«
  1. Anasayfa
  2. 3. SAYI / EKİM 2022
  3. Sebe Kavmi ve Nankörlük

Sebe Kavmi ve Nankörlük

CHD

En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın ismiyle…

Bizlere sayısız nimetler bahşeden eş-Şekûr ve el-Hamîd olan Rabbimize hamdolsun. Salât ve selâm, rehberimiz, önderimiz Nebimiz aleyhisselâm’ın ve O’nun pak âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Rahmân’a şükürler olsun, aile ve çocuk temalı dergimizin “kıssalar ve hikmetler” köşesinde tekrar birlikteyiz. 

Sünnet inkarcılarının çoğaldığı, bid‘atlerin yayıldığı bu dönemde Rabbim bizleri Sünnetin muhafızlarından eylesin. Rabbimizin izni ile bu yazımızda Sebe Kavmi üzerinden nankörlüğü anlamaya çalışacağız. Gayret bizden, yardım ve başarı Allâh’u Teâla’dandır. 

İlk olarak “nankörlük” kelimesinin hangi anlamlara geldiğini inceleyelim. 

Nankörlük Kavramı

Nankörlük kelimesi dilimize, Farsça’dan geçmiştir. Farsça’da “ekmek” anlamındaki nân ile “görmeyen, kör” mânasındaki kûr kelimelerinden oluşan ve “yediği ekmeğin, gördüğü iyiliğin kıymetini bilmeyen, nimeti inkâr eden” (kâfir-i ni‘met) anlamına gelen nânkûrden türetilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de ise, insanların Allâh’u Teâlâ’ya karşı nankörlüğünden söz edilirken, “nankör” ve “nankörlük” kelimelerinin, “küfür” kelimesiyle ifade edildiğini görüyoruz. Nitekim bu da nankörlük kavramının önemine işaret etmektedir.

Nankörlük; bir insanın başka bir insana karşı ya da Rabbine karşı nankörce davranmasına göre iki yönden ele alınmıştır. Birinci tür nankörlük, bir insanın başka bir insandan gördüğü iyilikleri unutarak nankörce davranmasıdır. İkinci tür nankörlükse, insanın Rabbine karşı olan nankörlüğüdür. Zira bunda, insanın küfre girme ihtimali büyüktür. Her ne kadar küfür ile nankörlük ilk bakışta birbirlerinden tamamen farklı gibi görünseler de aralarında yakın bir ilişki vardır. Nankörlük, Allâh’u Teâlâ’nın varlığını, birliğini ya da imân etmemizi emrettiği esasları inkâr etmeye götürüyorsa, bu büyük küfürdür. 

Nankörlüğü daha iyi anlayabilmek ve ibret alabilmek için; siz değerli okuyucuları Kur’ân Kerim’in otuz dördüncü sûresinde yer alan ve sûrenin de ismini aldığı Sebe kıssasına götüreceğim. 

Tarihi kaynaklara göre Sebe Kavmi, Güney Arabistan’da yaşayan büyük bir kavimdi. M.Ö. 2500 tarihli Ur kitabelerinde bu kavimden “Sebum” diye bahsedilmektedir. Yapılan arkeolojik kazılarda, bu kavmin tarihine ışık tutan yaklaşık 3000 kadar kitabe bulunmuştur. Marib  şehri, tarihi kalıntılarında da yer alan kurdukları sulama sistemleriyle ün yapmışlardır. 

Köklü tarihini müşâhede ettiğimiz, Sebe Kavminin nimetlerini âyeti kerimeler ışığında ele alalım.

Sebe Kavmi ve Nimetler

  1. Belde-i Tayyibe

“Andolsun, Sebe halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: ‘Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir.’ Fakat onlar yüz çevirdiler.” [Sebe: 34/15]

Sebe Kavmi, dillere destan zenginlikleriyle meşhur bir kavimdi. Bu zenginliklerini tarım ve ticarete borçlulardı. Allâh’u Teâlâ, Sebelilere ticaretlerinde menfaat sağlayacak güzel bir belde ihsan etmişti. Onların bulundukları yere su iki dağın arasından akıp geliyor, yağmur ve vadilerinin suyu orada toplanıyordu. Bu iki dağ arasında oldukça sağlam ve büyük setler inşa edip baraj yaptılar. Sonra su yükseldi, bu iki dağın tepeleri üzerinde ağaçlar diktiler ve son derece bol ve güzel mahsuller, meyveler elde ettiler. Bu nimet, Kur’ân Kerim’de de beyan edildiği gibi bütün ülkeyi verimli bir bahçe haline getirmişti. 

İbn-i Kesir rahimehullâh’ın “Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm” adlı eserinde, bununla ilgili olarak Katâde rahimehullâh şöyle demiştir: “Herhangi bir kadın başında meyvelerin toplandığı büyükçe bir sepet olduğu halde ağaçlar altından yürüyor ve o ağaçlardan herhangi bir uğraşmaya, meyve koparmaya gerek kalmaksızın sepeti dolduracak meyveler düşüyordu. Buna sebep ise mahsullerin çokluğu, meyvelerin tam olgunlaşmış halleriydi.” Aynı eserde geçen farklı rivayete göre ise onların ülkelerinde sinek, sivrisinek, pire ve başka türden herhangi bir haşarat yoktu. Buna sebep ise havanın oldukça mûtedil ve sağlıklı olmasıydı. Hülasa bu lütuf; Allâh’u Teâlâ’nın kendisini tevhîdle birleyip, O’na ibadet etmeleri için onlara oldukça inâyette bulunmasıydı.

  1. Bitişik Bereketli Kentler

“Sebe halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen kentler oluşturduk. Oralarda gidiş-gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık)” [Sebe: 34/18]

İbn-i Kesir rahimehullâh’ın “Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm” adlı eserinde âyeti kerime ile ilgili Katâde rahimehullâh şöyle söylemiştir: “Sabah giderler, öğle vakti bir yerde dinlenirler, akşam dönüşlerinde ise bir başka yerde geceyi geçirirlerdi. Her bir millik mesafede pazarı olan bir kasaba vardı, diye de söylenmiştir” 

Âyeti kerimeden anlaşıldığı kadarıyla Sebe Kavminin yolları hiç tenhalaşmamakta ve şehirler birbirine görünür mesafede bulunmaktaydı. Ülkedeki bahçelerin ve nimetlerin en büyük sebebi olan Marib Barajından açılan kanallar Yemen’den Şam’a doğru yol boyu uzamaktaydı. Ve ülkedeki tüm şehirlerde dağınık bir şekilde sadece bu kanal üzerinde inşa edilmişlerdi. Kanalın iki tarafı da bahçe kaplıydı. Dolayısıyla su ile bereketlenen kentler vardı. Böyle bir yol, ticaret için de çok büyük avantajlar sağlamaktaydı. 

  1. Emniyet

“Ve onlara da şöyle dedik: ‘Oralarda gece-gündüz güvenlik içinde dolaşın’” [Sebe: 34/18]

İmam Kurtubî rahimehullâh’ın el-Câmiʿ li-Akâmi’l-urʾân adlı eserinde âyeti kerime ile ilgili Katâde rahimehullâh şöyle demiştir: “Onlar korku, açlık ve susuzluk çekmeksizin yolculuk yapıyorlardı. Dört aylık bir mesafeyi güvenlik içerisinde alıyorlar ve biri diğerini korkutmuyordu. Hatta bir kimse babasının katilini dahi görecek olsa, onu tedirgin etmezdi”

Bir şehrin veya bir ülkenin refah seviyesini belirleyen en önemli etkenlerden biri de emniyet ve güvenliktir. Anlaşıldığı kadarıyla Sebe Kavminin topraklarında hiçbir güvenlik sorunu yoktu. İnsanlar diledikleri şekilde seyahat edebiliyorlardı. Fakat bunca nimete rağmen onlar nankörlük etmekten geri durmadılar.

Nankörlüğün Cezası

Her yapılan amelin bir karşılığı olduğu gibi nankörlüğün de elbette bir karşılığı vardır. Allâh’u Teâlâ’nın bağışlaması müstesna hiçbir nankörlük cezasız kalmaz. Buna mukabil; “dünyada nankörlük nasıl cezalandırılır?” sorusuna cevap vermeye çalışalım.

“Halkı, ıslah eden kimseler iken, Rabbin o ülkeleri zulüm ile helak edecek değildi.” [Hud: 11/117]

İmam Kurtubî rahimehullâh bu âyeti kerime ile ilgili “el-Câmiʿ li-akâmi’l-urʾân adlı eserinde şöyle söylemiştir: “’Rabbin o ülkeleri’ o ülkelerin halkını ‘ahalisi’ kendi aralarında karşılıklı hakları gözetmek suretiyle ‘ıslah edip dururlarken zulümle (şirk ve küfürle) onları helak edecek değildir. Yani şanı yüce Allâh, herhangi bir kavmi ona bir fesad da ilave etmedikleri sürece yalnızca küfür sebebiyle helak etmez. Nitekim Şuayb kavmini ölçü ve tartıları eksik yapmaları, Lût kavmini livatayı işlemeleri sebebiyle helak etmiştir. Bu da şuna delildir: Masiyetler dünya hayatında şirkten daha çok kökten imha edilme azabına yaklaştırıcıdır. Âhirette şirkin azabı daha büyük olmakla birlikte (dünyada) bu böyledir.” 

O ülkelerin halkları birbirlerine karşı güzel muamelede bulundukları müddetçe, Allâh’u Teâlâ sırf şirkleri yüzünden onları imha etmez manasındadır. Binaenaleyh hakimiyet, küfür ile devam edebilir ama zulüm ile devam etmez. Nitekim fakihler demişlerdir ki: “Hukukullâh (Allâh’u Teâlâ’nın hakları) müsamaha ve kolaylığa dayanır. Fakat Hukukulibâd (kulların hakları) inceden inceye elemeye ve sıkı tutmaya dayanır.”

Burada anlattıklarımız dünyevî ceza ile ilgilidir. Küfür ve şirkin ahiretteki cezalarının şiddetli olacağı ise Kur’ân ve Sünnet nassları ile sabittir.

Allâh’u Teâlâ’nın en önemli kanunlarından biri şudur. Verilen nimete şükredildiği zaman nimet artırılır, nimete karşı nankörlük yapıldığı zaman ise nankörlük cezalandırılır. Âyeti kerimede bu durum şu şekilde ifade edilmiştir: “(Yine hatırlayın ki) Rabbiniz: ‘Andolsun ki şükrederseniz kesinlikle arttırırım, nankörlük ederseniz şüphesiz, benim azabım pek çetindir’ diye ilan etmişti.” [İbrahîm: 14/7]

Kıssamıza dönecek olursak Sebe Kavmini ayrıcalıklı kılan Marib Barajıydı. Bu baraj sayesinde tüm şehirlerini bahçelerle donatabilmişlerdi. Ancak Allâh’u Teâlâ’nın onlara verdiği bu nimete nankörlük ettiklerinde yine bu nimetle cezalandırılmışlardı. Baraj taşmış ve ortaya çıkan sel onların cezası olmuştu. Övündükleri, şımarmalarına neden olan, azgınlıklarının kaynağı barajlar ve sulama sistemleri onların felaketi olmuştu.

“Biz de üzerlerine Arim Selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.” [Sebe: 34/16]

Azabın müsebbibi kendileriydi.  Allâh’u Teâlâ’nın nimetlerine karşı nankörlük etmeleri sebebiyle Allâh’u Teâlâ onların üzerlerinden nimetlerini aldı ve onları öyle bir perişan etti ki; dillere destan, kıssalara konu oldular. Öyle ki, o bölgede insanlar birbirlerine; “sakın Sebe Kavmi gibi olmayın” diye nasihat eder oldular. Tüm dünyada onlar bir darb-ı mesel haline geldiler. Allâh’u Teâlâ’ya isyan sonucunda cennet gibi bir yurt âdeta bir anda cehenneme dönüşmüştü. İnsanlar her şeylerini terk edip, yurtlarından ayrılıp her biri bir tarafa dağılıp sefalet içinde bir hayatın mahkûmu oldular. Millet olma özelliğini kaybettiler. Asırlardır okunan ibretlik kıssa oldular. 

Nankörlüğün Doyumsuzluğa Götürmesi

“Onlar ise; ‘Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır’ dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” [Sebe: 34/19]

Bu âyeti kerimeden anlaşıldığı kadarıyla Sebe Kavmi, herkesin arzulayacağı imkanları, ortadan kaldırması için Allâh’u Teâlâ’ya dua etmişlerdi. Kısa aralıklı yolculuklar, rahat ve esenlik “seyahat” zevklerini tatmin etmemişti. Bu istek ile nimete nankörlük ile karşılık verip şımarık bir tavır sergilemişlerdi.

İnsan, fıtraten her açıdan mükemmel olan ve kendisini yaratan Allâh’u Teâlâ’ya meyillidir. O’na imân etmeye, O’nu sevmeye ve O’na bağlanmaya muhtaçtır. Rabbini tevhîdle birleyip onun yoluna girdiği zaman manevi bir tatmine ulaşıp az bir maddi imkanla yetinebilir. Rabbinden yüz çevirdiği zaman ise bu açlığı yine hisseder. Ancak bunu başka şeylerle tatmin etmek ister. Ama dünyevî amaçların hiçbiri daimî bir mutluluk veremez. En büyük dünyevî amaçlar bile ulaşıldıktan sonra anlamını yitirir. Artık haz vermemeye başlar. Âdeta deniz suyu gibi içildikçe susuzluğu artırır. Nitekim mal hırsı ile ilgili Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur

“Âdemoğlunun bir vadi malı olsa, muhakkak onun bir misli kadar daha olmasını ister. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.” [Buhari]

Allâh’u Teâlâ’nın nimetlerinden gafil olan insanlar, hırslarının kurbanı olarak hep daha fazlasını istemektedirler. Kişi böyle bir durumda, nankörlüğü sebebiyle sahip olduğu nimeti görmeyip izalesini isteyebilir. Doyumsuzluğunu gidermek içinse daha düşüğüne yönelebilir. Çoğu zaman insanların böyle davrandığını görebiliriz. Benzer bir misal olarak İsrailoğullarını zikredebiliriz. Onlar kendilerine verilen “bıldırcın eti” ve “kudret helvası” ile yetinmemişler ve bunlara göre her açıdan daha düşük olan bazı sebzeleri istemişlerdir.

“Hani siz, ‘Ey Musa! Bir tek yiyeceğe katlanamayacağız. Rabbine dua et de bize yeryüzünün bitirdiklerinden; baklasından, salatalığından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın’ dediniz. Musa dedi ki: ‘En hayırlı olanı bu değersiz olanlarla mı değiştiriyorsunuz?’” [Bakara: 2/61]

Şeytan ve Nankörlük

“Şeytan onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular” [Sebe: 34/20]

Burada şeytanın zannından kasıt insanların çoğunun nankörlerden olacağıdır. Şeytanın bu zannı A’râf sûresinde şu şekilde ifade edilmektedir:

“Sonra kesinlikle onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulamayacaksın.”  [Araf: 6/17]

Bu âyeti kerimeden anlaşıldığı üzere şeytan bütün vesvese ve tuzakları ile kulları şükürden uzaklaştırmayı hedeflemektedir. 

Kıssayı özetleyecek olursak:

Sebe halkı, o döneme göre oldukça ileri bir teknoloji ile kurdukları Marib Barajıyla birlikte büyük bir sulama kapasitesine sahip olmuştu. Bu yöntemle elde ettikleri bol ürünlü toprakları ve ticaret yolu üzerindeki kontrolleri, onlara görkemli ve refah dolu bir hayat yaşatıyordu. Ancak, bütün bunlar nedeniyle kendisine şükretmeleri gereken Allâh’u Teâlâ’dan, Kur’ân’ın ifadesiyle; “yüz çevirdiler” bunun üzerine barajları yıkıldı ve “Arim Seli” bütün topraklarını yerle bir etti ve darbı mesel oldular.

Kıssadan ders alıp, kendimize şu soruyu soralım:

İçinde yaşadığımız şehirler bize Sebelileri hatırlatmıyor mu? Şu anda bizler de emin bir şekilde dilediğimiz yerlere gidiyor, dilediğimiz yerlerden geliyoruz. Allâh’u Teâlâ’nın emânıyla dilediğimiz şehirlere seyahat ediyoruz. Gittiğimiz yerlerde konaklama imkânlarına sahip bulunuyoruz. Öyleyse kesinlikle bilelim ve unutmayalım ki; Sebelilere verdiği nimetlerin aynısını bize de veren Rabbimizin bu nimetleri karşılığında çokça şükretmemiz gerekir. 

Allâh’u Teâlâ’nın nimetlerini görmeyen, şeytanın zannını doğrulayan, doyumsuzluğu ile Allâh’u Teâlâ’nın nimetlerine şükretmeyen insanın başına çeşitli felaketler gelir. Ellerindeki güzide nimetler uçup gider. Kalıcı sandıkları mutluluk bir anda mutsuzluğa dönüşür. Buna rağmen nimetlere karşı kör olmuş bedbaht kimsenin doyumsuzluğu ise hiç bitmez. 

Nankörlükten sakındırmak için alemlere rahmet olan Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Nimete hamdetmek, o nimetin elden çıkmasına karşı bir garantidir” [Deylemi] 

Nimetlere kolay bir şekilde erişmek bizi şeytanın tuzağına düşürmesin. Geçici olan bu dünya hayatında hiçbir nimet baki değildir. Nimet ancak şükrü ile kâim olur. Unutulmamalı ki; nimetten nikmete dönüşen bu durum, ancak nankörlüğün cezasıdır. Kulluğumuzu nankörlükten arındırıp, yaratılış gayemizin şükrünü eda etmek için tevhîdi bir hayatı yaşayıp, yaşatmalıyız. 

“Kahrolası insan, ne kadar da nankördür!” [Abese: 88/17]

Rabbimizin lanetlediği nankörlük ahlâkından Allâh’u Teâlâ’ya sığınmalı, nimetlerini görüp, tefekkür etmeliyiz ve bize şükrü kolaylaştırması için Eş-Şekûr olan Rabbimize çokça dua etmeliyiz. Konu ile ilgili Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez; insanlara teşekkür etmeyen Allâh’u Teâlâ’ya da şükretmez. Allâh’u Teâlâ’nın nimetini her zaman anmak şükür, bunu terketmek ise nankörlüktür.”  [Tirmizî]

Bu hadisin rehberliğinde teşekkürü ahlâk edinerek, küçük de olsa her nimete şükür ve hürmet etmeliyiz.

Duâmız

Allâh’u Teâlâ, kendilerine çokça nimetler verdiği zaman şımarmayan, nimetlerin sahibini unutmayan, nankörlük etmeyen şâkir kullarından olmayı bize nasip etsin. Rabbim verdiği nimetleri rızası doğrultusunda kullanmayı ve şükrü ahlâk edinmeyi bizlere müyesser kılsın. Allâhumme amin.   

Velhamdulillah, selâm ve duâ ile…

Minhâc Dergisi 3. Sayı | Ekim 2022 | Alaaddin Cihad