El Âlim olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ismi ile…
Hamd, insana bilmediklerini öğreten, onu cehâletin karanlığından vahyin aydınlığına yönlendiren Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yadır. Salât ve selâm ise ilmin kendisine indirildiği Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve bütün nebilerin üzerine olsun.
Zamanın su gibi akıp geçtiği ve adım adım sona yaklaştığımız şu günlerde biz Müslümanlar için en önemli ihtiyaç hiç şüphesiz ki ilimdir. Dört yanımızı saran cehâletin karanlığında ise doğru ve temiz ilme ulaşmak, en birincil gayemiz olmalıdır. Çünkü bize fayda verecek olan; doğru, temiz ve eksiksiz olan bilgidir. Bu bilgiyi bulmak ise günümüzde oldukça zor bir hale gelmiştir. Çünkü cehâlet kadar bilgi kirliliği de fayda veren ilme ulaşmamızı güç bir hale getirmektedir. Biz de bu yeni sayımızda “İLMİN İKİ CİHETİ” yani fayda veren ve vermeyen ilim üzerinde durmaya çalışacağız.
Gayret bizden yardım ve başarı ise Allâh’tandır.
Az önce de belirttiğimiz gibi yapılan amellerin, söylenen sözlerin ve edilen niyetlerin kabul edilebilmesi için ilme ihtiyaç vardır. Çünkü tüm bunlar Şâri tarafından belirlenmiş şartlara, sınırlara ve ölçülere tabidir. Bu yönleri bilinmeden yapılan bu fiiller ise elbette ki fâiline fayda vermeyecektir. Çünkü Allâh Subhânehu ve Teâlâ insanlara ibâdet etmelerini emretmekle yetinmemiş, kendisine nasıl ibâdet edileceğini; kitaplar indirip, Peygamberler göndermek sûretiyle göstermiştir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize sadece ibâdet etmemizi emretseydi yani Peygamberler göndermeden, kitaplar indirmeden sadece ona ibâdet etmemizi emretmekle yetinseydi işte o zaman her birimiz ilme ihtiyaç duymadan en iyi bildiğimiz şekilde Allâh’a ibâdet edebilirdik. Ama Allâh Subhânehu ve Teâlâ böyle yapmadı. Bunu bize bırakmadı. Peygamberler gönderdi, kitaplar indirdi, bizim için hudutlar çizdi ve bize kendisine nasıl ibâdet etmemiz gerektiğini öğretti.
Konuyla ilgili olarak Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Size içinizden bir Rasûl gönderdik. Size âyetlerimizi okuyor, sizi arındırıyor, size Kitab’ı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğretiyor.” [Bakara: 2/151]
Aslında bakılırsa hemen her davranışın ve ahlâkî tutumun ifrat, tefrit ve vasat olmak üzere üç mertebesi bulunduğunu görebiliriz. Genel olarak bu durumu şöyle açıklayabiliriz; kişinin uhrevî sorumluluklarını terk edecek derecede dünyaya bağlanması ifrat, dünyaya ait vazifelerini ihmal edecek seviyede ahirete yönelmesi tefrit, dünyayı ahiretin tarlası bilerek dünyevî ve uhrevî mesuliyetlerini dengeli bir şekilde ifa etmesi ise vasattır. Bu durum söz konusu olan ilim hakkında da geçerlidir. Kişinin kendisini asla ilgilendirmeyecek ne dünyevî ne de uhrevî hiçbir faydası olmayacak şeyleri öğrenmeye çalışması ifrat, hayatına faydalı olacak bilgilere karşı lakayıt kalması tefrit, hem kendine hem de diğer Müslümanların dünya ve ahiretine fayda sağlayacak bilgilerin peşine düşmesi ise vasattır. Bu kısa girişten sonra asıl konumuz olan ilmin iki yönünü incelemeye geçebiliriz.
1. Fayda veren ilim:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, insanı yaratmadan önce şöyle buyurdu:
“Ben, yeryüzünde (hükümlerimi yerine getirecek, Hakk’ın şahidi olacak, hudutlarımı koruyacak) bir halîfe yaratacağım.” [Bakara: 2/30]
Cenâb-ı Hak, insanı diğer canlılardan birçok hususta üstün tutarak yaratmıştır. Bu hususlardan en kıymetlisi ise hiç şüphesiz ki ilimdir. Mahlûkata sadece rızıklarını temin edebilecekleri, mahdut bir akıl verirken; insana tefekkür ve tezekkür edebileceği bir akıl lütfetmiştir.
Vermiş olduğu bu ilmi, nakil ve izah edebilmesi için beyânı da Allâh Subhânehu ve Teâlâ öğretmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu durumdan şöyle bahsedilmektedir:
“Rahmân, Kur’ân’ı tâlim buyurdu. İnsanı yarattı, ona beyânı öğretti.” [Rahmân: 55/1-4]
İlmin kayıt altına alınması için insana kalem ile yazmayı da tâlim etti. Vahiy ve Peygamberler göndererek insana bilmediklerini O öğretti. Sayfalar ve kitaplar lütfetti. İnsanın akıl ve zekâsıyla bulduğunu zannettiği ilimler ise Allâh’ın yaratıp kâinâta gizlediği sırları, insanoğlunun, Allâh’ın verdiği zekâ ve akıl ile tespit etmesinden ibarettir. Cenâb-ı Hak; ilim verdi, lâkin insan için ilim gaye değil vasıta idi. Çünkü insanın yaratılış gayesi âyet-i kerîmede şöyle ifade buyurulur:
“Ben, cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” [Zâriyât: 51/56]
İlmin bu yönü, insana gayesine ulaşmasında yardım eden kısmıdır. Yine ilmin bu yönü insanın mârifetullah ve ibâdet iştiyâkını artırır. Onun dünya ve ahiret saadetine ulaşmasına aracı olur. İbadet etmesi için yaratılan insanoğlunun amellerinin karşılığını görmesi, ilmin bu yönüne uygun şekilde amel edip etmemesine bağlıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de methedilen ilim de işte bu ilimdir. İlgili âyet-i kerîmede bu ilimden şöyle bahsedilmektedir;
“Allâh’tan, kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar ittika eder (takvâ ile korkar).” [Fâtır, 35/28]
O halde tüm bunlar ışığında şunu kolaylıkla söyleyebiliriz; faydalı ilim insana iki şey kazandırır. Bunlardan:
Birincisi: Mârifetullâhtır.
Mârifetullâh yani Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı tanımak. O’nun layık olduğu güzel isimleri, yüce sıfatları ve göz kamaştırıcı fiillerini öğrenmektir.
Bunları bilmek ise, O’na karşı derin bir saygı duymayı, O’nu yüceltmeyi, O’ndan korkmayı, O’na karşı mehâbet, muhabbet, ümît ve tevekkül hisleri içinde olmayı, takdirine rızâ ve imtihânlarına sabır göstermeyi gerektirir.
İkincisi: İbâdet iştiyakıdır.
Yani O’nun sevdiği, razı olduğu hoşlanmadığı ve kızdığı inançları, gizli ve açık olan söz ve amelleri bilmeyi öğretir. Kısacası O’na nasıl ibâdet etmemiz gerektiğini öğretir.
Bütün bunları bilmek ise insana; Allâh’ın sevdiği, razı olduğu şeylere doğru koşmayı; sevmediği, hoşlanmadığı şeylerden uzaklaşmayı gerekli kılar. Bu yüzden Peygamberimiz ve sâlih kimseler Rablerinden sürekli olarak ilimlerini artırmasını niyâz etmişlerdir. Bununla alakalı Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberin dilinden şöyle bir duâ geçmektedir:
“Rabbim! İlmimi arttır!” [Tâ-Hâ: 20/114]
2. Fayda vermeyen ilim:
İlmin bu türü sahibine; kibir, gurur, dünyada yücelik ve yükselme talebi ile dünya hususunda rekabet hissini, âlimlere karşı üstün gelme arzusunu, cahillerle tartışma ve toplumun ileri gelenlerinin dikkatini kendi üzerine çekme ihtiyacını telkin eder. Bu gibi sebeplerden ötürü ilim tahsil eden kimseler hakkında Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Kim, Allâh’tan başkası için ilim öğrenirse ya da o ilimle Allâh’tan başkasının rızâsını isterse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” [Tirmizi]
Pek çok âyet ve hadisin üzerinde önemle durduğu “ilim”, faydasız olması yönüyle Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allâh’a sığındığı bir husus olmuştur. Fayda vermeyen ilmi kısaca tanımlayacak olursak diyebiliriz ki, fayda vermeyen ilim; sahibinin amelinde ve takvâsında herhangi olumlu bir davranış meydana getirmeyen ilimdir. Konuya bu pencereden bakacak olursak ilmin fayda vermesi faydalı hale gelmesi kişinin elindendir. Zira elde edilen herhangi bir bilginin hayırlı bir eyleme dönüştürülmesi hususu tamamen bireyin iradesine bırakılmıştır.
Bu yüzden ilmi olarak neler elde ettiğimiz kadar; kazandığımız bu birikimi ne şekilde kullandığımız da oldukça önemlidir. Bu yüzden âlimlerimiz; faydasız bilgiden sakındıkları kadar, amelsiz edinilen bilgiden de sakınmışlar ve de sakındırmışlardır. Bilgi kirliliğinden kastımız da tam olarak budur. Çok şey bilip amel etmemektense, bildiklerimizle amel etmek ve amel edebileceğimiz faydalı bilgileri öğrenmek bizim için asıl olmalıdır. Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu hususta Rabbine şöyle niyaz etmiştir:
“Allâh’ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır.” [Tirmizî]
Yine bir başka hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Faydasız ilimden Allâh’a sığınırım.” [Tirmizî]
Sonuç olarak:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ; beni, ehlimi ve siz kıymetli Mümin-Mümine kardeşlerimi faydalı ilimlerle rızıklandırsın. Şüphesiz ki eksilmeyen ve de paylaştıkça artan tek rızık ilimdir. Rabbim! Bize verdiklerini bizler için bereketli kıl. Allâhumme âmin.
Bir sonraki sayıda görüşmek dileğiyle, selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 6. Sayı | Temmuz 2023 | İbrahim Yahya