En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sâhibi Allâh’ın ismiyle… Cenneti takvâ sâhiblerine yaklaştıran, siyam ile kullara takvâyı kolaylaştıran Rabbimize hamdolsun. Salât ve selâm, müttakîlerin önderi Nebîmiz aleyhisselâm’ın ve O’nun pak âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Takvâ Kavramı
Lügat mânâsı itibari ile “takvâ”; “vky” kökünden türeyip, “korunmak, sakınmak ve uzak durmak” gibi anlamlara gelir. Istılâh mânâsı hakkında ise, âlimler takvânın birçok tarifini zikretmişlerdir. Bunlardan bazıları şu şekildedir.
Takvâ, Allâh’u Teâlâ’nın haram kıldıkları ile kendi arana bir perde ya da set çekmendir. Takvâ, Allâh’u Teâlâ’nın emirlerine bağlanıp, yasaklarından uzaklaşmak ve şüpheli şeyleri terketmektir. Takvâ, Allâh’u Teâlâ’dan hakkı ile korkmak, Kur’ân ile amel etmek, kıyâmet için hazırlık yapmaktır. Ayrıca takvâ kelimesi için, doğrudan korku anlamına gelmemekle birlikte, tamamen korkudan da halî olmadığı da ifâde edilmiştir. Takvâ, hassas ve dikkatli olmak teyakkuz halinde bulunmaktır. Bu husûsta şu rivâyeti delîl almaktadırlar: “Ömer radîyallâhu anh, Ubeyy b. Ka’b radîyallâhu anh’a: ‘Takvâ nedir?’ diye sorar. Ubeyy radîyallâhu anh: ‘Dikenli yolda hiç yürümedin mi?’ şeklinde cevâb verir. Ömer radîyallâhu anh: ‘Yürüdüm!’ deyince, ‘O zaman ne yaptın?’ der. Ömer radîyallâhu anh: ‘Paçalarımı sıvayıp ayağıma diken batmasın diye dikkatli yürüdüm.’ demesi üzerine, Ubeyy radîyallâhu anh: ‘İşte takvâ budur.’ diye mukabelede bulunur.” [Edebu’d-Dünyâ ve’d-Din]
Hülâsa takvâ; itaat için kolları sıvamak, helal ve haramı gözetmek, Allâh’u Teâlâ’dan korkmak ve emirlerine karşı gelmekten sakınmaktır. Takvâ mü’minin kalkanıdır. Yüreğine düşen titreme, vicdanına dokunan sestir. Günahlarla arasına çekilen set ve sevâblarla kurduğu ünsiyettir. Takvâ ehli kul ise Allâh’u Teâlâ’nın vikayesine (korumasına) girmekte, emrine tutunup, azabından korunmaktadır.
Takvânın Mertebeleri ve Hükmü
Kur’ân’da mü’minlerden, Allâh’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına riâyet ederek takvâ sâhibi olmaları istenmektedir: “Ey îmân edenler! Allâh’tan, O’na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” [Al-i İmrân: 3/102] Bu âyetin tefsiri mahiyetinde diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “O halde gücünüzün yettiği kadar Allâh’tan korkun.” [Tegabun: 64/16]
Kur’ân’da “Hududullâh” yani Allâh’u Teâlâ’nın sınırlarından söz edilir ki, işte bu Rabbimizin içinde kalınmasını emrettiği korusunun sınırlarıdır. Mü’minlerin Allâh’u Teâlâ’nın sınırlarına yaklaşmaması elzemdir. Nitekim yaklaşıldığında sınırların aşılması mümkündür. Allâh’u Teâlâ’nın çizdiği hudutları aşma korkusuyla bu sınırlara yaklaşmamak, nefsi bu sahada korumak adına takvânın önemini ve hükmünü iyi anlamamız gerekir. Hükmüne vakıf olabilmek için de takvânın mertebelerini incelememiz gerekmektedir. Zira tasnifdeki ayrım, hükmün kendisine etki edecektir. Âlimler takvâyı üç mertebede incelemektedirler.
1. Şirkten ve Küfürden Takvâ: Bu mertebelerin ilki olup, kişinin şirke ve küfre karşı göstereceği takvâdır. Bu mertebe takvânın en düşük seviyesi olup, her halükârda kulun üzerine vâcibtir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hani o kâfirler, kalblerine asabiyeti, cahiliye asabiyetini koymuştu. Allâh da, Rasûlü’ünün ve mü’minlerin üzerine sekinetini indirmiş ve onları takvâ kelimesi (olan lailâhe illallâh’a) bağlı kılmıştı. (İşin aslı) onlar da buna layık ve ehil kimselerdi. Allâh, her şeyi bilendir.” [Fetih: 48/26]
2. Büyük ve Küçük Günahlarda Takvâ: Ateşte azap görmeye sebeb olabilecek, büyük olsun küçük olsun her türlü masiyetten sakınmayı gerektiren takvâdır. Şerîatta kastedilen ve yaygın olarak bilinen takvâ, aslında budur. Takvâ denildiğinde aksi bir karine yoksa, mutlak olarak bu mertebe anlaşılır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şâyet o beldenin halkı îmân etmiş ve korkup sakınmış olsaydı, göğün ve yerin bereketini onlara açardık. Fakat yalanladılar. Biz de onları işledikleri (günahlara) karşılık (azapla) yakalayıverdik.” [Araf: 7/96]
3. Allâh’u Teâlâ’dan Uzaklaştıracak Şeylerden Takvâ: İnsânın Rabbinden uzaklaştıracak şeylerden kendisini tenzih etmesini gerektiren takvâdır. Kulu Allâh’u Teâlâ’ya doğru yönelişini engelleyen yahut onu hayırlardan alıkoyan mubahlardan kendisini sakındırmasıdır. Bu mertebe takvânın en yüksek seviyesi olup, kâmil insânların mertebesidir. En yüce mertebe de budur. Çünkü mübahlarla meşgul olmak kalbi, Allâh’u Teâlâ ile olmaktan alıkoyar. Kalbin katılaşmışına ve insânın mekruhları kolayca işlemesine sebeb olabilir. Mekruhlar da harama dalmak için bir sebeb teşkil eder. İşte bu da çoğu zaman insânın içine düşebileceği bir durumdur. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Ey îmân edenler! Allâh’tan, O’na yaraşır şekilde korkun.” [Al-i İmrân: 3/102]
Takvânın Önemi
Kur’ân-ı Kerîm’de takvâ kelimesi, farklı formları ile birlikte 250 defa geçmiştir. 54 defa “ittekullâh” lafzıyla zikredilmiş, Allâh’u Teâlâ’ya karşı gelmekten sakınılması emredilmiştir. Kulun ihtiyaç duyduğu hayırları bünyesinde barındıran takvânın konumuna ve değerine gelince; ne denli büyük bir nimet olduğu açığa çıkmaktadır. Önemini idrak etmek için takvânın ihtiva ettiği husûsları maddeler halinde ele alalım.
1. Takvâ, peygamberlerin ümmetlerine tavsiye ettiği ve dâvetlerini bu asıl üzerine inşâ ettiği bir esasdır. Nitekim Nûh, Hûd, Sâlih, Şuayb ve Lût aleyhimusselâm kavimlerine “Allâh’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” [Şuâra: 26/106,124,126,131,142,144,161,163,177,179] diyerek tebliğe başlamışlardır.
2. Takvâ, öncekiler ve sonrakiler için ilâhî bir emirdir. Allâh’u Teâlâ bu husûsta şöyle buyurmaktadır: “Sizden önce kendilerine Kitâb verilenlere ve size Allâh’tan korkun diye emrettik.” [Nisa: 4/131] Bu âyet hakkında İmâm Kurtubî rahîmehullâh şöyle söylemektedir: “Takvâyı emretmek bütün insânlığa şamildir.” [El-Câmiu’ li Ahkami’l-Kur’ân]
3. Takvâ, en hayırlı azıktır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır.” [Bakara: 2/197]
4. Takvâ, bir kulun, giyindiği ve kendisiyle süslendiği en hayırlı elbisedir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey Ademoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi… İşte o daha hayırlıdır.” [Araf: 7/26]
5. Takvâ, Rahmân’ın dostluğuna vesîledir. Müttakîler, gerçekte Allâh dostu olan kimselerdir. Sanılanın aksine Allâh’ın dostları (evliya) denizde, su üstünde yürüyen yahut havada uçan kimseler olmayıp, Allâh’u Teâlâ’nın gerçek dostları muvahhîd müttakîlerdir. “Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îmân edip de takvâya ermiş olanlardır.” [Yunus: 10/62-63]
6. Takvâ, kulun taatlerinin ve amellerinin kabulü için gerekli bir sebebtir. Allâh’u Teâlâ ancak takvâ sâhiblerinden kabul eder. Âdem aleyhisselâm’ın iki oğlunun kıssasında, bu hakikat şöyle zikredilmektedir:
“Onlara, Âdem aleyhisselâm’ın iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kabul edilmeyen, ‘and olsun seni öldüreceğim’ deyince, kardeşi ‘Allâh ancak takvâ sâhiblerinden kabul eder’ demişti.” [Maide: 5/27] Mü’minlerin ibâdetleriyle âhirette karşılık görebilmesi ve amellerinin Allâh’ın yanında makbul olması için sahih bir ölçü verilmektedir. Bu da “Allâh, ancak kendisinden sakınanlardan kabul eder” ölçüsüdür. Seleften bazıları bu itibarla şöyle söylemişlerdir: “Allâh’u Teâlâ’nın, benim tek bir secdemi kabul ettiğini bilseydim, o anda ölmeyi isterdim.”
7. Takvâ, fücur kelimesinin zıddıdır. Nefsi her türlü fenalıklardan koruyup, günaha ve harama düşmekten kişiyi alıkoyar. Şüphesiz kulun emniyeti, imân ve Allâh’u Teâlâ korkusu ile mümkündür. “Îmân edenleri kurtardık. Onlar müttakîlerdi.” [Fussilet: 41/18]
8. Takvâ, kulu en büyük saâdet olan Allâh’u Teâlâ’nın rızâsına eriştiren, kötülükleri yok eden ve ateşten kurtaran bir meziyettir. Müttakîler, Allâh’u Teâlâ’nın buyurduğu üzere takvâ ile cenneti elde ederler. Bu bağlamda gelen âyet-i kerîmeler: “Eğer ehl-i kitâb îmân edip takvâ sâhibi olsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örterdik.” [Maide: 5/65] “Rabbinizin bağışına ve takvâ sâhibleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” [Al-i İmrân: 3/133]
9. Takvâ, adâleti, bağışlamayı ve ihsânı içine alan geniş ahlâkî bir fazileti tarif etmektedir. Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulur: “Ey îmân edenler! Allâh için hakkı titizlikle ayakta tutan, adâlet ve şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adâletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, takvâya daha yakındır.” [Mâide: 5/8] “Bununla birlikte (ey erkekler), sizin vazgeçmeniz takvâya daha yakındır. Aranızda iyilik yapmayı da unutmayın.” [Bakara: 2/237]
10. Takvâ, toplumsal eşitsizliği ve ırkçılığı ortadan kaldırıp, kulların gerçek değerini açığa çıkarır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey insânlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allâh katında sizin en şerefliniz takvâda en ileri olanınızdır.” [Hucurât: 49/13]
11. Takvâ, dinin başı olup, cennete girmeye en çok vesîle olan nimetlerdendir. Nebî aleyhisselâm Ebu Zer radîyallâhu anh’a yaptığı nasihatta şöyle buyurmuştur. “Sana Allâh’tan sakınmanı tavsiye ederim, çünkü işin (dinin) başı budur.” [Taberânî] Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e insânların cennete girmesine en çok vesîle olan şeyin ne olduğu sorulduğunda, “Allâh’a karşı takvâlı olmak ve güzel ahlâk.” [Tirmizî] buyurmuştur.
Takvânın Kurân’da ve Sünnetteki Yeri
Takvâ; kalblerin azığı, kurtuluşun anahtarıdır. İnsân, ancak takvâ ile yakin mertebesine erişebilir. kalbler takvâ ile beslenir ve onunla güçlenir. Allâh’u Teâlâ’ya kavuşmak ve felah bulmak için ona dayanılır, ondan destek alınır. Yüce kitâbımızda mü’minlere şöyle buyurulmuştur: “Îmân edip sâlih amel işleyenler, Allâh’tan korktukları, îmânlarında sebat ettikleri, sâlih amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allâh’tan sakındıkları, îmânlarından ayrılmadıkları, yine Allâh’tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe, daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allâh iyilikte bulunanları sever.” [Maide: 5/93] Âyette takvânın tekrar edilmesi hakkında, âlimler şöyle demişlerdir: Âyette geçen birinci takvâ, şirkten sakınmak, ikincisi bidat’ten sakınmak, üçüncüsü de günah işlemekten sakınmaktır. Birinci tür takvânın karşılığı tevhîd, ikincisinin karşılığı sünnet, üçüncüsünün karşılığı ise itaattir. Allâh’u Teâlâ bu üç makamın arasını bir tek âyette cem’etmiştir. Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurdu: “Allâh’ın sana emrettiği farzları işle ki, insânların en çok ibâdet edenlerinden olasın. Sana yasakladığı haramlardan sakın ki, insânların en takvâlılarından olasın. Senin için takdir ettiği kısmetine razı ol ki, insânların en zenginlerinden olasın.” [Tirmizî]
“Kul, sakıncalı olan şeyden korktuğundan dolayı sakıncasız şeyi terk etmedikçe müttakî derecesine ulaşamaz.” [İbni Mâce]
“Ben öyle bir âyet biliyorum ki, insânların hepsi ona tutunmuş olsalardı hepsine yeterdi.” Sahâbîler: Ey Allâh’ın Rasûlü! O hangi âyettir? diye sordular. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Allâh’tan korkarsa, Allâh ona bir çıkış yolu ihsân eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” [Talak: 65/2-3] [İbni Mâce]
Müttakîlerin Özellikleri
1. Müttakîler; Kur’ân ile hidâyet bulma vasfına haizdirler. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kur’ân, müttakîler için bir hidâyettir.” [Bakara: 2/2]
2. Müttakîler; Allâh’u Teâlâ’nın yakınlığı ile rızıklanmışlardır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allâh, takvâ sâhibi kullarıyla beraberdir.” [Nahl: 16/128]
3. Müttakîler; Rahmân’ın sevgisine mazhar kılınmışlardır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allâh müttakîleri sever.” [Tevbe: 9/7]
4. Müttakîler; her türlü darlıktan ve dertten felah bulabilmiş, ummadığı yerden rızıklanan kimselerdir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim Allâh’tan korkarsa Allâh ona bir çıkış yolu ihsân eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir.” [Talak: 65/2-3] Ve kendisiyle en hayırlı rızkı elde etmişlerdir. Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurdu: “Kime rızık olarak takvâ verilmişse, ona dünyâ ve âhiretin rızkı verilmiş demektir.” [Kenzu’l Ummal]
5. Müttakîler; kurtuluş reçetesini elde etmiş, necat ehli kimselerdir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır “Allâh’tan takvâ edin, umulur ki felaha kavuşursunuz.” [Al-i İmrân: 3/130]
6. Müttakîler; Allâh’u Teâlâ’nın sebebleri kendisine kolaylaştırdığı kullardır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim Allâh’tan korkarsa Allâh ona işinde bir kolaylık verir.” [Talak: 65/4]
7. Müttakîler; hakla bâtılı ayırma basiretiyle ikram olunmuş, affa mazhar kılınmış mü’minlerdir. “Ey îmân edenler. Eğer Allâh’a karşı takvâ sâhibi olursanız. Allâh size bir furkan verir ve günahlarınızı örter ve sizi affeder.” [Enfal: 8/29]
8. Müttakîler; bollukta ve darlıkta Allâh’u Teâlâ yolunda infak eden, öfkesini yutan kimselerdir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “O takvâ sâhibleri ki, bollukta da darlıkta da Allâh için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insânları affederler.” [Al-i İmrân: 3/134]
9. Müttakîler; faydalı ilimlere nail olmuş, hikmetli kullardır. Helali, haramı ve kendi maslahatlarımızı gözetecek ilme vakıf olmuşlardır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Allâh’tan korkun. Allâh size gerekli olanı öğretiyor. Allâh her şeyi bilmektedir.” [Bakara: 2/282] Bu husûsta Fudayl bin Iyaz rahîmehullâh şöyle söylemiştir: “Dost olarak Allâh yeter. Arkadaş olarak Kur’ân yeter. Nasihat edici olarak ölüm yeter. İlim olarak Allâh’tan korkmak (takvâ) yeter. Allâh’tan gafil olmak da kişiye cehalet olarak yeter.” [Kitâbu’z-Zühd]
10. Müttakîler; Dârü’s-Selâm kendilerine yakınlaştırılmış kimselerdir. Takvâ ehli kullar; güven içinde vakarla ve heyetler halinde cennete gireceklerdir. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Cennet de takvâ sâhiblerine yaklaştırılır; (onlardan) uzakta olmayacaktır.” [Kaf: 50/31] “Takvâ sâhiblerini heyet halinde çok merhametli olan Allâh’ın huzurunda toplayacağımız gün.” [Meryem: 19/85]
11. Müttakîler; Nebîmiz aleyhisselâm’ın dostluğunu kazanabilmiş, bahtiyar kimselerdir. Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır: “Dikkat edin! İnsânlar akrabalık yönüyle birbirlerine yakın olsalar da içinizdeki dostlarım müttakî olanlardır. Bazı insânlar kıyâmet günü amelleriyle gelmezler. Dünyâyı omuzlarınıza yüklenmiş olarak gelirsiniz de ‘Ey Muhammed!’ Diyerek benden yardım istersiniz. Ben de böylelerine sırtımı dönerim. (Rasûlullâh aleyhisselâm bu sözünden sonra her iki tarafa da sırtını döndü.)” [Beyhakî]
12. Müttakîler; sabırla kuşandığında, kafirlerin tuzaklarından korunmuş kimselerdir. Nitekim Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve takvâ sâhibi olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez.” [Al-i imrân: 3/120]
13. Müttakîler; korkularından ve üzüntülerinden emin kılınmıştır. Tevhîd ile kulluk istikâmetinde olan müttakîlerin, korkmaları veya endişe duymaları için bir sebeb yoktur. Rabbimiz bu husûsta şöyle buyurmaktadır: “Ey Ademoğulları, içinizden elçiler gelip size âyetlerimi anlattıkları zaman Allâh’a karşı gelmekten sakınanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” [Araf: 7/35]
Takvânın Müslümanlara Etkisi
Takvâ ferdî ve sosyal içeriğe sâhib bir fazilet olduğundan, kendisini iki açıdan ele alabiliriz.
1. Ferdî Sonuçlar: Takvânın kulda taalluk ettiği maddelerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
“Allâh, insân nefsine takvâyı ve fücuru ilham etti.” [Şems: 91/7-8] âyeti ışığında takvâ nefislere ilham edilmiş ve her kulun aşina olduğu bir hakikat olduğu bildirilmiştir. Takvânın kulda yansıması, sahih bir fıtrat tasavvurunun inşâ edilmesiyle başlar. Kur’ân’da tevhîd inancının merkezî bir konuma sâhib olması da bunu göstermektedir. Buna göre müttakî bireyler, tevhîd anlayışını benimseyen ve bunun gereğini yapan kimselerdir. Kur’ân’ın inşâ ettiği ilk müttakî bireyler; şirk anlayışını reddeden ve tevhîd inancını tasdik eden mü’min kullardı. Hülâsa takvâ; bireyde öncelikle şirkten ve küfürden sakınmayı aşılar.
Takvânın asıl makamı ve karar kıldığı yer kalbtir. Nitekim Nebîmiz aleyhisselâm elini göğsüne işâret ederek, üç defa şöyle buyurmaktadır. “Takvâ buradadır.” [Ahmed] Takvânın yeri kalb olmakla birlikte; alametleri dile, bedene ve davranışlara sirâyet eder. Takvânın huzur veren etkisi, ibâdetlerimizde, sâlih amellerimizde ve güzel ahlâkımızda kendisini gösterir. Kur’ân’da kullanılan “takve’l-kulûb” ifâdesi de buna işâret etmektedir: “Kim Allâh’ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalblerin takvâsındandır.” [Hac: 15/32]
Takvâyı hayat yapan kullar, sağlıklı bir ruh haline ve psikolojiye sâhibtirler. Nitekim hesaptan korkmak, Rahmân’dan haya etmek, Allâh’u Teâlâ’nın azametini hissedip güzel akibeti hedeflemek; onların duygu ve düşüncelerinde müsbet bir etki oluşturacaktır. Müttakîler, Allâh’u Teâlâ’nın kendilerine yardım edeceğini, işlerinin kolaylaşacağını ve çalışmalarının karşılıksız kalmayacağını bilip buna göre yaşarlar. Bu şuurla müttakîler, çevresindeki insânlardan bir beklenti içine girmeyip, ihtiyaçları için Allâh’u Teâlâ’ya münâcatta bulunurlar. Dünyâda sınırları takvâ ile belirlenmiş dostluklar, âhirette de devam edecektir. Kul, ebedî dostluğun temellerini, takvâ ile atmış olur. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kıyâmet gününde eski dostlar birbirine düşman olacaklar, fakat müttakîlerin dostlukları o gün de devam edecektir.” [Zuhruf: 43/67]
Takvâ; naslarda dolaylı bir üslûpla, günah duygularını örtüp kapatan bir koruyucu, ruhu tezyin eden bir erdem şeklinde takdim edilmiştir. Yani elbise bedeni örttüğü ve koruyup süslediği gibi takvâ da ruhumuzun sûi duygularına set çekip gönlümüzü hayırlarla süsler. Böylece müttakîlerin; kaba, haşin, isyankâr, şehvet düşkünü, aç gözlü ve hayasız olması düşünülemez.
2. İctimâî Sonuçlar: Takvânın geçtiği naslarda; ibâdet, muamelat, beşerî ilişkiler, toplumsal kurallar, eşler arası ilişkiler, yeme ve içme gibi konulara değinilmiş. Geçtiği bağlamda kullara yol göstermesi, takvânın sosyal boyutunu ortaya koymaktadır. Bunları şöyle ele alabiliriz.
Toplumun yapıtaşı olan âilede, eşler arası ilişkilerin düzenlenmesi ve sorunların çözülmesinde takvâ rol oynamaktadır. “Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allâh, yaptıklarınızdan haberdardır.” [Nisa: 4/128] âyette erkekler tarafından kadınlara haksızlık yapıldığında veya hakları göz ardı edildiğinde barışçı yollarla sorunlarının çözülmesi tavsiye edilmektedir.
Toplumsal hayatta önemli bir yer tutan yardımlaşma ahlâkını, birr ve takvâ çerçevesinde icra edilmesi öğütlenmiştir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın. Günah ve haddi aşma üzerine yardımlaşmayın. Allâh’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allâh, cezası çetin olandır.” [Mâide: 5/2] Bu âyette Müslümanların birbirlerini marufda desteklemeleri ve meydana gelebilecek zararlardan, birbirlerini korumaları istenmektedir. Bu da anarşinin, çirkin davranışların, zulmün ve günahların yayılmasını engeller. Toplumun huzur ve güven içinde yaşamasına katkı sağlar.
Toplumun zenginliği ve refahı ile takvâ arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şâyet o beldenin halkı îmân etmiş ve korkup sakınmış olsaydı, göğün ve yerin bereketini onlara açardık” [Araf: 7/96] âyette geçen bereket kelimesinin takvâ ile kullanılması; takvânın ekonomik ve iktisadî kalkınmaya vesîle olacağına işâret etmektedir.
Takvânın toplumsal etkilerinden bir diğeri de ibâdet edilen namazgah ve mescid gibi mekanların takvâ temelli halis bir niyetle inşâ edilmesinin gerekliliğidir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Binasını/mescidini, takvâ üzerine ve Allâh rızâsını (gözeterek) tesis eden mi daha hayırlıdır; yoksa, binasını yıkılmaya yüz tutmuş, bir uçurumun kenarına kurup o yerle birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanacak olan mı? Allâh, zalimler topluluğunu hidâyet etmez.” [Tevbe: 9/109]
Takvâ toplumda adâletin, saygınlığın, onurun ve insânî değerlerin korunmasını esas alır. Nitekim toplumda yetimlerin haklarının çiğnenmemesine ve maslahatlarının korunmasına vesîle olur. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında korkacak olanlar (başkalarının yetimleri için de) korkup titresinler; Allâh’tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.” [Nisa: 4/9] Takvânın toplumsal hayatta tezahürü şöyle olacaktır. Yönetimde takvâ; zulüm ve haksızlıktan sakınmak yani el-Hâkim olanın dışında hüküm koyan tüm sistemlerden sakınmaktır. Hukukta takvâ; Kur’ân-ı Kerîm dışındaki teşri kaynaklarından sakınmaktır. Siyasette takvâ; kafirlerle dost olmaktan sakınmaktır. Bürokraside takvâ; rüşvetten, torpilden ve liyakatsizlikten sakınmaktır. Ekonomide takvâ; faizden, zengini daha zengin fakiri ise daha fakir yapan ekonomik sömürü sistemlerinden sakınmaktır. Ticarette takvâ; stokçuluktan ve aldatmadan sakınmaktır. Âilede takvâ; âileyi yerle bir eden, ahlâksızlığı, boşanmayı ve aldatmayı teşvik eden her türlü şerden sakınmaktır.
Ramazan ve Takvâ
Ramazan ayı kötülüklerden arınma ve sıkıntılara sabretme ayı olup özetle takvâ ayıdır. Kul, azmedip çabalarsa, bu ay içerisinde diğer aylarda yakalayamadığı takvâ kıvamını yakalayabilir. Çünkü oruç, insânın takvâsını artıran en üstün amellerdendir. Rabbimiz orucu farz kılmasının hikmetlerinden birini; kullarını takvâ ehli olmaya sevk etmek olduğunu bildirmiştir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, takvâ sâhibi olmanız için size de farz kılındı.” [Bakara: 2/183] Bu âyetin rehberliğinde, takvâ ile Ramazan ayı arasındaki ilişkiyi ele alalım.
1. İhsân üzere tutulan oruç, kişide murakabe ahlâkını geliştirir. Çünkü oruç tutan için Rabbinden başka bir gözetleyici yoktur. Bütün arzular ona güzel ve süslü gösterilse de kendisini orucun saygınlığını çiğnemekten alıkoyan, elbette takvâdır. Allâh’u Teâlâ’dan ittika ederek, nefsin isteklerine gem vurabilir ve Rabbinin gözetimi altında olduğu şuurunu gerçekleştirmiş olur. Heva ve arzular nefse egemen olduğu takdirde ise Allâh’u Teâlâ’yı hatırlar ve sahih tevbe ile Rabbine rücu eder. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak takvâ sâhibleri şeytândan onlara bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler. Bir de bakarsın ki onlar gerçeği görüp bilmiş olurlar.” [Araf: 7/201]
2. Oruç, kişinin takvâ sâhibi olmasına yardımcı olur. Rabbimiz “takvâ sâhibi olasınız” diye buyurmaktadır. Bu itibarle oruç Allâh’a karşı takvâlı olmanın sebebidir. Çünkü oruç şehvetleri öldürür ve arzunun keskinliğini kırar. Kişi üzerindeki etki ve tasullutunu hafifletir. Bunun sonucunda insân itidalini kazanır ve takvâ libasına kuşanır. Nitekim Nebîmiz aleyhisselâm evlenmesi mümkün olmayan kimseler için orucu tavsiye ederken şöyle buyurmaktadır: “Sizden kim evlenmeye gücü yetmezse oruç tutmaya baksın. Çünkü oruç onu keser.” [Ahmed]
3. Ramazan ayı âdeta bir mekteb gibi olup; talebelerini takvâ mertebelerine hazırlamakta ve nefis terbiyesi ile kullukta tekâmül etmelerine vesîle olmaktadır. Nihâyet sayılı günlerdeki bu takvâ rüzgârı, insânları etkisi altına almaktadır. Hatta yapılan araştırmalarla, Ramazan ayı içerisinde, suç işleme oranının hissedilir düzeyde azalmakta olduğu müşahade edilmektedir.
4. Oruç, takvâ ruhunu aşılamanın yollarından biridir. Yine birçok ibâdetin temelinde de takvâ vardır. Hepsinin farklı hikmetleri olmakla birlikte birçoğunda gaye, takvâdır. Oruçta, namazda, hacda ve kurban ile ilgili âyeti kerîmelerde de Allâh’u Teâlâ’ya yaklaştıracak olanın; ancak takvâ olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim kurbanla ilgili Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizin kurbanlarınızın ne etleri ne de kanları Allâh’a ulaşacak değildir. Allâh’a ulaşacak olan sadece sizin takvânızdır.” [Hac: 22/37]
5. Ramazan’ın başı da sonu da takvâdır. Nitekim Rabbimiz oruç âyetlerine başlarken takvâ vurgusu yapıp, bu âyetleri bitirirken bir kez daha aynı vurguyu yapıyor ki oruç takvâ ilişkisinde hiçbir kapalılık ve anlaşılmazlık kalmasın. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Bunlar, Allâh’ın sınırlarıdır; sakın onlara yaklaşmayın! Böylece Allâh sakınıp korunsunlar diye insânlara âyetlerini iyice açıklıyor.” [Bakara: 2/187]
Sonuç
Takvâ; dinin temeli olup, değerli bir hazine ve yüce bir mertebedir. Onsuz bir hayat, hayvanların hayatından da aşağıdır. İnsân takvâ ile ıslâh olur. Kul onu elde ettiğinde ondaki tertemiz özü, bolca hayrı, rızkı, büyük kurtuluşu, zenginliği ve iktidarı elde etmiş olur. Dünyâ nimetleri takvâ hasletinde toplanmıştır. Âhirette de takvâ ile sunulan amel, kul için büyük bir sermaye olacaktır Kur’ân’da takvâya dair birçok hayırlar zikredilmiş, ehli için de nice faziletler ve sevâblar vadedilmiştir. Pek çok sevinç ve mutluluk, takvâya nispet edilmiştir. Hülâsa takvâ, güzel bir yaşamın altında sürdürüldüğü bir gölgeliktir. Ve kuşkusuz Allâh’u Teâlâ’nın vikayesine (korumasına) girmeyi hayat kılmak da izzetli ve şerefli bir yaşam tarzıdır.
Rahmet ayında kalbimizi nifak ve şüpheden, dilimizi yalan ve iftiradan, gözümüzü haramdan muhafaza ederek; heybemizi takvâ azığı ile doldurmamız gerekir.
Binâenaleyh kalblerimizi gaflet uykusundan uyandırmak ve takvâ fitilini ateşlemek için Ramazan’ı kaçırılmayacak bir fırsat olarak görmeliyiz. Böylece Ramazan ayını ihyâ ederek, ruhumuzu ve bedenimizi takvâ libası (cennet elbisesi) ile örtmeliyiz.
Yazımızı ibret verici bir nakille noktalayalım. Rivâyete göre Ali radîyallâhu anh, kabristana girerek şöyle nida etmiştir: “Ey kabir halkı! Sizlerde ne haberler var? Bizdeki haberlere göre; mallarınız bölüştürüldü, evleriniz iskân edildi, eşleriniz başkalarıyla evlendi’ dedi ve ağlamaya başladı. Ardından sözlerine şöyle devam etti: ‘Allâh’a yemin olsun ki, cevâb verebilselerdi, En hayırlı azığın takvâ olduğunu gördük’ diyeceklerdi.” [İbn Abdilberr]
Duâmız: Allâh’ım! Günahlarla aramızı doğu ile batıyı ayırdığın gibi ayır. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden bizleri muhafaza eyle. Zahirimizi ve batınımızı takva azığı ile rızıklandır. Emirlerine sarılan ve nehiylerinden sakınan müttakî kullarından eyle bizleri.
Allâhumme âmin. Selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Alaaddin Cihad