Ayakları yerden kesilen genç, sonunda hedefine ulaşarak binaya girdi. Her zaman daha erken gelmiş olsa da bugün biraz geç kalmıştı. İçeriye girer girmez yüksek sesle selâm verdi. Selâmı alanlar, yerlerini çoktan almışlardı. Herkes gözü gibi koruduğu defterlerini açmış ve son okumalarını yapıyordu. Gençte yerine tam oturmuştu ki program başladı.
Sırası gelen kendisine ait şiirleri okuyordu. Bir müddet sonra içlerinden en zarif ve en ürkek olanına sordular:
– “Senden şiirini dinlemedik, yoksa yazmadın mı?”
Yiğit genç, cevap verdi:
– “Yazdım, yazmaz olur muyum hiç?”
…
Genç, notlarının olduğu sayfayı kapatıp, şiirlerinin olduğu sayfayı açtı. Okumaya başlamadan önce başını hafifçe bir kaldırdı, odadakilere baktı. “Utanmaktan kurtulamamak ne kadar da zor” diye düşündü. Her hafta aynı şeyleri yaşamak zorundaydı; bundan kurtulması gerekiyordu ama nasıl kurtulacaktı onu bilmiyordu? Derin bir nefes aldı. İçinden besmele çekti ve beklenenin aksine gür bir sesle okumaya başladı:
Ayağa kalktı yiğit,
Seslendi duyanlara:
“Haydi takılın ardıma,
Gidiyoruz biz medeniyetimize…
Tüm sahtelikleri,
Tüm yalanları,
Tüm isyanı bırakıp arkamızda,
Gidiyoruz biz medeniyetimize…
Başkaldırarak Nemrud’a
İbrahimî bir tavırla
Azerleri terk edip
Gidiyoruz biz medeniyetimize…”
…
Bakışları gibi halleri de değişen gençler şiiri dinleyince iyice heyecanlandılar. Şiirin okunuşu gibi, şiirdeki mesaj da onları heyecanlandırmıştı.
Başkaldırarak Nemrud’a, İbrahimî bir tavırla, Azerleri terk edip kendi medeniyetlerine gitmek hepsinin arzusuydu. Zaten her hafta bir araya geldiklerinde bu özlemi dile getiriyorlardı. Kimi on sekizinde, kimisi yirmisinde hayatlarının baharında olan bu gençler, babalarında ve dedelerinde olmayan bir hali yaşıyorlardı. Oturanlara inat, ruhları oturmaya isyan ediyordu. Genç yiğitler, tüm sahtelikleri, tüm yalanları ve tüm mâsiyeti artlarında bırakarak ayağa kalkmışlar ve gür bir sedayla; “haydi kalkın!” demekteydiler.
Onlar, kıyâmın erleri, kıyâmın yiğitleriydiler. Kıyâmın erleri olanlar, değiştirmek ve dönüştürmek isteğiyle yanıyorlar ve yakıyorlardı. Gencin sözleri üzerine diğer gençler yorum yaptılar. Her şiir okunduğunda gençler şiiri dikkatle dinliyor ve defterlerine notlar alıyorlardı.
Şiirin ardından en büyükleri olan kıdemli ağabey, şiirin sahibini tebrik etti:
– “Bize böyle kıyâmî bir ruh lazım aslan!”
Sonra edebiyata bakış açısını kendi ifadeleriyle dile getirdi:
Aslanlar!
Edebiyatı uyutmak ve uyuşturmak için kullananlara inat,
Biz, edebiyatı “kıyâmın adı” olarak görenleriz.
“Sevginin dili” adıyla hümanizmi yayanlara inat,
Biz, direnişin ve öfkenin sesiyiz.
Yıkacağız edebiyatı afyon olarak sunanların ocaklarını
Yakacağız zehirleyen tüm kitaplarını.
Çünkü biz; İslâm için kükreyenleriz,
Çünkü biz, besmeleyle yola çıkan ve besmeleyle yol alan kıyâmîleriz.
Yayları kalemden, okları kelimelerden bir ordumuz var bizim.
Uyutup, uyuşturan hainlere diyoruz ki:
Bekleyin pençemizi, ey çağın çakalları!
Gençler, kıdemli ağabeyin sözleriyle iyice şevklendiler. Kükreyen aslanlar, kalplerinde yankılanan sözleri de hemen defterlerine yazdılar. Bu gençler yaptıkları işi gerçekten ciddiye alıyorlardı. Aslında yazdıklarına şiir bile demiyorlardı. “Şiir mi yazıyorsunuz?” diye soranlara da mahcup bir edayla; “Biz, sadece hissiyâtımızı dile getiriyoruz” diyorlardı. Kıdemli ağabey hissiyâtını dile getirmesi için sözü diğer bir gence bıraktı. Gözler ona dönmüşken o ise tüm sakinliğini koruyarak hissiyâtını dile getirmeye başladı:
İçimde benden ötede bir ben var
Her gün çiçeklerini suladığım
Kurumasın diye iyi baktığım
Maddeye bir can, bir mânâ katan var
Öfke dumanında mestur kalsa da
Aklıma daima mihmandar olan var
Ağzım kapansa ve dilim sussa da
İçimde bensiz haykıran bir ben var
Haykırışın kıyâmî kelimeleri
Kesiyor içimi bir jilet gibi
Suskun yüreğim yaralı yıllardır
Balyozla vuruyor her bir kelime
Durduramıyorum, duramıyorum
Zaman yaşlatır mı hiç genç ruhları
Biter mi ruhumda bu garip sancı
Hayır! Biteceğini sanmıyorum
Öyle olsaydı dinerdi bu acım
Oysa halen dimdik bekliyor beni
Kıyâma kalkmış kaim kelimeler
Durma diyorlar bana, kalk ve uyar
Sen, o kıyâm Nebisinin ümmeti
Kıyâmın ümmetisin sen, haydi kalk
Sen kalk ki, ümmette kalsın ardından…
Genç, ayağa kalkarak ve hissiyâtını yüksek sesle dile getirmişti. Onun bu tavrı gençleri daha bir etkiledi. Yine düşünceleriyle başka diyarlara yolculuğa çıktılar.
Dışardan bakan birisi; “bu gençlerin ne zoru var da haftanın bir akşamına “Hissiyât Gecesi” demişler ve bir araya gelerek birbirlerine yazdıklarını okuyorlar?” diyebilirdi. Hatta bunu diyenler, kendi bakış açılarıyla kendilerini haklı da görebilirlerdi. Fakat acı bir gerçek vardı ki, bu soruyu soranlar kendi çocuklarını böyle bir yerde on dakika dahi tutamazlardı. Oysa bu yiğitler, kendilerini kimse zorlamadan, gönül rızalarıyla, hatta mücahid edasıyla koştura koştura bir araya geliyorlardı.
İtiraf etmek gerekirse etraflarında ki gençlerden de oldukça farklıydılar. Bu farklılık hem bâtınlarında hem de zahirlerindeydi. Kılık kıyafetleri de diğer gençlerin giydiklerinden farklıydı. Abdestli çehrelerine heybet veren kimisinde uzun, kimisinde de daha kısa sakalları vardı. Bir dergâh ya da bir tekke müntesibi değildi bu gençler. Hayır! hayır! Bilakis bu gençler, oraları da “afyon” olarak görenlerdi. Onlar, afyon hükmünde olup, uyuşturan her yere ve herkese mesafeli olanlardı.
Her hafta yaptıkları diğer derslerin yanında bir akşamı “Hissiyât Gecesi” olarak ayırmaları da onların yarınlara hazırlanmalarını hızlandırıyordu.
Daha evvel içlerinden birisi şöyle demişti:
Zaman, zaman içinde; zamanları aşarak geldik biz
Yarınlar duysun bizi; bugünleri yazarak geldik biz
O, bunları söyledikten sonra diğer bir tanesi de ayağa kalkarak:
Öfkenin dilidir bizim dilimiz; direnişe geçirdi bizi öfkemiz
Öfke bile görseydi küfre öfkemizi; dehşete kapılırdı şüphesiz
Diyerek mukabele de bulunmuş kıdemli ağabey söylenenleri beğenmiş; “Kardeşler! Kardeşlerimizin dizelerini yazalım ve ezberleyelim” demişti.
Onlar, gençliklerinin baharında; hisseden ve düşünen, yazan ve yazdıran öfkeli gençlerdi. Öfkeleri; Allâh adına, Allâh nâmınaydı. Dîne muhalif olanları ve onların işledikleri cürümleri, cürümlere sessiz kalan hissiyâtsız yığınları görmek onları bu hale getirmişti. İnandıkları büyük bir dâvâ vardı ki o dâvâ, inkılabî bir dâvâydı; ve değişenler, değiştirmek için çoktan yola çıkmışlardı.
…
Minhâc Dergisi 6. Sayı | Temmuz 2023 | Urve Tahir