Dünün, bugünün ve yarının sahibi olan Allâh’ın ismi ile…
Tüm hamdler Rabbimizedir. Salât ve selâm, Nebimiz Muhammed aleyhisselâm’a, O’nun pak âline ve ashabına olsun.
Dergimizin kıymetli okuyucuları! Bu yeni sayımızla bizleri; sizinle buluşturan Allâh’u Teâlâ’ya hamd olsun. Bu sayımızda sizlerle ‘Çağlar Boyu Tevhîd Mücadelesi’ne değineceğiz. Gayret bizden, tevfik ise Allâh’u Teâlâ’dandır.
Bir kelime düşününki, insanın hayatını baştan aşağı değiştirsin. Bütün dostluklara ve düşmanlıklara sebep olsun. Dünya için bir düzen, ahiret içinse huzur ve mutluluk getirsin. Bu kelime, İslâm’ın aslını oluşturan tevhîd kelimesi “Lâ İlâhe İllallâh”tan başkası değildir.
Ne yazık ki, mayasında nankörlük bulunan Âdemoğlu, tarih boyu bu kelimeye hak ettiği değeri vermemiş. O’nu olması gerektiği gibi kabul etmemiş, (belki de) edememiştir.
Bu duruma başta tarih şahitlik etmektedir. Dönüp ardımıza baktığımızda görürüz ki, insanoğlunun çoğu tarih boyunca tevhîde karşı saf tutarak gerek bile isteye gerekse de bilmeden Allâh’ın nurunu söndürebilmek için büyük gayretler sarf etmiştir. Şu da su götürmez gerçektir ki; sayıları ne kadar çok olursa olsun yardım ve başarı tarih boyunca tevhîde karşı olanların değil, tevhîde meftun olanların olmuştur.
Gelin şimdi hep birlikte çağlar boyu verilen tevhîd mücadelelerinden birkaçına değinelim. Söze tevhîdin ilk davetçilerinden biri olan Nûh aleyhisselâm’dan ve onun ibret dolu hayatından başlayarak meramımızı dile getirelim.
Nûh aleyhisselâm ve Tevhîd Mücadelesi
Rivayetlere göre insanlar Nûh aleyhisselâm devrine kadar tevhîd inancıyla yaşamıştır. Daha sonra putperestlik inancı türemiş ve ilk defa Nûh aleyhisselâm’ın kavmiyle ortaya çıkmıştır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Nûh aleyhisselâm’ı kavmini putperestlikten uzaklaştırıp tevhîd inancına döndürmek için gönderdiği ilk peygamberdir.
Allâh’u Teâlâ’ya şirk koşan bu putperest toplum bir kerede değil, yılların geçmesiyle ortaya çıkmıştır. İdris aleyhisselâm’dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve sâlih âlimlerin peşi sıra gitmeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları sâlih kimseler vefat ettiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten ötürü büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan ise boş durmamış ve onların bu durumlarından istifade ederek; sevdikleri bu sâlih kişileri hatırlamak ve onların nasihatlerini zihinlerinde canlı tutmak adına onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, birer heykellerini (anıtlarını) dikmeyi telkin etti.
İlk defa put diken bu insanların niyeti onlara tapınmak değildi. Ancak sonradan gelen yeni nesil; zamanla heykelleri yapılan bu zatların Allâh katında kendilerinden çok üstün derecelere sahip olduklarına, kendilerinin ise gerek günahlarından gerekse de amellerindeki eksikliklerden ötürü aşağılık kimseler olduklarına inandılar. Bu inanç, zamanla Allâh’a karşı mahcûbiyet hissine dönüştü ve Allâh ile aralarında aşılması güç setler olduğuna inandırdı. Artık Rablerine ulaşamayacaklarına, ona müracaat edemeyeceklerine inanan bu insanlar, aracılar edinmeye ihtiyaç duydular. Ve bu ihtiyaçlarını da kendilerinden üstün gördükleri salih kimselerle karşıladılar.
Ne var ki gelen her yeni nesil, bu sapık inanca farklı bir boyut getirdi. Bir zamanlar yalnızca feyiz ve bereket için yapılan bu heykellerin artık yeni birer ilâh olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başladılar. Rabbimiz Allâh Azze ve Celle’de bu inanışlarını ikaz etmek için onlara peygamber olarak Nûh aleyhisselâm’ı gönderdi.
Kur’ân-ı Kerîm’de; Nûh aleyhisselâm’ın Allâh tarafından seçildiği [Âl-i İmrân: 3/33] kendisine vahyedildiği [Nisâ: 4/163] kavmine Peygamber olarak gönderildiği [Nûh: 71/1] dokuz yüz elli yıl kavminin arasında kaldığı [Ankebût: 29/14] ve kavmini Allâh’a kulluğa davet ettiği [Yunus: 10/71; Hûd: 11/25-26; Şuarâ: 26/106-110] belirtilmektedir.
Şirkin, küfrün ve zulmün muhtelif eziyetleri altında dokuz yüz elli sene halkına göstermiş olduğu tahammülle, kendisinden sonraki peygamberler ve ümmetlerine örnek gösterilerek, ilâhî iltifata mazhar olan Nûh aleyhisselâm’ dan bizlere miras olarak sabır kalmıştır.
“Bütün alemlerde Nûh’a selâm olsun!” [Saffat: 37/79]
Hûd aleyhisselâm ve Tevhîd Mücadelesi
Büyük tufan gerçekleşmiş, insanlardan geriye yalnızca tevhîd ehli kalmıştı. Ne var ki bu durum çok sürmedi. Yeryüzü ıslâhından sonra tekrar fesad çıkaran bir topluluğa sahne oldu. Bunlar büyük tufandan kurtulanların soyundan gelen kimselerdi. Adı “Âd” kavmiydi. Yurtları da Ahkâf’dı. (Yemen ile Umman arasında bir yer.) Evleri kat kattı. Muhteşem sarayları, oğulları, malları, bin bir güzellikleri vardı. Etraflarını bağlar-bahçeler sarmıştı. Öyle ki bu şehre cenneti andırdığı için “İrem” adını verildiler.
Fakat bu kavim, Allâh’u Teâlâ’nın bunca nimeti karşısında büyüklendikçe büyüklendi, öyle ki; Allâh’ın kendilerinden büyük olduğunu unutmuşlardı. Kur’ân’ı Kerîm’de bu durumdan şöyle bahsedilmektedir:
“Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: “Bizden daha güçlü kim varmış?” dediler. Kendilerini yaratan Allâh’ın, onlardan daha güçlü olduğunu görmüyorlar mıydı? Doğrusu onlar, bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.” [Fussilet: 41/15]
Büyüklük taslamak, hakkı inkâr etmektir. Allâh’a şirk koşmaya kapı açan şeytânî bir illettir. Âd kavmi de bu illete kapılmış bir milletti. Allâh’u Teâlâ böylesi bir millete elbette uyarıcı gönderecekti. İşte o uyarıcı Hûd aleyhisselâmdır. O, (aleyhisselâm) İnsanları yalnızca Allâh’u Teâlâ’yı ilâh olarak kabul etmeye davet etmiş ve demiştir ki:
“Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; çünkü sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.” [Hûd: 11/50]
Kavminin Hûd aleyhisselâm’a cevabıysa; “Biz, seni apaçık bir beyinsizlik içinde görüyor ve yalancının biri olduğunu düşünüyoruz.” [Â’raf: 7/66] demek olmuştur.
Bunun üzerine Hûd aleyhisselâm onlara:
“Ey kavmim! Ben, beyinsiz değilim. Alemlerin Rabbinin peygamberiyim. Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.” [Â’raf: 7/67-68] diyerek karşılık verdi.
Ve büyük hüsran onları dört bir yandan kuşattı.
“Dediler ki: “Bu bize yağmur verici bir buluttur.” Hûd: “Hayır bu çarçabuk gelmesini talep ettiğiniz şeydir. Bir rüzgâr ki, onda elem verici bir azâb vardır. O (rüzgâr) Rabbimin emriyle her şeyi helâk edecektir.” [Ahkâf: 46/24-28]
Ve selâmet ancak tevhîd üzere kalanların üzerine olmuştur. Rabbimiz, kendisine inanan ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseleri kurtarmıştır.
“Hûd’u ve beraberindeki imân edenleri rahmetimizle kurtardık.” [Hûd: 11/58]
İbrahîm aleyhisselâm ve Tevhîd Mücadelesi
İbrahîm aleyhisselâm, Allâh’ın dinini tebliğ etme ve insanları doğru yola çağırma hususunda her türlü zorluğa göğüs germiştir. Yaşadığı çağda putperestlik hâkimken, akıl ve sahih inanç yoluyla Allâh’ın birliğine ulaşmış, hayatını bu uğurda vakfederek Allâh’ın Hâlil’i olmuş güzide bir peygamberdir.
Ne hazindir tarih tekerrür etmiş, İbrahîm aleyhisselâm zamanında da putperestlik hâkim olmuştu. İnsanlar yine yollarını sapıtmış, hakkın nurunu göremez olmuşlardı. Yeryüzü aynı şekil tevhîd elçisine ihtiyaç duyuyordu. Rabbimiz cehâletin en koyu olduğunu bu dönemde, haniflerin atası İbrâhim aleyhisslâm’ı putları kırmak üzere göndermiştir. Karanlıklar içerisinde adeta bir kandil görevi gören peygamberlik bu kez İbrahîm aleyhisselâm’a bahşedilmişti. O da kendinden önce gelen peygamberler gibi halkını hakka; Allâh’ın birliğine yani tevhîd inancına davet etmişti.
Bu kavim de peygamberlerine karşı çıkmış; Allâh’ın nurunu, zulmün karanlığına tercih etmişlerdi. Ve yine kaybeden onlar olmuş, hüsran yine onları kuşatmıştı. Kur’ân’ı Kerîm’de İbrahîm aleyhisselâm ve kavmi arasındaki durum şu şekilde açıklanmaktadır:
“(Onlar gidince) İbrahîm putları paramparça etti, belki ona başvururlar diye büyük putu bıraktı.” [Enbiyâ: 21/58]
“(Dönüp dunumu gören) putperestler, ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir’ dediler.” [Enbiyâ: 21/59]
“Bazıları, ‘İbrâhim denen bir gencin bunları diline doladığını işitmiştik’ deyince, ‘O halde, onu hemen insanların önüne getirin, belki birileri şahitlik eder’ dediler.” [Enbiyâ: 21/60-61]
“Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın, ey İbrâhim? diye sordular.” [Enbiyâ: 21/62]
“İbrâhim, ‘Hayır, bu işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun!’ dedi.” [Enbiyâ: 21/63]
“Sonra başlarını öne eğerek; ‘Bunların konuşamayacağını pekâlâ biliyorsun’ dediler.” [Enbiyâ: 21/65]
“İbrâhim, ‘öyleyse Allâh’ı bırakıp da size ne fayda ne de zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de Allâh’ı bırakıp taptığınız bu şeylere de yuf olsun! Siz aklınızı kullanmaz mısınız?’ dedi.” [Enbiyâ: 21/66-67]
Bunun üzerine odunlar kesilip yığıldı. Tuğlalar üst üste konup; İbrahîm aleyhisselâm’ın ateşi için bir bina inşa edildi. Herkes ibrahîm’in ateşine katkıda bulunmak için var gücüyle çalışıyordu. Bütün halk seferber olmuştu. Öyle ki bu konuda elinden bir şey gelmeyenler; durumlarının kendileri için uğursuzluk olduğuna inanıyorlardı.
Nihayet ateş yakılmış halk toplanmıştı. Artık intikam alınacak, bu bekleyiş son bulacaktı. Fakat hesaba katmadıkları bir şeyi fark ettiler. Alevleri gökyüzüne ulaşan bu ateş kümesinin içine İbrahîm aleyhisselâm’ı nasıl atacaklardı? Tek bir yolu vardı. Mancınık kurulmalı ve İbrahîm aleyhisselâm ateşe atılmalıydı. Sonunda onu da yaptılar.
“Biz: “Ey ateş! İbrahîm’e karşı serin ve zararsız ol” dedik.” [Enbiyâ: 21/69]
“Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.” [Enbiyâ: 21/70]
“Selâm olsun ibrahîm’e. Biz, iyilik eden ve işini güzel yapanları işte böyle mükafatlandırırız.” [Saffat: 37/109-110]
Dikkat çekmek isteriz ki; bu kavimlerden peygamberlere şu şekilde karşı çıkan olmamış: “Kimdir, senin Allâh’u Teâlâ dediğin? Biz böyle bir ismi duymadık, bu sıfat ve özelliklere sahip bir zâtı tanımıyoruz. Bunu ilk defa senden duyuyoruz. Demek bizi yaratan, Allâh’u Teâlâ öyle mi? Şu yerleri ve gökleri Allâh yarattı ha!” Evet, hiçbir toplum bu şekilde bir itiraz etmemiştir. Çünkü onların Allâh’u Teâlâ’nın varlığından veya birliğinden şüpheleri yoktu, olamazdı da.
Aksini ispat eden bunca delil varken; kim, O’nun yokluğuna veya O’nun gibi bir başkasının olduğuna inanabilirdi ki? Yer, gök, güneş ve ay hepsi O’nun varlığına ve birliğine işaret ederken, kim; “bunlar kendiliğinden oluşmuştur ve bütün bu varlıklar kendi hallerini ve durumlarını koruyorlar” diyebilirdi ki? Ya da kim; “Allâh gibi bir Allâh daha var ve O, bu düzeni ayakta tutuyor” diyebilirdi? Hiç kimse diyemezdi. Demedi de!
Şairin dediği gibi:
“Her şeyde O’nun varlığını, birliğini gösteren bir alâmet vardır.”
Günümüzde konuyla ilgili olarak her oluşu ve değişimi tesadüfle açıklamaya çalışan ve bunu ilmî bir temele oturtmaya çalışan ateist Jacques Monod gibi cahiller türemiştir. Böylesi cahiller iddia ettikleri zırvalıklarla farkına varmadan öyle bir konuma gelmişlerdir ki, tesadüfü; güç, kudret, irade, bilinç ve ilim sahibi bir özelliğe kavuşturmuşlardır. Bunlar, evren içerisinde olayların uygun düşmesine tesadüf demektedirler. Ancak hiçbir şey, bir irade edicisi olmadan hareket edemez.
İnsan aklıyla böylesine örtüşen bir hakikati göremeyen kör cahiller, halen tesadüfü savunmaya ve ilâh inancını reddetmeye devam ederler. Allâh’ın varlığı ve birliği aklın zorlanmadan kabul ettiği bir gerçektir. Bunun aksini iddia etmek ancak akıl sağlığının bozukluğundan kaynaklanmaktadır.
Sonuç
Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki; şirk, arızî olandır. Tevhîd üzerine bina edilen tek ilâh inancı ise asıl olandır. Ancak tevhîd inancından nasibi olmayanlar, sınırsız yetki ve mülkiyet sahibi bu yüce varlığa gerek kendi zihinlerinde gerekse sultaları altında sınırlar çizerek belli bir tanıma hapsetmeye çalıştılar. Ne var ki bu istek ve uğraşları, kendileri gibi nasipsizlerden başkasına zarar vermemiştir.
Biz tevhîd ehli Müslümanlar, çağlar boyunca sayıları, güçleri, fikirleri, yaşantıları nasıl olursa olsun hiçbir zaman onlara meyil etmedik, etmeyeceğiz de. Ta ki Rabbimiz Teâla canımızı bu hal üzere alana dek.
Biz tevhîd ehli Müslümanlar, biliyor ve imân ediyoruz ki; Rabbimiz olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ birdir. Ne O’nun bir benzeri vardır ne de O’nunla aynı yetkiye sahip herhangi bir şey…
Biz inançlarımızı, düşüncelerimizi, hayatımızı O’nun birliğini esas alarak imar etmiş insanlarız. Bizleri O’ndan başkasının karşısında eğilmediğimiz gibi, O’ndan başkasından da asla razı olmayız. Çünkü bizler; Alemlerin Rabbinin “teslim ol” emrinin muhataplarıyız. Ve bu emrin gereği olarak her birimiz; büyükten küçüğe, kadınlarımızla, oğullarımızla; İslâm’a yani Allâh Subhânehu ve Teâla’ya “teslim olmuş” insanlarız. Ne galibiyetten ötürü seviniriz ne de yenildiğimiz için üzülürüz. Evet, biz tevhîd ehli Müslümanlarız. Tevhîdten başka hiçbir şeyimiz yoktur. Sermayemiz tevhîddir tevhîddir, davamız tevhîddir, sevdiğimiz tevhîddir, arzumuz tevhîddir, beklediğimiz tevhîddir. Yanında olsak ta özlemini, hasretini çektiğimiz tevhîddir.
O’dur, bizi bir araya getiren, bir yapan. O’dur, bizi diğerlerinden ayıran. O’nun için yaş akar gözlerimizden, O’nun için terk ederiz yurtlarımızı, O’nun için vazgeçeriz haklarımızdan…Onsuz olmak mı? İnanın O’nsuz olmaktansa hiç olmak daha sevimlidir bize.
Selâm olsun, tevhîd ehli Müslümanlara…
Minhâc Dergisi 4. Sayı | Ocak 2023 | İbrahim Yahya