«
  1. Anasayfa
  2. 5. SAYI / NİSAN 2023
  3. İzzet Nebîsi

İzzet Nebîsi

ENES

El-Azîz olan Allâh Azze ve Celle’nin ismiyle… Hamd, izzeti zatında barındıran yüce Rabbimizedir. Salât ve selâm ise Müminlerin önderi Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, O’nun pak âlinin ve ashâbının üzerine olsun.

Dergimizin bu sayısında, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın hayâtını işleyeceğiz, inşallâh. O, (sallâhu aleyhi ve sellem) izzeti hayât edinmiş bir Nebî olarak, dillerin kendisini anmakla şereflendiği en izzetli kuldur. Eğer izzet kavramı ele alınacaksa; “muhakkak ki O’nun hayâtı anlatılmalıdır” derim. Bu vesileyle dergimizin “İzzet” sayısında, İzzet Peygamberi’nin hayâtını konu aldık. İstedik ki, dergimiz O’nun hayâtıyla şereflensin. Başarı ve izzet Allâh Subhânehu ve Teâla’dan dır.

İzzet Nedir?

İzzet; “ulu ve kuvvetli olup, alçaklık ve adilikten uzak olmak” demektir. Ahlâk-ı hamideden olan bu haslet, Allâh katında övülmüş ve âyet-î kerîmelere de konu olmuştur. İzzetin zıttı ise zillettir.

Zilletse, ahlâk-ı zemime, yani yerilmiş olan ahlâk olarak anılır. İzzet sahibine “Azîz” denirken zillet sahibine de “zelil” denir. Zilletin her türlüsünden uzak olan Rabbimiz Allâh Azze ve Celle’nin isimlerine ve sıfatlarına baktığımızda, O’nun izzetini ifade eden el-Azîz ismini görmekteyiz. Buradaki “el-” takısı izzetin tamamıyla eksiksiz olarak Allâh Azze ve Celle’ye ait olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte Rabbimiz, kendisine îmân eden kullarını da izzetli kılmıştır. Nitekim âyet-î kerîmede şöyle buyrulmuştur:

Oysa izzet; Allâh’ın, O’nun Rasûl’ünün ve inananlarındır. Fakat münafıklar bu gerçeği bilmiyorlar[Münafikûn: 63/8]

İzzetin birçok boyutundan bahsedilebilir. Kimisi ilmî üstünlüğüyle, kimisi ahlâkî güzelliğiyle, kimisi malının çokluğuyla, kimisi de bileğinin gücüyle izzetli olabilir. Bunların hepsi, kişiyi alçaklıktan kurtaran bir özelliktir, doğru. Ancak bunlar, izzetlerin en büyüğü olma özelliğine erişmemişlerdir. En büyük izzet, bütün bu sayılanlara anlam katan îmândır. Çünkü îmân olmadıkça zikredilen hiçbir meziyetin Allâh Azze ve Celle katında değeri yoktur. Allâh katında değeri olmayan hiçbir şeyin, izzeti de olamaz.

İzzet Nebîsinin Hayâtı

İsmi:

Nebîmiz aleyhisselâm’ın birçok ismi vardır. Ancak en bilinen ismi “Muhammed”dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Ayrıca bizim toplumumuzda O’nun için yaygın olarak “Mustafa” ismi de kullanılmaktadır. O, şerefli isminin içerisinde izzeti saklayan bir Peygamberdir. Bu isimleri biraz incelersek deriz ki:

Muhammed ismi, “hamd” kelimesinden gelmektedir. Hamd kelimesi, övgü ve senâ etmek demektir. Muhammed ismi de “övülmeye layık olan kişi” anlamına gelir. Övülmek izzettir. O, el-Azîz olan Allâh tarafından övülmüştür. Bu izzetlerin en âlisidir.

Mustafa ismi, “ıstıfâ” kelimesinden gelmektedir. Istıfa “seçmek” anlamını ifade eder. Mustafa ismi de “seçilmiş kişi” demektir. O, Allâh tarafından seçilmiştir. Rabbimiz tarafından seçilmek ise izzetlerin en yücesidir.

Salât ve selâm, O’nun ismi her anıldığında, kendisine gönderilen bir selâmdır. Rabbimiz, melekleriyle birlikte O’na salât ettiğini ve bizlerin de O’na salât etmesi gerektiğini buyurmaktadır. Âyet-î kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Allâh ve melekleri Nebî’ye salât edeler. Ey îmân edenler! Sizde O’na salât ve selâm edin.” [Ahzab: 33/56]

Rabbimizin selâmına mazhar olmak izzettir. O, ismiyle izzetlidir.

Doğumu:

Peygamberimiz aleyhisselâm, Mekke’de yetim olarak doğmuştur. Babası Abdullâh, annesi ise Âmine Hanım’dır. O, daha doğmadan önce, babası Medîne seferindeyken vefât etmiştir. Rabbimiz, O’na merhamet etmiş ve yetimken O’na sahib çıkmıştır.

“O, seni yetimken barındırmadı mı?” [Duha: 11/6]

Nebîmiz aleyhisselâm’ın, annesiyle birlikte geçirdiği vakit çok kısadır. Çünkü bebekken emzirilmesi için sütanneye verilmiştir. İlk sütannesi Halime Hanım’dır. Halime Hanım, Sadoğullarından olup, çöl hayâtı yaşayan bir kabileye mensubtu. Peygamberimiz aleyhisselâm, sütannesinin yanında çöl hayâtı yaşayarak iyice gürbüzleşmiş ve fasih bir Arapça konuşmaya başlamıştı. O dönemde Araplar, bu sebeple çocuklarını çöllerde yaşayan kabilelerin yanına gönderirlerdi. Peygamberimiz aleyhisselâm da o çocuklardan birisiydi.

Daha sonra, Şakku’s-Sadr (göğsün yarılması) hadisesi gerçekleşti. Bu olay üzerine izzet Nebîsi, derhal annesinin yanına döndürüldü. O sıralar dört yaşlarındaydı. Fakat, annesiyle olan birlikteliği sadece iki sene kadar daha devam edecekti. Yani altı yaşlarındayken annesini de kaybetmiştir.

Annesinin vefâtının ardından, Muhammed aleyhisselâm’a dedesi Abdulmuttalib sahib çıkmıştır. Dedesi O’nu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı. Meclislerinde O’nu kendi yerine oturturdu. Hatta; “bu torunum ileride büyük adam olacak” derdi. Rivayetlere göre O’na Muhammed ismini veren kişi de dedesidir. Ancak dedesiyle olan birlikteliği de uzun sürmemiş ve Nebîmiz aleyhisselâm daha sekiz yaşındayken Abdulmuttalib vefat etmiştir.

Peygamberimiz aleyhisselâm’a dedesinin ardından amcası Ebu Talib sahib çıkmıştır. O, vefakâr ve şefkatli biriydi. Yeğeni Muhammed aleyhisselâm’ı, devamlı yanında bulundururdu. Peygamberimizle kendi çocuğu gibi ilgilenir, O’nu öz çocuklarından ayırmazdı. Eşi Fatıma Hanım’da, Peygamberimize öz çocuğu gibi davranırdı. Nebîmiz aleyhisselâm Ebu Talib’in hanımı için; “annemden sonraki annemdir” demiştir.

Ebu Talib, çocuk yaştayken sahib çıktığı yeğenine son nefesini verene kadar sahib çıkmaya devam etmiştir. Sağ olduğu sürece O’nu hiç kimseye ezdirmemiştir. Risâlet davasında da O’nun yanında olmuş; boykot döneminde dahi Müslümanlarla beraber açlık çekmiştir. Ne yazık ki, yeğeninin getirdiği tevhîd hakikatine teslim olmadan vefât etmiştir. Onun vefâtı, Kureyşlileri kamçılamış ve Peygamberimiz aleyhisselâm’ın üzerine gelmeye fırsat doğurmuştur. Fakat koruyucu olarak Allâh kuluna yetmiş, O’nu ve davasını zâlimlerin eline bırakmamıştır.

Evliliği ve Çocukları:

İzzet Nebîsi’in ilk evliliği Hatice vâlidemiz ile gerçekleşmiştir. O zamanlar Peygamberimiz’in yaşı yirmi beş, Hatice vâlidemizin yaşı ise kırktı. Bu evliliğin ilk temelleri, bir ticaret olayıyla atılmıştı. Hatice vâlidemiz, Mekke’nin zengin tüccarlarındandı. Ticaret kervanını emanet edecek güvenilir birini arıyordu. Allâh’ın takdiriyle bu işe Muhammed sallâhu aleyhi ve sellem talib olmuştu. Nebî aleyhisselâm bu ticaret yolculuğuna, Hatice vâlidemiz’in hizmetçisi Meysere ile çıkmıştı. Meysere, bu yolculukta Peygamberimizin her halini gözlemlemiş ve kanaat getirmişti ki, Muhammed aleyhisselâm emin biriydi. O, Muhammedu’l-Emin’di.

Bu ticaretten memnun kalan Hatice vâlidemiz, artık evleneceği emin birini de bulmuştu. Bundan önce evlilik hayâtı olmuştu ama kader işte, şimdi duldu. Bundan sonra hayâtının kalan kısmını emin biriyle doldurmak istiyordu. Artık karar vermişti ki, o emin kişi Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem olmalıydı. O, Muhammedu’l-Emin.

Böylece, dünyanın en izzetli izdivâcı gerçekleşmiş, huzurlu bir yuva kurulmuştu. Aradaki yaş farkı hiç belli olmuyor, Hatice vâlidemiz, kocası aleyhisselâm’ın bir dediğini iki etmiyordu. O, izzet Nebîsine seçilmiş, izzetli bir hanımdı. Nübüvvetin ilk zorluk dönemlerinden Peygamberimizi teskin edecek kişi o idi. Herkes Peygamberimizi dışlarken, O’nu canıyla ve malıyla destekleyecek olan seçilmiş tâhireydi. O, gerçek bir dava adamına eş olacak, gerçek bir dava kadınıydı.  O, bütün hanımlara örnekti. Azîz olan bir Peygambere Azîze olan bir hanım.

Nebîmiz aleyhisselâm’ın bu evlilikten; “Kâsım, Abdullah, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma” olmak üzere altı çocuğu dünyaya gelmiştir. Ayrıca İbrâhim adında bir oğlu daha olmuştur ki, o da Maria vâlidemizden doğmuştur. Kâsım ve Abdullah daha bisetten önce vefât etmişlerdi. İbrahim de Medîne dönemimde bebek yaştayken vefât edecektir.  Peygamberimiz aleyhisselâm sağlığındayken üç kızı da vefât etmişlerdir. Fâtıma vâlidemiz ise babasından altı ay sonra vefât edecektir. Allâh, Ehli Beyt’in hepsinden razı olsun.

Hatice radıyallâhu anha dışında Peygamberimizin on bir hanımı daha olmuştur. Bunlar sırasıyla şöyledir; “Sevde, Aişe, Hafsa, Zeynep binti Huzeyme, Ümmü Seleme, Zeynep binti Cahş, Cuveyriye, Ümmü Habibe, Safiyye, Meymûne ve Mâria” Allâh onlardan razı olsun.

Peygamberimiz aleyhisselâm, hanımları arasından en çok Hatice validemize saygı duyardı. O hayâttayken başka kimseyle evlenmemişti. Vefâtından sonra bile Hatice annemizin yakınlarıyla ilgilenmiş, ona karşı vefakâr olmaya çalışmıştı.

Peygamberimiz aleyhisselâm, diğer hanımları arasından da en çok Aişe vâlidemizi severdi. O, Ebu Bekir radıyallâhu anhu’nun kızıydı. Gerçekten çok akıllı ve zeki biriydi. Peygamberimiz’in vefâtından sonra, ümmetin fıkhî meselelerinin birçoğuna, o cevab vermiştir. İzzet Nebîsi aleyhisselâm, son nefesini onun kollarındayken vermiştir. Allâh, tüm ezvâc-ı tahirattan razı olsun.

Peygamberlikten Öncesi:

Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem, peygamberliğinin öncesinde de çok güvenilen ve sevilen bir kişiydi. Ahlâkî meziyetleri toplumda nam salmıştı. O’na Muhammedu’l-Emin denirdi. Fakiri gözetir, yetime merhamet eder, yolda kalmışa yardım ederdi. Hatırlarsanız bu sözleri O’na, eşi Hatice annemiz söylemişti. Çünkü vahyin geldiği ilk sırada Peygamberimiz aleyhisselâm korkmuş, kendisine bir felaket dokundu sanmıştı. Biricik eşi O’nu teskin etmek için mezkûr durumları saymış, ardından da “Sen bu haldeyken Allâh sana kötülük dilemez” demişti. Buradan güzel ahlâkın, Rabbimiz katındaki değerini de anlamış olmaktayız.

Bir defasında Mekke’de şöyle bir olay yaşanmıştı. Kureyşliler, Kâbe’yi restore etmeye karar vermişlerdi. Her kabilenin öne çıkanları, bu şerefe nail olmak için el birliğiyle çalışıyorlardı. Durum bir yerde tıkanmış, tartışmaya dönüşmüştü. Sorun, Haceru’l-Esved’i yerine koyacak kişinin kim olacağıydı. Kabile üyeleri kendi üstünlüğünü iddia ediyor ve bu göreve sadece kendilerini layık görüyorlardı. Kimse anlaşma yoluna varamıyordu. Sonunda aralarından en yaşlı olanı, bu meseleyi çözmek için bir hakem tayin edilmesi gerektiğini söyledi. Herkes buna razı olmuştu. Bu defa hakemin kim olacağı ayrı bir tartışma konusu olabilirdi. O nedenle Mescid-i Haram’a giren ilk kişiyi hakem olarak seçmeye karar verdiler. Beklemeye koyuldular. Gözler, kimin geleceğini merakla bekliyordu. Sonunda onları sevindiren bir şey oldu. Mekke’de en çok güvendikleri birisi mescide girmişti. Evet, O kişi Muhammedu’l-Emin’di. Bu işe sevindiler ve hemen durumu Nebîmiz aleyhisselâm’a arz ettiler. O da Haceru’l-Esved’in bir örtü üzerine koyulmasını ve Kureyş’in kollarından her bir liderin bu örtünün bir ucundan tutarak kaldırmalarını istemişti. Nihayetinde de taşı bizzat kendisi yerine koyup, ortaya çıkan anlaşmazlığı gidermişti. Böylece tüm kabilelerin razı olmasını sağlamıştı. O, bütün insânlığa gönderilmiş gerçek bir yol göstericidir.

Peygamberliği ve İzzeti:

Peygamberimiz sallâhu aleyhi ve sellem, toplumla iç içe yaşayan sosyal birisiydi. İnsânların hallerini gözetir onlarla ilgilenirdi. Ancak peygamberliğine son beş sene kala kendisini hiçte iyi hissetmiyordu. Mekke’de ciddi bir güven problemi vardı. İnsânların hali giderek O’nu üzmeye başlamıştı. O günün zalimleri küçücük kızlarını diri diri toprağa gömüyor, birbirlerinin mallarını gasp ediyor, ufacık davaları bile savaş meydanlarına taşıyorlardı. En kötüsü de kendi ürünleri olan putlarına tapıyorlardı. Peygamberimizin tahammülü artık çok azalmıştı. Biraz yalnız kalmak istiyordu. Dinlenmek için insânların olmadığı bir yer seçiyordu. Burası genelde Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası oluyordu.

Bir gün öyle bir şey olmuştu ki, hayâtı hiç tahmin edemeyeceği şekilde değişmişti. Yeryüzündekilerden uzaklaşmak istiyordu. Şimdi ise O’na gökyüzü kapıları açılmıştı. Bir ses duydu, dost bir sesti. Ve şöyle diyordu: İkra!

Önce anlamadı, korktu; “ben okuma bilmem!” dedi. Cinler kendisine musallat oluyor sandı. O zamanlar cinler insânlara musallat olup, onları kâhin yapmaya çalışırlardı. Bu gelen şey ne şeytandı ne de onun fısıltısı. Bu gelen Ruhu’l-Emin’di. Getirdiği ise ilâhî vahiydi.

Böylece ilk vahyi almış oldu, Peygamberimiz aleyhisselâm. O, artık seçilmiş bir Nebîydi. Daha önce kavminden kaçmak istiyordu ama Rabbimiz Azze ve Celle onu insânlar arasına geri döndürüyordu. Yeni bir görevi vardı ve görevle birlikte O’nun için oturma devri de bitecekti. Rabbinin tevhîd mesajını tebliğ etmeliydi insânlara. Adaleti ayakta tutmak için çok çalışmalıydı. Her şeyi yerli yerine koymalı, hak edene hakkını vermeliydi. Başta Rabbimiz Azze ve Celle’nin hakkını gözetmeliydi. Kulluğu sadece O’na yapmalıydı. İnsânları da sadece el-Azîz olan Rabbimize kul olmaya çağırmalıydı. Uyarmaya da önce yakın akrabalarından başlayacaktı. Bu zorlu bir mücadeleydi. Çünkü insânları; atalarından, toplumlarından, ideolojilerinden ayıracak ve Allâh Subhânehu ve Teâlâ ile buluşturacaktı. Bunun farkına varanlar, O’nun safına geçerek; işittik ve itaat ettik dediler. Anlamayanlar ise taş kesildiler. Onlar da işitmişlerdi ama isyan ettiler, neuzubillâh.

Sonuç

Hira’dan doğan güneş, bir müddet sonra Medîne’yi sonrasında da Arab Yarımadasını ısıtmıştı. Nebîmizin tevhîd davetini kabul edenler, izzetli bir hayâta adım atıyordu. Hicret eden ayaklar tozlanıyor, savaşan eller Bedir’de kılıç tutuyor, nice erler Uhud’ta şehid oluyordu. Hepsinin bir tek gayesi vardı; o da İzzet Dîni’nin hâkimiyetiydi! Öyle de olmuştu. Tevhîd erleri kendi zamanlarına izzet mührünü vurmuşlardı. Böylece, Nebîmiz aleyhisselâm şirkin karanlıklarına karşı galib gelmiş, risalet görevini hakkıyla yerine getirmişti. Mekke’de putlar yere serilmiş, şeytan bu beldeden ümidini kesmişti. Artık İnsânlar fevc fevc dîne giriyorlardı. İzzet Nebîsi ise, gözlerini göğe dikmiş; “refiki âla’ya” diyordu.

Bundan sonra iş, gelecek nesillere kalmıştı. Kıyâmete kadar hakkı savunanlar olmalıydı. İzzet Peygamberi bu yolda gidenler için “en güzel örnek” olmuştu. Örnek bir kul, örnek bir dava adamı, örnek bir komutan, örnek bir eş, örnek bir baba, örnek bir dost… İşte bu O’nun izzetiydi. Herkes O’nda aradığını bulabiliyordu. O’nun hürmeti, dünya şöhreti gibi gelip geçici değildir. Kıyâmete kadar O’nun seveni ve takip edeni olacaktır. Ahiret yurdunda da sevenleriyle buluşacaktır. O; “Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurmuştur. O’nu sevmekte bir izzettir.

O’na ve sevenlerine selâm olsun…

O’nunla beraber olmanız dileğiyle…

Allâhumme Salli Alâ Muhammed…

 

Minhâc Dergisi 5. Sayı | Nisan 2023 | Enes Lütfü