Vaktin birinde, bir vesileyle üç kişi bir yerde bir araya elmişler. Yaşları farklı, görüntüleri farklı, konuşmaları farklı…
Birisi genç, birisi orta yaşlı, diğeri ise yaşlı. Genç ile orta yaşlısı aynı dili konuşuyorlar. Konular hız kesmeden sürekli değişiyor.
Genç spor giyimli, uzun saçlı, bacak bacak üstüne atmış, elinde siyah bir gözlük. Orta yaşlı olan ise takım elbiseli, kır saçlı, koltuğu dolduran cinsten, tok sesli, elinde ise sağ sola salladğı bir dolma kalem. “Öyledir, öyledir” diyor, hem konuşma, hem de tasdik makamı.
Konuşanların gözleri bazen üçünücü şahsa gidiyor; o ise kendi halinde, elinde tesbih, başında takke.
Konuşmacılar arada ona da yöneliyorlar. Genç; “öyle değil mi hacı baba?” derken, orta yaşlısı ise; “doğrudur hacım, doğrudur!” diyor.
…
-“Ticarette asıl olan insanları tanımak, aslanım! İnsanları tanımayan ticaret yapamaz.”
– “Tamam da değerli abim, insanı tanımak kolay bir iş mi?”
– “Değil ama bu şart kardeşim, öyle değil mi hacım?”
-”Doğru, insanı tanımak zordur. Aslında insanın kendisini tanıması da zordur. Arifler demiş ki:
Sen mi insanı tanıyorsun, insanlar mı seni?
Sen mi kendini tanıyorsun, insanlar mı seni?
– “Hacı baba, bu cevap değil ki, bilmece gibi, bulmaca gibi birşey oldu bu.”
– “Bazen cevaplar sorularda saklıdır, evladım. Tabiki bilene ve bulana.”
– “Hay ağzına sağlık hacım, ne güzel de söyledin. Bilmekte, bulmakta lazım, eyvallah. Evet, ne diyorduk genç kardeşim? Ticaret öyle işte, ne demişler; ‘ölmeyecek gibi dünyaya çalışacağız, kazanacağız, kazandıracağız’, değil mi hacım?”
– “Dünyayı kazanmak uğruna ahireti kaybetmedikten sonra dünyaya çalışmakta bir beis yok. Ancak asıl kazanç, ebediyeti kazanmak, İnsan, bunu asla unutmamalı. Malum ki insan, ölümlü varlık, ölüm bizler için bir yok oluş değil, bilakis hakikate uyanış. Ne demiş hikmet ehli:
Ölüm, kimine felâket, kimine nimet
İnsan iki dârın ehli; ya nâr, ya cennet.
– “Vallahi haklısın hacım! Çok haklısın; ama ne yalan söyleyeyim, olmuyor işte, yapamıyoruz. İş-güç, çoluk-çocuk dünyanın binbir meşgalesi derken olmuyor. Bize de dua et, o da olur, inşaallah, olur değil mi delikanlı?”
…
Dünyalıklardan ahirete, hayattan ölüme konular değişince delikanlının neşesi kaçıyor. Usulca gözlüklerini takarken; “ya tabi, tabi!” diyor dilinin ucuyla, arkasından da kaldığı yerden devam ediyor:
Ekonomi, altın, dolar, borsa…
Emlak, inşaat, yatırım, arsa…
Bir ara misafir perverliği tutuyor:
– “Bizim yazlığı satılığa çıkardık. Hem oranın eski havası da kalmadı, hem de artık sıktı. Yeni bir yer baktık. Olursa bu yaz oradayız. Bizimkiler hep orada olacak, gelirsen bekleriz, misafir ederiz.”
– “Bakalım artık yeğen! Yengenden de izin çıkarsa geliriz elbet.”
Daveti duyan adam, kalemle oynamayı bırakıp, gravatını gevşetiyor. Ardından da boğuk bir sesle:
– “Tabi, tabi insanın hava almaya da ihtiyacı var canım, değil mi hacım? İnsanın kendisini dinlendirmesi de hakkı.”
– “Tabi insanın üzerinden Rabbinin hakkı var, ehlinin hakkı var, bedeninin hakkı var. Her hak sahibine hakkını vermek gerek. Ancak Rabbimizin hakkını çiğneyerek kendimize hak aramamız da doğru olmaz. Akıllı insan, şu fani dünyada üç gün eğleneceğim diyerek ebedi hayatını helak etmez. Ne demiş selim akıl sahipleri:
Günahlar yakıyor kabini farkında mısın?
Yoksa bedenin yanınca mı uyacanaksın?
Çok dikkat etmeli, çok…”
“Çok dikkat etmeli” sözü, mekandakilerin dikkatini celb ediyor. Kısa saçlı adam başını kaşırken, gözleriyse yaşlı adamın yüzüne takılı kalıyor. Dilinden ise istem dışı bir kelimeye tekrarlanıyor:
“Dikkat, dikkat..!”
Genç ise hiç oralı değil, cebinden bir sakız çıkarıyor.
– “Ama dünyada da dünyanın nimetlerini bırakmamak lazım değil mi abicim? Herkese her şey nasip olmuyor. Kıymet bilmek lazım. Millet, ister ulaşamaz. Bize nasip olmuş. Hayat yaşandıkça güzelleşiyor. Gençlik elden çıktıktan sonra tekrar geri gelmiyor ki! Bak hacı babaya kaç yaşına gelmiş, artık istese de geriye dönüş yok. İmkanın varken gençliğinin kıymetini bileceksin, yaşayacaksın, doğru değil mi hacı baba?”
Genç, geviş getiricesine sakızını çiğnerken, konuşmasının sürdürmüş ve son olarak ise sözü yaşlı adama bırakmıştı. O ise önce bir iç çekti. Sonra da; “af ya Rabbi, af!” diyerek konuşmaya başladı:
– “Allah, insana ömrünü ne için verdiyse, gençlikte de, yaşlılıkta da ömrü o iş üzere yaşamak gerekli evladım. Bizi yoktan var eden bizden zatını bilmemizi, kendisini birlememizi, emirlerini ve yasaklarını yaşamamızı istiyor. Dünya lezzetleri olmaz değil, insan hayatında onlara da yer var elbet. Ancak onlar, Rabbimizin izin verdiklerinden, izin verdiği ölçüde olmalı. Helal dairesi keyfe kafidir elbet. Hem iyi bil ki! Bu dünya nimetleri ahirette ki nimetlerin yanında bir hiç hükmündedir. Dünyanın aşıklarından olup ebedi hayatı bırakanlardan olmamak lazım. Ne demiş ahiret adamları:
Baktım gördüm ki insanlar ikiye ayrılmışlar,
Dünyaya aşıklar ve ahirete sevdalılar,
– “Valla hocam! Doğrusunu söylemek gerekirse ben dediklerin çok etkilendim. Bunlar ne güzel sözler. Şahsen benim bir diyeceğim yok. Dediğim gibi bize de dua buyur. Biz bu genç kardeşimle inşaat ve emlak işindeyiz. Ondan biraz fazla bu konulardan bahsettik, hakkını helal et. Size sormadık ama sizin mesleğiniz nedir?”
Yaşlı adam elindeki tesbihi hırkasının cebine koydu. Masada duran yarım kalmış suyunu bitirerek:
– “Aslında bizim mesleğimizi anlatan bir kitapçık var; müsade ederseniz ondan bir şeyler okuyayım.”
– “Tabi tabi ne demek, buyurun okuyun.”
Yaşlı adam okumaya başlamadan önce gözlüklerini değiştirdi. Sonra gömleğinin cebinden küçük bir kitapçığı çıkardı. Okuyacağı yeri açtıktan sonra da hoş bir sesle okumaya başladı:
– “Mesleğimiz, yeis libâsını çıkarıp, ümit libâsını kuşanarak, tam bir şevk ve iştiyâk ile abdiyet şuurunun bir gereği olarak daimî tevbe ve istiğfara devam etmek üzerinedir.
Mesleğimiz, dünyanın lezaizini ve şehevâtını ehli dünyaya terk ile, bitmeyecek ve tükenmeyecek nimetler yurdu olan cenneti hedefler. Hedefe kavuşmak için her an, her darda, dareyn sahibinin rızasını gözetir.
Mesleğimiz, fedâilerin ardınca, onların has mesleğince Rabbin bir kulcağızı olarak, emanetleri emanet edenin yolunda fedâ etmeyi bize öğretir.
Mesleğimiz, takva kalkanıyla korunan, sırlar perdesinin arkasında görev alan; kahraman muallim, müderris, hoca ve mürebbilerin vazifelerini bir ‘cihâdı ekber’ bilir. Onların bu büyük cihâdının berekâtıyla küfrün kalelerinin fethedileceğine inanır. Fetih ordusunun secdeli alınlarından öper. Dâvânın sebatkâr komutanlarının yanında mevzilerini terketmeyen yiğitleri kucaklar, onları tâltif eder ve ödüllendirir.
Mesleğimiz, ahlâkı hâmideyi cemî eşhasın kûlûbunda ve hayatında yakinî bir îmân ve ihlâsla imar ve ihyâ etmeye çalışır. Ahlâkı zemimenin ise kalplerden ve hayatlardan defini vâcib görür ve bu vucûbiyetin gereğini edâ eder.
Mesleğimiz, tüm ehli îmânı ihvânımız görmeyi; ihvânımıza karşı hürmeti ve muhabbeti bize öğretir ve öğütler. Hizmet-i diniyedeki kardeşlerimizin seçilmesi gerektiğini de bizlere hatırlatır.
Mesleğimiz, nebevî siyâsetin tahsiline ehemmiyet verir. Gelişen dünyada değişen ahbardan haberdâr olarak, her bir haberin müsbet ve menfî tahlilini yaptırır, maslahat ve mefsedet dengesini kurar.
Mesleğimiz, cemiyeti ayakta tutan iki unsur olan adâleti ve merhameti esas alır. Ümmetin istikbâli ve İslâm medeniyetinin inşâsı için mâziyi unutmadan âli bir himmetle çalışmayı hedefler.
Mesleğimiz, “her canlı ölümü tadacaktır” [Ankebut: 29/57] ayetinin ikâzı ve “lezzetleri kesen ölümü çok anın” [Tirmizi] hadisinin nasihati ile tefekkür-i mevti gâye edinir ve her dâim ölüme hazır olmayı bize öğretir.
Mesleğimiz… “
…
Yaşlı adam, kelimeleri vurgulayarak okumasını sürdürmüşken odadaki iki kişi ne denildiğini anlamaya alışıyorlardı. Okumasını bitirince usulca kitabını kapatarak:
– “Kitapta bu maddeler devam ediyor. Okuduklarımdan anladıklarınız olduğu gibi, mümkündür ki anlamadıklarınızda çıkabilir. Önemli olan anlamasak bile hakka karşı hürmetkâr olmak, hakkı anlamaya çalışmak, onu inkâr etmemek. Hakkı inkâr etmek, hakkı ortadan kaldırmaz. Kişiyi zor duruma sokar. Siz, siz olun hakkı inkâr etmeyin, onu hafife almayın. Ne demiş selâmet ehli:
Cahilin aklı dilindedir, düşünmez konuşur.
Oysa susan selâmet bulur, edebiyen kurtulur.
…
Minhâc Dergisi 3. Sayı | Ekim 2022 | Urve Tahir