Giriş:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle… Bizleri Ramazan-ı Şerif ile müşerref kılan ve Ramazan ayında kullarına rahmet ederek, Cennetin kapılarını açan Allâh’u Teâlâ’ya hamd olsun. Ebû Hureyre radîyallâhu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ramazan geldiğinde Cennetin kapıları açılır.” [Buhârî, 1799]
Salât ve selâm ümmetine Ramazan orucunun esaslarını öğreten Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e olsun. Ramazan ayında indirilen Kur’ân’dan ve Nebevî Sünnet’ten fıkhın hükümlerini çıkaran müçtehitlerimize ve dîni bu fıkhın esaslarına göre yaşayan Müslümanlara da selâm olsun.
Bu yazımızda öncelikle orucun mahiyetinden, Kur’ân ve Sünnet’teki yerinden bahsettikten sonra bilenlere hatırlatmak, bilmeyenlere de öğretmek amacıyla Ramazan orucu ve fıkhının en çok ihtiyaç duyulan meselelerini, delîl zikretmeksizin sadece hükümleri zikretmek yoluyla ihtisar etmeye çalışmıştım. Hükümleri, yaşamış olduğumuz coğrafyada en çok tâbiisi olan Hanefî ve Şâfiî mezheblerinin içtihatlarıyla sınırlı tuttum. Rabbim okuyup öğrendiklerimizle amel etmeyi bizlere kolay kılsın. Çalışmak bizden, başarı ise Allâh’u Teâlâ’dandır.
Orucun Tanımı:
Oruç kelimesinin Arapçası; “sıyam ve savm”dır. Lügat mânâsı; “bir şeyi yapmaktan nefsi geri tutmak” demektir. Istılâhta ise: “Oruç, ikinci fecirden itibâren güneş batımına kadar yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten uzaklaşmaktır.” Zîrâ Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Fecir vakti, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya (şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye) dek yiyip için. Sonra da akşama kadar oruç tutun.” [Bakara: 2/187]
Fecirden önce yenilen yemeğe sahur, güneşin batımından sonraki yemeğe ise iftar ismi verilir.
Sahurla alakalı Enes bin Mâlik radîyallâhu anh’ın naklettiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sahur yemeği yiyiniz. Çünkü sahurda bereket vardır.” [Müslim, 1095]
İftarla alakalı da Sehl bin Sa’d radîyallâhu anhumâ’nın naklettiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsânlar iftar etmede acele ettikleri sürece hayırdadırlar.” [Buhârî, 1856]
Orucun Kur’ân ve Sünnetteki Yeri:
Ramazan ayında tutulan oruç, Müslümanlara hicretten bir buçuk sene sonra farz kılınmıştır. Farziyeti: Kitâb, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Orucun mutlak olarak farz olmasının Kitâb’tan delîli Allâh’u Teâlâ’nın şu âyetidir: “(Ey Müminler!) Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı. Umulur ki sakınıp korunursunuz.” [Bakara: 2/183]
Orucun, Ramazan ayına mahsus olduğunun delîli ise şu âyettir: “Ramazan ayı! O ay ki insanlara yol gösteren, hidâyet ve furkandan apaçık delîller barındıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir. Sizden o aya yetişen oruç tutsun.” [Bakara: 2/185]
Orucun farz olduğuna delâlet eden birçok hadis vardır. Bu rivâyetlerden biri İbni Ömer radîyallâhu anhumâ’dan rivâyet edilen şu hadistir: “İslâm dîni beş esas üzerine kurulmuştur: Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.” [Buhârî, 8]
Müslümanlar, Ramazan orucunun farz olduğunda ve onun İslâm’ın rükûnlerinden bir rükûn olduğunda icmâ etmişlerdir. Dolayısıyla onun farz oluşunu inkâr eden kişi kâfir olur. Ramazan orucunun farz oluşunu hafife alarak terk eden kimse büyük bir tehlikenin içindedir. Bazı âlimler onun kâfir ve dînden çıkmış bir kimse olduğu görüşündedirler. Fakat tercih edilen kuvvetli görüşe göre böyle bir kişi kâfir ve mürted değildir. Bilakis o bir günahkâr fasıktır fakat büyük bir tehlike içindedir.
Orucun Önemi:
Ramazan ayının girmesi münasebetiyle her yerdeki Müslüman kardeşlerime Allâh’a karşı takvâlı olmalarını, her türlü iyilikte yarışmayı, karşılıklı olarak birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi, iyilik ve takvada yardımlaşmayı, Allâh’ın haram kıldığı diğer günahlardan her yerde ve özellikle bu mübarek ayda sakınmayı nasihat ediyorum. Çünkü bu ay büyük bir aydır, sâlih amellerin karşılığı bu ayda katlanarak verilir, oruç tutan ve karşılığını Allâh’tan isteyerek ve inanarak gece ibâdet eden kimsenin günahları affedilir.
Ebû Hureyre radîyallâhu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Îmân ederek ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır. Îmân ederek ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek kadir gecesini ihyâ eden kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” [Nesai, 2206]
“Îmân ederek ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek Ramazan gecelerini ihyâ eden kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” [Nesai, 2194]
“Ramazan ayı geldiğinde rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kilitlenir ve şeytânlar zincire vurulur.” [Müslim, 1079]
“Oruç bir kalkandır; Sizden biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin, cahillik etmesin. Birisi ona söver ve onunla kavga etmek isterse, ‘Ben oruçluyum’ desin.” [Buhârî, 1795]
“Allâh şöyle buyurdu: ‘İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim. Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şâyet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. Muhammed’in canı elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allâh katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” [Buhârî, 1805]
Ramazan ayının faziletine ve bu ayda kat kat amel işlemeyi teşvik etmeye dair pek çok hadîs-i şerif vardır. Ben de Müslüman kardeşlerime bu günlerde ve gecelerde istikâmet üzere olmalarını ve bütün hayırlı amellerde yarışmalarını tavsiye ederim. Bu hayırlı amellerden bazıları şunlardır: Düşünerek ve anlayarak Kur’ân’ı çokça okumak, bol bol “Subhanallâh”, “Elhamdulillâh”, “Lâ ilâhe illallâh”, “Allâh’u Ekber” ve “Estağfirullâh” demek, Allâh’tan cenneti istemek, cehennemden Allâh’a sığınmak ve diğer güzel duâları okumak.
Ayrıca kardeşlerime çokça sadaka vermelerini, fakirlere ve yoksullara iyilik yapmalarını, zekâtı hak sahiplerine vermelerini; bununla beraber Allâh’ın yoluna dâvete, cahillerin bilgilendirilmesine önem vermelerini; yumuşaklık, hikmet ve güzel bir üslupla iyiliği emredip, kötülüğü engellemelerini ayrıca her türlü kötülükten sakınmalarını ve; “Hep beraber topluca Allâh’a tevbe edîn ki, kurtuluşa eresiniz ey müminler!” [Nûr: 24/31] âyetiyle amel ederek tevbeye sarılmalarını ve hak üzere sebatlı olmalarını tavsiye ederim.
Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz Allâh’tır, deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedi kalacaklardır.” [Ahkaf: 46/ 13-14]
Orucun Müslümanlara Etkisi:
Orucun İslâm’daki yeri, onun İslâm’ın rükûnlerinden biri olmasıdır. İslâm ancak onunla ayakta durur ve onunla tamam olur. Allâh’u Teâlâ bu konuda anlam itibariyle kapsamlı olan şu âyeti indirmiştir: “(Ey Müminler!) Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı. Umulur ki sakınıp korunursunuz.” [Bakara: 2/183]
Bu âyet, orucun hikmeti konusunda insanların söyledikleri her şeyi içine alır. Çünkü takvâ, Allâh’ın sevdiği ve razı olduğu iyilik yapmak ve kötülükleri terk etmek cinsinden her şeyi kapsayan bir isimdir.
• Oruç; kulun dîninde, dünyasında ve ahiretinde saadete ulaşmak için en büyük yollardandır. Oruçlu, Allâh’ın sevgisini nefsinin arzusuna tercih ederek şehvetleri terk etmek suretiyle Allâh’a yaklaşır. Bu sebeble Allâh’u Teâlâ, ameller arasında sadece orucu kendisine ayırmıştır.
• Oruç; takvânın temellerindendir. Çünkü oruç olmadan Müslümanlık tamam olmaz.
• Oruçla îmân artar, sabır elde edilir, göklerin Rabbine yaklaştırıcı meşakkat ve zorlukların alıştırması yapılır.
• Oruç; namaz, Kur’ân okumak, zikir ve sadaka gibi takvayı gerçekleştirici güzel amellerin çokça yapılmasının sebebidir.
• Oruç, haram fiiller ve haram sözler gibi yasaklanmış şeylerden nefsi alıkoyar. Bu da takvânın direğidir.
Sahih bir hadiste şöyle buyurulur: “Kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, Allâh’ın o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” [Buhârî, 1903]
Oruçta pek çok yararlar, bütün vakitlerde dînin gerekli gördüğü hayırları ve sevapları elde etme özelliği olunca Allâh’u Teâlâ da bunu bizden öncekilere farz kıldığı gibi bize de farz kılmıştır. Yararları elde etmek için Allâh’ın koyduğu bütün hükümlerde O’nun sünneti budur.
Onun yararları; insanların kendileriyle aynı vakitte yiyen, aynı vakitte oruç tutan bir ümmet olduklarının bilincine varmaları, zenginin Allâh’ın nimetinin idrakine varması, fakire şefkat göstermesi ve şeytânın, Âdemoğlunun ayağını kaydırmasının azalması gibi şeylerdir. Oruçta takvâ vardır. Takvâ, toplumun fertleri arasındaki bağları kuvvetlendirir.
Allâh’u Teâlâ orucu, kullarının yararı, nefislerinin terbiyesi ve onların insanî bir olgunluğa erişmeleri için farz kılmıştır. Oruçlu bir Müslüman yemek ve içmek gibi orucu bozan şeylerden uzak durur. Bu, nefsi arzulamadığı/kendisine zor gelen şeylere karşı alıştırır. Oruçlu iken kendisine yasak olan şehevî arzularını kontrol altında tutmasında ona yardımcı olur. Üstün bir ahlâkla ahlâklanması için onu terbiye eder. Kul, dînini ve Allâh’ın mü’minler için ahirette hazırladığı şeyleri iyi öğrendiği ve dînine kuvvetle sarıldığı zaman, dünyanın değersizliğini, Allâh katındaki konumunu, onun Allâh nazarında bir sinek kadar bile değerinin olmadığını, dünyanın ancak Allâh’a itaatle ömür süren ve onu ahireti için bir binit olarak kullanan kimse için çok değerli olduğunu kavrar. Tevfik Allâh’u Teâlâ’dandır.
Ramazan Orucu ve Fıkhı:
Ramazan ve Şevval Hilalleri:
Ramazan ayı kamerî aylardandır. Bunların sübutu hilâllerin, yani yeni ayların görülmesiyledir. Kamerî aylar bazen otuz, bazen yirmi dokuz gün olur. Yay şeklinde görülen her yeni ayın üçüncü gecesine kadar hilâl denir.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in emri üzere hilâli gözle görmek asıldır. O bu konuda: “Onu gördüğünüzde oruç tutun ve yine onu gördüğünüzde iftar edin!” [Buhari, 1909] buyurmuştur.
Oruç için, Şaban ayının 29. günü güneş batarken hilâli görmeye çalışmak Müslümanlara vâcibtir. Eğer hilâl görünürse ertesi gün Ramazanın 1. günüdür ve oruç tutulur. Hava kapalı olup hilâl görülmezse, Şaban ayı 3o’a tamamlanır ve daha sonraki gün oruç tutulur. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bu konu hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer hilâli görmezseniz onu otuz olarak hesap edin.” [Müslim, 1080]
Gökte bulut, toz veya bunlara benzer, hilâlin görünmesine engel olan şeyler varsa, adil olan bir kişinin hilâli gördüğünü haber vermesi ile ertesi gün oruca başlanır. Bu kimsenin hür, köle veya kadın olması fark etmez. Bu konu hakkında Abdullâh bin Ömer radîyallâhu anh şöyle anlatıyor: “İnsanlar hilâli göremeye çalıştılar. Ben, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e hilâli gördüğümü haber verince oruca başladı ve insanlara da oruca başlamalarını emretti.” [Ebu Davud, 2342]
Eğer kadı, bir kimsenin bu konudaki hilâli gördüğüne dair şehâdetini reddederse sadece bu görenin oruç tutması gerekir. Gökte herhangi bir engel yok ise o zaman bir kişinin değil de haber vermeleri ile katî bilgi hasıl olan bir topluluğun hilâli gördüğünü beyan etmesi lazımdır.
Aynı şekilde Ramazan’ın 29. gecesi Şevval hilâli araştırılır. Eğer hilâl görünürse ertesi gün Şevvalin 1. günüdür ve iftar edilip bayram yapılır. Hava kapalı olunca Ramazan ayı 3o’a tamamlanır ve daha sonraki gün iftar edilip bayram yapılır. Yalnız başına Şevval hilâlini gören ertesi gün orucunu bozamaz. Eğer bozmuşsa kefaret gerekmeyip sadece orucunu kaza eder.
Bir bölgede ayın görüldüğü sabit olunca, bütün herkesin ona uyması gerekir. Ayın doğum yerlerinin değişmesine itibar edilmez. Aynı şekilde hilâller de asıl olan gözle görmektir, astronomik hesaplara itibar edilmez.
Orucun Vakti:
Orucun vakti ikinci fecrin doğumundan yani imsaktan itibaren başlar, güneşin batışına kadar sürer. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Fecr vakti, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya (şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye) dek yiyip için. Sonra da akşama kadar oruç tutun.” [Bakara: 2/187] Beyaz iplikten maksat fecr-i sadık olan ikinci fecirdir. Allâh’u Teâlâ, yeme ve içmeyi fecr-i sadığın doğuşuna kadar mubah kılmıştır. Orucun son vaktine gelince, bu da güneşin batmasıyladır. Güneşin batmasıyla birlikte iftar edilir.
Orucun Nevileri:
Hanefî mezhebinde: Oruç farz, vâcib, nafile, haram ve mekruh nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Ramazan orucu, kaza orucu ve kefaret orucu farzdır. Tutulması nezredilen oruç ise vâcibtir.
Her aydan on üç, on dört ve on beşinci günlerde oruç tutmak, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak, Şevvalden altı gün oruç tutmak, Davud aleyhisselâm’ın yaptığı gibi bir gün oruç tutup bir gün tutmamak nafiledir.
Ramazan ve kurban bayramlarının birinci gününde ve teşrik günleri olan Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde oruç tutmak haramdır.
Yevm-i Şekte, yani Şaban ayından mı yoksa Ramazan ayından mı olduğu hususunda şüpheye düşülen günde, nafile oruçtan başkası tutulmaz. O gün Ramazan orucuna niyet ederek oruç tutmak mekruhtur.
Şâfiî mezhebinde: Ramazan orucu, nezir orucu ve kefaret orucu farz oruçlardır.
Arefe gününde, Aşura, her ayın on üç, on dört ve on beşinci günü, Şevval ayından altı gün, Pazartesi ve Perşembe günü oruç tutmak nafile oruçlardandır.
Beş günde oruç tutmak haramdır; iki bayram günleri ve Kurban bayramından sonraki teşrik günleri. Şek gününde oruç tutmak ise mekruhtur. Ancak şek günü, oruç tutmayı adet edindiği güne rastlarsa o gün oruç tutmasında bir sakınca yoktur.
Orucun Şartları:
Hanefî mezhebinde: Ramazan orucuyla kişinin mükellef olmasının şartları akıllı, baliğ ve Müslüman olmasıdır. Bununla beraber akıllı ve mümeyyiz bir Müslüman çocuğun tuttuğu oruç sahihtir.
Ramazan orucunun edâsı farz olması için sıhhat ve ikamet şarttır. Bu sebepten hasta ve yolcuların oruç tutmaları gerekmez. Hastalar iyileştiklerinde, yolcularda yolculuklarını bitirdiklerinde tutmadıkları oruçlarını kaza ederler.
Orucun edâsının sahih olması için; niyet etmek, hayız ve nifas halinden taharet şarttır. Bu sebeble niyet edilmeksizin tutulan bir oruç, müctehidlerin cumhuruna göre sahih değildir. Hayız veya nifas halinde bulunan bir kadınında oruç tutması sahih olmaz, ancak temizlendikten sonra tutmadıkları oruçlarını kaza ederler.
Şâfiî mezhebinde: Ramazan orucu akıllı, baliğ ve oruç tutmaya güç yetiren her Müslümana; hayız ve nifastan temiz olmak şartıyla vâcibtir.
Kâfir kimse, deli, çocuk ve yaşlılık veya hastalık nedeniyle vaktinde tutmaya güç yetiremeyen kimse oruçla mükellef değildir.
Orucun edâsının farzları ise dörttür. Bunlar: a) Niyet etmek, b) Bir şey yiyip içmekten sakınmak, c) Cinsî münasebette bulunmaktan sakınmak, d) Kasten kusmaktan sakınmak.
Farz ve Nafile Oruçlara Ait Niyetler:
Hanefî mezhebinde: Bilinmesi gerekir ki, oruç tutmak için niyet etmek icmâ ile şarttır. Zîrâ amellerin kabul şartı niyettir. Niyetsiz hiçbir amel kabul edilmez.
Niyet ise, kişinin oruç tuttuğunu kalben bilmesidir. Ramazan gecelerinde de Müslümanın kalbinde oruç tutacağına dair bir niyet daima vardır. Niyetin dil ile söylenmesi şart değildir.
Ramazan orucuna ve bir de günü belli edilen nezir (adak) orucuna; akşamdan ertesi günün kuşluk zamanına kadar niyet edilebilir. Bu niyet mutlak bir oruca yapıldığı gibi nafile bir oruca da yapılmış olabilir.
Gündüz, o gün nafile oruca niyet edip oruç tutmak caizdir. Ramazan günü başka bir vâcib oruca niyet edilirse bu Ramazan orucu yerine geçer. Ramazan ve günü belli edilmiş nezir orucundan başka, diğer oruçlara akşamdan ve hangi oruç oldukları da belirtilerek niyet etmek şarttır.
Ramazan’da yolcu veya hasta olanlar, eğer başka bir vâcib oruca niyet ederek oruç tutarlarsa bu, Ramazan orucu değil de niyet ettikleri oruç olur. Bu Ebu Hanife’ye göredir. İmâm Muhammed ve Ebu Yusuf’a göre ise bu yine Ramazan orucu yerine geçer. Fakat vâcib bir oruca niyet etmeden oruç tutarlarsa bu, Ramazan orucu olur.
Şâfiî mezhebinde: Oruç, Ramazan orucu gibi farz veya nezir orucu gibi bir oruç ise buna geceden niyet etmek şarttır. Farz olan oruçta orucun cinsini, Ramazansa Ramazan’ın farzı, nezirse nezrin farzı, kefaretse kefaretin farzı şeklinde belli etmek vâcibtir. Ramazan orucunun tam niyeti kişinin şöyle niyet etmesidir: “Niyet ettim Allâh rızası için bu seneki Ramazanın yarınki orucuna.”
Nafile oruçlar için ise öğlen vaktine kadar niyet edilebilir. Buna göre nafile oruç tutan kişiler, eğer imsak vaktinden sonra yemek, içmek ve cinsel ilişki gibi orucu bozacak herhangi bir şey yapmamışsa öğlen vaktine kadar niyet edip o günü oruçlu geçirebilir.
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Özürler:
Hanefî mezhebinde: Hasta ve yolcu olanlar oruç tutmayabilirler. Hasta olmasından veya hastalığının artmasından korkan kişi de orucunu bozar ve oruç tutmaz. Yolcu olanın oruç tutması, tutmamasından daha iyidir. Fakat orucunu bozarsa bu da caizdir. Hasta veya yolcu iken oruç tutmayanlar, oruçlarını kaza ederler. Kaza etmeye imkân bulamadan ölürlerse üzerlerine herhangi bir borç yüklenmezler.
Hamile veya çocuğunu emziren bir kadın, çocuğunun veya kendisinin sağlığından korkarsa oruç tutmaz, sonra tutmadıklarını kaza eder. Düşman ile cihad eden mücahid, düşman karşısında zayıf düşeceğinden korkarsa oruç tutmayabilir, oruçlarını kaza eder.
Oruç tutmaya gücü yetmeyen çok yaşlı bir kimse de orucunu tutmaz, her gün için fidye verir. Hastalığı devamlı olan ve iyileşme imkânı olmayanlar da her gün için fidye verirler. Fidye bir fakiri sabahlı akşamlı doyurmaktır.
Bütün Ramazan ayını baştan sona kadar delirmiş olarak geçiren kimseye orucu kaza etmesi gerekmez. Fakat Ramazan’ın içinde deliliği son bulursa o güne kadar tutamadığı oruçları kaza eder. Bütün Ramazan ayını baygın geçiren kimse delirmiş olarak geçirenden farklı olarak ayılınca kaza ile mükellef olur.
Hayızlı kadın, gün içinde temizlenince, yolcu yolculuğunu bitirince, çocuk buluğa erince, kâfir Müslüman olunca günün geri kalan kısmını oruçlu geçirir.
Şâfiî mezhebinde: Hasta olan veya uzun yolculuğa çıkan kişiler oruç tutmayıp daha sonra kaza ederler. Hasta ve yolcu kendisini zorlar da oruç tutarsa orucu sahihtir.
Hamile olan veya süt emziren kadınlar, kendilerine bir zarar gelmesinden korkarlarsa oruç tutmayıp daha sonra kaza ederler.
Oruç tutamayacak derecede yaşlı olan kimseler de oruç tutmadıkları her gün için fidye verirler. Fidye bir fakiri sabahlı akşamlı doyurmaktır.
Hasta olacağından veya öleceğinden korkacak kadar açlığın ve susuzluğun kendisine galip geldiği kimsenin orucunu yemesi mubahtır. Bu durum gün ortasında orucun ağır gelmesiyle olsa dahi böyledir.
Gün ortasında Müslüman olan, ayılan ve oruçsuz bir şekilde buluğa eren kimsenin, günün geriye kalan vaktinde bir şey yiyip içmemesi ve sonradan kaza etmesi mendubdur, vâcib değildir. Eğer oruçlu iken buluğa ermişse, devamını getirmesi vâcibtir. Ancak kaza etmesi mendubdur.
Gün ortasında hayız ve nifas kanı kesilen kadın, yolculuğu sona eren yolcu ve iyileşen hastanın bir şey yiyip içmemesi mendub, kaza etmesi ise vâcibtir.
Orucu Bozup Kaza ve Kefaret Gerektiren Haller:
Hanefî mezhebinde: Ramazanda oruçlu olduğu halde; a) Kasten yemek yiyen, b) Hastalık veya gıda için bir şey içen, c) İki yoldan biri ile cinsi münasebette bulunan kimseye; hem kaza hem de kefaret gerekir. Ramazan ayı haricinde oruç bozmanın kefareti yoktur.
Şâfiî mezhebinde: Ramazanda oruçlu olduğu halde bilerek cinsi münasebette bulunan kimseye hem kaza hem de kefaret gerekir.
Orucu Bozup Sadece Kaza Gerektiren Haller:
Hanefî mezhebinde: Şu hallerde kişinin orucu bozulur ve ona kefaret gerekmeksizin sadece kaza gerekir: a) Gece zannederek fecir doğduğu halde sahur yemeği yiyen, b) Akşam oldu zannederek güneş batmadığı halde iftar eden, c) İki yoldan başka yerden cinsi temasta bulunan, d) Haram olması ayrı bir konu olmak üzere – hayvana temas eden, e) Hanımını öpmesi veya dokunması ile inzal olan, f) Makattan ilaç koyan, burnuna veya kulağına ilaç damlatan, g) Demir veya çakıl taşı yutan, h) Kasten ağız dolusu kusan.
Aynı şekilde nafile bir oruca başlamakla bu orucun hem edâsı hem de bozulduğunda kaza edilmesi vâcibtir. Ramazan orucu birbiri arkasınca kaza edildiği gibi ayrı ayrı günlerde de kaza edilebilir. Sonraki Ramazan gelince kaza bırakılıp, Ramazan orucu tutulur sonra kazaya devam edilir.
Şâfiî mezhebinde: Şu hallerde kişinin orucu bozulur ve ona kefaret gerekmeksizin sadece kaza gerekir:
a) Herhangi bir şeyin kasten mideye veya dimağa ulaşması, b) Ön veya arkadan ilaç vb. şeylerin girmesi, c) Kasten kusmak, d) Meninin mübaşeretten dolayı akması, e) Hayız veya nifas olmak, f) Delirmek, g) Dînden çıkmak.
Nafile bir oruca başlayan oruçlu, orucu bozulduğunda muhayyerdir, dilerse kaza eder, dilerse etmez. Ramazan orucundan kazası kalan bir kimsenin, gecikmeden peşi sıra kazasını yapması mendubdur. Özür olmaksızın bir sonraki Ramazana kadar ertelemesi caiz değildir. Eğer ertelerse, hem kaza eder hem de her gün için fidye verir. Eğer iki Ramazan ertelerse iki fidye verir ve yılların tekrarıyla fidye artar. Bir kimse hayattayken tutma imkânı olduğu halde kaza orucunu tutmadan vefat ederse, onun adına her gün bir fidye verilir.
Orucu Bozmayan Haller:
Hanefî mezhebinde: Şu hallerde kişinin orucu bozulmaz:
a) Unutarak yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak,
b) Uyurken ihtilam olmak,
c) Kadına bakınca meninin gelmesi,
d) Yağ sürünmek ve gözlere sürme çekmek,
e) Hanımını öpmek,
f) Gıybet etmek,
g) Kendi kendine gelen kusuntu,
h) Sidik deliğine bir şey damlatmak,
ı) Boğaza toz veya sinek kaçması,
i) Bir şey yemeden cünüp olarak sabahlamak,
j) Dişler arasında kalan nohut tanesinden az bir yemek kalıntısını yutmak.
Şâfiî mezhebinde: Şu hallerde kişinin orucu bozulmaz:
a) Orucu bozan halleri unutarak veya ikrah altında yapmak,
b) Kusmanın kişiye galip gelmesi,
c) Bakarak veya düşünerek ihtilam olmak,
d) Arada bir perde olup kucaklamakla gelen meni,
e) Abdest alırken ağza ve buruna aşırı su almadığı halde mideye su gitmesi,
f) Gün boyu uyumak.
Kefaretin Mahiyeti, Nevileri ve Kefaret-i Savm:
Kefaret lügatte mahv ve izale manasındadır. Allâh’u Teâlâ bazı kusurları, günahları birtakım vesilelerle affettiği ve örttüğü için bunlara kefaret denmiştir.
Kefaretler; kefaret-i savm, kefaret-i zıhar, kefaret-i halk, kefaret-i katil, kefaret-i yemin olmak üzere beş nevidir. Kefaret-i savm, oruç tutmamanın değil orucu bozmanın bir cezasıdır.
Hanefî mezhebinde: Kefaret-i savm sırasıyla; a) Mümin veya mümin olmayan bir köle veya cariye azat etmesinden, b) Buna gücü yetmezse iki ay art arda oruç tutmasından, c) Buna da kadir değilse altmış fakire yemek yedirmesinden ibarettir. Bu tertibe uymak farzdır.
Şâfiî mezhebinde: Kefaret-i savm sırasıyla, a) Mümin bir köle azat etmek, b) Buna gücü yetmezse altmış gün ara vermeden oruç tutmak, c) Oruç tutmaya gücü yoksa altmış fakiri doyurmaktır. Bu tertibe uymak farzdır.
Orucun Müstehabları:
Hanefî mezhebinde: Oruç tutacak kimsenin sahur yemeği yemesi müstehabtır. Bunun vakti gecenin sonudur. Sahur yemeği oruç için insana kuvvet verir. Sahurun tehir edilmesi müstehabtır. Sahurun aksine iftar yemeğinde acele etmek yani akşam namazını kılmadan orucu açmak müstehabtır. Böylece oruç hali namazda kalbin huzuruna mani olmaz.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem orucunu açtığında şöyle derdi: “Ey Allâh’ım! Senin için oruç tuttum ve Senin rızkınla iftar ettim.” [Ebu Davud, 2358]
Orucu hurma gibi tatlı bir şey ile açmak mendubdur. Oruçlunun yakınlarına, fakirlere çokça ihsanda bulunması, sadaka vermesi müstehabtır.
Oruçlunun mümkün olduğu kadar gece ve gündüz Kur’ân okuması ve zikirle meşgul olması müstehabtır.
Oruçlunun fuzulî kelamdan yani, lüzumsuz boş konuşmalardan dilini tutması müstehabtır. Gıybetten ve laf taşımaktan her zaman uzak durmak vâcibtir. Ramazan’da buna daha çok dikkat etmelidir.
Oruçlunun i’tikâfa girmesi müstehabtır. İ’tikâfın hükümleri ilerde anlatılacaktır.
Şâfiî mezhebinde: Sahuru geciktirmek müstehabtır ama imsak vaktinin geçmesinde şüphe varsa sahur yemeği geciktirilmez.
İftar için acele etmek müstehabtır. Oruçlu kişi güneşin batmasının gerçekleştiğini bilirse acele ederek iftarını açar. Güneşin batmasından şüphe ederse iftarını acele üzere açmaz. İftarı hurma ile açmak, hurma yoksa su ile açmak müstehabtır.Bu günlerde iyiliği, sadakayı, Kur’ân okumayı, sıla-ı rahîmde bulunmayı çoğaltması müstehabtır.
Oruçlunun çirkin sözlerden sakınması da müstehabtır. Bu oruçlunun, yalan, gıybet ve sövmek gibi şeylerden dilini korumasıdır. Biri kendisine sövecek olursa iki veya üç defa şöyle der: “Ben oruçluyum!”
Özellikle Ramazan ayının son on gününde i’tikâfa girmesi müstehabtır.
Orucun Mekruhları:
Hanefî mezhebinde: Oruçlu kimsenin abdest alırken ağzına ve burnuna aşırı su alması mekruhtur. Harareti azaltmak için ağza, buruna su almak ve soğuk su ile yıkanmak İmâm Ebu Hanife’ye göre mekruhtur fakat İmâm Ebu Yusuf’a göre mekruh değildir. Fetva da bu vecihledir.
Kişi bir yiyeceğin tadına bakarsa orucu bozulmaz, fakat böyle yapması mekruhtur. Bu hususta kocasının kötü huylu olması kadın için özürdür, pişireceği yemeğin tadına, tuzuna yutmaksızın bakabilir. Kişinin çocuğuna yedirmek için bir yiyeceği ağzıyla çiğnemesi başka bir çare varsa mekruhtur. Sakız çiğnemek orucu bozmaz ancak mekruhtur. Nefsinden emin olmayan oruçlunun hanımını öpmesi, okşaması gibi şeyler yapması mekruhtur. Oruçlunun kan aldırması, orucunu koruyamayacak kadar zayıf düşürmesinden korkulursa mekruhtur ama zayıf düşürmeyecekse mekruh değildir.
Oruçlu kimse için su ile ıslatılmış misvak kullanması İmâm Ebu Yusuf’a göre mekruhtur, fakat diğer âlimlere göre sabahleyin veya zevalden sonra yaş veya kuru misvak kullanmakta kerahet yoktur.
Şâfiî mezhebinde: Sahuru geciktirmek müstehabtır ama imsak vaktinin geçmesinde şüphe varsa sahur yemeğinin geciktirilmesi mekruhtur.
Yemeğin tadına bakmak, sakız çiğnemek ve öğlen vaktinden sonra misvak kullanmak mekruhtur. Sürme çekmek ve banyo yapmak ise mekruh değildir. Akşama kadar susup konuşmamak mekruhtur.
İ’tikâfın Mahiyeti, Nevileri ve Hikmeti:
İ’tikâf, “oruçlu kimsenin i’tikâf niyeti ile cemaatle namaz kılanın bir mescidde kalması” demektir. Bir günden az bir zaman i’tikâf olarak kabul edilmez, vâcib olan i’tikâfta da böyledir.
İ’tikâflar vâcib, sünnet-i müekked ve müstehab nevilerine ayrılır. Nezredilen bir i’tikâf vâcibtir. Ramazan ayının son on gününde sünnet-i müekkeddir ve bunun dışındaki günler i’tikâfa girmekten daha faziletlidir. Başka bir zamanda ibâdet niyetiyle yapılan i’tikâf ise müstehabtır. İ’tikâfa başlamakla onu tamamlamak ve eğer bırakıldı ise kaza etmek vâcib olur.
Kadir gecesinin Ramazan ayının son on gününün her gecesinde olma ihtimali vardır, lakin tekli gecelerde olması tercih edilmiştir. Tekli gecelerin yirmi yedinci gecesi daha tercih edilmektedir.
Kadın, evinin mescit edindiği bir odasında i’tikâfa girer. Mescidde i’tikâfa giren erkek hakkında şart olan şeyler, evinde i’tikâfa giren kadın için de şarttır.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem Medîne’ye hicretinden sonra ahirete irtihallerine kadar her Ramazan ayının son on gününü i’tikâf ile geçirirlerdi. İhlâs ile yapılan bir i’tikâf pek şerefli ve faydalı bir ameldir. Dünya işlerinden uzaklaşıp Allâh’u Teâlâ’ya yönelerek, birer beytullâh olan mescitlerden birine sığınan bir mümin en kuvvetli kalelerden bir kaleye sığınmıştır.
Bir müminin her gün azalmakta olan hayat günlerinden bir kısmını böyle kutsal bir ayda, böyle kutsal bir mekânda halis ve temiz bir kalb ile Rabbini tazim etmeye ve ibâdete ayırması kaçırılmayacak bir fırsat ve pek yüce bir ganimettir.
İ’tikâf yapan kişi bütün vaktini namaza tahsis etmiş demektir. Çünkü namaz kılmadığı vakitlerde bile mescid de namazı bekler bir vaziyettedir. İ’tikâf sayesinde mü’minin maneviyatı yükselir, kalbi nurlanır, yüzünde kulluğun nuru parlar.
İ’tikâfın Şartları, Adabı ve Bozan Şeyler:
İ’tikâfın sahih olması için bazı şartları vardır. Bunlar:
a) Müslüman, akıllı ve hayız ve nifas’tan temiz olmak, b) İ’tikâfa niyet etmiş olmak, c) İ’tikâfa mescid veya o hükümdeki bir yerde girmek, d) Vâcib olan i’tikâfta oruçlu olmaktır.
İ’tikâfın birtakım âdâbları vardır. Bunlar:
a) İ’tikâf, Ramazan ayının son on gününde mescidlerin en faziletlisinde yapılmalı, b) İ’tikâf esnasında hayırdan başka bir şey söylenmemeli, c) İ’tikâf esnasında Kur’ân-ı Kerîm tilavet edilmeli, hadis-i şerif okunmalı ve Allâh’u Teâlâ’yı zikir ile meşgul olunmalı, d) İ’tikâf esnasında temiz elbiseler giyinmeli ve güzel kokular sürünmelidir. İ’tikâfa girenin hiç konuşmaması mekruhtur. Konuşur fakat ancak hayır söyler.
Cinsî münasebette bulunması ve buna götüren şeyleri yapması haramdır. Gece veya gündüz, unutarak olsun kasten olsun, cinsî münasebette bulunmakla i’tikâf bozulur.
İ’tikâfa girmeyi nezreden kimse, yemek içmek ve lavabo ihtiyaçları gibi beşeri ihtiyaçlar, hayız veya orada durmayı mümkün kılmayan hastalık gibi durumlar sebebiyle dışarı çıkarsa i’tikâfı bozulmaz. Ancak hasta ziyareti, cenaze namazı ve Cuma namazı için çıkarsa bozulur.
Kölenin efendisinden, kadının kocasından izinsiz olarak i’tikâfa girmesi haramdır.
Sadaka-i Fıtır:
Hanefî mezhebinde: Sadaka-i Fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından fazla en az nisab miktarı bir mala sahip olan hür ve Müslüman herkese vâcib olan bir sadakadır. Bu kimseler kendilerinin fitrelerini vermekle mükellef oldukları gibi, küçük çocuklarının, kölelerinin ve cariyelerinin Müslüman olmasalar dahi fitrelerini vermekle mükelleftirler.
Fitrenin miktarı buğdaydan veya buğday unundan yarım Sa’ (ki bu yaklaşık 1,458 kg eder), arpadan veya arpa unundan, kuru hurmadan ve kuru üzümden bir Sa’ (ki bu yaklaşık 2,917 kg)’dır. Bunların kendileri verilebildiği gibi kıymetleri de verilebilir. Bir Sa’ sekiz Irak rıtline eşittir.
Fitre Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğumundan itibaren vâcib olur. Fitreyi bayram günü bayram namazına gitmeden önce vermek müstehabtır fakat bundan önce vermek de caizdir. Zamanında verilmeyip sonraya kalsa yine vermek vâcib olur. Malı olan küçük çocuğun velisi onun ve ona ait kölenin fitrelerini çocuğun kendi malından verir.
Şâfiî mezhebinde: Sadaka-i Fıtır üç şeyle farz olur. Bunlar: a) Müslüman olmak, b) Ramazan ayının son gününde güneşin batmış olması, c) O gün kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin nafakasından fazla yiyeceğinin bulunması.
Hatime:
Ebu Hureyre radîyallâhu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Îmân ederek ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır. Îmân ederek ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek kadir gecesini ihyâ eden kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” [Nesai, 2206]
Ebu Hureyre radîyallâhu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Îmân ederek ve karşılığını Allâh’tan bekleyerek Ramazan gecelerini ihyâ eden kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” [Nesai, 2194]
Allâh’ım! İçinde bulunduğumuz bu Ramazan ayında Sana îmân ederek gündüzleri oruç tutmayı, geceleri ihyâ etmeyi bizlere kolaylaştır.
Allâhümme Amin!
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Üzeyir Hanif