Tevhîd elçisine tebyin görevi verenin yüce ismiyle…
Tüm hamdler, el-Hamid olan Rabbimizedir. Salât ve selâm da kendisine hikmet verilen Nebimizin üzerine olsun.
Bir hakikattir ki, insanlar durdukları yere göre, baktıkları şeyleri tanımlarlar. Değerli-değersiz, güzel-çirkin, gerekli-gereksiz ve daha birçok algıyı belirleyen şey, insanların durdukları yerdir.
Hak-bâtıl mücadelesinin verildiği imtihan dünyasında bu değişmeyen bir gerçektir. Peki; “dîn gerçeğinde durum nasıl?” denirse; “buna dîn de dâhildir” deriz.
Dünya üzerindeki farklı inanç sahiplerinin değer algıları ve değer yargıları durdukları yere göre farklılık göstermekte. Bu farklılık, İslâm âleminde de böyle.
Nebimiz aleyhisselâm’dan sonra farklı fırkaların zuhuruyla birlikte dîne ve dînin iki temel kaynağı olan Kur’ân’a ve Sünnet’e kendi mecralarından bakanlar oldu ve de olmakta…
Ümmet arasında; “Sünnet’i akıl süzgecinden geçirerek kabul ederiz!” diyenler olduğu gibi, Sünnet inkârcıları da çıkarak Sünnet’in tamamen devre dışı bırakılmasını savundular ve savunmaktalar.
Bu cahiller ve hainler güruhu, oturdukları yerden konuşmamaları gerekenleri konuştular, inkâr etmemeleri gerekenleri inkâr ettiler. Hadlerini bilip, Sünnet’e karşı edepli olmaları gerekirken, hadlerini aşarak Sünnet’i tevil ve inkâr ettiler.
Dünden bugüne herkes inandığı dîni yaşadı ve yaşıyor. Ve de herkes inanıp yaşadıklarından ya da -tevil ve inkâr edip- yaşamadıklarından hesaba çekilecek.
…
Gelelim bize; “biz, Sünnetten ne anlıyoruz?” diye bir soru soracak olursak, cevaben deriz ki:
Bizim için Sünnet, dîndir. Dîn, nasıl inkâr edilebilir?
Bizim için Sünnet, son tevhîd elçisinin hayatı ve tebliğleridir. O’nun yaşantısını bırakanlar, neyi yaşayacaklar ve neyi tebliğ edeceklerdir?
Bizim için Sünnet, sıratı mustakim üzere olan Nebimiz aleyhisselâm’ın yolunu ve gidişatını bizlere gösteren nebevî pusuladır. O pusulayı kaybedenler, yollarını nasıl bulacaklardır?
Bizim için Sünnet, Allâh Rasûlü Muhammed aleyhisselâm’ın tebliğ ettiği dînin nebevî esaslarıdır. İslâmî esasların en anlaşılır ve en isabetli açıklaması Sünnet ile bilinir. O’nu bırakanlar, İslâmî esasları nasıl ve neye göre anlayacaklardır?
Bizim için Sünnet, Müslimlerin dîni doğru anlayıp, yaşamaları için doğru öğrenmeleri gereken nebevî kaynaktır. O’nu öğrenmeyenler, dînlerini nasıl ve nereden öğreneceklerdir?
Bizim için Sünnet, dîn düşmanlarının dîne doğrudan saldıramadıklarında kendisine saldırdıkları, dînin temellerden sağlam bir temel, sımsıkı sarıldığımızda asla sapıtmayacağımız nebevî tutanaktır. O’nu bırakanlar, O’nun yerine hangi kaynağa sarılacaklardır? O’na saldıranlar, aslında dîne saldırmaktayken, mealistler bunu dîn adına yaptıklarını söylemeye nasıl cüret edebilmektedirler?
Bizim için Sünnet, Nebimiz aleyhisselâm’ın hılkî ve hulkî vasıflarını bize bildiren, ahlakı azim olanı bize tanıtan nebevî mekteptir. O mektep, milyonlarca talebesiyle insanlığa örneklik yapmışken; O’nu bırakanlar, O’nun yerine kimi ve neyi örnek almaktadırlar?
Bizim için Sünnet, Nebimiz aleyhisselâm’ın Kur’ân-ı Kerîm’i yaşayarak şerh ve tefsir etmesidir. O’nu bırakanlar, Kur’ân’ı kendileri mi şerh ve tefsir edecekler, yoksa bu işi üstadları olan sünnetsiz müsteşriklere mi havâle edeceklerdir?
Bizim için Sünnet, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ayetlerini okuyan ve Müslimleri arındıran, Allâh’ın elçisine verilen nebevî hikmettir. O’nu bırakanlar, nelerden mahrum olabileceklerini hayal dahi edebilmişler midir?
Bizim için Sünnet, kendisinden konuşmayan -konuştuğu ve yaptığı vahiy olan- son Nebi’ye ikram edilen vahyi metluvdur. O’nu inkâr edenler, neyi inkâr ettiklerinin farkında mıdırlar?
Bizim için Sünnet, İslâmî bir kimliğin ve kişiliğin inşâsı ve imârı için bilinmesi zaruri olan nebevî düsturdur. O’nu terk edenlerin kimliklerini ve kişiliklerini kimler, neye göre inşâ ve imâr etmektedirler?
Bizim için Sünnet, terk ettiğimizde Nebimizi terk ettiğimiz anlamına gelen, bu yüzden de asla terk edemeyeceğimiz, Nebimizle ve dînimizle olan nebevî bağımızdır. O hak bağı koparanlar, hangi bâtıl bağlara bağlanmaktadırlar?
Bizim için Sünnet, kendisine itaat farz olan Nebimiz aleyhisselâm’ın, bizlere bıraktığı nebevî mirastır. Reddi miras yapanlar, kimin mirasını reddettiklerinin farkında mıdırlar?
Bizim için Sünnet, nesiller boyu aktarılan, öğrenilip öğretilen, yaşanarak hayat yapılan nebevî rehberdir. O’nu terk edenler, hangi rehberliği kendileri için “en güzel örnek” olarak kabul edeceklerdir?
…
“Bizim için Sünnet” diye başlayarak, daha birçok cümle ile nice fazileti ifade edebileceğimiz bir hakikattir, Sünnet…
“Sünnet, bizim için önemlidir” cümlesi bile Sünnet’in bizim için önemini anlatabilmek için yetersizdir, nakıstır. Hal böyleyken, Sünnet’i önemsemeyip, O’nu sırt gerisi yapanlar, dînin iki temelinden birini yıkmaktadırlar.
Bizler îmân ediyoruz ki; sahabe övülmüş ve rızaya ermiş bir nesildir. Onlar, Kur’ân ve Sünnet birlikteliğiyle dîni anlamışlardır. Nebimiz aleyhisselâm’ın vefatından sonrada; onlar, Nebimiz aleyhisselâm’ın Sünnet’ini birbirlerine hatırlatmışlar ve öğretmişler; dîni, Sünnet’e sarılarak yaşamışlardır.
Onlardan sonra gelen nesillerde bu menhec üzere dîni anlamışlar ve yaşamışlardır. Kur’ân’ı ve Sünnet’i birbirinden ayırmak, Kur’ân’ın sahibiyle Kur’ân kendisine indirileni birbirinden ayırmak olacağından; onlar asla böyle bir yanılgının içerisine düşmemişlerdir.
Ne hazindir ki, zamanla kâfirlerin etkisiyle küfrî anlayışlara kapılar aralanmış, Sünnet farklı değerlendirilir olmuştur. Özellikle günümüzde birçok harici ve dâhili etkiyle birlikte Sünnet’e farklı bakan tipler ortaya çıkmıştır. Bu ümmetin selef neslini takip eden rabbânî ulema rabbânî menhec üzerineyken; reformist anlayış sahibi bu tipler, oryantalistlerin ekmeğini yağ sürmüşler ve sürmektedirler.
İslâm düşmanları, İslâm’a ve Müslümanlara saldırılarını çok farklı yollarla yaparlarken, “Sünnet’i İnkâr Projesi” de İslâm düşmanlarının desteklediği projelerdendir. Batılı ve doğulu oryantalistler, görevlerini yapıp yerli tilmizlerine görevi tevdi edince, ortaya bizim dilimizle konuşan yerli Goldziherler çıkmıştır.
Özellikle Sünnet imamları eleştirilerek dînin iki temelinden birisini yıkma gayreti içinde olunmuş ve halende bu necis plan işletilmektedir.
Ne hazindir ki; Sünnet’e düşman olanlar neye düşman olduklarını bilemeyecek kadar kördürler. Ümmeti Muhammed’in hayırlı insanlarının söylemediklerini söylemişler ve yapmadıklarını yapmışlardır.
Sünnet inkârcıları, Sünnet’in yerine kendi aciz akıllarını koyarak, yeni dalalet yolları edinmişler ve edinmektedirler. Oysaki kitâbını peyderpey indiren Rabbimiz, Nebimiz aleyhisselâm’a kitâbın nasıl hayata yansıyacağını Nebimizin yaşantısıyla bizlere göstermiştir.
Kur’ân’ı Kerim’de Nebimiz aleyhisselâm’ın uygulamalarını Rabbimizin ikaz ettiğini gördüğümüz gibi; yine Nebimizin birçok uygulamasında bir nevi “takrirullâh” olan Rabbimizin takrirlerini de görmekteyiz.
Nasıl ki Nebimiz aleyhisselâm’ın sarahaten ve zımnen bir takriri mevcutsa, Rabbimizin de böyledir. Nasıl ki Nebimiz aleyhisselâm, dîne muhalif olan şeylerde susmamışsa; yine dîne muhalif olan durumlarda Rabbimizin de vahiy indirmemesi söz konusu olamaz. Vahiy ile bildirmediği durumlarda, Nebimizin uygulamasına yani Sünnet’e Rabbimizin takriri söz konusudur. Bu takrir de, Sünnet’in doğruluğunu ve Rabbimizin rızasını celp eden uygulama olduğunu bizlere göstermektedir.
Hal böyleyken bizler, nasıl olurda; “Rasûl -yani elçi- postacıydı!” deriz? Bu söz; hem edebe, hem dîne, hem de akla muhaliftir.
Âlemlere rahmet olarak gönderildiğine inandığı bir elçiye, insan nasıl böyle bir benzetmeyi yapabilir? Ancak Sünnet inkârcılarının dînsizlikleri ortada olduğu gibi, edepsizlikleri ve akılsızlıkları da ortadadır. Sünnet’i inkâr eden bir zavallının dilinde bu tür bir gafın çıkması normal olsa bile, bizler için anormal bir durumdur.
Bizler, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın ismi geçtiğinde O’na salavat getirmediğimizde, edepsizlik yapmışcasına rahatsız oluyorken; onlar, çok rahat bir şekilde Nebimiz aleyhisselâm’dan çocukluk arkadaşlarıymış gibi bahsedebilmektedirler. Tıpkı dînsiz ve edebsiz olan oryantalistler gibi…
Bizler, tebyin görevi olup, Allâh’ın kitâbını açıklayan bir Nebi’ye îmân ediyoruz. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, kitâbı açıklansın ve öğrenilsin diye elçisini “muallim” olarak görevlendirmiştir. Biz, O’nun pak dilinden bu hakikatin ifade edildiğini görmekteyiz. Evet, O ahlakı azim olan, insanlığın son büyük öğretmenidir.
Bir düşünelim; bir mektepte sadece kitâblar var ama onları okutup-öğretecek muallimler yok. Böyle bir durumda eğitim-öğretim faaliyetleri söz konusu olabilir mi? Tabi ki olamaz. Bu, dünyevî eğitim ve öğretim için bile böyle ise elbette dînin eğitimi ve öğretimi içinde “muallim” şarttır.
İlâhî hitâb olan Kur’ân, insine ve cinnine gönderilip hakkı beyan ile dünya ve ahiret saadetine çağıran ve saadet yolunu bizlere gösteren bir kitâbtır. Ancak bu kitâb, usulü ortaya koyarken, bizler furuâtı tebyin görevi verilen Nebimiz aleyhisselâm’ın sözlerinde, fiillerinde, takrirlerinde görmekteyiz.
Bunları görmeden insanları kitâbın önüne koyup; “haydi oku ve anla!” demek, ilk defa okumaya başlayan bir talebenin önüne derin bir kitabı koyup; “oku ve anla, anla ve yaşa!” demek gibidir.
Tabi bu dediklerimizden yanlış bir mânâ da anlaşılmasın. Biz, birtakım insanların dediği gibi; “Kur’ân’ı hiç okuma, sen anlayamazsın!” demiyoruz. “Oku ama Sünnet ile anla! Oku ama rabbânî ulemamızın fehmiyle anla!” diyoruz.
“Neden böyle?” diye soranlara ise:
Çünkü “Sünnet, Kur’ân’ın yaşantıya geçmiş halidir” diyoruz. Çünkü “Sünnet, Kur’ân’ın şerhidir” diyoruz. Çünkü “Sünnet, takrirullâhtır; Sünnet’i anlayan ve ihlas ile yaşayan rabbânî ulemamız, Sünnet’in hâdimidir” diyoruz.
Elbette bizler, Kur’ân’a yöneleceğiz. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, mukaddes kitâbını Arabına Acemine, medenisine bedevisini, âlimine cahiline göndermiştir. Anlaşılsın diye de kolay kılmıştır. Kitâbın çoğu muhkem, az bir kısmı ise mütaşabihtir. Bizler, ehli kitâbın dediği gibi; “sadece dîn adamı(!) olanlar bu kitâbı anlar, geri kalanı ise ondan hiçbir şey anlayamaz!” demiyoruz. Ancak “kitâbı hakkıyla anlamak ve yaşamak için Sünnet’in bilinmesi şarttır” diyoruz.
Sözü daha fazla uzatmadan; “Sünnet olmadan İslâm anlaşılamaz, anlaşılamayan İslâm’da yaşanamaz” diyoruz.
Sünnet Ehli
Şimdi de Sünnet’e hak ettiği değeri veren, O’nu öğrenen ve hayat yapan Sünnet ehline kısaca değinelim ve diyelim ki:
Sünnet Ehli, Allâh’u Teâlâ’yı sevenler olarak, bu sevgiyi Nebi’ye ve O’nun Sünnet’ine ittiba ederek ispat ederler.
“De ki: ‘Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allâh çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir’.” [Âl-i İmrân: 3/31]
Sünnet Ehli, Nebi’ye ve O’nun Sünnet’ine itaat ve ittiba etmeyi, Allâh’u Teâlâ’ya itaat olarak gören ve Sünnet’e sımsıkı sarılanlardır.
“Kim, Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! ” [Nisâ: 4/80]
Sünnet Ehli, Nebi’ye ve O’nun Sünneti’ne aykırı davranmanın caiz olmadığına, böyle bir halde kişinin başına dünyada belalar geleceğine ve ukbada da can yakan bir azaba uğrayacağına inanır; belalardan ve azabtan kurtulmanın yolunu, Sünnet’e ittiba etmekte görürler.
“O’nun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!” [Nûr: 24/63]
Sünnet Ehli, îmân etmenin Nebi’ye tam bir bağlılıkla bağlanmakla mümkün olduğunu kabul ederler. O’nun Sünnet’inin önüne şeytanın ve şeytanlaşanların hükümlerini getirmez. Nebi’nin Sünnet’ini her türlü ihtilafta arayı bulan bir kaynak olarak kabul ederler.
“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisâ: 4/65]
Sünnet Ehli, Kur’ân’ın ve Sünnet’in hükümleri söz konusu olduğunda “işittik ve imân ettik” diyenlerdir. Bu sözün sahipleri olan Sünnet ehli, kurtuluş ehlidir.
“Aralarında hüküm vermek için Allâh’a (Kur’ân’a) ve Rasûlüne (Sünnet’e) çağrıldıklarında, Mü’minlerin söyleyeceği söz; ‘işittik ve imân ettik’ demeleridir. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” [Nûr: 24/51]
Sünnet Ehli, hususî ve umumî her konuda rehber olarak Nebi’yi gören, O’nun emrettiklerini baş tacı yapıp, yasakladıklarını da ayaklar altına alanlardır.
“Rasûl size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının. Allâh’a karşı saygısızlık etmekten sakının. Şüphesiz Allâh’ın azabı çok çetindir.” [Haşr: 59/7]
Sünnet Ehli, Nebi’yi ‘en güzel örnek’ olarak kabul etmenin -sadece- dille olmadığına; Allâh’a ve ahiret gününe inananların Nebi’nin Sünnet’ini hayat yapmaları gerektirdiğine inanırlar. Hayatları boyunca, en güzel örneğin izinde salih ameller işlerler.
“İçinizden kim, Allâh’a ve Rasûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükafatını iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.” [Ahzâb: 33/31]
…
Sözümüzü bitirken, Rabbimizden niyâzımız; Sünnet’i anlamayı ve salih amellerle yaşamayı bizlere nasip eylesin. Allâhûmme âmin.
Sünnet’i hayat yapan tüm Sünnet Ehli Muvahhidlere selâm ve dua ile…
Minhâc Dergisi 3. Sayı | Ekim 2022 | Hakan Emin