olanı seçerdi.” [Buhârî]
4) Âişe radiyallâhu anhâ şöyle demiştir:
“Rasûlullâh aleyhisselâm hediyeyi kabul eder ve ona karşılık hediye verirdi.” [Buhârî]
5) Hasan bin Ali radiyallâhu anhumâ şöyle demiştir:
“Babama (Ali bin Ebi Talib’e) Peygamberimiz aleyhisselâm’ın meclisinde bulunan kimselere nasıl davrandığını sordum. Şöyle dedi: ‘Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem sürekli güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idi. Kaba ve katı değildi. Bağırıp çağırmaz, kötü söz söylemez, insanları ayıplamaz ve kimseyle tartışmazdı. Hoşlanmadığı şeyleri görmezden gelirdi. Kendisinden bir şey uman kimselerin umudunu kırmaz, onları isteklerinden mahrum etmezdi.
Üç şeyden uzak dururdu; tartışma, çok konuşma ve kendisini ilgilendirmeyen şeyler.
İnsanlara karşı da şu üç şeyi terk ederdi; hiç kimseyi kötülemez, hiç kimseyi ayıplamaz ve hiç kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Sadece sevap kazanmayı umduğu şeyleri konuşurdu.
Konuştuğu zaman onunla birlikte olanlar başlarında kuş varmış gibi başlarını eğip hareket etmeden onu dinlerlerdi. Ancak o sustuğu zaman konuşurlardı. Onun yanında tartışmaya girmezlerdi. Onun yanında bir kişi konuştuğu zaman o sözünü bitirinceye kadar susarlardı. İlk önce kim gelmişse önce o konuşurdu.
Allâh Rasûlü aleyhisselâm, onların güldükleri şeylere güler, onların şaşırdıkları şeylere şaşırırdı. Yabancı kimselerin konuşmalarındaki ve sorularındaki hatalara (kabalıklara) sabrederdi. Ashâbı ise (sorularından istifade edebilmek için) onların gelip soru sormalarını isterdi. Ashâbına; ‘ihtiyacının giderilmesini isteyen ihtiyaç sahibi bir kimse gördüğünüz zaman ona yardımcı olun’ buyururdu.
O, sadece yapılan iyiliğe karşılık gelen övgüleri kabul ederdi. Şer’î ölçüleri aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Haddi aşan sözler karşısında ise ya söyleneni bundan nehyeder ya da kalkıp giderdi.” [İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübra]
Sonuç
Bu yazımızda, âyet, hadîs ve sahâbe sözleriyle, güzel ahlâkın öneminden ve ahlâk Nebîsinin güzelliklerinden bahsetmeye çalıştık. Rabbimizden faydalı kılmasını diler ve günümüzdeki ahlâkî kırılmanın Nebevî ahlâk ile ıslâh olmasını dileriz. Selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 10. Sayı | Temmuz 2024 | Enes Lütfü