Kullarına hidayet bahşeden ve onlara istikâmeti gösteren el-Hadi olan Allâh’ın ismiyle… Salât ve selâm önderimiz ve rehberimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, onun alinin ve ashabının üzerine olsun.
İlerleyen yaşımda, lutfu ve ihsanıyla seçkin bir dergiye yazı yazmaya muvaffak kılan Allâh’u Teâlâ’ya sonsuz şükür ve hamdu senalar olsun. Dost ve kardeş Minhâc Dergisi’nin kucak açarak dergide yer vermeleri, beni ziyadesiyle bahtiyar kılmıştır. Derginin yayın hayatındaki gayretli ve azimli çalışmalarının istikrar ve istikâmet üzere daim olmasını diliyorum. Tevhîd sancağını yarınlara taşıyacak, bilinçli ve şuurlu muvahhîd dava erleri yetiştiren Minhâc Dergisi ailesinin hocaları ve eğitim kadrolarına şükranlarımı iletiyorum. Umutla beklenen ve sorumlulukları kuşanan dava öncüleri olmaları ve Cennet-i Firdevs’de Nebi aleyhisselâm’a komşu olmalarını dileyerek, Rabbimizin izni ve inayeti ile yazıma başlamak istiyorum.
Kulun sahip olduğu hayatı; bir inanç, ilke, düşünce ve idealleri çerçevesinde yaşaması gerekir. Derdi, davası ve hedefi olmayan bir insan, sıradan, etkisiz, niteliksiz, sessiz ve sönük bir hayat yaşar. Basit, değersiz ve önemsiz bir nesne gibi ölür. Hayata anlam katan ve kazandıran şey, insanın içinde bulunduğu inanç ve mücadelesidir. Nitekim insan; hak ya da batıl, doğru yahut yanlış olsun, inandığı dava, düşünce, ilke ve prensiplere daima samimiyetle, sadakatle, fedakarlıkla ve özveriyle bağlı olmalıdır. Bu doğrultuda inancını hayatının merkezine koyarak, gerekliliklerini yerine getirip; istikâmet üzere olmalı ve mücadelesini istikrarlı bir şekilde sürdürmelidir. Bu bağlamda istikâmet kavramını önce anlamaya çalışalım.
İstikâmet
Muvahhîd bir mü’minin yegâne hayat nizamı olan İslâm’ın reddettiği her türlü aşırılıktan sakınarak, emredildiği gibi doğruluk üzere bulunması anlamına gelen istikâmet; sözlükte “doğru, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı” manalarında kullanılmaktadır. Arapça sözlüklerde, istikâmet kelimesiyle ilgili olarak genellikle “dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aşırılıktan sakınma, Allâh’u Teâlâ’ya itaat edip, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın sünnetine uyma” şeklinde özetlenebilecek açıklamalar yapılmıştır. Rağıb el İsfahani istikâmet kelimesinin, düzgün bir çizgi gibi dosdoğru yol hakkında kullanıldığını ve bundan dolayı hak ve hakikat yoluna “Sıratı müstakim” denildiğini ifade ettikten sonra istikâmetin insanla ilgili olarak “dosdoğru yol üzerinde sapmadan ilerleme” demek olduğunu belirtir. [TDV İslâm Ansiklopedisi: C.23 sh.385] İslâm ıstılahında ise istikâmet; imânda ve amelde Allâh’u Teâlâ’nın emrettiği ve razı olduğu gibi davranmaktır.
- İstikâmet; her şeyin kendisi ile kemal bulduğu (ahlakî ve dinî) bir derecedir. Her nevi hayrın husule gelmesi, nizama konulması ve cehdin zayi olmaması ancak istikâmet üzere olmakla mümkündür
- İstikâmet; Allâh’u Teâlâ’nın emrettiği ve razı olduğu kulluk vazifelerini, yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasûlullâh aleyhisselâm’ın sünnetinde olduğu gibi yaşamaktır.
- İstikâmet; gerek inançta gerekse amelde tağutu bütün yönleriyle reddedip, tevhîde bir bütün olarak teslim olmaktır. Şirkten, küfürden, bidat ve hurafelerden arınarak tamamen tertemiz olmak, böylece tevhîde, imâna ve İslâm’a sarılmak, emrolunan ibâdetleri gösterildiği şekilde yerine getirmek istikâmet üzere olmak demektir.
- İstikâmet; tevhîd ve taat üzere olarak Allâh’u Teâlâ’ya itaatin hakkını vermektir. İstikâmet üzere olmanın hududlarını Allâh’u Teâlâ belirlemiştir. Kul, Rabbinin çizdiği sınırlara göre istikâmet üzere olmalıdır.
- İstikâmet; doğru yolda doğru yürümek demektir. Hem yolun dosdoğru hem de yürüyenin dosdoğru olması gerekir. İfrat ve tefritten uzak, aşırılığa kaçmadan, itidal üzere bulunup orta yolu takip etmek demektir. İstikâmet üzere yaşamak, Allâhu Teâlâ’nın emri, Peygamber aleyhisselâm’ın sünnetidir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Peygamber aleyhisselâm’ın şahsında bütün mü’minlere istikâmet üzere yaşamalarını emretmiş, Peygamber aleyhisselâm da bu emre sımsıkı sarılarak bize örnek olmuştur.
- İstikâmet; kalbe tevhîd, davranışlara ise salih amel olarak yansır. İstikâmet üzere olmak, her türlü aşırılıktan uzak, dengeli, kararlı ve hak yol üzere istikrarlı bir hayat yaşamanın adıdır.
İstikâmet ve İmân İlişkisi
Akidede tağutu her yönüyle reddederek sünnet üzere yaşamak, istikâmet sahibi olmanın gereğidir. Allâh’u Teâlâ’nın emir ve nehiyleri olan Kur’ân’ı Kerîm ve onun hayata uygulanış şekli olan Rasûlullâh aleyhisselâm’ın sünneti müslümanların bütün hayatını kuşattığı ve yönlendirdiği zaman, istikâmet üzere olmak kâmil manada yerini almış olur.
Süfyan b. Abdullah es-Sekafi radîyallâhu anh anlatıyor: “Ya Rasûlullâh, İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki onu, senden sonra hiç kimseye sormayayım dedim. Rasûlullâh aleyhisselâm: ‘Allâh’a imân ettim de ve dosdoğru (istikâmet sahibi) ol!’ buyurdu. [Müslim] Cevamiu’l-Kelim olan Rasûlullâh aleyhisselâm, yirmi üç senede bütün tafsilatıyla anlattıklarını bu hadis ile hulasa etmiştir.
İslâm’ın gayesi, insanlara öncelikle tevhîd ilkesine dayalı bir inancı kabul ettirmektir. Güzel söz ve salih amel ancak istikâmet üzere olan imânla anlam kazanır. İmân olmadan ameller kabul olmayacağı gibi güzel işlerle desteklenmeyen imân da kemale ermez. Mü’min, Allâh’u Teâlâ’ya imânla birlikte güzel amel işleyen ve istikâmet üzere daim olandır.
Allâh ve Rasûlü’nün beyan buyurduğu hüküm ile hükmetmek; hiçbir tercihi söz konusu etmeden amel işlemek, istikâmeti arzulayan her muvahhîd mü’minin kulluk vazifesidir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allâh ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allâh’a ve Rasûlüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” [Ahzab: 33/36]
İşte gerçek istikâmet! İstikâmet sahibi onlardır ki; Allâh ve Rasûlü aleyhisselâm’ın hükmüne tam teslim olup akide ve amel konusunda emredileni itirazsız yapanlar.
İmam Gazali rahimehullâh şöyle demektedir: Doğru yolda ve ortada istikâmet çok zordur. Fakat insan tam manasıyla istikâmet edemese de istikâmete yaklaşmaya gayret etmelidir. Felah ve kurtuluşu arzu eden, iyi bilmelidir ki, kurtuluş ancak imân ve salih amelle mümkündür. Salih ameller ise, güzel ahlâktan doğar. Herkes, kendi sıfat ve ahlâkını araştırsın ve sıralasın, sonra teker teker tedavilerine baksın. [İhyau’ Ulumi’d-Din]
İstikâmet Sahibi Nasıl Olunur?
Emrolunan sınırlar içinde, emrolunduğu şekilde, dürüst bir yaşayışı sürdürmek, takdir edileceği gibi büyük bir ciddiyet, hassasiyet ve gayret ister. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Artık sende beraberindeki tevbe edenler de emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz 0 (Allâh)bütün yaptıklarınızı çok iyi görendir.” [Hud: 11/112] Ancak bu zor bir iştir. Nitekim Peygamber aleyhisselâm bu âyetten ötürü “Beni Hud suresi ihtiyarlattı” buyurmuştur. Hayatı boyunca istikâmet üzere yaşayan Peygamber aleyhisselâm ashabına da böyle yaşamalarını tavsiye etmiştir.
İstikâmet üzere yaşamak, fevkalade dikkat ve gayret ister. Dosdoğru yolda olmada, kalbin ve dilin dürüstlüğü büyük önem arz eder. Kalp, bedenimizdeki tüm organların komutanıdır. Bir olan Allâh Azze ve Celle’ye imân edip dürüstlüğü benimseyen kalp, diğer organları etkiler. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer organların tavırlarına etki eder. Nitekim bir hadis-i şerifte, her sabah bütün organların dile hitaben; “Bizim hakkımızda Allâh’tan kork, biz sana bağlıyız, sen doğru olursan biz de doğru oluruz, sen eğri olursan biz de eğriliriz.” [Tirmizî] Dedikleri bildirilmiştir. Bu doğru sözlü olmanın önemini göstermiştir. Bir başka hadiste de Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imânı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” [Ahmed] O halde özüyle ve sözüyle dosdoğru olmak gerekmektedir. Peygamber aleyhisselâm’ın; “Allâh’a inandım de sonra da dosdoğru ol !” tavsiyesinin manası budur. İslâm’ın özü de bundan ibarettir.
İstikâmet sahibi olmak, hayatın her merhalesinde ve her yönünde Kur’ân’a ve Sünnet’e tabi olup İslâm üzere sebat etmekle olur. Gerek ferdî, gerek ailevî ve gerekse ictimâî hayatı, Kur’ân’a ve Sünnet’e tabi kılmak, istikâmet üzere olmanın vazgeçilmez şartıdır. Kadın olsun, erkek olsun mü’min şahsiyet, dünya işlerinin bütününü ahirete göre ayarlar. Ekonomide, hukukta, siyasette ve ticarette Allâh’u Teâlâ’nın rızasını gözeterek, O’nun emir ve nehiylerine göre davranır. Allâh’u Teâlâ’nın koyduğu helal ve haram sınırlarını hakkıyla korur. Bu sınırları asla çiğnemediği gibi başkalarının çiğnemesine de kesinlikle razı olmaz.
İstikâmet Ehlinin Özellikleri
Gerçek mücadele; hak olan davaları uğruna çözülme ve çaresizlik içinde geri adım atmadan, inanç ve ilkelerinden taviz vermeden ortaya koyulandır. Kişi bu konuda istikrarlı olmalı, azim ve sabırla mücadelesini devam ettirmelidir. Hak davası uğruna, adaletin gerçekleşip hayat bulması için davasını sebatla savunmaya devam etmelidir.
İstikâmette istikrar sahibi olmak, belli bir çizgide devamlı ve daimî bulunmaktır. Davasının mücadelesini istikrarlı ve istikâmet üzere sürdürmektir. Bu hususta hak bildiğimiz yoldan dönmemek, kaçmamak ve korkmamaktır. Geri adım atmadan sonuna kadar istikâmet üzere olmak imânî bir sorumluluğumuz olmalıdır.
İstikrar sahibi olmayan, aceleci, bedel ödemekten kaçınan, davasının hakkını vermek istemeyen, rahatına, nefsine, menfaatine düşkün olan insanlardan istikâmet beklemek olanaksızdır.
İmam Hasan el-Basri rahimehullâh şunları beyan etmiştir: “Bir kul, cennet ve cehennemin varlığına kesin olarak inanırsa, mutlaka Allâh’tan korkup sakınır, istikâmet üzere olur. Ölünceye kadar da iktisatlı davranır!” [El-Bidaye ve’n-Nihaye]
İstikâmetin Bölümleri
İslâm dininde istikâmet denildiğinde, öncelikle doğru ve sağlam bir itikada sahip olmak anlaşılır. Kavramın daha iyi anlaşılması noktasında, maddeler halinde anlatılmasının daha uygun olacağı anlayışıyla, istikâmet aşağıda bölümler halinde şöyle sıralanmıştır.
- İmânda istikâmet: Allâh-u Teâlâ’ya hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Tevhîd ve vahdeti korumaktır.
- İbâdette istikâmet: ölüm bize gelinceye kadar kulluk vazifemize sadık kalmaktır. İbâdetlerimizi yalnızca Allâh’a has kılmak, her türlü riya ve gösterişten arınmaktır.
- Ahlâkta istikâmet: Rasûl-u Ekrem aleyhisselâm’ın örnek ahlakını rehber edinmektir. Ülfet ve muhabbeti, nezaket ve zarafeti hayatımıza hâkim kılmaktır. Yalan ve hileye, zulüm ve haksızlığa asla tevessül etmemektir. Kul ve kamu hakkını ihlal eden davranışlardan kaçınmaktır.
İstikâmetin Kula Faydaları
“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allâh’dır” deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu), artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” [Ahzab: 46/13]
Bu âyette öncelikle doğru olanlar, dosdoğru bir yol tutanlar için hiçbir korkunun olmayacağı o günde, istikâmet üzere olanların cehennem azabı ile karşılaşmayacaklarını ve mahzun olmayacaklarını anlıyoruz. Bir sonraki âyette: “İşte onlar, cennet halkıdır, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedî olarak kalacaklardır.” [Ahkaf: 46/14] diye buyurmaktadır. Bu âyetten korku ve mahzuniyetin Rabbimizin azabı olduğu anlaşılmaktadır. Âyetin ilk kısmından da bu doğru yolun kaynağının ne olduğunu anlıyoruz. Doğru yolun kaynağı; Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı “Rab” olarak kabul etmektir. Rab; insanın efendi ve malik olarak, terbiye eden ve yetiştiren, ihtiyaçları karşılayan, kefil, gözetici, koruyup kollayan, ıslahla sorumlu olan, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen, güç ve egemenlik sahibi olarak sadece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı kabullenmesidir. Dolayısıyla cehennem başta olmak üzere bütün korkulardan beri olmak için rab olarak sadece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birlemek ve O’nun gösterdiği yolda yürümek gerekir. Yine Fussilet Suresi 30. âyet de benzer şekilde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allâh’dır deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanalar (yok mu) onların üzerine melekler iner (ve derki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’dolunan cennetle sevinin.” [Fussilet: 41/30] Ebu Bekr es-Sıddık’tan radîyallâhu anh: “Sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar” buyruğunu, Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar, diye açıkladığı rivayet edilmiştir.
“Dosdoğru yol” ve “Rab” kelimelerinin Kur’ân’da birçok yerde birbiri ile ilişkili olduğu görülmektedir. Örneğin her gün namazlarda okuduğumuz Fatiha’da “Alemlerin Rabbi” olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd ettikten sonra kendisinden bizleri “dosdoğru yola” iletmesini dileriz. Yine Rabbimiz Hud suresi 112. Âyette Rasûlüne hitaben: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” derken bir önceki 111. Âyette “Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” diye buyurmaktadır.
Abdullâh b. Mes’ud radîyallâhu anh’ın anlattığına göre Peygamber Aleyhisselâm bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve etrafına toplanan sahabeye şöyle dedi: “İşte bu Allâh’ın dosdoğru yoludur.” Sonra da bu düz çizginin sağ ve sol taraflarına başka çizgiler çizerek, “Bunlar da diğer yollardır ki her birinin başında bir şeytan bulunmakta ve kendi yollarına çağırmaktadır.” Dedi ve “İşte bu benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır.” [Enam: 6/153] âyetini okudu.
Sonuç
Özetle, kurtuluşun anahtarı “Rabbim Allâh’dır” deyip, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın indirdiği vahye tabi olmaktan geçmektedir. Başka bir deyişle; kişi bu dünya hayatında yaptığı her davranışın ölçüsünü Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın belirlediği kurallardan almalıdır. Dolayısıyla “Rabbim Allâh’dır” diyen bir müslüman nasıl olur da Allâh’u Teâlâ’nın “Rabliği” gereği şeriatın belirlediği helal ve haramları ölçü almak yerine, kafir batının nizamı olan demokrasiyi benimseyebilir?
Gayri İslâmî nizamlar ve bu nizamda yönetici olan tağutlar, insanları istikâmetten saptırır. Onlara uymanın hiçbir mazereti olamaz. Aslî vazifemiz, Allâh’u Teâlâ’ya kulluk ve davettir. Yeryüzünde İslâm’ın hakimiyeti inancı ve amacından saparak elde edeceğimiz başarı gerçek bir zafer değildir. Gerçek zafer; ancak hak yolda, ısrarcı bir şekilde istikâmetten ayrılmadan, ciddiyet ve samimiyetle yürümek ve hedefe varmak olmalıdır. Yazımı bir âyeti kerîme ile noktalamak istiyorum. “Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki; Allâh’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (Şehid oldu)kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmediler.” [Ahzab: 33/23]
Duâmız
“Ey Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyi kullar arasına kat. Bana benden sonrakiler içinde güzel bir şekilde anılmayı nasip eyle. Beni nimetlerle donatılmış cennetin mirasçılarından kıl.” [Şura: 26/83-85]
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.
Selâm ve duâ ile …
Minhâc Dergisi 9. Sayı | Nisan 2024 | Hayrettin Gökçe
Bir Cevap Yaz