Mukaddime:
Hidâyeti bahşeden ve istikâmet üzere kılan, el-Hâdî olan Azze ve Celle’nin adıyla…
Allâh’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selâm olsun.
İslâm olduktan sonra istikâmet üzere kalabilmek en zor işlerdendir. Hidâyete susamış kalpler bir şevk ve heyecan ile İslâm’ı kabul etmektedir. Ancak çağımızda oldukça yaygın olan fitneler sebebiyle, îmânın verdiği o ilk heyecan, belli bir süre sonra azalmaktadır. Hatta kimi zaman îmân, (Allâh muhafaza eylesin) yerini küfre bile bırakabilmektedir. Bu sebeple İslâm olduktan sonra istikâmet üzere kalabilmek, asıl meseledir.
İnsanoğlu oldukça aciz ve Rabbine muhtaç bir varlıktır. Kalbindeki îmân heyecanını yitirebilmektedir. İşte böyle anlarda salihleri hatırlamak, kalplerdeki heyecanı artıracak, îmânlara îmân katacaktır. Nitekim denilir ki; salihlerin kıssaları Allâh’u Teâlâ’nın ordularından bir ordudur. Onlar vesilesiyle Allâh’u Teâlâ, kalplere sebat vermektedir.
Bizler de buna binâen yazımızda; cennet ile müjdelenen on sahabe olan Aşere-i Mübeşşere radiyallâhu anhum’dan bahsederek, faydalı olacak istikâmet dersleri çıkarmaya çalışacağız. Kendisinden yardım istenecek olan Allâh’u Teâlâ’dır.
Aşere-i Mübeşşere Kimdir?
Aşere-i Mübeşşere; Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in ismini zikrederek cennetle müjdelediği on sahabedir. Onlar, Ashâb-ı Kirâm arasında en hayırlı kimselerdir. Rasûlullâh aleyhisselâm, dâvet yıllarında onları özenle seçmiş ve onlara özel bir muamelede bulunmuştur. İslâm’ın ilk yıllarında îmân eden bu zâtlar, İslâm Dini’nin yeryüzüne yayılmasında büyük görev üstlenmişlerdir. Onlar, tevhîd dâvâsının kolon ve kirişleriydiler. Bugünlere kadar gelen İslâm Dini’nin temelleri onlar vesilesiyle atıldı. İsimlerini şöyle sıralayabiliriz: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebû Vakkās, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Saîd b. Zeyd. Allâh hepsinden razı olsun.
Aşere-i Mübeşşere’nin Bazı Ortak Vasıfları
Aşere-i Mübeşerre’yi ayrıcalıklı kılan birçok vasıfları vardır. Onlardan bazıları şunlardır:
- Ömer radiyallâhu anhu hariç sayılan bu on sahabemiz, İslâm’ın henüz ilk yıllarında îmân eden kimseler olup tevhîd dâvetine çok önemli katkıda bulunmuşlardır.
- Her biri Kureyş kabilesine mensub olup nesebleri Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile birleşmektedir. Bu sebeple “Aşere-i Mübeşşere” ifadesini “Kureyş’ten cennetle müjdelenen on sahabe” olarak anlamamız daha doğru olacaktır.
- Bedir Savaşı’na ve Rıdvan Beyâtı’na katılmışlardır. Rıdvan Beyâtı’na katılamayan Osman radiyallâhu anhu’nun adına Rasûlullâh aleyhisselâm kendi ellerini birleştirmiş ve onu da biat edenlerden saymıştır.
- Onların Allâh’u Teâlâ’yı ve Rasûlü’nü sevdikleri bizzat Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından açıklanmıştır.
- Allâh yolunda, yakınlarıyla savaşmaktan asla çekinmemişlerdir. Nitekim Mücâdele Sûresi’nde geçen şu âyet-i kerîmenin onlar hakkında nâzil olduğu rivâyetlerde geçmektedir: “Allâh’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları bile olsa, Allâh’a ve Peygamber’e karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin” [Mücadele: 58/22]
Aşere-i Mübeşşere’nin İslâm’daki Yeri
Peygamberlerden sonra insanların en hayırlıları Sahabe-i Kirâm, Sahabe-i Kirâm’ın en hayırlıları Bedir ehli, Bedir ehlinin de en hayırlıları Aşere-i Mübeşerre’dir. Rasûlullâh aleyhisselam’ın onları, bizzat isimlerini zikrederek cennetle müjdelemesi bu gerçeği göstermektedir.
Aşere-i Mübeşşere’nin İslâm âlimlerinin nezdinde de çok önemli bir yeri vardır. İmam Ahmed rahimehullâh el-Müsned’ine Aşere-i Mübeşerre’nin rivâyetleriyle başlamıştır. Taberâni’nin el-Muʿcemü’l-kebîr’inde ve Nuaym el-İsfahânî’nin Ḥilyetü’l-evliyâ’sında da aynı sıralamayı görmekteyiz. Hayırları sonucunda onlara bu şerefi bahşeden Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamdolsun.
Aşere-i Mübeşşere ve İstikâmet
Cennetle müjdelenen bu on sahabemizin, îmânda sebat eden istikâmet ehli olduklarını görmekteyiz. Onlar, İslâm’ın ilk ve zorlu yıllarında îmân edenlerdir. İmtihanların en çetin olduğu zamanlarda dahi Rasûlullâh aleyisselâm’ı asla yalnız bırakmadılar. Her türlü sıkıntıya göğüs gerdiler. Dâvânın ağırlığını iliklerine kadar hissettiler. Buna rağmen Aşere-i Mübeşşere dediğimiz bu kemik kadrodan, sonuna kadar hiçbir eksilme görülmemiştir. Asil olan Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in asil dostları, canlarını Rablerine teslim edinceye kadar aynı inanç, menhec, söz ve hedef üzere sabit kalabildiler.
Müjdeye Rağmen İstikâmet
İnsanoğlunun fıtratında olan bir haldir ki genişlik zamanlarında rahatlayıverir. Bir şey hakkında müjde işitmeyedursun o şeyi garantilemişçesine kendini emin hissedip disiplinini kaybeder. Korku ve endişelerini unutur ve rehavete kapılır. Ne de olsa artık müjdelenmiştir!
Bu durum normal olan insanlar için geçerlidir. Ancak öyle ya! Ashab-ı Kirâm diğer insanlara göre pek de normal sayılmazdı. Çünkü onlar seçilmişti. Abdullâh bin Mesud radiyallâhu anhu’nun şu sözü sahabemizin seçkinliğini çok güzel ifade etmektedir: “Allâh kullarının kalplerine bakmış, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in kalbini onların en hayırlısı bularak kendisi için seçmiş ve O’nu, risaletini insanlara ulaştırmak için göndermiştir. Rasûlullâh aleyhisselâm’dan sonra kullarının kalplerine yeniden bakmış ve O’nun ashabının kalplerini kulların kalplerinin en hayırlıları bulmuştur. Bundan dolayı Nebi’sinin, O’nun dini uğrunda savaşan yardımcıları kılmıştır.” [Ahmed] Bu sebeple, Allâh’u Teâlâ’nın seçtiği bu özel insanlar diğerlerinden daha farklıdırlar.
Rasûlullâh tarafından, bizzat isimleri anılarak cennetle müjdelenmelerine rağmen, ismi geçen bu on sahabemizin istikrarlarında hiçbir değişiklik görülmemiştir. Bu müjde sonucunda dâvâlarına bağlılıkları hiç eksilmemiştir. Rehavete kapılarak cehennem azabına karşı kendilerini emin hissetmemişlerdir. Bilâkis onların, akibetleri için duydukları korkuları ve endişeleri, ölüm kendilerini buluncaya kadar hep devam etmiştir. Öyle rivâyetlere rastlamaktayız ki duyduğunda insanın tüyleri diken diken olmaktadır. İşte Aşere-i Mübeşşere’den Osman radiyallâhu anhu… O’nun şu sözü konuya güzel bir misaldir: “Cennetle cehennem arasında bulunsam da hangisine gireceğimi bilmesem, bunu öğrenmeden önce çürüyüp toprak olmayı tercih ederdim.” [İmam Ahmed: Kitabu’z-Zühd]
Cennet ile müjdelenmelerine rağmen Allâh’tan böylesine korkabilmek, Aşere-i Mübeşşere’nin kıymetini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
İstikâmet Ehli Sahabemizin Güzel Özellikleri
Allâh’u Teâlâ’nın istikâmet nimetine mazhar kıldığı Aşere-i Mübeşşere’ye baktığımızda çok güzel vasıflara haizdiler. Onların bu vasıflarını, sahabemizin özelliklerini anlatan bir âyet-i kerîme üzerinden anlatmak istiyoruz. Nitekim Aşere-i Mübeşşere, Ashâb-ı Kirâm’ın tohumudur. Rabbimiz Azze ve Celle Fetih Sûresi’nin 29. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:
“Muhammed, Allâh’ın elçisidir. O’nunla beraber bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken, Allâh’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar… Allâh böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allâh, inanıp yararlı işler yapanlara, bağışlama ve büyük ecir vaat etmiştir.” [Fetih: 48/29]
Âyet-i kerîmede geçen, Ashâb-ı Kirâm’ın ve onların mayası olan Aşere-i Mübeşşere’nin güzel vasıflarını maddeler halinde açıklayalım:
- “O’nunla beraber bulunanlar…” Onlar, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın her daim beraberinde bulunan sadık dostlardı. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in emrine, her daim âmâde oldular. Rasûlullâh aleyhisselâm’ı seviyorum demek bir iddiadır ve ispat gerektirir. İşte bu ispat, tevhîde ve Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem sünnetine sadâkat ile sarılmayla mümkündür.
- “İnkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.” Onlar, kâfirlere karşı oldukça serttiler. Sınırları, keskin hatlarıyla ortadaydı. Tevhîdî duruşlarıyla küffâra karşı oldukça izzetli ve vakarlıydılar. Müslümanlar karşısında ise güzel ahlâk sahibi, bağışlayıcı ve merhametliydiler. Bugün ise Müslümanların şirk ehline olan buğuzları azaldı, hayatları onların hayatlarıyla kesişti, birbirlerine olan bağlarıysa oldukça zayıfladı. Ticaret ve benzeri sebeplerle kâfirlere yüzler yumuşarken, Müslümanlara yapılan gereksiz tavırlar moda oldu. Bu ne hüsran bir durum!
- “Onları rükûya varırken, secde ederken… görürsün.” Onlar, zamanlarının çoğunu ibâdetle geçiren âbid kimselerdi. Her biri gündüz mücahid, gece ise rükû ve secde ile Rablerinin huzurundaydılar. Amel, özellikle de namaz, bu dinin vazgeçilmezidir. Sahabemiz radiyallâhu anhum’u üstün kılan en önemli sebeplerden biri de onların farz ve nafile namazlara ve sair ibâdetlere çokça sarılmalarıydı. Allâh bizleri âbidlerden eylesin, Allâhumme âmin.
- “Onları… Allâh’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün.” Onlar Rabbe ram olmuş mutevâzı kimselerdi. Kulluğun hakikatini bilmiş, bir ayakkabı bağcığını dahi Rablerinden isteyen kimselerdi. Allâh’u Teâlâ’dan, dünyanın ve ahiretin saadetini dileyen duâ ehli kimselerdi. İnsanoğlu acizdir ve her anında Rabbine muhtaçtır. Bu sebeple Allâh’u Teâlâ’dan rızasını, lütfunu, keremini her daim istemeliyiz.
- “Allâh böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir.” Onlar, İslâmı hayat edinmiş, İslâm şiarlarıyla yaşayan bir toplumdu. Böylece kâfirlerin huzurunu kaçırır, morallerini bozar ve onları öfkelendirirlerdi. Mü’minlere ise bir gönül ferahlığı, moral ve huzur verirlerdi. Acaba bugün Müslümanlar bu durumda mıdırlar?! Ey Müslüman kardeşim! Unutma ki, İslâm’ı hayat edindiğin ve İslâmî şiarlara büründüğün an kâfirler senden nefret edecektir. Müslümanlarsa sana gönül verecektir. Rabbimizin istediği de budur.
Âyette zikredilen bu güzel vasıflar sahabenin, bilhassa Aşere-i Mübeşşere’nin neden özel kimseler olduklarını, Allâh’u Teâlâ’nın neden onları istikâmet ehli kıldığını gözler önüne sermektedir. Onlar, Allâh’u Teâlâ’nın razı olduğu hasletleri zâhirlerine ve bâtınlarına yerleştirmişler, Allâh’u Teâlâ’da onları istikâmet üzere eylemiştir.
Bilinmelidir ki el-Adl olan Allâh Azze ve Celle hak edene hak ettiğini vermektedir. Allâh’u Teâlâ, tezkiye edilmiş bir kalbe ve sâlih amellere sahip olan kulu, istikâmet üzere eyler. Bunun zıttına ise, Rabbimiz tarih boyunca, kötü kalp ve bozuk amel sahiplerini saptırmıştır. Bugün istikâmet üzere olmak isteyen Müslümanların, Aşere-i Mübeşşere’nin bu güzel özelliklerine, gücü yettiği ölçüde bürünmesi kaçınılmazdır.
Sonuç:
Yazımızda cennetle müjdelenen on sahabemizin istikâmet üzere duruşlarından bahsetmeye çalıştık. İstedik ki ümmet onları tefekkür etsin de istikâmet ehli olması gerektiğini hatırlasın. Çünkü onlar, Ümmet-i Muhammed için maya gibidirler. Onları örnek alan bir toplum en güzel şekilde mayalanır.
Yazımızın sonlarına doğru Aşere-i Mübeşşere’nin Allâh’ın râzı olduğu, bazı güzel vasıflarına da değindik. Ve şunu yakînen öğrendik ki Allâh, ancak râzı olduğu kulları istikâmet ehli kılmıştır ve kılacaktır.
Bizler de Aşere-i Mübeşşere gibi istikâmet üzere olmak istiyorsak, onların edindiği güzel vasıfları edinmeliyiz. Allâh’ın dinine ihlâsla bağlı muttakî kullar olmalıyız. Allâh’u Teâlâ böyle kullarını sırât-ı müstakîmden ayırmayacaktır, inşallâh.
“(Ey Allâh’ım!) Bizi dosdoğru yola, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” [Fâtiha: 1/6-7] Allâhumme âmin.
Selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 9. Sayı | Nisan 2024 | Ali Eren
Bir Cevap Yaz