«
  1. Anasayfa
  2. 4. SAYI / OCAK 2023
  3. Mekke’de Tevhîdin İnşâsı

Mekke’de Tevhîdin İnşâsı

ENES

Vahiy damlalarıyla kuru kalpleri yeşerten Allâh Azze ve Celle’nin ismiyle… Sadrında işlediği vahyi, hayat pınarından akıtıp, ümmetine can suyu yapan Nebimize salât ve selâm olsun. Vahyin yıkadığı Sünnet elbisesini üzerlerine giyen Ashâb-ı Kirâm’a da ihtirâm ederim.

Değerli okuyucularımız! Zulmün karanlıklarından adaletin aydınlığına, köleliğin esâretinden insanlığın özgürlüğüne, Cehennem’in şakiliğinden Cennet’in saidliğine geçmek bir adımdır; o da “tevhîd” dir. Kulluk kimliğini kaybetmiş, dizleri üzere çöke kalmış ümmî toplumların, önce ihyası sonra kıyâmı; “tevhîdin inşâsı” ile olmuştur. Gönderilen nebiler ve indirilen vahiyler ile toplumların imârı böyle gerçekleşmiştir. Ve biz şimdi bu serüvenin son sahnesi olan Mekke’deyiz. Şeytanın ümidini kestiği yerde başlayan diriliş ve direnişteyiz.

Mekke Değerlendirmesi

Seçtiğini yaratan, yarattıklarından da seçen Allâh Azze ve Celle, beldeler arasından Mekke’yi seçmiş ve onu şehirlerin anası kılmıştır. İlk ibâdet merkezi burası kılınmış, nebilerin sonuncusu burada doğmuştur. Dünyanın bağrında Mekke, Mekke’nin bağrında Kâbe inşâ edilmiştir. Kâbe’nin gölgesinde de bağrında tevhîdi taşıyan insanlar yetişmiştir. 

Mekke’de ilk tevhîd hareketi, haniflerin atası İbrâhim aleyhisselâm ile başlamıştır. O, hür ve gür bir sedayla buradan bütün dünya insanlarını, âhiret yolculuğuna çağırmıştır. O günden bu zamana insanlar bu çağrının etrafında dönüp durarak; “bizler nihâyetinde âlemlerin Rabbine dönücüyüz” derler.

Mekke, ıssız çorak bir bölgeyken, İbrâhim aleyhisselâm’ın hicretiyle şehirleşmiştir. İsmâil aleyhisselâm’ın izdivâcı üzere Mekke’de “Arab-ı Mustaribe” denilen yeni bir Arab soyu gelişmiş ve bu soy, köklü bir dağılımla birçok kollara ayrılmış ve kabileler halini almıştır. En meşhur kabilesi ise, İsmâil aleyhisselâmdan Muhammed aleyhisselâma uzanan Kureyş kabilesidir. İbrâhim ve oğlu İsmâil aleyhimâsselâm Mekke’de tevhîd davetini sürdürmüş ve başarılı olmuşlardır. Tevhîdin sembolü olarak; Mekke’de ki Kâbe’yi temelleri üzerine ihya etmişlerdir.

Kabul Edilen Duâ

Mekke’de varlık gösteren baba ile oğlun, hem dinleri hem de soyları yaygınlaşmıştır. Onlar, hanif dinin korunması için, kendi soylarından birini göndermesi için Rablerine şöyle duâ etmişlerdi:

“Rabbimiz! Soyumuzdan, onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir elçi çıkar. İzzet ve hikmet sahibi yalnız Sensin!” [Bakara: 2/129]

El-Mucîb olan Rabbimiz, bu duâya icabet etmiş ve asırlar sonra Muhammed aleyhisselâm’ı, Millet-i İbrahim’in temsilcisi olarak göndermiştir. Nebimiz aleyhisselâm’ın, İbrahim aleyhisselâm ile soy bağı, İsmâil aleyhisselâm’ın torunlarından olan Fihr ile kurulmaktadır. Fihr’in diğer ismi Kureyş’tir. Kabilesine de onun ismi verilmiştir. Bu soy bağının Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e ulaşması şu şekildedir:

“Fihr (Kureyş), Galib, K’ab, Mürre, Kilab, Kusay, Abdumenaf, Haşim, Abdulmuttalib, Abdullâh, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem.”

Peygamberimiz aleyhisselâm, Mekke halkını Halilullâh’ın dini üzere bulamamıştır. Şeytan lânetullâhi aleyh onlara musallat olmuş, taştan kalpler tekrar taşlara tapar olmuştur. Tevhîdin yerini şirk almış, güzel ahlâk bozulmuş ve ameller kirlenmiş, insanlar nasıl bir ilâh görmek istiyorlarsa, putlarını öyle imal etmişlerdir.

Mekke bir zamanlar kuldu putlara

Putlar da muhtaçtılar bu kullara

Bir ses bir göz lazım bu tenakuza

Baksana Ebu Cehil’e rablık taslıyor Lat’a

Bozulan akîdenin peşini muhakkak kirli bir ahlâk takip eder. Toplumu ifsâd eden her türlü münker yaygınlaşır, kimse buna ses çıkaramaz. Zulüm yangınında kavrulan güzelim Mekke’de de durum böyleydi. Zalimlerin ellerinde halkın emeği, ayaklarının altlarında ise haysiyetleri vardı. Halkın putlara hediye ettiği mücevherleri bile korkmadan çalacak kadar sadâkatsizlerdi.

Mekke’de hırsızlık yaygındı geçmişte

Putların mücevherleri tehlikede

Bir el bir ayak lazım şimdi bu zulme

Baksana Ebu Leheb’e çalıyor bî edebce

Ahlâk, amellerin kendisini takip ettiği rehberdir. Güzel ahlâk, güzel amel ile neticelenir. Zıttı da malumunuz üzeredir. İnanç ve ahlâk yönünden bozulan Mekke, amel yönünden de insanlığı katleden en çirkin yüzünü gösteriyordu. Küçücük kızları utanç sebebi görüp diri diri toprağa gömüyorlardı. Kızlarıyla birlikte geleceklerini gömüyorlardı ama farkında değillerdi.

Mekke’de küçük kız olmak büyük suç idi

Diri diri candı bu toprağın yediği

Anlayamadım gitti ben bu cehaleti

Baksana bindiği dal değil miydi bu kestiği

Zulmün en karanlık noktasına gelindiğinde, İbrahim aleyhisselâm’ın duâsı gerçekleşmiştir. Mekke’yi yeniden köklerine döndürecek bir Peygamber doğmuştur. İnsanlar, manevi ölümlerinden sonra tevhîd ile dirilecekler ve şirke karşı direneceklerdi. Mekke, inen vahiylerle ikinci defa ihya oluyordu.

Vahyin Fonksiyonu

Vahiy sözlükte; “işâret etmek, gizli yolla bildirmek” gibi anlamlara gelmektedir. Istılâhta ise; “Allâh’u Teâlâ’nın Peygamberlerine emir ve yasaklarını bildirmesi” demektir.

İslâm, vahiyle başlamış ve vahiyle korunmuştur. Kıyamete kadar da vahiyle ayakta duracak ve Müslümanları da ayakta tutacaktır. İbrâhim aleyhisselâm’dan sonra mânen çorak bir bölgeye dönüşen Mekke; vahyin hayat dolu buyruklarıyla yeşermiştir. İnen vahiy, öncelikle Nebimizi irşâd ederken sonrasında da insanları; itikâdî, ahlâkî ve amelî alanlarda yeniden inşâ ediyordu. Bu insanlığın gördüğü en büyük devrimdir.

Nebinin İrşâd Edilmesi

Allâh Rasûlü, inen vahiylerle yaşadığı duygularının ve düşüncelerinin ismini bulmuştur diyebiliriz. Çünkü o, ismet sıfatına sahibtir; şirk işlemiyor, hayâsızlık etmiyor ve kötü amellerde bulunmuyordu. Toplumun halinden çok rahatsız oluyor ve bu durumu en çok kendisi değiştirmek istiyordu. Ancak yol almak ve aldırmak adına henüz bir şey bilmiyordu. Vahiy gelene kadar kendisinin yüce bir görev için seçilmiş Peygamber olduğunu dahi bilmiyordu. Nihayet Rabbimiz, bu hallerinin İslâm olduğunu kendisinin de Allâh’ın Peygamberi olduğunu bildirmiştir. Böylece inen vahiyler tevhîd elçisini, irşâd etmiştir.

“(Ey Muhammed!) Göğsünü genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şanını yüceltmedik mi? Şüphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” [İnşirâh Sûresi: 94/1-8]

Peygamberimiz aleyhisselâm beşer aleminde olmakla beraber, vahiy alemine dahil edilmiştir. O’na gaybtan haberler verilmiş, ahiret hallerinden emin kılınmıştır. Aklı, vahyi anlayan nebevî zekayla takviye edilmiş, ilâhî yardım sürekli O’nunla beraber olmuştur. Artık sıra, insânların bağrında tevhîdi inşâ etmeye gelmiştir.

Nebinin İnşâ Etmesi

Peygamberimiz inen vahyin nurunu; önce akrabalarına, sonra kavmine ve daha sonra bütün dünyaya yaymıştır. Çağırmış olduğu din, insanı insan yapan İslâm dinidir. İçerisinde; inanç, güzel ahlâk ve sâlih ameller gibi evrensel ilkeleri barındırmaktadır. Bu dine Kureyş halkı kadar, bütün insanlar da muhtaçtı. O nedenle Nebimiz aleyhisselâm özel olarak Mekke’ye, genel olarak bütün dünyaya gönderilmiştir. O günün Mekke’sini yeşerten vahiy, günümüzü de yeşertmektedir. O günün Mekke’sine can suyu olan Sünnet, günümüze de can suyu olmaktadır. Ve bize düşen; vahyin yıkadığı sünnet elbisesini giymektir, Ashâb-ı Kirâm gibi…

Peygamberimiz aleyhisselâm diriliş ve direniş hareketini üç aşamada, farklı metotlarla gerçekleştirmiştir. Gelişen aşamaların hepsi Allâh’u Teâlâ’nın emirleriyle gerçekleşmekteydi. Rabbimiz zaman ve mekâna göre Peygamberimizin güç oranını değiştirttikçe, davet metodunu da değiştirmiş ve geliştirmiştir. Bu merhâleleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

  1. a) Eğitim ve Terbiye Merhâlesi (Gizli Davet)
  2. b) Sabır ve Direniş Merhâlesi (Açıktan Davet)
  3. c) İktidar ve Temkin Merhâlesi (Kıtal ile Davet)

Şimdi bu merhâleleri ayrı başlıklar altında kısa ve öz bir şekilde açıklığa kavuşturalım.

1) Eğitim ve Terbiye Merhâlesi (Gizli Davet)

Davetin bu aşamasında tevhîd elçisi Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem, eğitimi esas almış ve insanlara gelen vahyin içeriklerini öğretmiştir. Vahiy, bu aşamada genel hatlarıyla; îtikâd ve güzel ahlâk esasları üzerine inmekteydi. Amelî hükümleri ihtiva eden ayetler ise daha çok Medine döneminde gelecektir.

Rasûllullah aleyhisselâm, eğitim ve terbiye merhâlesinde, öncelikle çekirdek kadroyu oluşturmayı hedeflemiştir. İlk dönemde davetin içeriği açık, teşkilatlanma gizliydi. Herkese değil, seçilen insanlara tebliğ ulaştırılmaktaydı. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın bu usulle kazanmış olduğu ilk dava arkadaşı; Ebu Bekir es-Sıddık radıyallâhu anhu’dur.

Nebimiz aleyhisselâm’ın bu aşamada yapmış olduğu en etkili faaliyetlerden birisiyse; Dâru’l-Erkâm’ı kurmaktı. İmân edenleri burada eğitiyor, daveti buradan yönetiyordu. Eğitilen sahâbiler, zorluk zamanları geldiğinde dimdik ayakta duran ve dini ayakta tutmaya çalışan insanlar olmuşlardır. Allâh hepsinden razı olsun.

2) Sabır ve Direniş Merhâlesi (Açıktan davet)

Davetin bu aşamasında, Rasûlullâh aleyhisselâm hitap ettiklerini bir üst basamağa çıkarmış ve vahyin içeriğini bütün Kureyş halkına ilan etmiştir. İnsanlara tevhîdi emrediyor, meydandaki putların bâtıl olduğunu ifade ediyordu. Artık davetin içeriği gibi teşkilatlanması da açıktı.

Bu aşamada Allâh Rasûlü kitleleşmeyi hedef edinmiştir. Kabilelere, heyetlere, münferid gelen hacılara İslâm dininden bahsetmiştir. Bu usulle, Mekke ve dışındaki birçok önemli isim davete kazanılmıştır.

Allâh Rasûlü’nün değişen tavrı karşısında, Kureyş müşriklerinin tavrı da değişmiştir. Müşrikler, imân edenlere zulmediyorlar, işkenceler yapıyorlar hatta kimini şehid ediyorlardı. Allâh Rasûlü aleyhisselâm ise tevhîd erlerine sabır ve ihsan gibi ahlâki kavramlar tavsiye ediyor ve onlardan güzel bir direniş bekliyordu. O nedenle davetin bu aşamasını; sabır ve direniş merhâlesi olarak isimlendirmek uygundur. Muhakkak ki dava, sabredenlerin omuzlarında yükselmiştir. Allâh onlardan razı olsun.

3) İktidar ve Temkin Merhâlesi (Kıtal ile Davet)

Davetin bu aşaması Medine’yi temsil etmektedir. Allâh Rasûlü aleyhisselâm, Mekke’sinden Medine’ye hicret etmiş, Ensar’ın yardımıyla devlet gücüne sahib olmuştur. Devlet statüsü kazanan Peygamberimiz aleyhisselâm, hedef kitlesini daha genişleterek, zamanla dünya devletlerini tevhîde davet etmiştir. Arab Yarımadasında ve dışındaki komşu ülkelere davet mektubları göndermiştir. Bu devletlerin başında dönemin süper güçleri olan Rum Krallığı ve Fars Krallığı gelmektedir.

İnen ayet-i kerimeler de daha çok hükümleri ihtiva ediyorlar ve İslâm şeriatını iyice belirginleştiriyorlardı. Rabbimiz davetin bu merhalesinde cihadın peygamberine kıtal için izin vermiştir. Cihad ve kıtalla birlikte Müslümanlar tek bir gaye edinmişlerdir; o da “La ilâhe illallâh” sözünün en yüce söz olmasıdır. Yani, tevhîdin şirke karşı galib gelmesidir.

Peygamberimiz aleyhisselâm, bu evrensel davetle; seni, beni ve bizi kazanmıştır, kıymetli kardeşim! Yarınlarda ise kimleri kazanacaktır bilemeyiz; ama bu daveti yarınlara taşıması gerekenler bizleriz.

Sonuç Olarak

Muhakkak ki geçmişi bilmek ve geçmişten dersler çıkartmak, geleceğe yön vermek için gereklidir. Köklerini bilmeyen bir toplumun dalları yarınlara uzanamaz. Yaşamış olduğumuz toplumun haline üzülüyor ve bu vesileyle onlara köklerini hatırlatmak istiyoruz.

Muhakkak ki sözlerin en doğrusu, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın sözüdür, yolların en hayırlısı ise Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yoludur.

Bu hak yolun muvahhidlerine selâm olsun.

Minhâc Dergisi 4. Sayı | Ocak 2023 | Enes Lütfü