«
  1. Anasayfa
  2. 4. SAYI / OCAK 2023
  3. Hikmet Dede

Hikmet Dede

URVE

Günün birinde beş genç uzun bir yolculuğa çıktılar. Şehir şehir, kasaba kasaba yol aldılar. İmtihan bu ya, bir şehirden diğerine geçerlerken arabaları arızalandı ve yolda kaldılar. Bir arıza ki, bir dert! Bir dert ki, ne dert!

“Hani bu ıssız yerde kimi bulacaksın da, derdini kime anlatacaksın? Kim dinler seni, kim dertlenir seninle? Kim, derman olur  derdine?” diye söylenirken dertli gençler, traktörlü bir delikanlı çıktı karşılarına. “Önce selam, sonra kelâm” derken dertlerini dile getirdi, çaresiz beş can. Delikanlı tebessümle karşıladı; “tamam” dedi “tamam, hiç üzülmeyin, bakarız bir çaresine; rahat olun, Allâh darda bırakmasın.”

Bir halatla bağladılar arabayı eski traktöre ve yavaş yavaş geldiler köye. Mütevazı bir Anadolu köyü, insanları da güler yüzlü. Hoşbeş ettiler önce; “Geçmiş olsun, olur olur, Allâh beterinden korusun…” diyenler teskin etmeye çalıştılar, üzgün gençleri. Ardından da delikanlının evininin yolunu tuttular. Delikanlı; “neye nasip, neye kısmet!” dedi. “Hiç telaş etmeyin, bizim iyi bir ustamız var, onu çağırırız, o bakar.”

Delikanlının peşinden şirin bir eve giriş yaptılar, sırayla. Gönüller rahatladı, yolda kalmamışlardı, arabaları da tamir olacaktı. Nefis bu ya, birden açlıklarını hissettiler, mideleri alarm veriyordu ki; “haydi buyurun sofraya!” diyen bir ses duyuldu. Baktılar kır sakallı bir dede, o tok sesiyle davet ediyordu sofraya. Nazlanmak hiç olur muydu? Koşarcasına ellerini yıkadılar ve oturdular kurulu sofraya. 

Telaşlı gözler şenlenmiş, gergin yüzler gevşemiş, buruk çehrelere ise kalıcı bir tebessüm yerleşmişti. Yemekten sonra çaylar geldiğindeyse resmi tanışma faslı da başladı. Ev halkı kendilerini tanıttılar bir bir, ardında da beş genç kendilerini sırayla…

Çaylarla birlikte sohbette demleniyordu. Gençlerin bu yaşlı adamın farklı bir amca olduğunu anlamaları çok uzun zaman almadı. Amca söylenenlere kendine has şivesiyle güzel bir yorum getiriyor ve kimse de sözünün üstüne bir şeyler ilave etmiyordu. Bu; bir, iki, üç… böyle devam edince gençlerden birisi; “Amca sende de her meseleye bir söz var, maşallah!” dedi. Diğeri ise; “Maşallah, hikmet ehli amcamız!” diye ekledi.

Yaşlı adam çayını yudumlarken; “Estağfirullâh evladım! Bizim ismimizi Hikmet koymuşlar, belki oradan bir şeyler bulaşmıştır” diye geçiştirdi söylenenleri.

Odadakiler sohbeti koyulaştırırken torunlarda arada bir içeriye dalıp; “Dede! Dede!” diyerek Hikmet Dede’ye dert yanıyorlardı. Bunu gören gençlerde durumdan istifade ederek dertlerini anlatmaya başladılar yine sırayla.

Gencin birisi; zamanın kötülüğünden ve insanların vefasızlığından dertlenmeye başladı. Gencin yaşı gençti ama içinde biriktirdikleri çoktu. Kelimelerden intikam alırcasına konuşuyor, çatık kaşı da hararete göre şekil değiştiriyordu. Durduramadığı elleriyle ise havayı tokatlamayı ihmal etmiyordu.

Hikmet Dede, gencin anlattıklarına ve tavırlarına güldü; “Olur evlat, olur!” dedi. “Bu hayatta her türlü insan var; kimi dost, kimi düşman, kimi yoldaş, kimi kaçak. Sen hele bir düşmeye gör. Âyan olur sana dostun da düşmanın da. Hep dik durma, arada bir sendele ki, çıksın ortaya iyi günün dostu ile kötü günün kaçkını.”

Bu söz üzerine bir sessizlik oldu odada. Başlar öne eğilmiş, sanki herkes söylenenleri düşünür gibiyken diğer bir genç içini çekerek; “Allâh senden razı olsun, Hikmet Amca! Gafletteyiz işte, dostu düşmanı ayırt edebilmekte gören göz istiyor. Haa! Bir de asıl düşman olan şeytan var ki, o da bizi pusuda bekliyor. Dua buyurun bize!” dedi.

Söylenen bu sözler ve söyleniş tarzı Hikmet Dede’yi sanki bir diyardan diğerine götürdü. Söylenenleri tasdik edercesine hafifçe başını sallayarak; “Öyle evlat, öyle! Doğru söze ne hacet!” dedi. Düşman bekler pusuda, der; “zamanını kolluyorum” gafil bilmez tehlikeyi, der; “her şey yolunda!” Şeytan, yaman hasım, büyük düşman, vazifesi de belli; pusu kurmak, bizi haktan uzaklaştırmak… Saldırıyor îmânımıza, saldırıyor ihlâsımıza, saldırıyor amellerimize, saldırıyor yarınlarımıza… Saldıracak, o saldırmayı vazife bilmiş kendine.

Saldırılanda diyecek ki kendi nefsine; “Ey gafil! Bil, bil de önlem al, çare ara. Felaket gelmesin kapına, girmesin içeri.” Ne çare ki duyana söz fayda verir evlat, gafil duymaz da, görmez de.”

Yine “Allâh razı olsun” duaları duyuldu odada. Çaylar tazeleniyorken her bir yeni konuyla dünyevî dertlerden de uzaklaşılıyordu. Bir kişi yine bir rahatsızlığını dile getirdi, Hikmet Dede’ye; “Duanı beklerim!” diye de sözünü bitirdi.

Hikmet Dede; “eş-Şafi olan zahirine ve bâtınına şifa versin, evladım!” dedi. Ardında da yine kendi üslubuyla başladı anlatmaya:

“Görülür musibetin penceresinden hakikat görülür. Sanır mısın ki acı sadece acıtır. Bilakis acı, çekeni ayıltır. Sen sanırsın ki bedenin ağrır, oysa yüreğin şifa bulur. Sen, dert görür, dertlenirsin. O dilerse derdini sana deva kılar. Sonun da dert gider, deva kalır.

Zahir dertlerini büyük dert sanmayasın. Ondan çok daha büyükleri var, evlat! Tabi sen yine de şifasını ara; ama unutma ki, derdin sahibi de devanın sahibi de birdir, değişmez. Sen, O’na dön, O’na yönel, O’nu bil, O’nu birle ve sadece O’ndan iste.

Hem malumunuz; zahiri hastalıklar gibi bâtınî hastalıklar da var. Günahlar büyük bir dert, büyük bir belâ, büyük bir ateş… Burada günahların nârında yananlar, orada emsalsizinde yanacaklar; ama onlar sinek ısırığıyla meşguller, heyhat ki heyhat! Görene bunlar evladım görene, köre ne? Meseleye bakmak ayrı, meseleyi görmek ayrı. Hakikate bakmak ayrı, hakikati görmek ayrı. Herkes her şeye bakıyor, fakat gören göz yoksa sen bak dur, ne göreceksin ki? Koca bir hiç!

Bizi zahiri dertlerimizden çok, bâtınî dertlerimiz ağlatmalı, evlatlar! Asıl yarınlarda ki halimiz bizi ağlatmalı. Birileri zannediyor ki, gözyaşları hep dünyevî derttendir. Bilakis ehli için Rabbe inâbedendir. Zahir olan zahir görür, der ki; “acısı ağlattı.” Kalbî bakan kalbî görür, der ki; “günahı ağlattı.” Zahirî dertlerimizden çok daha fazla bâtınî dertlerimizi önemsemeliyiz. Dünyanın derdi dünyada kalır; ahiret için dertlenmeyenin hali nice olur? Biz, hepimiz ahiret yolcusuyuz, evlatlar?

Gece hoşsohbet ilerlerken gençler nerede olduklarını, orada ne aradıklarını dahi unutmuşlardı. Akıllarına arabaları geldiğinde; “iyi ki bozuldu!” diyecek kadar hallerinden memnundular. Musibet gibi gözüken olayın ardından gelen gece, Hikmet Dede ile “hikmet gecesi” olmuştu adeta, beş gence.

Minhâc Dergisi 4. Sayı | Ocak 2023 | Urve Tahir