En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın adıyla… Hamd; îmân ile kullarına istikamet bahşeden el-Mü’min olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm; şecaat Nebisi Rasûlullâh aleyhisselâm’ın, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Allâh’u Teâlâ’nın izni ve inâyetiyle bu yazımda sizlere Kur’ân-ı Kerîm’in Mü’min Sûresi’nde yer alan ve sûrenin ismini de aldığı kıssadan; yani firavunun sarayında istikameti bulmuş mü’min adamın kıssasından ve şecaatten bahsetmeye çalışacağım. Kıssaya geçmeden önce “şecaat” kavramını inceleyelim.
Şecaat
Sözlükte “cesaret, yiğitlik, kahramanlık” gibi anlamlara gelen şecaat kelimesi, ahlâk literatüründe öfke (gazap) duygusunun akla itaat etmek suretiyle kazandığı itidalli hali için kullanılır ve bazen saldırganlıkla korkaklığın orta noktası, bazen de korkaklığın karşıtı olarak gösterilir. Ahlâk alimleri, nefsânî arzularla mücadeleyi cihad sayan bazı hadisleri zikredip bencil duyguların yenilmesi yönünde gösterilen çabaları da şecaat olarak değerlendirmişlerdir. [TDV İslâm Ansiklopedisi]
İnsandaki şecaat duygusu doğru yerlerde kullanılmalı, insanların veya nefsin beğenmesi (gurur ve ucb) için olmamalıdır. Diğer taraftan şecaat, dinin emrettiği veya izin verdiği yerlerde olmalı, haram olacak şekilde açığa çıkmamalıdır. Bu bağlamda Kur’ân’ın bize örnek gösterdiği, şecaati ile asırlardır okunan, firavunun sarayındaki mü’min adamın kıssasını ele alalım.
Firavunun Sarayındaki Mü’min Adam
“Onlara bizim katımızdan hakkı getirdiği zaman dediler ki: ‘Onunla beraber îmân edenlerin erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın.’ Kâfirlerin hilesi mutlaka boşa çıkacaktır. Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. O da Rabbini çağırsın. Ben, (Musa’nın) dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.’ Musa dedi ki: ‘Hiç şüphesiz ki ben, Hesap Günü’ne inanmayan her kibirli kimseden, benim Rabbim ve sizlerin Rabbi olan (Allâh’a) sığındım.’” [Mü’min: 40/25-27]
Firavun zulüm ve zorbalığıyla haddini aşarak ilahlık iddiasında bulunmuş, uluhiyyetini kabul etmeyenleri, gözünü kırpmadan en ağır cezalara çarptırmıştır. Zulüm ve zorbalığa dayalı saltanatını muhafaza etme pahasına, yeni doğan çocukları kılıçtan geçirme cürmüne bile yeltenebilmiştir. Ve Allâh’u Teâlâ’nın elçileriyle, tuğyanın elebaşı Firavun arasındaki mücadelenin geldiği aşamayı da Kur’ân-ı Kerîm rehberliğinde şöyle öğreniyoruz:
Firavun, Musa aleyhisselâm hakkında şunu vurgulamak istiyordu. Ben onun bir ihtilal yapmasından korkuyorum. O, ihtilal yapmasa da faaliyetlerinden dolayı ülke çapında büyük bir huzursuzluk ve kargaşanın baş gösterme tehlikesi vardır. Burada firavunun “Dini değiştirme” ifadesine de dikkat edilmelidir. Firavun, din diye devlet düzenini ve yönetimi kastetmiştir. Zira Mısır’da Firavun ve hanedanının egemenliğine dayanan siyaset, medeniyet, kültür ve ekonominin tümü belli bir din anlayışından kaynaklanıyordu. Firavun, Musa aleyhisselâm’ın davetiyle bu anlayışın yıkılacağı ve yok oluşundan korkmaya başlamıştı. Tıpkı günümüz firavunlarının, kendi batıl sistemleri akamete uğramaması için, tevhîd davetçilerinin seslerini kısmak istemeleri gibidir.
Musa aleyhisselâm ile firavun hanedanı arasındaki bu mücadele, olanca şiddetiyle devam ederken, mücadelenin arka planında; îmânını haykırmak için sırasını bekleyen cesur bir mü’min yer alıyordu. Bu mü’min, İslâmî davetin maslahatı ve Musa aleyhisselâm’ın risalet davasını amacına ulaşması için son aşamaya kadar firavun hanedanına karşı îmânını gizliyordu. Musa aleyhisselâm’ın şehid edilmesi gündeme gelince, bu şuurlu ve ihlâslı mü’min, artık îmânını izhâr edeceği vaktin geldiğini biliyordu. İşte bundan sonraki aşamada bu kahraman mü’minin en uygun zamanda usulca ortaya çıkışına ve hikmetli davetine şahit oluyoruz.
Mü’min Adamın Şecaati
“Firavun, ‘Beni bırakın Musayı öldüreyim, o Rabbini çağırsın. Onun, sizin dininizi değiştirmesinden veya yer yüzünde bozgun çıkarmasından korkuyorum’ dedi… Firavun ailesinden olup da îmânını gizleyen bir adam dedi ki ‘Rabbim Allâh’tır, diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir, eğer yalancı ise, yalanı kendisinedir, eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Şüphesiz Allâh, aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez. Ey milletim! Bugün memlekette hükümranlık sizindir, galip olanlar sizsiniz. Ama Allâh’ın baskını bize çatınca, ona karşı kim yardım eder?’ Firavun; ‘Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum’ dedi. Mü’min adam dedi ki; ‘Ey milletim! Şüphesiz ben sizin için, Nuh milletinin, Âd, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allâh kullara zulüm dilemez. Ey milletim! Feryad edeceğiniz günden sizin hesabınıza korkuyorum. Arkanıza dönüp kaçacağınız gün Allâh’a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allâh’ın saptırdığını doğru yola getirecek yoktur.’” [Mü’min: 40/26, 28-33]
Saraydaki mü’min adam inancını açıklamaya mecbur eden etken, firavunun “Bırakın Musa’yı öldüreyim, Rabbini çağırsın” sözü olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu sözü doğrudan doğruya Musa’nın hayatı için bir tehdit saymıştır. Musa aleyhisselâm, onun lideridir. Davet liderinin hayatı tehlike altındadır. Bu da davetin kendisini tehlikeye sokmaktadır. Bütün bunlara rağmen îmânını gizlemeye devam edecek midir? Davet lideri öldürülürse ve davetin kendisi ortadan kaldırılırsa, gizlediği îmânı artık ona ne yarar sağlayacaktır?
O güne kadar îmânını gizlemesi caiz olmuşsa, şartlar ona elverişli olduğu içindir. Ama şimdi böyle birşey yapması caiz değildir. Nitekim İmam İbn Kesir rahimehullâh şöyle demiştir: “Amaç, bu adamın îmânını gizlediğini bilmemizdir. Firavun -Allâh’ın laneti üzerine olsun- Musa’yı öldürmeye kalkışıp kurmaylarının bu konuda düşüncelerini sorunca, mü’min adam, Musa için korkmuş ve biraz okşayıcı, biraz da korkutucu bir konuşma ile firavunu güzellikle bu işten vazgeçirmeye çalışmıştır.” [Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm: 3/78]
Mü’min adam, firavunun ve saltanatının tüm baskı ve zulmünün üzerine geleceğini bile bile, hakkı haykırmıştır. O, sadece yönetimde işgal ettiği mevkiyi değil, canını dahi kaybedeceğini bilmesine rağmen; Allâh’a tevekkül ederek, îmân çoşkusu ve şecaatle yapması gereken görevi yerine getirmiştir. Ölümle yüzleştiği bu anlarda; Musa aleyhisselâm’ı savunduktan sonra, firavunu ve çevresini Âlemlerin Rabbine tabi olmaya davet etmiş ve “İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allâh’a bırakıyorum. Şüphesiz Allâh, kulları pekiyi görendir.” [Mü’min: 40/44] diyerek Allâh’u Teâlâ’ya tevekkülünü belirtmiştir. Firavun ise, mü’min şahsın bu açık tavır ve muhalefeti karşısında onu da cezalandırmak istemiş ancak sonraki âyet-i kerîmelerde belirtildiği üzere “Sonunda Allâh, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korumuştur.” [Mü’min: 40/45]
Mü’min Adamın Şecaatinden Kesitler
- İnsanları kendisine uymaya çağırması, bir açıdan firavuna meydan okumak ve firavunun halkına yaptığı çağrıyı reddetmek sayılır. Firavun daha önce onlara “Size sadece görüşümü söylüyorum ve sizi ancak doğru yola iletiyorum” demişti. Ama şimdi, mü’min adam onlara “Ey milletim! Bana uyun, ben sizi doğru yola ileteyim” demektedir. Konuşması ve çağrısı, cesaretini ve atılganlığını gösterir. Aksi takdirde, firavunun çağırışını nasıl üst perdeden reddeder veya ondan farklı nasıl bir tercih yapabilir? Bulunduğu yerde ona nasıl meydan okuyabilir ve nasıl yolundan başka bir yola gidebilir?
- Mü’min adam, firavunun otoritesini yok sayarak; davetini işitenlere araştırma, düşünme ve seçme hürriyetini veriyor, bilerek doğru yola eriştirecek bağımsız bir kişiliğe sahip olmalarını istiyor. “Ey milletim! Bana uyarsanız, sizi doğru yola eriştireyim” diyerek seçim hakkını tanıyor.
- Mü’min adam davetinin neticesinde, firavunun söylediklerini çürütmüş; işin gerçeğini ve kimin doğru, kimin yalan söylediğini anlamaları için İslâm dini hakkında onlara sahih bilgiler vermiştir.
Mü’min Adamın Îmânı ve Şecaati Karşısında Firavunun Geri Adımı
Mü’min adamın hikmetli daveti ve muhataplarını etkilemesi karşısında firavunun geri adım attığını âyetlerden anlıyoruz. Geri adım atmasının sebebi, mü’min adamın ortaya koyduğu delillerle ikna olduğu yahut çağrısını kabul etttiği için değildir. Bunun sebebi, mü’min adamın kavmini yanına çekmemesi ve onların huzurunda kendisine yenilmiş görünmek istememesidir. Firavunun geri adım attığını, aşağıdaki âyet-i kerîmeler üzerinden müşahede ediyoruz.
Daha önce, “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. O da Rabbini çağırsın.” diyordu. Şimdi ise, bu istekten geri adım atıyor ve Musa aleyhisselâm’ın Rabbini arama bahanesiyle kulenin yapılmasını istiyor. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle geçmektedir: “Firavun dedi ki: ‘Ey Haman, benim için bir kule inşa et. Umulur ki yollara ulaşırım.’” [Mü’min: 40/36]
Daha önce, Musa aleyhisselâm’ın sihirbaz ve yalancı olduğunu kesin olarak söylüyordu. Şimdi ise “Onu yalancı sanıyorum” diyerek zan ve tahminle konuşmaktadır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle geçmektedir: “Göklerin yollarına (ulaşırım da), Musa’nın ilahına çıkabilirim! Şüphesiz ki ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum.” [Mü’min: 40/37]
Dersler ve Hikmetler
- Mü’min adam, tam zamanında ortaya çıktı ve îmânını açıkladı. Firavunun azgınlığına karşı koydu ve Musa aleyhisselâm’ı başarılı bir şekilde savundu. Çağrısını halka başarılı bir şekilde sundu, onlara başarılı bir konuşma yaptı ve bunun için gâyet güzel yollar izledi. Üslubunu ve kelimelerini isabetli bir şekilde seçerek dinleyicilere davetini aşama aşama ve perde perde anlattı. Ne söylediklerini biliyor ve bir program içinde düşüncelerini sunuyordu. Davet yapmanın ve halkı etkilemenin yolu ve şekli konusunda davetçilere etkileyici bir örnek sunmaktadır. Davet eden ve davetinde başarılı olmak isteyen her davetçinin onu örnek alması ve yolunu izlemesi gerekir. Mü’min adam, çağrısını, yumuşaklık ve nezaketle yaptı, sözlerini belirledi, adım adım ilerledi ve aşama aşama yol aldı. Adımları, aşamaları ve pozisyonları sıra ile gerçekleştirdi ve başarılı bir çağrı yaptı. Neticede halkın kalbine ulaşmayı ve onları etkilemeyi başarmıştır. Firavunun etkili olmasının ve başarılı konuşma yapmasının önüne geçmiştir. Çünkü firavun, halkın karşısına daima tekebbür, ululuk taslama ve zorbalıkla çıkmıştır.
- Firavun, Musa aleyhisselâm’ı öldüreceğini söyleyince firavun ailesinden îmânını gizlemekte olan bir mü’min adam ortaya çıkarak hakkı haykırmış ve “Rabbim Allâh’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz?” diyerek en kritik anda tartışmaya müdahil olmuştur. Bu bize hakkın hatırının her şeyden önde tutulması gereğini göstermektedir. Mü’min adam, bütün dünyevî kaygılardan sıyrılarak îmânının gereğini yapmıştır.
- Firavunlar, kitleleri hafife alarak, akıllarını kiraya vermelerini, düşünmeksizin kendilerine boyun eğmeye çağırırlar. Çünkü halkın yerine kendilerinin düşündüğünü ve bu görevi onların yerine kendilerinin yaptığını, onların yapacağı şeyin sadece itaat etmek ve önlerine koydukları düşünceleri ve görüşleri almak olduğunu söylerler. Buna mukabil tuğyan ehli kendilerine aykırı bir görüşe ve karşılarına dikilecek bir insanın varlığına tolerans göstermezler. Şâyet davetçilerin toplumu etkilediğini hisseder, dizginlerin ellerinden kaçmasından ve halkın davetçilerin tarafına geçmesinden korkarlarsa, geri adım attıklarını sezdirir, bilimsellik ve objektiflik maskesine bürünür ve davetçilerin yalancı olduğunu göstermek için onların davetini ve isteklerini incelediklerini iddia ederler.
- Firavunlar, temel gündemden uzaklaştırmak ve ölüm kalım meselelerini unutturmak için kitleleri ikinci derecede, önemsiz ve tali meselelerle oyalarlar. Hatta temel meselelerden saptırmak için kimi davetçileri bu tuzağa düşürebilirler. Zulmü meslek edinen tuğyan ehli bunun için nice emekler harcar, vakitler ve mallar tüketir, nice enerjileri boşa götürürler. Toplum için hayatî olan konuları unutturmak için yapay ve oyalayıcı gündemler oluştururlar.
- Zalim firavunlar ancak Rabbine tevekkül eden mü’minlerin gücü karşısında geri adım atmaktadırlar. Hakka dayanmayan, zalim ve batıl yönetimlerin karakteri budur. Hak ile batıl arasında fikri bir mücadele veya düello sözkonusu vaki olduğunda mutlaka hak sabit ve muzaffer, batıl ise zayıflamış ve yenilmiş olarak çıkar. Düşünce olarak yenik düşen batıl; apaçık dellillere karşın hapis, dayak, işkence, terör ve öldürme gibi barbarlık yollarına başvurur.
Sonuç
Bu kıssada verilen mesaj; imtihanlarla başbaşa kalındığında îmânı gizlemek değil, îmândan yana net tavır almaktır. Firavunun sarayında îmânını gizleyen mü’min, sorumlulukla karşılaştığında, gizlediği îmânının gereğini yapmış, zalime karşı koymuş, hakkı savunmuştur. Nitekim batılın ve küfrün yapısı zayıf ve temelsizdir, içeriden fethedilebilir. Rabbimizin lütfu ve keremiyle; şirk baronlarının hiç ummadığı yerden nice mü’min erler çıkabilir. Mü’min erler çıktıkları vakit, batıl onun karşısında hiçbir zaman tutunamaz. Binâenaleyh zalim sultanlar karşısında, mü’min adam gibi şecaatiyle hakkı haykıran kullar; o gün firavun ve kavmine çarpıcı âyetler olmuşken; günümüzde de şirk ehli toplukluklara yaşayan âyet olacaklardır. Ve o kullar sabreder ve istikametten ayrılamazlarsa, Rabbimiz onları, zalim tuğyan ehlinin tuzaklarından koruyacaktır.
Duâmız
“Allâh’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.” [Müslim]
Düşmanlarına korku salan şecaat ehli sahâbî Hâlid b. Velîd radiyallâhu anhu, uykularını kaçıran korkulu rüyalar görmeye başlamıştı. Nebimiz aleyhisselâm korkularından emin olabilmesi için kendisine şöyle buyurmuştur: “Yatağına girdiğin zaman şöyle duâ et: Allâh’ın gazabından, azabından, kullarının kötülüklerinden, şeytanların ayartmalarından ve yanıma yaklaşmalarından Allâh’ın tam kelimelerine (hükmüne ve iradesine) sığınırım.” [Muvatta]
Velhamdulillâh, selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 9. Sayı | Nisan 2024 | Alaaddin Cihad
Bir Cevap Yaz