Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle… Hamd, Müslümanları aşırılıktan sakındıran, dosdoğru yolu gösteren ve el-Hâdî olan Allâh’u Teâlâ’ya mahsustur. Rehberlerin en doğrusu ve bizlere istikâmette öncülük eden Rasûlullâh’a, âline ve ashâbına salât ve selâm olsun.
Değerli okuyucu! Her Müslüman, günde beş vakit, Rabbimizden “Sirât-ı Mustakîm”i, yani dosdoğru yolu dilemektedir. Belki de çoğu kişi bunun mânâsını veyâhut önemini bilmiyordur. İstikâmet kavramı ise tam olarak bu konu ile alâkalıdır. Allâh’u Teâlâ’nın bizlere emrettiği ve Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in bize rehberlik ettiği dosdoğru yolu bulmak için, İstikâmet kavramını önce iyi anlayıp, hayâtımızda uygulamamız gerekir. Yardım ve başarı Allâh’u Teâlâ’dandır.
İstikâmetin Tanımı
Lügatte “doğru, düzgün, dengeli ve sâbit olmak” anlamına gelir. Istılâhta ise, dosdoğru yol üzere sapmadan ilerlemek demektir. Allâh’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarında i’tidâl ehli olmak ve aşırıya gitmemek üzere Kur’ân ve Sünnet’e uymaktır. İstikâmet, dünyâ nîmetleri karşısında sabır, kanâat, tevekkül, zühd gibi kavramlarla Kur’ân ve Sünnet’in ortaya koyduğu ölçülü ve duyarlı ahlâktır. Müslümanlar’ın ilk hedefi olan tevhîd ile başlayarak istikâmet üzere kalmaktır.
Allâh’u Teâlâ istikâmet üzere olanları şöyle müjdeliyor: “Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allâh’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar; işte onların üzerine melekler sürekli inecek ve: ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennet ile müjdelenip sevinin’ diyeceklerdir” [Fussilet: 41/30] aynı şekilde Ahkâf suresinde: “Şüphesiz; ‘Bizim Rabbimiz Allâh’tır’ deyip sonra istikâmet sâhibi olarak dosdoğru yaşayanlar, onlar için asla korku yoktur ve onlar mahzûn olmayacaklardır” buyurdu. [Ahkâf: 46/13]
Âyetlerden de anlaşıldığı üzere Allâh’a îmân edip istikâmet üzere olanlar, cennet ile müjdelenmişlerdir. Bunun tam tersi olan sapkınlık ise yerilmiştir ve cehennem ile tehdit edilmiştir. Zamanla bâzı mutasavvıflar ve tarîkatlar sözde dünyâya büsbütün sırt çevirip aşırı noktalara kadar giderek sapkınlığa gitmişlerdir. Ancak Ehli-Sünnet âlimleri bu tutumu i’tidâl ehli olmaktan saptıkları için eleştirmişlerdir. Diğerleri ise âhireti unutup, Allâh’u Teâlâ’dan ve âyetlerinden yüz çevirerek nefislerinin yolunda sapmışlardır. Dînlerini oyun ve eğlence edinen ve dünyâ hayâtının kendilerini aldattığı kimselerdir. İnsânların bu yollara sapmalarının en büyük sebebi cehâlet iken, bazı insânlarda bunu mâzeret görmüşlerdir. Hâlbuki bir şeyin sebebi aynı zamanda nasıl mâzereti olabilir? İnsânlar hakîkati bulmak isteselerdi, adâleti en yüce olan Allâh’u Teâlâ elbette onlara el-Hâdî olan ismiyle hidâyet ederdi. Lâkin insânlar çıkarları için tâğûtlara kul olmayı seçiyorlar.
Müslüman vasat ehlidir, dosdoğru yolu bulmak için Kur’ân ve Sünnet ona yeter. Bu zamanın fitnesi ile Müslüman’ın kendini muhâfaza edip îmânını koruması zor olsa da bizler İslâm’ın esaslarına sâdık kalırsak, Rabbimiz bizlere de sahâbemiz gibi istikâmet üzere kalmayı nasip eder. Nitekim O, şöyle buyurmuştur: “İşte böylece bütün insânlara tanıklık etmeniz, Nebî’nin de size tanık olması için sizi, doğru yolun tam ortasında giden bir ümmet yapmışızdır. Zâten evvelce yöneldiğin Kâ’be’yi kıble yapışımızdan maksat da ancak Nebî’ye uyacak olanları, iki topuğu üstünde gerisin geriye döneceklerden ayırt etmektir.” [Bakara: 2/143]
İstikâmetin Hükmü
İstikâmet üzere olmak ve kâmil bir kul olarak Allâh’u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak her Müslüman’ın dileğidir. Esâsen bu Müslümanlığın gereğidir ve bunun için mücadele etmek kaçınılmaz bir farzdır. Allâh’u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde bizlere istikâmet üzere olmamızı ve sebât etmemiz gerektiğini emretmiştir: “Artık emir olunduğun gibi istikâmette bulun. Senin ile berâber tövbe edenler de istikâmette bulunsunlar. Taşkınlık etmeyin. Çünkü O, işlediklerinizi görür.” [Hûd: 11/112]
Fahreddîn er-Râzî, bu emrin îtikâdî ve amelî hükümlerin tamâmını kapsadığına işâret ederek bu konularda her türlü aşırılıktan uzak bir şekilde yaşamanın güçlüğüne dikkat çekmiştir. Şâyet bu asıl, insânın hayâtı boyunca uygulaması gerektiği ve hiçbir şekilde tâviz veremeyeceği bir unsurdur. İnanç esaslarında da olduğu gibi buradaki en ufak sapkınlık bile insânın dalâletine sebeb olabilir.
Nebîlerin gönderiliş sebebi de istikâmet üzere olmanın farz oluşuna delâlet eder. Şâyet bütün Nebîlerin ortak görevi, insânları Tevhîd’e dâvet etmektir. Tevhîd ise yolların en doğrusudur ve istikâmet kavramının başlangıç çizgisidir. Bundan sonraki adımlar bir Müslüman için dâima bu minhâc üzere kalma çabasıdır. Bu yüzden her Müslüman günde en az 17 defâ “Bizi sırât-ı müstakîme ilet!” [Fâtiha: 1/6] diyerek duâ eder. Bu ise sadece farz namazlarındadır. 5 vaktin sünnetleriyle birlikte günde yaklaşık 40 defa okunmaktadır. Yani her Müslüman senede en az 14.600 defa Allâh’u Teâlâ’dan dosdoğru yolu dilemektedir.
Huzeyfe bin Yemân radîyallâhu anh, kârîlere sorumluluklarını hatırlatırken; “İstikamet sâhibi olunuz, o zaman herkesten önde bulunursunuz; eğer sağa sola yalpalarsanız tam bir dalâlete saptınız demektir” [Buhârî] şeklinde uyarıda bulunmuştur.
Bu rivâyetteki istikâmeti İbni Hacer, fiil ve terk olarak Allâh’u Teâlâ’nın emrine sımsıkı sarılmak diye açıklamışlardır. Sonuç olarak her mü’min’in istikâmet üzere yaşaması farzların üstünde bir farzdır.
İstikâmetin Önemi
Muhakkak ki her Müslüman, hatta aklı başında olan her insân dosdoğru yol üzere olması gerektiğini ve sapkınlığın yerilmiş olduğunu bilir ve kişiye bunun hakkında sorsan, bundan daha önemli bir şey olmadığını söyler. Ne var ki insânlar bu kavramı basite alarak, yaratılış sebebini hafif bir görevden ibâretmiş gibi yaşam sürmektedir. Sanki yarın ölüm kapıya dayansa hesap verecekleri konu dünyâymış gibi onun derdine düşmüşlerdir. ‘Müslümanım’ diyenler, dînlerini dünyâ’ya uydurmakta, hükümlerde ve amellerde çıkış yolu bulmanın peşinde koşmaktalar. Oysaki Allâh’u Teâlâ’nın bizlere emrettiği istikâmet, dünyâ için değil âhiret için çalışmaktır. Dîni dünyâya göre değil dünyâyı dînimize göre yaşamaktır. Dünyâ sadece bir imtihândan ibâretken, insânlar dînde câhil kalıp, dünyâ da uzmanlaşmayı üstün görmüşlerdir.
Herkesin muhâtab olduğu emredilen şerîat Allâh’u Teâlâ’nın şu buyruğudur: “Dîni dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” [Şûrâ: 42/13]
Dîni dosdoğru ayakta tutmak, fırkalara ayrılmamakla olur. Müslümanların birleşmesi ise tek bir istikâmette beraber yürümekle olur. Bu birleşme Müslümanlar üzerine farzdır. İslâm’ın gâlib gelmesi de ancak bu şekilde gerçekleşecektir. İşte Nebîlerin ortak görevi, Rasûlullâh’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetine vasiyeti budur. Vedâ hutbesinde önderimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem bizlere tam olarak bunu emretmiştir. İstikâmet üzere kalmak ve dînde tefrikâya düşmemek. Müslümanlar birlik ve kardeşlik ümmetidir.
İstikâmetin Kur’ân’da ve Sünnetteki Yeri
Kur’ân-ı Kerîm’de istikâmet masdarından birçok fiiller yer almaktadır. Ayrıca “Sırât” (Yol), “Kıstâs” (Ölçü), “Hüdâ” (Gidiş) ve “Tarîk” (Yol) gibi kelimeler ile birlikte aynı kökten “Müstakîm” kelimesi geçmektedir. Hadîslerde hem istikâmet kelimesi hem de aynı kökten fiiller ve isimler yer almaktadır. Bütün bunlar da kelimenin kökündeki “doğruluk, aşırılıktan uzaklık, sebât ve kararlılık” anlamlarına geldiği görülür. Allâh’u Teâlâ bu âyetlerde tüm insânoğluna istikâmet üzere olmayı emrediyor. Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise bu emrin; (“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” [Hûd: 11/112]) kendisini ihtiyarlattığını belirtmektedir. [Tirmizî]
Müslim’de rivâyet edilen sahih bir hadîs-i şerif’te: “Ebû Amr Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e: “Ey Allâh’ın Rasûlü! İslâm hakkında bana öyle bir öğüt ver ki, senden sonra artık kimseden bir şey sormayayım” dediğinde Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ona: “Allâh’a Îmân ettim de sonra da dosdoğru ol” buyurmuştur. [Müslim]
Buna benzer birçok rivâyette Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bizlere istikâmet üzere olmayı emretmiştir ve daha önce de zikrettiğimiz gibi: “İstikâmet sâhibi olunuz, o zaman herkesten önde bulunursunuz. Eğer sağa sola yalpalarsanız tam bir dalâlete saptınız demektir.” [Buhârî] şeklinde uyarıda bulunmuştur. Aslen Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sünnet’inin tamâmı insânlar için istikâmet üzere olmanın rehberidir. Daha önce de zikrettiğimiz gibi Nebîlerin gönderiliş sebebi insânları istikâmete dâvettir.
İstikâmet Üzere Olmanın Yolları
Öncelikle istikâmet üzere olmak ve sebât etmek isteyen her Müslüman, ilk başta Allâh’u Teâlâ’nın kitâbını öğrenip, dînini araştırmalıdır. Bugün, cehâlet fitnesini defetmenin tek yolu da budur. Hakîkati bulmanın tek yoludur ve gerçekten hakîkati arayan Allâh’u Teâlâ’nın izniyle bulur. Burhân üzere bir akîdeye sâhib olmak isteyen ilk olarak kalbini Rabbine yönelterek nefsini ve çevresini bir kenara bırakıp, Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılmalıdır. Bundan yüz çevirip, şeytânlaşmış insânların sözüne uyanlar ise helâk yolundan başka bir yol üzere değillerdir. Ne yazık ki bu kişiler kendilerini hidâyet üzere zannederler. Allâh’u Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Ve şüphe yok ki şeytânlar, onları yoldan çıkarır ve şüphe yok ki doğru yolu bulduklarını sanırlar.” [Zuhruf: 43/37]
Günümüzde gördüğümüz gibi menfaat ve nefis üzere kurulmuş fırkalar kendilerini doğru yolda zannederler. Koyunlaşmış insânlar da bu fırkaların yanlışlıklarını görmezden gelir ve onlarla beraber olurlar veya onların da doğru yolda olduklarına inanırlar. Bu ise Allâh’u Teâlâ’nın yanlış dediğine doğru demektir veya dediğini inkâr etmektir. Müslümanlar ise bu fırkalardan berî olup Tevhîd üzere birleşenlerle berâberdir. Bu konu İslâm’ı bozan ameller arasında yer alan mühim konulardan biridir. Dînin aslından olan bu akîdevî meseleyi her Müslüman bilmelidir.
Müslüman ilim edindikten sonra Allâh’u Teâlâ’ya karşı bahâneler üretmemelidir. Ashâb-ı Kirâm’dan gördüğümüz üzere Allâh’u Teâlâ’nın hükümlerini tam bir sadâkat ile hayâtının parçası yapmalıdır. Bu yolda her şeyi ve herkesi karşısına alabilmelidir. Edindiği ilmi bu şekilde amele geçirmelidir. İstikâmete bağlanış ve teslimiyet konusunda eşsiz olan Ashâb-ı Kirâm kendi babalarını ve evlatlarını savaş meydanlarında bile Allâh’u Teâlâ için karşılarına almaları sebebiyle, onlara hidâyet üzere kalmak nasip olmuştur. cennet ehli olmak fedâkârlığı gerektirir.
İstikâmet üzere olmanın bir diğer vesîlesi de cemâat olmaktır. Şeytân tek kişi ile berâberdir. Müslümanlar ise birbirine nasîhat etmek üzere birleşirler, hatalarını birlikte düzeltirler. Bu şekilde şeytânın ve tâğûtların yollarından kardeşini çekip alırlar.
İstikâmetin Müslümanlara Etkisi
İstikâmetin en önemli etkisi, ancak onunla cennetin kazanılmasıdır. İstikâmet yolu aslen cennet yoludur. Bu yolun dışındaki yollar ise cehennem yoludur. Hak yol tektir, bâtıl yol ise birçoktur.
Abdullâh bin Mes’ûd radîyallâhu anh’ın rivâyetine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem eliyle yere bir çizgi çizdi ve “Bu, Allâh’ın dosdoğru olan yoludur.” buyurdu. Sonra bu çizginin sağına ve soluna birçok çizgi daha çizdi ve “Bu yollar arasında şeytânın çağırmadığı hiçbir yol yoktur.” dedi ve şu âyeti okudu: “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allâh yolundan ayırır.” [Nesaî]
Müslümanın sıfatı olan izzet ve şerefi hak etmek ancak İslâm yolunda sağa sola sapmadan dosdoğru yaşamak ile olur. Çünkü sabredip dîninden tâviz vermeyen bir Müslümandan şerefli bir insân yoktur. İstikâmette olan bir mü’min dik duran izzetli bir bireydir. O cennet ile müjdelenmiştir. İslâm için fedâkârlık yapan ve sebât eden sahâbenin ve onlardan sonra gelen âlimlerin güzel sonlarını her Müslüman bilir. Yıllar sonra onların kıssalarını okuyorsak, hayatlarında bizler için örnekler olan şeref sâhibi insânlar oldukları içindir. Bunun sebebi ise ister zulüm ister meşakkat olsun hiçbir şeyin onları istikâmetten ayırmamasıdır. Kur’ân ve Sünnet yoluna sımsıkı sarılanlara dünyânın en büyük nîmeti olan Allâh’u Teâlâ’nın rızâsı vardır.
Bizler de diğer mü’minler gibi bunu arzuladığımız için istikâmet için mücâdele vermeliyiz. Bu mücâdele içerisinde olan, ilâhî yardım almakla birlikte kendisinin doğru çizgide yürüdüğünü hisseder. Bu yoldaki güzellikler kişinin kalbini temizler ve ona ferahlık verir. Belki de cennet yolunda olan oraya yaklaştıkça kokusunu almaktadır.
İstikâmetin Ramazan ile Bağı
Daha önce zikrettiğimiz gibi âlimler, istikâmette kalmanın zorluğuna dikkat çekmişlerdir. Aslında nefislerimiz ile yaptığımız cihâd bu uğurdadır. Şeytânların en büyük savaşı insânları istikâmetten ayırmaktır. Kişi hayâtı boyunca istikâmet üzere kalmakla mücâdele verirken, şeytânlar onu sürekli farklı yollara çekme çabasındadır.
İşte Ramazan, şeytânların bağlanıldığı, ibâdet ve taatta bulunulan, oruçlu ağızlarla hatimlerin indirildiği, terâvihlerin gece namazlarına karıştığı, fitre ve sadakanın en çok verildiği müstesnâ bir aydır. Ancak müstesnâ olması, bu ay içerisindeki hâlimizin de istisnâ olmasını gerektirmemelidir. İnsânlarda çokça görülen hatâ, sâdece Ramazan’a hâs bir şekilde âhiret uğrunda ellerinden gelen mücâdeleyi vermeleri ve bu ay geçtikten sonra geriye kalan tüm seneyi kullukta ihmaller ve bahânelerle geçirmeleridir.
Oruç ise kötü alışkanlıklardan kurtulmak ve iyi alışkanlıklar edinmek için çok önemli bir fırsattır. “Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allâh, onun yemesini-içmesini bırakmasına hiç değer vermez” [Buhârî] anlamındaki hadîs, orucun hedefinin kötü huylardan uzak kalmak olduğunu açıkça göstermektedir. Rabbimiz bizlere Ramazan ayını ve bu ayda oruç gibi güzel ibâdetler yapabilmeyi nasip ettiyse, bu büyük bir şükür kaynağıdır. Bunun şükrünü edâ etmenin en güzel yolu, senenin geri kalanını da bu şekilde geçirmektir. Bu ay, yoldan şaşanlara tekrar yola dönmeleri, yolda olanlara da sağlamlaşmaları için en bereketli aydır.
İlk önce Müslüman, Ramazan ayı boyunca sebât ederek farz olan orucunu yerine getirmelidir. Bunun yanında Sünnet ve nâfileler ile amel ederek kâmil bir şekilde Ramazan’ı geçirmesi elzemdir. Bu ayın içinde bulunan kadir gecesini araması, onun bereketinden faydalanması da aynıdır.
Kur’ân ayı olan bu ayda en az bir kere hatim edip, Kur’ân-ı Kerîm’i okumayı günlük alışkanlık hâline getirmelidir. Ramazan orucu, Müslümanların sâdece kendilerini yeme ve içmeden tutmaları için değil, aynı zamanda günahlardan sakınmaları için farz kılınmıştır. Nitekim Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey îmân edenler! Sizden öncekilere olduğu gibi, size de günahlardan korunasınız diye, oruç tutmak farz kılınmıştır.” [Bakara: 2/183]
Açlık ve susuzluk ile nefsi tezkiye ederken aynı zamanda dili, gözü ve diğer üyelerini de haramlardan korumak, Ramazan’ın en önemli unsurlarındandır. Müslüman Ramazan’ı bu şekilde edâ ederek doğru istikâmette ilerlemektedir. Ve en önemli olan nokta, Ramazan ayı sona erdiğinde, o ayda rayına oturttuğu amellerini aynı istikâmette hayâtı boyunca ilerletebilmektir.
Hâtime
Değerli okuyucular! Sizlerle bu mühim bilgileri paylaşmayı bizlere nasip eden Allâh’u Teâlâ’ya hamdolsun. Bilin ki! Hak yolunu arayana ve istikâmet üzere olmanın peşini bırakmayana Allâh’u Teâlâ doğru yolu gösterecektir. Müslümanlar olarak dâima Sırât-ı Müstakîm’i ve Rabbimizin rızâsını arzu etmemiz gerekir. Ve Rabbimizden bizleri saptırmamasını dilememiz gerekir. Hidâyete erdiren de dalâlete saptıran da O’dur.
Ramazan’ı imkân görüp bu yol için vesîle olmasını hedeflememiz, Allâh’u Teâlâ’ya itaat etmeyi ve nehylerinden de uzaklaşmayı hayat edinmemiz gerekir. Âyetlerden ve hadîslerden görebildiğimiz üzere cennet vaat edilmiştir. Eğer bu yolda yürürsek Rabbimiz bize izzet ve şeref dolu olan hayâtı da mekânı da nasip eder.
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Erdem Onur