Kitâbını bizlere bir öğüt, gönüllerdekilere bir şifâ, mü’minler için bir hidâyet ve rahmet olarak gönderen Rabbimize hamd ederek… Îmân edenlere hidâyet rehberi ve müjde olan apaçık kitâbın sâhibine sığınarak ve güvenerek…Vahiy, kalbine ilkâ olunan Nebîmiz aleyhisselâm’a salâtu selâm ile… Kulları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gelen vahyi gönderenin izniyle ve ismiyle…
Vahyin Tanımı
Vahiy, lügatte “gizli konuşmak, imâ ve işâret etmek, ilhâm etmek, seslenmek, fısıldamak, mektup yazmak ve göndermek” gibi mânâlara gelir. Istılâhta ise vahiy (vahy), Allâh’u Teâlâ’nın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi demektir. [Linâsu’l-Arab “vhy” maddesi]
Allâh’u Teâlâ, rasûllerini risâlet ve nübüvvet ile vazifeli kılmış, onlara vahyetmiş, bazısına kitâb, bazısına da sayfalar vermiştir.
“Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz kimseleri peygamber olarak gönderdik; eğer bilmiyorsanız kitâblar hakkında bilgi sâhibi olanlara sorun.” [Enbiyâ: 21/7]
“Bunlar önceki kitâblarda, İbrâhim ve Mûsâ’nın kitâblarında da vardır.” [A’lâ: 87/18-19]
Tüm kutsal kitâblar, asılları itibariyle vahiy kaynaklıdır. Kur’ân’ın diğer kutsal kitâblardan farkıysa, diğer kitâblar indirildikleri ümmetler tarafından tahrif olmuş ve hükümleri kalkmışken; Kur’ân, Rabbimizin korumasındadır ve O’nun hükümleri de kıyâmete kadar geçerlidir.
“(Rasûlüm!) Sana da kendisinden önceki kitâbları tasdik edici ve onları koruyucu olarak bu kitâbı hak ile indirdik. Artık aralarında Allâh’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen bu gerçeği bırakıp da onların isteklerine uyma.” [Mâide: 5/48]
“Şüphesiz ki o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Elbette O’nu yine biz koruyacağız.” [Hicr: 15/9]
Vahyin Çeşitleri
Vahiy kavramı Kur’ân’ı Kerîm’de yetmişten fazla yerde fiil kalıplarıyla, altı yerde ise “vahy” şeklinde geçmiştir. Bu âyetlerin çoğunda vahiy Allâh’a nispet edilirken, bunun dışında şeytâna ve yardımcılarına nispet edilmiştir. Şeytânlara atfedilen vahiy lügat mânâsındadır. Şeytânın dostlarından insânlara ve cinlere, peygamberlere ve mü’minlere düşmanlık etmeleri için gizlice telkinde bulunmasını ifâde eder. [Enâm: 6/112, 121]
Allâh’u Teâlâ’ya izâfe edilen vahyetme fiili; insânlara ve meleklere, yerler ile göklere ve bal arısına yönelik gelmiştir. Örneğin:
1. Peygamberlere vahiy. [Nisa: 4/162; Araf: 7/117,160] Bu vahiy, ıstılâhta ifâde edilen vahiydir. Vahiy denince ilk akla bu vahiy gelir. Cebrâîl aleyhisselâm, vahiy meleği olarak görevlidir. Cebrâîl aleyhisselâm, melek veya insân suretiyle Nebîmiz aleyhisselâm’a vahiy getirmiştir. Yine bu vahiy, kimi uyanıkken, kimi de uykudayken Nebîmiz aleyhisselâm’ın kalbine ilkâ edilmek suretiyle de gerçekleşebilir. [Bakara: 2/97]
2. Musâ aleyhisselâm’ın annesine [Kasas: 28/7] ve Îsâ aleyhisselâm’ın havarilerine gelen vahiy. [Mâide: 5/11]
3. Cebrâîl [Necm: 53/10] ve diğer meleklere vahiy. [Enfal: 8/12]
4. Cansız varlıklardan yeryüzüne ve gökyüzüne vahiy. [Zilzâl: 99/4-5] Bu vahiy emretmek mânâsındadır.
5. Canlılardan bal arasına vahiy. [Nahl: 16/68-69] Bu vahiy ilhâm, içgüdü mânâsındadır.
Vahyin İki Kısmı
Vahiy, ilâhî bir sırdır. İnsânlar onun mânâsına tam olarak vakıf olmazlar. Vahiy geldiğinde Nebîmiz aleyhisselâm’ın rengi değişir, O’nu bir terleme alır, alnı terleyip, nefesi sıkışırdı. Gelen vahiy, Allâh’u Teâlâ’nın korumasıyla Nebîmiz aleyhisselâm’ın aynen hafızasında kalırdı. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “(Rasûlüm!) O’nu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz O’nu toplamak (Senin kalbine yerleştirmek) ve O’nu okutmak bize aittir. O halde, O’nu okuduğumuz zaman Sen okunuşunu takip et. Sonra O’nu anlatmak elbette bize aittir.” [Kıyâmet: 75/16-19]
Nebîmiz aleyhisselâm, vahyin gelmesi tamamlandığında vahiy kâtiplerine gelen vahyi yazdırırdı. Başta Hulefâ-i Râşidîn olmak üzere, Nebîmiz aleyhisselâm’ın kırk kadar vahiy kâtibi vardı. Onlar, eksiksiz olarak gelen vahyi çeşitli şeyler üzerine yazarlar ve bu yazılanlar da Müslümanlar tarafından ezberlenirdi. Bu yazdırılan vahye “vahyi metluv” da denilmiştir. Bundan maksat “kırâat edilen vahiy” mânâsında Kur’ân’ı Kerîm’dir.
Onun haricinde Nebîmiz aleyhisselâm’ın pak Sünnet’ine de “vahyi gayri metluv” denilmiştir. Bu da “kırâat edilmeyen vahiy” demek olup, Nebîmiz aleyhisselâm’ın Kur’ân’ı Kerîm dışında aldığı vahiyler için kullanılmıştır. Cebrâîl aleyhisselâm, Kur’ân vahyi için indiği gibi, yine Sünnet içinde gelmekteydi. Bu yüzden Sünnet’te vahiy içeriklidir. Sünnet’i inkâr edenler, dîni inkâr etmektedirler. Böyle bir sapkınlıktan Rabbimize sığınırız.
Vahiy Öncesi Toplum
Bir toplum düşünelim ki; o toplumda her türlü haram işleniyor, güven ve emniyet tamamen ortadan kalkmış. Bir toplum düşünelim ki; adâlet ve merhametin yerine zulüm ve gaddarlık almış. Bir toplum düşünelim ki; bir iyinin karşısında yüzlerce kötü, bir ahlâklının karşısında yüzlerce ahlâksız var. Bir toplum düşünelim ki; Allâh’u Teâlâ’nın emirleri ve yasakları o toplumda yok, hükümleri âciz olan beşer nefsine göre veriyor. İşte bu toplum, îmân ehlinin nazarında câhiliye toplumudur. Câhiliye toplumu, vahyin nûrundan yoksun bir toplum. Hak mâbûda, yüzlerce bâtıl mâbudu eş koşan müşrikî bir toplum. Tevhîdden yüz çevirip, şirkin bataklığına batmış, zilleti hayât yapmış bir toplum, câhiliye toplumu.
Elleriyle yaptıkları putlara kutsallık atfeden, onlara tapınacak kadar sefihleşen ve zelilleşen, beşerin âciz aklına göre hükmedilen, dereke dereke alçalan ve alçaltan bir toplum, câhiliye toplumu. O toplumda, azgınların ve azgınlığın her çeşidi var. Kimi zaman suçsuz yere kızlar toprağa gömülüyor, kimi zamansa haksız yere nice mâsuma zulmediliyor. Hakîkî değerler değersiz sayılırken, değersizlere ise sahte değerler atfediliyor. Câhiliye, insânlığın -insânlıktan nasipsiz- karanlık yüzü.
Câhiliye toplumunda insânlığı içten ve dıştan kemirip, sömüren tüm kötülüklere şerden geçitler var. Kumar serbest, içki serbest, faiz serbest, zina serbest, hile serbest, -akla gelen ve gelmeyen- canavarlığın her türü serbest… Câhiliye toplumu, insân görünümlü canavarlardan oluşan canavarlar toplumu.
İşte vahiy, böyle bir toplumu aşağıların aşağısından alarak saâdete taşıdı; saâdeti yaşayanların asrı ise “asr-ı saâdet” ismiyle anıldı. Ve vahiy, tüm zamanlarda câhiliyeyi yaşayanları aşağılardan alıp, yukarıların yukarısına çıkaracaktır, biiznillâh.
Vahyin İlk Gelişi
İnsânlık kurtuluşu bekliyorken, dalâletin bataklığında ömür sürenlere hidâyet güneşinin doğması gözleniyor. Uzunca bir fetretin ardından kulları tâğûtların esaretinden kurtaracak bir elçinin gölgesi çağa düşüyor. Sağanak sağanak yağan yağmurlar misali, ilâhî rahmetin; vahiy gelmesinin vakti yaklaşıyor. Cehâleti kaldırıp, hakîkati anlatacak Rasûl, vahyin elçisi Cibrîl ile kucaklaşacağı zamanı bekliyor. Hâdiseler tesbih tanesi gibi ardı ardına gelecek ve işte, Rabbimizin emriyle görevli melek geldi. Nebîmiz aleyhisselâm âdeti olduğu üzere Hirâ’ya çekilmiş, tehannüste. Yalnızlık kendisine sevdirildi sevdirileli, sekaleynin muallimi Hirâ’ya gelip uzlete çekiliyor, bir nevî vahye hazırlanıyor.
Sonunda göklerin emini Hirâ’ya teşrif ediyor. Nebîmiz aleyhisselâm, bir misafirin gelmesini beklemiyorken misafiri Rabbimiz gönderiyor. Arayışın mağarası Hirâ, iki elçiye ev sâhibliği yapıyor, Hirâ nûrlanıyor, beşeriyet nûrlanacak. İki eminin buluştukları ilk gece, ne mübârek bir gece. Kıyâmete dek izi silinmeyecek bu kutlu gecede vahiy, Rasûlullâh’ın kalbine inmeye başlıyor. Müjdeler olsun sekaleyn, ey ins ve cin size müjde! Delâlete son veren, son kitâbın âyetleri sonunda nâzil oluyor. Cebrâîl aleyhisselâm, insân suretinde Nebîmiz aleyhisselâm’ın yanına geliyor. Rivâyetlere göre Ramazan’ın on yedisi, bir Pazartesi gecesi. Hirâ seçilmiş, Ramazan seçilmiş, elçiler seçilmiş… Seçene hamdolsun.
Göklerin emini, yerlerin eminini kucaklayıp, sıkıyor, bu ilk buluşma, bu özel bir buluşma. İnsânlar bu buluşmanın anlamını henüz bilmiyor fakat kıyamete dek bu büyük buluşmadan bahsedilecek.
Ve ilk kelime: “Oku!..” Yerlerin eminini bir korku sarıyor, ürperiyor, şaşırmış bir halde: “Ben, okuma bilmem!..” diye cevâb veriyor. Cebrâîl, kendisini tekrar kucaklıyor ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar: “Oku!..” diye sesleniyor. Verilen cevâb aynı: “Ben, okuma bilmem!..”
Cebrâîl aleyhisselâm, ikinci kere Nebîmiz aleyhisselâm’ı bağrına basıyor ve sıkıp bıraktıktan sonra yeniden sesleniyor: “Oku!..” Nebîmiz aleyhisselâm; “Ben, okuma bilmem, ne okuyayım?..” dediğinde, göklerin emini, yerlerin emini son elçiye vahyin ilk âyetlerini okuyor:
“Yaratan Rabbinin ismiyle, oku! O Rabbin ki, insânı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sâhibidir. O, insâna kalemle yazmayı öğretendir.” [Alak: 96/1-5]
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Vahiy ve Kur’ân
Hiç şüphesiz ki Ramazan ayı, ayların sultanıdır. Peki, “Ramazan’ı sultan yapan nedir?” diye bir soru sorsak, ne cevâb verebiliriz? Belki farklı ağızlardan, farklı şeyler dökülür ve bizler de onlara hak verebiliriz. Evet, doğrudur Ramazan-ı Şerif’in diğer aylara üstünlükleri çoktur; ama biz bu bölümde Ramazan’ın Kur’ân’ın ayı olduğu hakîkatinden hareketle; “Ramazan ayı, Kur’ân ayıdır” diyeceğiz. Zira Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, insânlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delîlleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır.” [Bakara: 2/185]
Evet, bir ibâdet ayı olan Ramazan, birçok hayrın ve güzelliğin ayı olduğu gibi, aynı zamanda Kur’ân âyetlerinin ilk inmeye başladığı aydır.
O Kur’ân ki; âciz beşerin sözü değil, beşerin sâhibi el-Hâlik ve el-Kâdir olanın kullarına gönderdiği ilâhî kitâb…
O Kur’ân ki; Âlemlerin Rabbi tarafından seçilmiş son tevhîd elçisi Muhammed aleyhisselâm’a peyderpey indirilmiş, nesilden nesile, tevâtüren gelen son kitâb…
O Kur’ân ki; kelimelerinin seçilişi, cümlelerinin kuruluşu, âyetlerinin tertibi, lafızları ve mânâsı ile insânları âciz bırakıp, sözün en güzelini ve en doğrusunu söyleyenin insânlığa hitâbı, mûciz kitâb…
O Kur’ân ki; bazı zındıkların söylemeye yeltendiği gibi, sadece bir dönemi ve o dönemin insânını ilgilendiren bir kitâb değil; bilakis dünyâ durdukça kendisi de duracak, hükümleri kıyâmete dek var olacak, ilâhî hükümleri va’z eden, hikmetli kitâb…
O Kur’ân ki; zamanın geçmesiyle eskiyip eskiye götüren bir kitâb değil; bilakis O, nice bilinmezleri çok önceden bildiren, zamanlar üstü bilgiler sunarak, zamanı ve insânları aşan, eskimez ve eskitilemez, kılavuz kitâb…
O Kur’ân ki; evrensel hitâb… Arapça indirilmiş olsa da sadece Arabları ilgilendirmeyen, bilakis her yerde ve her zaman, her ırktan insâna doğruya yönelmeleri için ilâhî mesajı barındıran, mürşid kitâb.
O Kur’ân ki; insânları kula kulluktan, kulların sâhibine, kulların zulümlerinden, kulların sâhibinin adâletli hükümlerine çıkaran, âdil kitâb…
O Kur’ân ki; bedeni yani maddesi, ruhu yani mânâsıyla iki unsurdan oluşan insânın; bedenine ve ruhuna, maddesine ve mânâsına şifâ kaynağı olan, devâ kitâb…
O Kur’ân ki; kendinden önceki kitâbları ve peygamberleri tasdik eden, kıssalarında akıl sâhibleri için ibretler olan, insânları hakka ve doğruya götürüp, onları karanlıklardan aydınlığa çıkartan, nûr kitâb…
O Kur’ân ki; öğüt alanlar, bilenler, anlayanlar, düşünenler ve aklını kullananlar için âyetleri açıklanmış, kendisinde hiçbir eğrilik ve tezat bulunmayan, önünden ve arkasından bâtılın bulaşamadığı, korunmuş kitâb…
O Kur’ân ki; ittibâ ettikleri takdirde insânları ve cinleri, dünyâ ve âhiret felâha ulaştıran, dareyn saâdeti için rehberlik eden, rehber kitâb…
O Kur’ân ki; yeryüzünde cehâlet, sefâlet, zulüm, inkâr ve daha ne kadar kötü olup, kötülüğe sevk eden şey varsa hepsinin kaldırılıp, yerlerine iyi olanların ikâmesini teşvik eden, inkılâbî kitâb…
O Kur’ân ki; el-urvetu’l-vuskâ olan, kopmayan sapasağlam kulp… İnsânların sımsıkı tutunduklarında kurtulacakları Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın katından tenzil olan, hablullâh kitâb…
O Kur’ân ki; işlerimizi dînî ve dünyevî olarak ayırt ettirmeyen, dünyâdaki işlerimizin hep dîn ile alâkalı olduğunu ve her bir işimizden hesaba çekileceğimizi bizlere bildiren, hâkim kitâb…
O Kur’ân ki; dünyânın âhiretin önünde bir imtihan yurdu ve bizlerin de mükellefler olduğumuzu apaçık tebliğ eden, hüccet kitâb…
O Kur’ân ki; insânların neye, nasıl inanacaklarını ya da inanmayacaklarını beyân eden ve yine insânlara neyi, nasıl yapacaklarını ve yapmayacaklarını bildiren inanç ve amel esaslarını kendisinde toplayan, furkân kitâb…
O Kur’ân ki; şer’î, kevnî ve uhrevî hâkimiyetin yegâne sâhibinin Allâh Subhânehu ve Teâlâ olduğunu bildiren, egemen kitâb…
O Kur’ân ki; Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın mülkünde O’nun kullarının, O’na teslim olup, itaat etmeleri gerektiğini bildirerek, kurtuluşun itaat ile mümkün olduğunu bildiren tartışmasız itaat edilecek tek hak kitâb…
O Kur’ân ki; Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın hükmüne büyüklenerek karşı gelen şeytânın kâfirliğini, firavunun ve firavunlaşanların âkıbetlerini bildirerek, tuğyânın neticesinin hüsran olduğunu bizlere sarâhaten anlatan, sarih, ibretlik kitâb…
Sözün özü; anlatılmaktan âciz kalınan nice hakîkatlerin kaynağıdır, Kur’ân…
Vahyi Anlamak
Ramazan, Kur’ân’ın ayıdır. Peki, “Ramazan’ı edâ etmeye çalışan bizler, bu mübârek Kur’ân ayında, Kur’ân’a yönelik neler yapmalıyız?” diye bir soru soracak olursak, cevâben deriz ki: “Kur’ân’ın ayında, Kur’ân’ı okumalı, anlamaya çalışmalı ve O’nun hakîkatlerini hayât yapmalıyız.” Ancak dikkat edilmelidir ki; “okumak, anlamak ve yaşamak bir bütünün parçaları gibidir, bunları birbirinden ayırmak, bütünü bozmak demektir.” Sonuçta bu ilâhî kitâb, okunmadan anlaşılamayacak, anlaşılmadan da yaşanamayacaktır.
Öyleyse, Kur’ân’a yaklaşımımız O’nu “sadece okumak” olmamalıdır. Tabi ki öncelikle kitâbımızı okuyacağız, okuduklarımıza îmân edip, sonrasında O’nun hakîkatlerini hayât yapacağız. Kur’ân’ın âyetleri, hayâtlarımıza nazil olacak, bizler de onlarla amel edeceğiz. “Kendilerine kitâb verdiğimiz ve O’nu hakkını vererek okumakta olanlar var ya, işte kitâba îmân edenler onlardır. Ama her kim de O’nu inkâr ederse, işte asıl kaybedenler onlardır.” [Bakara: 2/121]
Bizler, hidâyet rehberi olan kitâbımızı sadece Ramazan’da ya da belirli günlerde ve gecelerde okunan bir kitâb haline dönüştürmemeli; O’nu belirli bir zamana ve mekâna hapsederek, hayâttan koparmamalıyız.
Sadece Ramazan’da, ya da belirli zamanlarda Kur’ân okumak, diğer günlerde ve aylarda ise, O’nu hiç elimize almamak yanlış bir yaklaşımdır.
Evet, bu ay Kur’ân ayıdır ancak diğer aylar Kur’ân’la bağımızı koparacağımız aylar değildir ve de olmamalıdır. Bu konuda ki yanlış uygulamaları düzeltmeliyiz. İstisnasız olarak her ay ve onun içindeki her bir gün, Kur’ân’la buluşacağımız, O’nunla îmar ve inşâ olacağımız zamanlardır. Yapabiliyorsak her zaman Nebîmiz aleyhisselâm’ın müjdelediği hayırlı insânların arasına girmeye çalışmalıyız. Bilindiği üzere Kur’ân kalbine inen Nebîmiz Muhammed aleyhisselâm, hayırlı ve faziletli kişiyi; “En hayırlınız (en faziletliniz) Kur’ân’ı öğreten ve öğreneninizdir” [Buhârî] diye tanıtmıştır.
Üstüne basa basa tekrar ediyoruz ki; Kur’ân’ı öğrenmekten maksat sadece “okumasını öğrenmek” değildir ve Kur’ân’ı öğretmekte sadece “okunmasını öğretmek” olamaz. Kur’ân’ı öğretmek, elbette öncelikle okunmasının öğrenilmesiyle başlar ama bu öğrenim o kadarla bitmez. Sonrasında O’nun mânâsının öğrenilmesi ve öğretilmesi gelir. Yine bu kadarla da bitmez, ondan sonra da onunla nasıl amel edileceğinin öğrenilmesi aşaması gelir.
Nebîmiz aleyhisselâm, Kur’ân’ın okunması ve ezberlenmesi husûsunda ümmetini teşvik etmiştir. Elbette Kur’ân’ın faziletleri çoktur. Örneğin, bir rivâyette Kur’ân okuyanlara verilecek sevâb şöyle bildirilmiştir: “Kim, Kur’ân’dan bir harf okursa kendisine bir sevâb yazılacaktır ve her sevâb on katıyla karşılık bulacaktır. ‘Elif, lam, mîm’ bir harftir demiyorum. Fakat ‘elif’ bir harf, ‘lam’ bir harf, ‘mim’ de bir harftir.” [Tirmizî]
Elhamdulillâh. Zatına rahmeti yazan, mü’minlere karşı merhametli olan, bizlerin birine en az on veriyor ve dilerse dileğine de sevâbı arttırıyor. Fakat bizler, bu ve benzeri rivâyetleri anlayacağımız ve anlatacağımız zaman unutmamalıyız ki; “Kur’ân, sadece okunmak için gelmiş bir kitâb değildir. Okunmanın amacı öğrenmek, öğrenmenin amacıysa yaşamaktır. Kur’ân’a îmân edenlerin, O’nu hayât kılması kaçınılmazdır.”
Abâdileden olan büyük sahâbe Abdullâh bin Mesud radîyallâhu anhu şöyle demiştir: “Bize Kur’ân lafzını ezberlemek zor, O’nunla amel etmekse kolay gelirdi. Bizden sonrakilere ise Kur’ân’ı ezberlemek kolay, O’nunla amel etmekse zor gelmektedir. Kur’ân, hükümleriyle amel edilsin diye indiği hâlde, insânlar O’nun tilâvetiyle yetinir oldular.” [el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 1/140]
Sahâbe nesli örnek nesildir. Onlar, Kur’ân tilâvetini ibâdet gördüler, O’nu okudular, anlamaya çalıştılar. Onun üzerinde tefekkür ettiler, emirlerine ve yasaklarına uydular. O’nu rehber ve kendi aralarında hakem kabul ettiler. Sahâbeyi örnek almayanlar, Kur’ân’ı okumayanlar, O’nun hakîkatlerini öğrenmeyenler, neyi bileceklerdir?
Kur’ân’ı devre dışına bırakanlar, O’nun haramını ve helalini yok sayanlar, neyi yaşayacaklardır? İnanacakları veya inanmayacakları husûsları -öncelikli olarak- Kur’ân’dan öğrenmeyenler neyi, nereden, kimden ve nasıl öğreneceklerdir?
Elbette ki bu soruları her bir vicdan sâhibinin kendine sorması ve doğru cevâbları vermesi gerekir.
Özetle diyeceğiz ki; “Her Müslüman’a ilim talep etmek/öğrenmek farzdır.” [İbn Mâce] Kur’ân da her Müslüman için tahsil edilmesi zarûrî olan bir kitâbtır. O’nu bilmeyenler, O’nun tahsilini önemsemeyenler, hayâtlarında Kur’ân’la çelişen ve çatışan birçok şeye inanıp, Kur’ân’ın yasakladığı birçok şeyi yapacaklardır. Böyle yapanlarınsa dünyâ ve âhiret hayâtları hüsrandır. Maalesef ki yaşadığımız bu asr-ı felâkette, asr-ı saâdetin aksine, dünyevîleşenler çoğalmış, uhrevîleşenlerse azalmıştır.
Bizler, hayâtından dîni, peygamberi ve vahyi tamamen çıkaran, “yaşayan ölüler” asrında ve arasında yaşıyoruz. “Bu kavramlar benim için önemli” diyenlerin ise maalesef birçoğunun şuurları kapalı.
Evet, onların vahye ve Kur’ân’a yaklaşımları diğerleri gibi değil. Belirli zamanlarda ve mekânlarda Allâh’ın âyetlerinden bahsediyor hatta “Kur’ân’ı yüzünden okuma dersleri” alıyorlar. Ancak “Kur’ân ne diyor?” diyerek; “Kur’ân’ı Anlama Dersleri” verenler de alanlar da yok denecek kadar az.
Dînî tedrisâtı geçime ve seçime alet edenlerin, O’nu yaz tatillerine hapsedenlerin, Kur’ân’ın ne dediğinden habersiz olarak yetiştikleri ortada. Bu yetişe(meye)n insânlar da belirli gecelerde veya günlerde ellerine alıp okudukları Kur’ân’la kulluklarını yerine getirdiklerini sanmaktalar. Modern câhiliyenin onlara sunduğu “Kur’ân’a bakış açısı” bundan ibâret.
Aslında tüm zamanlarda ve mekânlarda câhiliyeden beslenenler, vahyin hakîkatlerinin anlaşılmasını değil, anlaşılmamasını istemekteler. Ne zaman ki Kur’ân’ın hakîkatlerini bütünüyle anlayan ve o hakîkatleri hakkıyla yaşayan sahâbe gibi nesiller yetişirse, o zaman câhiliyenin saltanatı sallanacağından, câhiliyenin ağababaları insânlarla Kur’ân’ın hakîkatlerinin önüne geçmeye çalışmaktalar.Kur’ân düşmanları çok iyi bilmektedirler ki; “ilâhî vahyi öğrenmeyenlerin ve anlamayanların oluşturduğu bir toplum, Kur’ân’ın hükümlerini çiğneyen câhiliye toplumudur. Hakîkî İslâm toplumunun inşâsı ise, nesillerin bir bütün olarak Kur’ân’ı tahsil etmeleri ve O’nun hakîkatlerinin yaşamalarıyla mümkündür.”
Câhiliyenin tüm dünyâ insânlığına sunduğu ifsad müfredâtlarının beşeriyeti getirdiği yer herkesin mâlumudur. Beşeriyet, âciz ve âsi insânların müfredâtlarıyla ancak batışını hızlandırmaktadır; çıkış ve kurtuluş ise ilâhî müfredâta dönmekle mümkündür. Rabbimizin kitâbı, ilâhî müfredâttır. Beşer, kendi eliyle, değişken müfredâtlar koymaktayken, Müslüman için değişmeyen ve değiştirilemeyen müfredât Kur’ân’dır. Kur’ân müfredâtı, geçmişin izzetli nesillerini yetiştirdiği gibi, bugünün ve yarının Kur’ân ile izzetlenen nesillerini de yetiştirecektir. Ve ne zaman ki izzeti Kur’ân’da bulanlar, vahdeti oluşturacak, işte o zaman Kur’ân nesli, Kur’ân nizâmını dünyâya hâkim kılacaktır, biiznillâh…
Vahiyle Buluşmak
Rabbimizin buyurduğu gibi Ramazan ayı, vahyin ayıdır. “Ramazan ayı, insânlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delîlleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır.” [Bakara: 2/185]
Rasûlullâh aleyhisselâm ilk defa bu ayda vahiy alıp, Cebrâîl aleyhisselâm ile buluştuğu gibi, yine Ramazan ayında da onunla buluşmuştur. Rivâyet şöyledir: “Rasûlullâh aleyhisselâm, insânların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlarsa Cebrâîl aleyhisselâm’ın kendisiyle buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl, Ramazan’ın her gecesinde Rasûlullâh aleyhisselâm ile buluşur ve Kur’ân okurlardı. Bu sebeble Rasûlullâh aleyhisselâm, Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgarlarından daha cömert davranırdı.” [Buhârî]
Vahyin ilk muhatabları olan sahâbe neslinden başlamak üzere, her asırda vahye îmân edenler de Ramazan’da vahiyle buluşmuşlardır. Vahiyle buluşanların ayı olan Ramazan, ilâhî eğitim ayıdır. Rabbimiz, biz kullarına bu ayı; terbiye, arınma, kazanç, bereket ve rızâsına kavuşma ayı kılmıştır. Bu ayda bizler de vahyi anlamaya çalışmalı, bizi inşâ eden mesajlarını içselleştirmeliyiz. Vahyin hakîkatlerini âilelerimizden başlayarak, çevremizdeki insânlara doğru bir şekilde aktarma gayretinde olmalıyız. İnsânlar, Kur’ân’ın hakîkatlerini anlamıyor ve yaşamıyorlarsa sabırlı davranmalı; Nebîmiz aleyhisselâm’ın ve diğer seçilmiş örnek insânların hayâtlarından kendimize örneklikler çıkarmalıyız. Sabır ve takvâyı kuşanarak; Kur’ân’la, Kur’ân adına, Kur’ânî bir mücadeleye girişmeliyiz.
“Öyleyse artık kâfirlere boyun eğme; bu Kur’ân ile onlara karşı bütün gücünle mücadeleni sürdür.” [Furkân: 25/52]
Vahyin Gerektirdikleri
1) Vahiy, îmân ehlinin ilk kaynağıdır; bu ilâhî kaynağa yakînî bir îmân gerekir. İlâhî vahye îmân eden, ona zıt olan her şeyi de inkâr etmeli, hayâtı vahye göre şekillendirmelidir.
2) Vahiy, ilâhî emirleri ve yasakları belirler. Bu emirler ve yasaklar ise fertten âileye, âileden cemiyete, cemiyetten devlete kadar her yerde ve her zaman uygulanmalıdır.
3) Vahiy, kıssalarıyla örnekler ve ibretler sunar. İnsânlar, peygamber kıssalarında ve diğer kıssalarda birçok örnekliği bulabilirler. Güzel örnekleri takip ederler, ibret olanlardan ve yaptıklarından kaçınırlar.
4) Vahiy, mü’minleri ve kâfirleri bizlere tanıtır. Mü’minlere cenneti, kâfirlere ise cehennemi müjdeler. Vahye îmân eden her bir mü’min, cennetin varisi olmaya çalışır ve vahyin kılavuzluğunda hayâtı yaşar.
5) Vahiy, görüleni ve görülmeyeni bildirir. İnsâna yaratılış gâyesini öğretir. İnsân, O’nu okuyup her harfine on sevâb aldığı gibi, O’nu öğrenerek cehâletinden kurtulur. Sâlih amellerle O’nu yaşadığında ise Rabbinin rızâsıyla saîdler arasına girer.
6) Vahiy, ervâha ve ebdâna, ruhlara ve bedenlere şifâdır ve maddî ve mânevî şifâ arayanlar, tüm şifâyı O’nda aramalıdır.
7) Vahiy, “vahyi metluv” ve “vahyi gayri metluv” olarak ikiye ayrılır. İnsânlar, bu ikisini de öğrenmeli; îmân edileceklere îmân, amel edileceklerle de amel etmelidirler.
8) Vahiy, sürekli okunmalı, hakkıyla anlaşılmalı ve tamamıyla hayâta yansımalıdır. Vahyi bilenler değil, bildiklerine îmân edip, ihlâsla yaşayanlar kurtulacaklardır.
9) Vahiy, insânlık âilesini düştüğü bataklıktan çıkaracak tek hakîkattir. O’na sırt çevirip, O’nun hükümlerine saldıranlar ve o hükümleri yasaklayanlar şeytânın dostu, insânlığın ise düşmanıdırlar. Vahyin nesilleri, şeytânın dostlarını çok iyi tanımalıdır.
10) Vahiy, kulluk şuurunu kazandırarak, sahte rablere ve bâtıl ilâhlara kulluk yapılmasını engeller. Muvahhîd kullar, vahyin önderliğinde tevhîd neslini yetiştirmelidirler.
Duâmız:
İlâhî vahyin sâhibi Rabbimiz; bizi bize, bizi lânetli iblise ve avânesine bırakmasın. Bizi vahye düşman insin ve cinnin eline düşürmesin. Bizleri Kur’ân’ı bütünüyle anlayanlardan, içindekilere hakkıyla îmân edip, tamamıyla yaşayanlardan, O’nun hakîkatlerinin hâkimiyeti uğrunda mücadele edip, o yolda şehâdete erenlerden eylesin. Bizleri bu mübârek Ramazan ayıyla; merhamete kavuşanlar, terbiye olanlar, günahlarından arınanlar, bereketi bulanlar ve rızâsını kazananlar arasına dâhil eylesin. Allâhumme âmin.
Vahyin nesillerine selâm ve duâ ile…
“Şüphesiz ki, benim velim Kitâb’ı indiren Allâh’tır. Ve O bütün sâlihlere velilik eder.” [A’râf: 7/189]
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Hakan Emin