El- Bârî ve El- Musavvir olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ismi ile…
Hamd kevnî ve şer’î âyetlerle kâinatı donatan, kullarına değerli elçiler göndererek gerek kâinatı gerekse de yüce kitâbını okumalarını sağlayan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yadır.
Salât ve selâm ise nebîlerin sonuncusu olan, kitâbın kendisine indirildiği ve kâinat sırlarının önüne serildiği Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’adır.
Bir bütün olarak evren ve içindekiler; insân ve sâhibi olduğu her şey Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın birer âyetleridir. Bu âyetler; Allâh’ın varlığından, birliğinden, sanatından ipuçları veren, içerisinde geçmişten pırıltılar bulunan ve yarınları aydınlatan âyetlerdir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ yüce kitâbında âyetlerini indirdiğini, bu âyetlerin açık seçik olduğunu, bunlara inanmamız ve üzerinde derin derin düşünmemiz gerektiğini ifâde etmektedir. Bu âyetlerden bazılarına değinmek gerekirse şöyle sıralayabiliriz:
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insânlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allâh’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için delîller vardır.” [Bakara: 2/164]
“O akıl sâhibleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken daima Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: ‘Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!’ derler.” [Âl-i İmrân: 3/191]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, yaratılış olarak diğer canlılardan farklı olan insânın; kâinata gizlemiş olduğu bu âyetlerinin peşine düşmesini, onları arayıp bulmasını, bazılarının zaten açık seçik olduğunu, ama her bir âyet üzerinde derin derin düşünmesi gerektiğini bildirmiştir. Bu husûs ise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmektedir:
“De ki: “Size bir tek öğüdüm var: Ya ikişer kişi hâlinde veya tek tek Allâh için kalkıp şöyle bir kenara çekilin ve bütün önyargılarınızdan sıyrılarak samimi ve ciddi olarak düşünün!” [Sebe: 34/46]
“De ki: Göklerde ve yerde olup bitenlere dikkatle bakın!” [Bakara: 2/101]
“Şimdi bak Allâh’ın rahmetinin eserlerine!” [Rûm: 30/50]
“Şüphesiz göklerde ve yerde mü’minler için birçok âyetler vardır.” [Câsiye: 45/3]
“Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?” [Zâriyât: 51/20-21]
Düşünmek, kelime mânâsı olarak bir yargıya varmak, bilgileri incelemek, karşılaştırmak, aradaki bağlantılardan yararlanarak üretmek ve zihinsel yetiler oluşturmak demektir. Arapça’da birden çok düşünme çeşidi vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Tezekkür (تذكّر): Geçmişe yönelik düşünmek.
2. Tedebbür (تدبّر): Geleceğe dair derin düşünmek.
3. Teakkul (تعقّل): Sebeb ve sonuç arasında bağ kurarak düşünmek.
4. Tefekkuh (تفقَّه): Lehinde veya aleyhinde olanı düşünmek.
5. Tefekkür (تفكّر): Olaylar ve delîller üzerine düşünmek.
Biz konumuz gereği tefekkür kavramı üzerinde duracağız. Peki, insânların dünyâ ve âhiretlerini etkileyen, Kur’ân-ı Kerîm’de ve Sünnet’te defalarca teşvik edilen tefekkür nedir?
Tefekkür lügat mânâsı olarak, f-k-r kökünden tefe’ûl vezninde türetilmiş mastar bir kelime olup Türkçe’de “düşünme, düşünüş” anlamlarını içerir. Bir şey hakkında fikir imal etmek anlamına gelir. Bu fiilin kökü olan “fikir” ise; bilinen bir şeyle bilinmeyeni anlamak için aklın fikir üretmesidir.
Kısaca tefekkür; bir şey hakkında iyice düşünmek, bir işin sonucunu hesaplamak anlamında kullanılan bir terimdir.
Ragıp el-İsfehani, tefekkürle ilgili olarak; “fikr ve tefekkürün ‘bir şeyi ovmak, kabuğunu yok edip hakikatine ermek’ anlamındaki ferk kökünden “r” ile “k” harfinin yer değiştirilmesiyle meydana geldiğini ifâde etmiştir. Kelime böyle bir değişimden geçmemiş, diğer bir ifâde ile doğrudan “fikr” kelimesinden türemiş olsa bile, tefekkürde kabuğu açmak ve içe doğru hareket etme anlamı vardır.
Istılâh mânâsı itibariyle tefekkür, tüm nesneler, olaylar, oluşlar ve Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kelimeleri üzerinde; akıl yorup bir sonuca varmak, ibret almak, nesne, olay ve oluşlarda gizlenen gerçeğe ulaşmaya çalışmak anlamlarına gelir.
Akıl sâhibi olarak yaratılan insâna hitap eden Kur’ân-ı Kerîm, tefekküre çok büyük önem vermiştir. O’na göre düşünmeyen, aklını ve kalbini kullanmayan gafiller, varlıklar içinde en aşağı derecede olanlarla bir kabul edilmektedir. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde edilmektedir: “Andolsun biz, cinlerden ve insânlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalbleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler, kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağılıktırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” [A’râf: 7/179]
Kur’ân-ı Kerîm’de tefekkür kavramı, tedebbür, tezekkür, akletme ve nazar etme gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bir husûsta görüş ileri sürmek ve aklı kullanmak gibi bir mânâya gelen tefekkür ve yakın anlamları olan diğer kavramlar ile ilgili âyetler Kur’ân-ı Kerîm’de bir hayli fazladır. Bir fikir vermesi açısından zikredecek olursak, tefekkür 18, nazar ve türevleri 128, tedebbür 4, akıl sâhibleri 16, akıl ve türevleri 49, ilim ve türevleri ise yüzlerce yerde geçmektedir.
Yine bir fikir vermesi açısından fıkıh ve İslâm hukuku ile ilgili açık âyetlerin 150 civarında olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de, ilmi ve düşünmeyi teşvik eden âyetlerin 750’yi geçmesi gerçekten düşünen insânlar için önemli bir ipucu olarak karşımızda durmaktadır.
Tefekkürün Zıttı Gaflet
Gaflet, lügatte bir şeyi bazen hatırda iken, bazen de sehven terk etmek mânâsına gelmektedir. Ragıp el-İsfehani; “gafleti, korunmama ve dikkatsizlikten dolayı insâna arız olan sehiv olarak tarif eder.” Tefekkür, dikkat ve hassasiyet, zihnî uyanıklık olarak mânâ kazanınca, dikkatsizlik mânâsını taşıyan gaflet de ona engel olan unsurlardan biri olur. Gafletin tefekkür karşısında önemli bir engel olmasından ötürü, Kur’ân kalben ve fikren sabah-akşam Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı hatırlamayı emretmekte ve gafillerden olunmama husûsunda ikaz ederek şöyle buyurmaktadır: “Sabah ve akşam Rabbini, içinden yalvararak, ürpererek ve yüksek olmayan, kendinin işitebileceği bir sesle zikret, gafillerden oIma!” [A’râf: 7/205]
Kur’ân-ı Kerîm’de maddî ve mânevî menfaatlerini bilen insânlara “zakir” ve “ehli zikr” bundan habersiz olanlara da “gafil” denilmiştir. “Gaflet” unutma ve yanılma mânâsını da taşımakla birlikte aslında bu iki kavramdan farklıdır. Daha çok önemsememek ve terk etmek mânâlarında kullanılır.
Diğer bir âyet-i kerîmede Allâh Subhânehu ve Teâlâ, âyetlerinden yüz çevirmenin gaflet olduğunu şöyle ifâde eder: “Bizimle karşılaşmayı ummayan, dünyâ hayatına râzı olup onunla mutmain olan ve âyetlerimizden gâfil olanlar (var ya;) hiç şüphesiz ki böylelerinin işledikleri (günahlar) nedeniyle barınakları ateştir.” [Yûnus: 10/7-8]
Bir şeyi bile bile terk etmek gaflettir. Kur’ân, hayvanlardan daha aşağı seviyede bulunan ve kalbleri mühürlenmiş olan kimseleri “gafil” diye isimlendirmektedir. Mü’minlere, bu kimselerden olmamaları husûsunda ikazda bulunarak Allâh’ın âyetlerinden gafil olanların cehennemlik olduklarını bildirmekte ve gaflet içinde olanların âhirette pişman olacaklarını ifâde etmektedir.
Allâh’ın iki kitâbı vardır; biri kelâm sıfatından gelen ve teşrî hükümleri bildiren kitâbtır ki, o Kur’ân-ı Kerîm’dir. Diğeri ise şu gördüğümüz kâinat kitâbıdır. O da Allâh’ın irâde ve kudret sıfatından gelmiştir. Kur’ân’ın âyetleri olduğu gibi şu kâinat kitâbının da âyetleri vardır. Kur’ân âyetlerinin benzerini yapmak mümkün olmadığı gibi, şu kâinat kitâbının birer âyeti olan ağaçlar, yapraklar ve meyveler gibi varlıklardan herhangi birini yapmak da insânlık açısından mümkün değildir.
Gaflet, Kur’ân âyetleri üzerinde tefekküre engel olduğu gibi kâinat kitâbının âyetleri üzerinde tefekkür etmeye de aynı şekilde engeldir. Âyette geçen Allâh’ın âyetlerinden gafil olunmaması husûsundaki ilâhî ikazın, her iki kısım âyetleri de içine alması ihtimalden uzak değildir.
Hiç şüphesiz ki gaflet, insânın başına gelen en büyük musibet ve kasvettir. Çünkü tefekkür, insânı, mânevî yükselişe ve ruhî kemalâta ulaştırıp, dünyâsını ve âhiretini bilinçli bir şekilde îmâr etmesini sağlarken; gaflet ise adeta bu mânevî yükselişlere ve kalbî terakkilere engel olduğundan, en büyük mânevî musibet ve bela olma özelliğini taşımaktadır. En derin uykunun gaflet uykusu olduğu, bu uykuya dalanların dünyâ ve âhiretlerini heba ettiği, kendisi gafletin hoş rüyasına dalmışken, uyanık olanların îmâr çalışmalarına devam ettiğini kişinin unutmaması gerekmektedir.
Bu nedenle gafletin meydana getirdiği bu mânevî bozuluş ve çöküşün üstesinden gelebilmek için sürekli olarak kalbî ve ruhî uyanıklık içinde bulunup, her daim Allâh’ı hatırda bulundurmak gerekmektedir. Bu da tefekkürün şu dört hâli ile mümkün olur:
1. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın mahlûklarındaki güzellik ve faydaları düşünmek ki bu tür düşünme O’na inanıp, O’nu sevmeye sebeb olur.
2. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın vadettiği sevâbları düşünmek, bu tür düşünme O’na ibâdet yapmaya sebeb olur.
3. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın bildirdiği azapları düşünmek, bu düşünme ise O’ndan korkmaya, kötülük etmemeye, günahtan kaçmaya sebeb olur.
4. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın nimetlerine, ihsânlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, bu düşünce ise Allâh’tan utanmaya sebeb olur.
Tefekkürün Önemi
Yüce Allâh’ın insâna bahşettiği ve insânı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik tefekkürdür. İşte bu önem sebebiyle insân düşünmek zorundadır. Bu dünyâya nasıl geldiğini, niçin geldiğini, nereye gittiğini, etrafında neler olup bittiğini görmek ve düşünmek zorundadır. Çünkü tefekkür onu gaflet uykusundan uyandırarak kendisine bahşedilen bu tek seferlik fırsatı en iyi şekilde kullanmasına sebeb olur. Öte yandan Yüce Allâh’ın koyduğu ölçülere uygun bir hayat yaşayan insân kendi iç dünyâsında ahenkli bir yapıya kavuşur. Aklı selim sâhibi birisi sağlıklı tefekkür sonucu elde ettiği güvenilir bilgiye dayanarak söz ve davranışlarını olumlu anlamda değiştirebilir. Görüldüğü üzere davranış değişikliğiyle aklı kullanma arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur.
Bu nedenledir ki Kur’ân-ı Kerîm, Yüce Allâh’a karşı gerçek anlamda saygı ve korku duyanların aklını kullanarak hakikatin bilgisine ulaşan âlimler olduğunu söylemektedir. “Kulları içinden ancak âlimler, Allâh’tan (gereğince) korkarlar…” [Fâtır: 35/28]
Yine Yüce Allâh, Kur’ân’da kendisinden başka ilâh olmadığına âlimlerin, yani hakikat bilgisinde derinleşenlerin şahitlik ettiğini: “Allâh, melekler ve ilim sâhibleri, ondan başka ilâh olmadığına adâletle şâhitlik ettiler…” [Âl-i Îmrân: 3/18], bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını ve ancak aklını kullananların ibret aldığını: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl ve idrâk sâhibleri düşünüp ders çıkarırlar” [Zümer: 39/9], tefekkür eden âlimlerin verilen misalleri anlayacağını ifâde ederken daima düşünmenin önemine dikkat çekmektedir. Aynı şekilde, insânlar tefekkür etsinler diye misaller verdiğini: “Bu misalleri, insânlar düşünsünler diye veriyoruz” [Haşr: 59/21], kendi âyetleri üzerinde tefekküre dalanlara buradan çıkartılacak dersler olduğunu, geçmiş milletlerin başına gelenlere bakarak ibret alınması gerektiğini: “Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken…” [Hicr: 15/13] ve anlatılan kıssalarda dersler bulunduğunu: “Ve şüphesiz O sana da kavmine de bir öğüttür…” [Zuhruf: 43/44] haber vermektedir.
Bu bakımdan sağlıklı tefekkür yapan bir insân, kâinatın derin bir anlam ve amaç üzere yaratıldığını hem idrak hem de ikrar eder. Lakin aklını gereği gibi kullanmayan ve tefekkür vazifesini lâyık-ı veçhile yapmayanlar ise yukarda da belirttiğimiz üzere hayvan gibi hatta hayvandan da daha aşağı bir dereceye düşerler.
Yüce Allâh’ın bu çağrısına kulak tıkayan, sahte ilâhların peşinden gitmeyi sürdüren, hidâyet üzere olmayan atalarını körü körüne taklit eden tüm inkârcılar ise kıyâmet günü suçlarını itiraf etseler dahi ebedi azaptan kurtulamazlar.
Ramazan’da Tefekkür
Ramazan, İslâm dîninin kutsal kabul ettiği üç aydan biridir. Şaban ayından sonra, Şevval ayından önce gelir. Müslümanlar bu ayda Kur’ân oluyarak, namaz kılarak ve oruç tutarak kendilerini ibâdete verirler. Her anını değerlendirebilmek adına büyük çabalar sarf ederler. Çünkü bu ayda yapılan ibâdetler diğer zamanlarda yapılan ibâdetlere nazaran Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında daha kıymetlidir. Bu durumla ilgili kaynaklarda şöyle bir hadîs geçmektedir:
“Ramazan’da yapılan bir umre benimle yapılan bir hacca eş değerdir.” [Buhârî]
Rızâyı ilâhiye erişmeye çalışan insânoğlu için Ramazan, adeta bir mekteb niteliğindedir. İçerisinde kötü alışkanlıkların terk edilip, iyi hasletlerin kazanıldığı, bir mekteb. Müslüman her sene bu mektebten istifâde eder.
Ramazan Mektebi, aklını kullanan kimselerin kendisine çeki düzen verebileceği, yine iyi olanın örnek alınıp kötü olanı terk etme fırsatı sağlayan, yılda bir kereye mahsus bahşedilen eşsiz bir mektebtir. İşte böyle bir atmosferi fırsat bilen Müslümanlar, bu ayda bolca tefekkür etmeli, bütün bir senenin hatta geride bıraktıkları bütün hayatın muhasebesini yapmalıdırlar.
Aksi taktirde bu ayın geçip gitmesiyle yine aynı telaşeler, aynı oyalayıcı unsurlar insânın etrafını saracak onu gafletin karanlığına sürükleyecektir. Bu yüzden gafillerden olmak istemeyen kimseler bu mektebten yararlanmalı, yaratılışındaki gayeye ulaşmak için kendisine çeki düzen vermelidir.
İçerisinde bulunduğumuz şu günler; tefekkürü hayatımızın her anına nakşetmemiz için kaçırılmaz bir fırsattır. Bu yüzden her bir Müslüman’ın bu mektebten yararlanarak düşünmeyi öğrenmesi, ders çıkarıp ibret alarak hayatına çeki düzen vermesi gerekmektedir.
Ders çıkarıp, ibret alanlara ne mutlu!
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | İbrahim Yahya