Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla…
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dilerim. salât ve selâm nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve bütün nebilerin üzerine olsun. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya sığınarak ve ondan yardım dileyerek derim ki:
Dergimizin bir önceki saysında Musa aleyhisselâm ve Firavun ile olan mücadelesini okumuştuk. Bu sayımızda ise Musa aleyhisselâm’ın kavmiyle olan Tevhîd mücadelesini hep beraber okuyalım…
Denizden Kurtulduktan Sonra
Musa aleyhisselâm ve kavmi olan İsrailoğulları, denizi geride bırakıp, Filistin’e doğru ilerlemekteydiler. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu durumu bizlere şöyle bildirmektedir: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. “Ey Musa! Onların ilâhları olduğu gibi sen de bize bir ilâh yap.” demişlerdi. “Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.” demişti.” [Araf: 7/138]
Nasıl bir imtihandı böyle, bu millet daha yeni Firavun belasından kurtulmuştu ki, Rasûllerinden put istiyorlardı. Bu isteklerinden anlaşılıyordu ki, Musa aleyhisselâm kavmi ile ciddi bir mücadelenin başlangıcındaydı… İsrailoğulları, asırlarca müşriklerle birlikte yaşamışlardı. Zamanla şirki çirkin görmemeye başladılar ve İsrailoğulları da bu yüzden puta talip olmuşlardı. Musa aleyhisselâm’ın cevabı ise çok anlaşılırdı: “Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.” demişti.” [Araf: 7/138] Demişti ki: “Sizi âlemlere faziletli/üstün kılmışken, size Allâh’ın dışında bir ilâh mı arayayım?” [Araf: 7/140] Rasûl hiç put yaparmıydı? Rasûller ancak put kırardı. Kişileri putlara tapmaktan alıkoyar ve tek ilâh olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birleyip, O’nu Tevhîd etmeye çağırırdı…
İsrailoğulları şehirli oldukları için güneşten rahatsız oluyorlardı. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, buluta onları gölgelemesini emretti. Artık onlar, bulutun gölgesinde geziniyorlardı. Her nereye giderlerse gitsinler, bulut onlarla birlikte gidiyor, kaldıkları yerde kalıyordu. İsrailoğulları susamıştı. Halbuki orada ne bir su menbaı, ne bir ırmak, ne de bir kuyu vardı. Küçük çocukların annelerine gitmeleri gibi, Musa aleyhisselâma gidip durumu ona arz ettiler. Musa aleyhisselâm da Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya duâ etti. “(Hatırlayın!) Hani Musa kavmi için su talep etmişti. Dedik ki: “Asanı taşa vur.” (Asanın taşa değmesiyle) sular fışkırmış ve on iki pınar/çeşme oluşmuştu. Onlardan her bir topluluk kendilerine ait olan kaynağı bilmişti. Allâh’ın rızkından yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın.” [Bakara: 2/60] Böylelikle Musa aleyhisselâm’ın kavmi suya doymuştu.
Su ihtiyaçlarını giderdikten sonra acıktıklarını Musa aleyhisselâm’a söylediler. Ve şöyle dediler: “Bizi ekin ve meyvelerin bol olduğu Mısır topraklarından, hayır ve güzellikler ülkesinden çıkardın, buralara getirdin. Şimdi kim bize burada yiyecek verecek?” Musa aleyhisselâm Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya duâ etti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’ın duâsına icabet etti, “Bulutlarla onları gölgeledik ve üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. (Sonra:) “Allâh’ın sizi rızıklandırdığı temiz şeylerden yiyin.” (dedik.) Onlar bize zulmetmediler. (İşledikleri günahlarla) kendilerine zulmediyorlardı.” [Araf: 7/160] Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İsrailoğullarına çeşitli nimetler bahşetti, kudret helvasını indirdi ve kolaylıkla yakalayabilecekleri kuş sürülerini onların bölgesine sevk etti.
İsrailoğullarının Nankörlüğü
Ancak uzun süren kölelik devri İsrailoğullarının ahlakını ve anlayışını bozmuştu. Kokuşmuş bir ruhi yapıya ve aşağılık bir tıynete sahiptiler. Adeta çocuk gibiydiler. Bir türlü hevesleri dinmiyordu. Şikayetleri çok teşekkürleri ise azdı. Tez yılgınlık gösteriyorlardı. Yasak olan şeyleri seviyorlardı, kendilerine verilenleri ise çirkin görüyorlardı. Çok geçmeden Musa aleyhisselâm’a, kudret helvası ve bıldırcın yemekten bıktıklarını, sebze ve baklagiller cinsi yiyecekler yemek istediklerini bildirdiler. “(Hatırlayın!) Hani: “Ey Musa! (Sadece kudret helvası ve bıldırcın eti yiyerek) bir tek yiyeceğe katlanamayacağız. Rabbine duâ et de bize yeryüzünün bitirdiklerinden; baklasından, salatalığından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” dediniz. [Bakara: 2/61]
Musa aleyhisselâm bu garip istek karşısında şaşırmış ve azarlayarak şu cevabı vermişti “Musa dedi ki: “En hayırlı olanı bu değersiz olanlarla mı değiştiriyorsunuz?” [Bakara: 2/61] İnsan elinin değmediği kudret helvası ve bıldırcın yerine, baklagiller ve sebzeler öyle mi? Sultanlar sofrası yerine, çiftçiler sofrası mı? Nasıl bir seçim bu? İsrailoğulları bu isteklerinden vazgeçmediler. Sebze ve baklagiller istemeye devam ettiler. Onların bu istedikleri, hemen her köyde ve şehirde bulunmaktaydı. Madem öyle: “Şehre inin orada istedikleriniz vardır.” [Bakara: 2/61]
İsrailoğullarının İnadı
İsrailoğullarının mizacı inatçı çocukların mizacına benziyordu. Kendilerine ne zaman bir şey emredilse ona muhalefet ederler ve alaya alırlardı. Sanki onlar, kendilerine denileni değiştirmeyi üzerlerine gerekli görüyorlardı. “Kalk” denildiğinde oturan, “otur” denildiğinde kalkan, “sus” denildiğinde konuşan, “konuş” denildiğinde susan inatçı çocuklar gibiydiler. Ama onların bu inadı, şerli kişilerin çirkinliğini, İslâm düşmanlarının alaycılığını ve akılsızların akılsızlığını kendi içinde barındırıyordu. Bir köyde veya şehirde yaşamayı ve orada sebze ve baklagillerden oluşan çeşitli leziz yiyecekleri arzuluyorlardı. Ancak “Onlara: “Bu beldeye yerleşin, orada dilediğiniz yerden yiyin, ‘Hıttatun/Günahlarımızı dök.’ deyin, kapıdan secde ederek girin ki biz de hatalarınızı bağışlayalım. Muhsinlere/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlara (ihsanlarımızı) arttıracağız.” denildiğinde [Araf: 7/161] İsrailoğulları bu ilâhi emre karşı öfkelendiler ve şehre istemeye istemeye ve alaya alarak kıçları üzerine sürüne sürüne girdiler. “Onlardan zalim olanlar, kendilerine söylenen sözü başkasıyla (“Günahlarımızı dök” anlamında “Hıttatun” kelimesini “buğday” anlamına gelen “Hıntatun” ile) değiştirdiler. Biz de zulümlerine karşılık gökten bir azap saldık üzerlerine.” [Araf: 7/162]
Aranan Katil
Kendilerine bir şey emredildiğinde tembel kişinin sorup soruşturması gibi, lüzumsuz sorular sorarlar, uzatırlar da uzatırlardı. İsrailoğulları arasında bir cinayet vakası vuku buldu. Bunu önemsediler ancak bir türlü katili bulamadılar. Katili soruşturmak insanların meşgalesi olmuştu. Musa aleyhisselâm’a geldiler, “Ey Allâh’ın Nebisi! Bu davada bize yardım et. Allah’a duâ et de bize katili açıklasın” dediler.
Musa aleyhisselâm, Rabbine duâ etti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ da, onlara bir sığır kesmelerini emretmesini vahyetti. Bu emir üzerine sorular sormaya, işi alaya almaya başladılar. “(Hatırlayın!) Hani Musa kavmine demişti ki: “Allâh, bir inek/sığır kesmenizi emrediyor.” Demişlerdi ki: “Bizimle alay mı ediyorsun?” Musa: “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.” demişti. [Bakara: 2/67]
Bu ayetin nazil oluşundan sonra, sorular sormaya başladılar. “Bizim için Rabbine duâ et de onun ne olduğunu bize açıklasın” dediler. “Demişlerdi ki: “Bizim için Rabbine duâ et de o ineğin sıfatlarını bize açıklasın.” Dedi ki: “(Allâh) buyurdu ki: ‘O ne yaşlı ne de körpe, bu ikisi arasında (orta yaşta) bir inektir. (Bu açıklama üzerine artık) emrolunduğunuz şeyi yapın.’ ” [Bakara: 2/68] Ve kavmi Musa aleyhisselâm’dan soru sormasını istediler: “ineğin sıfatları nedir?” Aldıkları cevap ile mutmain olmayıp, sürekli soru sordular. “Demişlerdi ki: “Bizim için Rabbine duâ et de bize onun rengini açıklasın.” Dedi ki: “(Allâh) buyurdu ki: ‘O, bakanlara (huzur verip) ferahlatan, rengi parlak, sapsarı bir inektir.’ ” [Bakara: 2/69] Soruları bitince genel manada bir soru sordular, “Demişlerdi ki: “Bizim için Rabbine duâ et de bize onun mahiyetini açıklasın. (Şu ana kadar anlattıkların nedeniyle) inek, kafamızı karıştırdı. Şayet Allâh dilerse (ineği bulma konusunda) elbette doğru olanı yaparız.” [Bakara: 2/70] Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ buyurduki: “Tarla sürme ve ekin sulama işinde çalıştırılmamış, kusursuz, üzerinde benek olmayan bir inektir/boğadır.’ ” (Onlar:) “Şimdi doğruyu söyledin.” dediler ve ineği/boğayı kestiler. Fakat neredeyse onu kesmeyeceklerdi.” [Bakara: 2/71] Musa aleyhisselâm’ın kavmi sordukları sorularla işi zorlaştırmışlardı, bu da onların nasıl bir millet olduklarını gösteriyordu.
Yukarda okuduğumuz üzere, hem nankör hem inatlar ve dahası verilen emri yapmamak için teferruatlı sorular soruyorlar. Herhangi bir sığır kesmiş olsalardı, bu onlara yetecekti. Sayılan özelliklere sahip sığırı aramaya başladılar. Sığır bulunamıyordu, ya yaşlı oluyor, ya da körpe oluyordu. Orta yaşlı, parlak sarı renkte, çifte koşulmamış oluyor ama ekin sulamış oluyordu. Aradılar taradılar, sonunda yoruldular. “O nedir?”, “Rengi nasıl?” gibi lüzumsuz sorular sormanın cezasını bulduklarını anladılar.
Tevhîd Dini
İsrailoğulları, hayatlarına devam ederken aralarında hükümedecek ve yollarını aydınlatacak ilâhi bir şeriata muhtaçtılar. İnsan ancak ilâhi bir şeriatla ve ancak ilâhi bir nurla yaşayabilir. Alemin tamamı karanlıklar içindedir. Ancak kendisine Rabbinden bir nur gelen hariç. Bu nur, insanların, kendisiyle yollarını buldukları nübüvvet nurudur. Bu nura sahip olmayan kişi, karanlıklar içerisinde yitip gitmiş demektir. Bu nurdan ışığını almayan bir inanç, kendisine çocukların bile güldüğü vehim ve hurafelerden ibarettir. Müşriklerin, kafirlerin, Yahudilerin ve Hristiyanların inançlarını, hurafelerini ve masallarını işitmedin mi? Onların ilmi, cehalet, zan, tahmin ve şüpheden ibarettir.
İnsanların Rasûllere ihtiyacı vardır, onlar Allâh’a nasıl ibadet edileceğini ve birbirlerine karşı nasıl davranılacağını öğretirler. Yeme, içme, uyku, oturma vesair her adapta örnektirler. Bu nebevi terbiyeyi almayarak Rasûllere öğrencilik etmemiş olanlar, kendi kendine yetişen çöl bitkileri gibidirler. Hakkı batıldan ayırt edemezler.
Musa aleyhisselâm Tur-i Sina’da
Rasûller kendi nefislerinden konuşmazlar, onlar ancak vahiy ile konuşurlar. Musa aleyhisselâm da, dinin esaslarını öğrenmek için Tur-i Sina’ya davet edildi. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, bu daveti yüce kitabı Kur’ân’da bizlere şöyle bildirdi: “Musa ile otuz gece için sözleştik. Buna ayrıca on gün ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre kırk güne tamamlandı. [Araf: 7/142] Musa aleyhisselâm, Tur-i Sina’ya gitmeden önce Harun aleyhisselâm’ı yerine vekil bıraktı ve onu şöyle uyardı: Musa kardeşi Harun’a dedi ki: “Kavmimde benim yerime geç. Islah et ve bozguncuların yoluna uyma.” [Araf: 7/142]
Tur-i Sina’da Musa aleyhisselâm’a: (Allâh) buyurdu ki: “Ey Musa! Sana verdiğim risaletim ve seninle konuşmamla seni insanlara üstün/seçkin kıldım. Sana verdiğime kuvvetle yapış ve şükredenlerden ol. O levhalarda ona her şeyden bir öğüt ve her şeye dair tafsilatlı bilgiler yazdık. “Ona kuvvetle tutun ve kavmine de emret, ona en güzel şekilde tutunsunlar. Fasıklar (cezalandırıldıklarında) yurtlarının (ne hâle geldiğini) size göstereceğim.” [Araf: 7/144-145]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’a, onun insanlara üstün olduğunu (Ulu’l Azm Rasullerdendi) ve ona helali haramı açıklayan ayrıntılı hükümler yazan levhalar verdiğini bildirdi. O levhalar aslında bizim bildiğimiz Tevrat’tı. Bunun üzerine Musa aleyhisselâm tekrar milletine döndü.
Musa aleyhisselâm’ın Kavmi ve Buzağı
Musa aleyhisselâm, Tur-i Sina’dan geri dönüp milletini gördüğünde bıraktığı gibi değillerdi. Bir buzağı heykeli yapmışlar, bir kısmı ona ilâh diye tapmıştı. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu durumu bize şöyle açıklamıştır: “Musa’nın kavmi onun ardından süs eşyalarından yapılmış, (aldığı hava nedeniyle) ses çıkaran bir buzağı heykelini ilâh edindi. O (buzağının) onlarla konuşmadığını ve onları doğru yola hidayet edemediğini görmediler mi? Onu (ilâh) edindiler ve (zaten) zalim idiler (veya onu ilâh edinmekle zalim/müşrik oldular).” [Araf: 7/148]
Samiri adında bir adam, milletin ziynet eşyalarını ateşe atarak eritmiş ve bundan böğüren bir buzağı heykeli yapmıştı. Hani daha önce puta tapanları gördüklerinde, daha önce Musa aleyhisselâm’dan put isteyenler, bu buzağı heykeline tapmaya başlamışlardı. SubhanAllâh! Kırk gün kadar bir vakitte Musa aleyhisselâm’ın milleti şirke düşmüştü.
Musa aleyhisselâm, milletinin bu sapıklığından Harun aleyhisselam’ı sorumlu tutmuştu. Çünkü milletini Harun aleyhisselam’a emanet etmişti. Musa aleyhisselâm: Demişti ki: “Ey Harun! Onların saptığını gördüğün hâlde, seni (bir şeyler yapmaktan) alıkoyan nedir? Niye peşimden gelmedin? Yoksa emrime karşı mı geldin?” [Taha: 20/92-93] Bunun üzerine Harun aleyhisselâm kendini şöyle savundu: (Harun:) “Ey anamın oğlu! (Sandığın gibi değil!) Bu topluluk beni zayıf buldular ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Bana, düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni zalimler topluluğuyla bir tutma.” demişti. [Araf: 7/150] Ve Harun aleyhisselâm bu insanların sapıklıklarına karşı boş durmamıştı, puta tapanları geri çevirmeye çalışmıştı. Onlara: “Kavmim! Siz ancak bununla fitneye düşürüldünüz. Şüphesiz ki sizin Rabbiniz Er-Rahmân’dır. Bana uyun ve emrime itaat edin.” [Taha: 20/90] demişti fakat kavmi şirklerinde ısrar ediyorlardı ve “Demişlerdi ki: “Musa geri dönünceye kadar, onun başında beklemeye devam edeceğiz.” [Taha: 20/91] diyorlardı.
Bunun üzerine, “Musa öfkeli ve üzgün bir hâlde kavmine dönmüş ve: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel vaadde bulunmadı mı? Ne o, yoksa size verilen süre uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizin gazabı size vacip olsun istediniz de, ondan mı bana verdiğiniz sözden döndünüz?” [Taha: 20/86] Musa aleyhisselâm kavminin bu durumuna hem öfkelendi hem üzüldü… Çünkü Musa aleyhisselâm kavmi için o kadar çabalamış, her defasında kavminin isteklerini Rabbine iletmiş ve sadece 40 gün gitmişti. Kavmi ise hemen şirke düşmüştü. Musa aleyhisselâm kavmine Rabbinin cennet vaadini, türlü belalardan kurtardığını ve bunları ne çabuk unuttuklarını hatırlatmıştı. Aynı zamanda kendisiyle olan sözleşmeyi hatırlatıp, Rabbinin gazabıyla da korkutmuştu. “Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden irademizle dönmedik. Biz (Firavun ve kavminin) ziynet eşyalarını yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık, aynı şekilde Samiri de attı. Onlara buzağı suretinde böğüren bir heykel çıkarmış ve: “İşte sizin de Musa’nın da ilâhı budur. Fakat (Musa) unuttu.” demişlerdi. [Taha: 20/87-88]
Musa aleyhisselâm kavmi ile konuştuğunda, Samiri’nin heykeli yaptığı ve hatta Musa aleyhisselâm’a iftira atıp kavmi de kendi şirkine ortak yaptığı ortaya çıkmıştı. Musa aleyhisselâm: “dedi ki: “Senin durumun nedir/neden böyle bir şey yaptın ey Samiri? Dedi ki: “Onların görmediğini gördüm. Elçinin/meleğin izinden bir avuç aldım ve attım. Nefsim bana böylesini hoş gösterdi. Dedi ki: “Haydi git/defol! Sen hayat boyunca ‘La misas! (Kimse bana dokunmasın, ben de kimseye dokunmayayım.)’ diyeceksin. Ve senin asla şaşmayacak (helak olacağın) bir zamanın vardır. Şimdi de sürekli başında beklediğin ilâhına bak! Andolsun ki onu yakacak, sonra da (küllerini) denizde savuracağız. Sizin ilâhınız ancak Allâh’tır… O ki O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilâh yoktur. Her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.” [Taha: 20/95-99]
Musa aleyhisselâm şaşkındı, Samiri’ye anlam veremiyordu. Ne diye bu işleri yaptın Samiri? Bunu nereden çıkardın? Samiri, İsrâiloğullarından müslüman birisiydi. Ona rağmen Musa aleyhisselâm’ın yokluğunda putçuluğa dönerek, müslümanları saptırıvermişti ve müşriklerden olmuştu. Ve dahası, yaptığının iyi bir şey olduğunu iddia ediyordu. “Dedi ki: “Onların görmediğini gördüm. Elçinin/meleğin izinden bir avuç aldım ve attım.” [Tâhâ: 20/96] Cebrail aleyhisselâm’ı gördüğünü, böylelikle buzağının kutsallaşmış olduğunu iddia etmişti. Bu batıl ehlinin bir vasfıdır. İnsanları saptırmak için sapıklıklarına hak olandan da katarlar ki ikna etmek daha kolay olsun.
Buzağı putunu eritip denize döktükten sonra artık yeni bir sayfa açılmış oldu. Ayetin sonunda okuduğumuz üzere Musa aleyhisselâm, sözlerini Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birleyerek, tek ilâh olduğunu ve ilminin yüceliği ile bitiriyor: “(Hatırlayın!) Hani Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ki sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendi kendinize zulmettiniz. Sizi yaratana tevbe edin ve nefislerinizi öldürün.” [Bakara: 2/54] Musa aleyhisselâm, kavmine tevbe etmelerini emretmişti. Kavminin bir kısmı Musa aleyhisselâm’ın tevbe çağrısına uydu ve tevbe ettiler. Bir kısmı ise buzağıyı tanrı olarak benimsemeye devam ettiler. “Şüphesiz ki buzağıyı (ilâh) edinenlere, Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında zillet erişecektir. Biz (şirk koşarak Allâh’a) iftira edenleri böyle cezalandırırız işte!” [Araf: 7/152] Tevbe etmeyip buzağıyı ilâh edinenlere, Rablerinden gazap ve dünya hayatında ise zillet erişecektir. Çünkü kim Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı bırakıp başka ilâhlar edinirse, onun ne bir yardımcısı ne de bir koruyucusu olur.
Ve bu buzağı putu olayı Musa aleyhisselâm’ın kavmini ikiye bölerek, Tevhîd mücadelesini ciddi anlamda sarsmıştı. Bu olayın izleri uzun zaman kavmi arasında devam etti. Musa aleyhisselâm ise her daim Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmeye ve kavmini Tevrat’ın izinden eğitip yönetmeye devam etti.
İsrailoğullarının Korkaklığı
İsrailoğulları, Mısır’da köle olarak zillet içerisinde yaşamıştı. Çocuklar da gençler de bu şekilde yetişti. Hiçbir iddiaları da yoktu. İdareci olmayı düşünmüyorlar, gazve ve cihaddan asla bahsetmiyorlardı. Günlerini gurbet içerisinde geçiriyorlardı. Ne kendilerine ait bir vatana ne de bir hükme sahiptiler. Mısır’dan çıktıklarında, aslında Filistin için yola koyulmuşlardı fakat yoldaki aksaklıklardan dolayı bir türlü Filistine varamamışlardı.
Musa aleyhisselâm, İsrailoğullarındaki korkaklık ve zayıflık karakterinin varlığını biliyordu. Onları mukaddes topraklara girmeye teşvik etmeyi ve işi onlara kolay göstermeyi istiyordu. Çünkü mukaddes topraklara güçlü kuvvetli, zalim bir kavim hüküm sürüyordu. İsrailoğulları ise bu zalim kavim mukaddes topraklardan çıkmadıkça oraya girmiyorlardı. Musa aleyhisselâm da, Allâh Subhânehu ve Teâlâ yolunda cihada çıksınlar ve bu zelil hayatı çirkin görsünler diye, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın, kendilerine olan nimetini ve kendilerini alemlere üstün kıldığını onlara hatırlattı ve şöyle dedi: “(Hatırlayın!) Hani Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allâh’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Sizlerin içinden nebiler göndermiş, sizleri hükümdar yapmış ve âlemlerden kimseye vermediği (hayır ve güzellikleri) size vermiştir. Ey kavmim! Allâh’ın size yazdığı mukaddes topraklara girin, (kaçmak için) arkanızı dönmeyin. (O hâlde) hüsrana uğrayanlar olarak geri dönersiniz.” [Maide: 5/20-21] Musa aleyhisselâm’ın kavmine mukaddes topraklarına girmelerini emretti ve onlara korkaklığın galip gelmesinden korktuğundan, arkanızı dönüp kaçmayın dedi.
Bu Rasûlün emrine kavmi nasıl tepki vermiş, beraber okuyalım; “Dediler ki: “Ey Musa! Orada çok güçlü bir topluluk vardır. Onlar çıkmadan biz oraya girmeyeceğiz. Şayet çıkarlarsa elbette biz gireriz.” [Maide: 5/22] Görüyoruz ki, kavmi bütün uyarılara rağmen yine de itiraz edip girmediler. Hatta emre uymadıkları gibi birde: “Dediler ki: “Ey Musa! (O güçlü topluluk) orada olduğu müddetçe ebediyen oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada bekliyor olacağız.” [Maide: 5/24] demişlerdi. Bu ne cüret? “Sen ve Rabbin gidin savaşın” ne demekti? Bu kavim ne biçim bir kavimdi…
İsrailoğullarının bu isyanlarına karşılık, Musa aleyhisselâm kızarak onlardan ümitlerini kesti ve Rabbine sığındı “Dedi ki: “Rabbim! Ben sadece kendime ve kardeşime söz geçirebilirim/ikimizden sorumluyum. Bizimle fasık olan kavmin arasını ayır. Dedi ki: “Şüphesiz ki o (topraklar), kırk yıl boyunca onlara haramdır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolanırlar. Fasık topluluğa üzülme!” [Maide: 5/25-26] Rasûl emrine isyan, kırk yıl mahrumiyet ve zillet içerisinde köle gibi yaşayan gururlu ve kibirli bir topluluk. Öyle de oldu. İsrailoğulları çölde dolaştı durdu. Kırk yıl doldu.
Musa aleyhisselâmdan Sonra İsrailoğulları
İsrailoğulları yaptıklarına Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan bir ceza olmak üzere yeryüzünde şaşkın şaşkın gezerken, Musa aleyhisselâm vefat etti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, onlara zilleti ve zayıflığı vermişti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın gazabına uğramışlardı. Aralarından Rasûl gönderen, onlara hükümdarlık veren ve yaşadıkları devirde hiç bir topluma vermediğini onlara veren Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı gazaplandırmışlardı.
Onları, kendilerine en kötü azabı tattıran, erkek çocuklarını öldüren, kızlarını diri bırakan Firavun’un zulmünden kurtaran Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı gazaplandırmışlardı. Bulutu onlara gölgelik yapan ve onlara kudret helvası ve bıldırcın gönderen Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı gazaplandırmışlardı. Kendileri için yerden pınarlar fışkırtan ve onlara yiyecek ve içecek hususunda genişlik veren Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı gazaplandırmışlardı.
Bütün bu nimetlere karşı onlar Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ayetlerini inkar etmişler, isyan edip haddi aşmışlardı. Kendilerine karşı en merhametli kişiyi, analarından ve babalarından daha merhametli olan Musa aleyhisselâm’ı bile kızdırmışlardı. O, annenin süt çocuğunu bağrına bastığı gibi şefkatli bir annenin yetimi kucakladığı gibi onları bağrına basmış, kucaklamıştı. Ama ona rağmen Musa aleyhisselâm’a tabi olmayıp onunla inatlaşıp, alaya aldılar.
Ve son olarak, bütün bunlardan sonra bu cezaya, aşağılanmaya, zillete, şaşkın şaşkın gezinmeye ve ebedi olarak iflah olmamaya müstahak olmadılar mı? Onlar bütün bunları ve hatta daha fazlasını hak ettiler.
“Allâh, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmetmekteydiler.” [Nahl: 16/33]
Hatime
Bir Ulu’l-azm Rasûllün kıssasının daha sonuna geldik. Hep beraber Musa aleyhisselâm’ın Firavun ve yandaşlarıyla olan mücadelesini daha sonra kavmiyle olan mücadelesini okuma fırsatı veren Rabbimize sonsuz hamd ederim.
Rabbim nasip ederse, bir sonraki sayımızda Ulu’l-azm Rasûllerinin dördüncüsü olan İsa aleyhisselâm ve Tevhîd mücadelesinde buluşmak üzere sizleri Rabbime emanet ediyorum.
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya mahsustur. Salât ve selâm nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ve bütün nebilerin üzerine olsun.
Minhâc Dergisi 4. Sayı | Ocak 2023 | Ümmü Musab