«
  1. Anasayfa
  2. 2. SAYI / TEMMUZ 2022
  3. Kur’ân Fıkhı

Kur’ân Fıkhı

UZEYİR

Rahman ve Rahim olan Allâh’ın ismiyle…

Bizleri muhatap alıp Kur’ân-ı Kerim’ini gönderen Allâh’u Teâlâ’ya hamd olsun. Rabbinin Kelamını ümmetine tebliğ eden Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e, O’nun aline ve ashabın’a salat ve selam olsun.

Kur’ân-ı Kerim’in muhkem ayetlerinden fıkhın hükümlerini çıkaran müçtehitlerimize ve dini bu fıkhın esaslarına göre yaşayan Müslümanlara da selam olsun.

Dergimizin “Kur’ân Nesli” sayısının fıkıh köşesinde Kur’ân ile alakalı dört fıkhî meseleyi ele alacağız. Bu meseleler sırasıyla şöyledir:

– Abdesti olmayanın Mushaf’a dokunmasının yasaklanması,

– Cünüp ve hayızlı olanın Kur’ân okumasının yasaklanması,

– Kur’ân’ı güzel sesle okumak,

– Kur’ân okunduğunda susup dinlemek.

Dergimizin fıkıh köşesindeki hükümleri, yaşamış olduğumuz coğrafyada en çok tabiisi olan Hanefi ve Şafii mezheplerinin içtihatlarıyla sınırlı tutacağımızı ilk sayıda ifade etmiştim.  Bununla birlikte zaman zaman diğer ehli sünnet mezhepleri olan Maliki ve Hanbeli mezheplerinin içtihatlarına da yer vermek suretiyle fıkıh köşemizi zenginleştirmeyi düşünüyorum.

Rabbim okuyup öğrendiklerimizle amel etmeyi bizlere kolay kılsın. Çalışmak bizden, başarı ise Allâh’u Teâlâ’dan.

Abdesti Olmayanın Mushaf’a Dokunmasının Yasaklanması:

Fakihler abdestli olmayan bir kimsenin, Kur’ân okuyabileceğinde veya ona dokunmaksızın bakabileceğinde ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte bütünüyle veya bir ayet dahi olsa, kısmen Mushaf’a el sürmek yasaklanmıştır. Diğer taraftan Kur’ân’ın tazim edilmesi vaciptir. Abdestsiz olarak el ile Mushaf’a dokunmak ise tazim değildir.

Bunun Kur’ân’dan ve Sünnet’ten delilleri vardır. Kur’ân’dan delili Allâh’u Teâlâ’nın şu buyruğudur:

“Ona tertemiz olanlardan başkası el süremez.” [Vakıa: 56/79]

Sünnet’ten delili ise Abdullah bin Ebi Bekir radîyallâhu anh’ın babasından bildirdiğine göre, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in, Amr bin Hazm’a yazdığı mektupta: “Abdestin olmadan Kur’ân’a dokunma” yazıyordu. [Muvatta: 278]

Salim radîyallâhu anh’ın babası Abdullah bin Ömer radîyallâhu anhuma’dan bildirdiğine göre Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ancak abdestli olanlar Kur’ân’a dokunabilir” buyurmuştur. [Darekutni: 437]

Dört mezhep imamları abdesti olmayanın Mushaf’a dokunamayacağı konusunda ittifak etmelerine karşılık bazı meselelerde ihtilaf etmişlerdir.  Hanefiler ve Hanbeliler, temiz olmaları şartı ile arada bir engel veya bir çubuk ile Mushaf’a dokunmayı caiz kabul etmişlerdir. Malikilerle Şafiiler ise arada bir engel ile veya bir çubuk ile dahi olsa abdestsiz olan bir kimsenin Kur’ân’a el sürmesini haram kabul etmişlerdir. Mezheplerin içtihatları ve meselelere ait görüşleri şu şekildedir:

Hanefi mezhebinde:

Abdestsiz veya cünüp olan kişinin Mushaf’ın bütününe veya bir kısmına dokunması ve onu taşıması caiz değildir. Aynı şekilde Mushaf’a bitişik, Mushaf kapağının da (abdestsiz olarak) ellenmesi haramdır. Çünkü bu da ona tabidir; ona dokunmak Kur’ân’a dokunmak demektir. Mezhep imamlarımız bu konuda ittifak etmişlerdir.

Bununla beraber abdesti olmayan kişinin Mushaf’a bitişik (veya yapışık) olmayan bir kılıf ile dokunması caizdir. Ondan ayrı bulunan çubuk, kalem, kapak gibi bir şeyle ona dokunmak caizdir. Aynı şekilde elbisesinin yeni ile Mushaf’ı tutmasında sakınca yoktur. Hanefi alimlerimizden bazıları bunu mekruh saymışlardır.

Çocuğun Kur’ân’a el sürmesi veya onun yazılı olduğu bir tahta parçasına elini sürmesi öğrenmek ve hıfzetmek için zaruret sebebiyle caizdir. Her hangi bir ayetin, bir kağıt üzerine yazılması haram değildir. Çünkü haram olan yazılı olana el sürmektir. Kalem ise ayrı ve müstakil bir vasıtadır. Tıpkı kendisi ile Kur’ân’ı tuttuğu ayrı bir elbise parçası gibidir.

Tefsir kitaplarına dokunmak, şayet sayfa içinde tefsir yazısı daha fazla ise, mekruh olmaz. Eğer Kur’ân tefsir yazısından daha fazla veya ona eşit miktarda ise, o zaman ona dokunmak mekruh olur. Fıkıh, hadis, tevhid gibi diğer şeri kitaplara abdestsiz dokunmayı yasaklayan bir hüküm olmamakla birlikte, bunlara abdestsiz dokunmamak müstehaptır.

Şafii mezhebinde:

Mushaf’a dokunmak ve Mushaf’ı taşımak için abdestli olmak şarttır. Abdesti olmayan kişiye Mushaf’ın taşınması, yapraklarına, haşiyelerine -ondan ayrı değil de- ona bitişik olan kapağına, kabına, askısına, sandığına, Kur’ân öğrenmekte olan kimse için üzerine Kur’ân’ın yazılı bulunduğu tahta parçalarına, bir bez parçasıyla veya arada bir engel ile dahi dokunmak haramdır.

Kumaşlar veya elbiseler içinde olmak şartıyla, tutmaktan maksadı da Kur’ân olmaksızın Kur’ân’ı tutabilir. Yani bizzat onu taşımak maksadıyla değil de bazı eşyalar ile birlikte Kur’ân’ı taşımak caizdir.

Bu itibarla tefsir kitaplarını da taşımakta bir sakınca yoktur. Çünkü tefsir kitaplarını taşımak, örfte Kur’ân’ı taşımak sayılmaz. Şayet tefsir ibareleri ile Kur’ân’ın lafızları eşit miktarda olurlarsa veya Kur’ân kısmı daha çok olursa caiz olmaz.  Kur’ân ayetlerini ihtiva eden tefsir kitapları dışında diğer ilim kitaplarının taşınması ise caizdir.

Hayızlı iken Mushaf’a dokunmak ve taşımak haramdır.

Maliki mezhebinde:

İmam Malik Muvatta isimli hadis kitabının “Kur’ân” bölümünde üstte delil olarak zikrettiğimiz hadisi rivayet eder.  Bu hadisin açıklamasında İmam Malik rahimehullah der ki: “Abdesti olmayan kimse ne kabından ne de başka bir şeyi eline kılıf yaparak Mushaf’a dokunamaz. Çünkü abdestsiz olarak Kur’ân’a dokunması halinde onu kirletme ihtimali vardır. Şayet abdestsiz olarak Kur’ân’a el sürmek caiz olsaydı Mushaf’ın dışına geçirilen başka bir kap vasıtasıyla ona dokunmak hoş karşılanabilirdi. Fakat Kur’ân’a hürmet ve tazim için abdestsiz olanın ona el sürmesi hoş karşılanmamıştır.”

Abdestsiz olan bir kimsenin Mushaf’a, onun bir kısmına el sürmesi, yazması veya isterse bir askı ile, elbise, yastık veya sandalye üzerinde dahi olsa taşınması yasaktır. İsterse dokunmak, bir engel ile bir çubuk ile olsun ve isterse bu taşıma, taşınması kastedilmemiş başka bir takım eşya ile birlikte olsun yine yasaktır.

Şayet içinde Kur’ân bulunan sandık ve benzeri bir şey ile eşyanın taşınması kastedilecek olursa, o vakit bu taşıma caiz olur. Yani eğer sadece Mushaf’ı taşımayı veya onu eşya ile birlikte taşımayı kastederse bu taşıma haram olur. Şayet asıl maksadı eşyayı taşımak olursa caiz olur.

Kur’ân öğrenen ve öğreten baliğ kimse için Kur’ân’a dokunmak ve taşımak caizdir. Velev ki bu, hayızlı ve lohusa bir kadın olsun. Çünkü onların böyle bir engeli ortadan kaldırmaya güçleri yoktur. Bunun aksine, cünüp kimse için bu caiz değildir. Çünkü o, gusül ile ya da teyemmüm ile bu engeli ortadan kaldırabilir.

Tefsire dokunmak, onu taşımak ve mütalaada bulunmak cünüp dahi olsa, abdestsiz olanlar için caizdir.  Çünkü tefsirden maksat Kur’ân’ın manalarıdır, tilaveti değildir. 

Hanbeli mezhebinde:

Abdestsiz olan bir kimsenin bir ayete dahi olsa Mushaf’a bedeninin her hangi bir kısmı ile dokunması haramdır. Arada bir engel ile veya bir çubuk ile -temiz olmaları şartıyla- dokunmak caizdir. Askısı veya kırbası ile taşımak da aynı şekildedir. İsterse maksat Mushaf taşımak olsun. Kur’ân’ı yazmak ise dokunmamak şartıyla caizdir. Üstünü kaplayan temiz bir kap içerisinde taşınması da böyledir.

Küçüğün velisinin küçüğe Kur’ân’a veya Kur’ân dersinin verildiği tahtaya dokunmasına fırsat vermesi -ezberlemek veya öğrenmek için dahi olsa- küçük abdestsiz olduğu sürece caiz değildir. Yani Hanbelilere göre abdestsiz olarak Kur’ân’a dokunmanın haramlığı küçük çocuğu da kapsar.

İçlerinde Kur’ân’dan ayetler dahi bulunsa tefsir, fıkıh ve diğer ilim kitaplarına dokunmak caizdir. Bunun delili ise Rasûlullâh sallallâhu aleyhi vesellem’in Kayser’e içinde bir ayet-i kerime bulunan bir mektup yazmış olmasıdır.

Şayet abdestsiz olan bir kimse, suyun olmadığı bir yerde Mushaf’a el sürmek zorunda kalsa teyemmüm eder; o vakit ona dokunması caiz olur. İster zimmi isterse başkası olsun, kâfir olan kimsenin Kur’ân’a el sürmesine, Kur’ân okumasına, Kur’ân’a malik olmasına engel olunur. Onu kâfire vermek isteyen Müslüman da engellenir.

Cünüp ve Hayızlı Olanın Kur’ân Okumasının Yasaklanması:

Cünüp, hayızlı ve lohusaya Mushaf’a veya bir parçasına dokunmak haram olduğu gibi, Kur’ân okuması da haramdır. Zira bu hususta Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Cünüp olan kimse ile adet gören kadın Kur’ân dan hiçbir şey okumasın.” [Tirmizi: 131, İbni Mace: 595]

Ali radîyallâhu anh’da şöyle buyurmuştur:

“Rasûlullâh sallallâhu aleyhi vesellem helaya girip çıktıktan sonra (abdest almadan) bizimle et (yemek) yer ve Kur’ân okurdu. Cünüplük dışında da Kur’ân okumasına hiçbir şey engel olmazdı.” [İbn Mace: 594]

Mezheplerin içtihatları ve meselelere ait görüşleri şu şekildedir:

Hanefi mezhebinde:

Cünüp olan kimse ile hayızlı ve lohusa olan kadının bir ayetten daha az bile olsa Kur’ân okuması caiz değildir. Bu görüş Hanefilerde muhtar görüş olmakla birlikte Tahavi’den naklolduğuna göre, cünüp olan kimse ile adet gören kadınların, bir ayetin tamamını değil de bir kısmını okuması caizdir. Yukarıda zikredilen hadis, bu kişilerin bir ayetten daha az veya daha çok okumalarıyla ilgili olarak herhangi bir ayrım yapmamıştır. Tercih edilen görüşte bunun caiz olmamasıdır.

Cünüp olan kişilerle adet gören kadınların, besmele ve hamdele gibi Kur’ân dan bir parçayı kıraat (Kur’ân okuma) maksadı olmaksızın okumalarında bir sakınca yoktur. Mesela Kur’ân okuma kastı olmaksızın bir işe başlarken Kur’ân’ın bir parçası olan besmeleyi telaffuz etmelerinde veya elhamdulillah diyerek Allâh’a hamd etmelerinde bir sakınca yoktur. Bu kişilerin, Allâh’u Teâlâ’yı zikretmeleri, tesbihatta bulunmaları ve dua etmeleri caizdir. Çünkü bu konudaki yasak, özellikle Kur’ân okumak veya ona dokunmakla ilgili olarak varit olmuştur.

Kasıt olmayarak dilinden Kur’ân lafızlarının dökülmesi de haram değildir. Şayet sadece Kur’ân niyetiyle okusa veya zikirle birlikte Kur’ân okusa o vakit haram olur.

Şafii mezhebinde:

Cünüp olan kimsenin Kur’ân okuması haramdır. Lakin böyle bir kimse Mushaf’a bakabildiği gibi, telaffuz etmeksizin Kur’ân’ı kalbinden geçirebilir.

Kur’ân’daki zikirleri Kur’ân okuma maksadı olmaksızın, zikir maksadıyla okuması caizdir. Mesela Kur’ân’daki şu ayeti zikir maksadıyla okuyabilir: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da bir güzellik, ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateşin  azabından koru!” [Bakara: 2/201]

Hayızlı iken de Kur’ân okumak haramdır. Alimler, lohusalığın da hayız gibi olup hayızdan ötürü haram olan şeylerin, loğusalıktan ötürü de haram olduğunda ittifak etmişlerdir.

Maliki mezhebinde:

Malikiler, cünüp bir kimse için caiz olan Kur’ân’ı istiaze maksadıyla ayetel-kürsi, İhlas, Felak ve Nas gibi sureler okumayı veya kendisine veya bir başkasına nazar değmesine yahut da her hangi bir acıya karşı tedavi maksadıyla okumayı yahut da mesela: “Allâh alış verişi helal, faizi de haram kılmıştır.” [Bakara: 2/275] gibi bir buyruğu her hangi bir hükme delil göstermek maksadıyla okumayı da caiz kabul etmişlerdir.

Malikilerde muhtar olan görüşe göre hayızlı ve lohusa olan kadının kan gördüğü sürece az miktarda Kur’ân okuması haram değildir. Bunların bu halde cünüp olup olmamaları durumu değiştirmez. Şu kadar var ki, kanın kesilmesinden sonra ve guslünden önce mutlak olarak Kur’ân’ı gusledinceye kadar okumaz.  Bu konudaki delilleri ise, uzun bir süre hayızlı olarak kaldığı için istihsanen bunun caiz olacağıdır. Fakihler cünüp, hayızlı ve lohusa olan kimsenin Kur’ân-ı Kerim’e bakmasının haram olmadığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Çünkü cünüplük, gören göz hakkında söz konusu değildir.

Hanbeli mezhebinde:

Hanbeliler cünüp olan bir kimseye, tekrarlasa dahi, bir ayetin bir kısmını okumayı caiz kabul etmişlerdir. Çünkü o kadarcık bir kısımda icaz yoktur. Ancak bu kısmın uzun olmaması gerekir. Nitekim Hanbeliler, Hanefilerle birlikte, Kur’ân lafızlarını hecelemeyi, harf harf okumayı da caiz kabul etmişlerdir. Çünkü böylesi kıraat değildir.

Aynı şekilde cünüp olan bir kimsenin namazda yeterli olmayacak, kıraat yerine geçmeyecek şekildeki bir okuyuşunu da -içten olması sebebiyle- caiz kabul ettikleri gibi, tilavet olmaksızın Mushaf’a bakmasını veya onu sesini çıkarmaksızın okumasını da caiz kabul etmişlerdir. Çünkü bu durumlarda onun kıraat ettiğinden söz edilemez.

Mesele: Hayızlı ve lohusa olan kadına haram olan şeylerden her hangi bir şey istihaze kanı gören kadına haram olur mu? 

İstihaze’nin, idrarı, meziyi, büyük abdesti ve yeli tutamama hali gibi bir abdestsizlik hali olduğunda fakihlerin ittifakı vardır. İstihaze kanı, dinmeyen burun kanaması ve yaradan akan kan gibidir. Bu durum, hayız ve lohusalık sebebiyle yasaklanan nafile dahi olsa oruç ve namaz gibi şeyleri, tavafı, Kur’ân okumayı, Mushaf’a el sürmeyi, mescide girmeyi, itikafta bulunmayı ve cinsi münasabette bulunmayı engellemez, kerahet de söz konusu değildir. Çünkü bu konuda bir zaruret vardır.

Kur’ân’ı  Güzel Sesle Okumak:

Allâh’u Teâlâ, Kur’ân’ın okunmasıyla ilgili: “Kur’ân’ı tertil üzere (tane tane, ağır ağır) oku.” [Müzzemmil: 73/4] ayetiyle harflerin dahi anlaşılır şekilde okunmasını emretmiştir. Öyle ki onu dinleyen kişi, bütün kelimelerini tek tek anladığı gibi manasını da düşünebilsin.

Fakihler, Kur’ân’ın tecvidle, meharic-i hurufla okunması hususunda ittifak halindedirler. Ancak Kur’ân’ı sesi güzelleştirerek okumanın caiz olup olmadığı hususunda sahâbe ve tâbiin, ve buna bağlı olarak da fakihler ihtilaf etmişlerdir. Fakihlerin görüşlerini delilleri ile birlikte aşağıya alıyoruz:

Hanefi ve Şafii mezhebinde:

Kur’ân’ı sesi güzelleştirerek okumak caizdir. Kur’ân’ı güzel sesle okumak daha iyi dinlenilmesini sağlar. Güzel sesle okunan Kur’ân insânların kalbine ve nefsine daha çok tesir eder. Bu görüş, Ömer bin Hattab, İbn Abbas, İbn Mesud, Abdurrahman bin Esved bin Zeyd radîyallâhu anhum ecmain’den de nakledilmiştir. Hanefi ve Şafiilerin delilleri şöyledir:

1- “Kur’ân’ı sesinizle süsleyin.” [Ebu Davud: 1468]

2- “Kur’ân’ı güzel sesle okumayan bizden değildir.” [Ebu Davud: 1469]

3- Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bir gece Ebu Musa el-Eşari radîyallâhu anhu’nun Kur’ân okumasını dinledi. Sonra onunla karşılaştığında: “Sana Al-i Davud’un mizmarlarından bir mizmar verilmiştir” buyurdu. Ebu Musa radîyallâhu anh: “Eğer dinlediğinizi bilseydim, sesimi daha güzelleştirirdim.” dedi. [Müslim: 793]

4- “Allâh Nebinin güzel sesle okuduğu Kur’ân kadar hiçbir şeyi dinlemez.” [Müslim: 792]

Maliki ve Hanbeli mezhebinde: 

Kur’ân’ı sesi güzelleştirerek okumak mekruhtur. Bu görüş Sa’id bin Müseyyeb, Sa’id bin Cübeyr, Kasım bin Muhammed, Hasan-ı Basri, İbrahim en-Nehai ve İbni Sirin radîyallâhu anhum ecmain’den de nakledilmiştir. Maliki ve Hanbelilerin delilleri şöyledir:

1- Rasûlullâh sallallâhu aleyhi vesellem’den şöyle rivayet edilmiştir: “Kur’ân’ı Arabların seslerini güzelleştirdiği gibi güzelleştirerek okuyun. Seslerinizi Kitab Ehli’nin ve fasıkların seslerini güzelleştirdikleri güzelleştirmekten kaçının. Zira benden sonra öyle bir kavim gelecek ki onlar Kur’ân okurken seslerini türkü ve şarkıda güzelleştirdikleri gibi güzelleştireceklerdir. Kur’ân onların gırtlaklarından aşağıya geçmeyecektir. Bunları ve bunların okuyuşlarını beğenenlerin kalpleri bozulmuştur.” [Mucem el-Evsat: 7223, Cami el-Usul: 913]

2- Kur’ân’ı teganni ile okuman, Kur’ân’da olmayan bir harfi ilave etmektir. Çünkü tegannide çekilmeyecek yerde çekilir, bazen bir harf birkaç harf yapılır. Bunlar ise caiz değildir. Ayrıca sesin güzelliği dinleyenleri meşgul ederse onun manasını düşünmekten ve ibret almaktan alıkoyar. 

Değerlendirme:

Her iki görüşün delillerini özet olarak aktardık. Bu delillere dikkatle bakıldığında, aralarındaki ihtilafın sadece şekli olduğu görülür. Bütün fakihler, Kur’ân’ı tecvid ahkamına riayet edilmeden sesi güzelleştirerek okunmasının haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Mesela, uzatılmaması gerek yeri uzatmak, kalın okunacak yerde kalın okumamak gibi.

Kısaca söylemek gerekirse, Kur’ân’ı okunma adabına saygı göstermeden yalnız ses güzelliğini göstermek için okumak haramdır. Kur’ân’ı harflerini mahreçlerinden salim çıkararak, tecvid kurallarına uyularak, durulacak yerde durularak, uzatılacak yerde uzatarak okumak ve bu esnada sesi güzelleştirmek caizdir ve hatta daha faziletlidir. Zira güzel ses Kur’ân’ın güzelliğine güzellik katar, insânlara daha çok tesir eder.

Kur’ân Okunduğunda Susup Dinlemek:

Allâh’u Teâlâ, Kur’ân’ın dinlenmesiyle ilgili: “Kur’ân okunduğunda onu dinleyin ve susun ki merhamet olunasınız.” [A’râf: 7/204] ayetiyle Kur’ân okunduğunda, Müslümanın ona ilgisiz kalamayacağını, kulak verip dikkat kesilmesi gerektiğini, saygıyla ve ilgiyle dinlemesi gerektiğini emretmiştir. Çünkü o, her şeyden önce Allâh’u Teâlâ’nın kelâmıdır. Bu sebeple Kur’ân’a kulak vermemek Allâh’u Teâlâ’nın Kelamına kulak vermemek ve dolayısıyla bir bakıma Allâh’u Teâlâ’ya karşı edepsizlikte bulunmak anlamına gelir. 

Ayrıca anlamları üzerine düşünüp kavrayabilmek ve sonuçta rahmet ve bereketinden yararlanabilmek için de onu yoğun bir dikkatle dinlemek gerekmektedir. “…Onu dinleyin ve susun” buyruğu, beden kulaklarıyla Kur’ân’ı dinlemeyi, tilavet sırasında konuşmamayı, başka şeylerle ilgilenmemeyi ifade ettiği gibi mecazi manada “Kur’ân’ı dinlemek” aynı zamanda “onun buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak” anlamına da gelir. 

En doğrusu, ayetin hem hakiki hem de mecazi anlamda Kur’ân’a kulak vermeyi emrettiğini kabul ederek, Kur’ân okunurken başka şeylerle ilgilenmeden onu saygıyla ve dikkatle dinlemek, bununla da yetinmeyip emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır.

Bu ayetten dolaylı olarak çıkarılması gereken bir ders de şudur: Çarşı, pazar, sokak, kahvehane, lokanta gibi uygun olmayan ortamlarda, Kur’ân’ı dinlemenin mümkün olmadığı yerlerde açıktan Kur’ân okumak veya –dışarıda namaz kılanlar bulunması gibi bir zaruret olmadıkça– mescidlerde okunan Kur’ân sesini mescid dışına vermek doğru değildir. Böyle durumlarda insânların durup Kur’ân’ı dinlemeleri çeşitli yönlerden sıkıntıya yol açacağı için Kur’ân okuyacak kimse, insânların onu dinleyebilecekleri yerlerde ve şartlarda okumalı ve böylece Kur’ân’a saygısızlık edilmesine sebep olmaktan sakınmalıdır.

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi vesellem döneminde müşriklerin elebaşları halka, “Bu Kur’ân’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız” [Fussilet: 41/26] diyerek Allâh’u Teâlâ’ya, O’nun Kitabına ve Rasulüne karşı düşmanlık ve saygısızlıklarını sergiliyorlardı. Aynı yerde “Allâh’ın düşmanları” olarak nitelenen bu inkarcıların şiddetli bir azapla cezalandırılacakları bildirilmektedir. Konumuz olan Araf suresindeki ayette ise –Allâh’u Teâlâ’nın Kelamını susturmaya, tesirini önlemeye, sesini boğmaya kalkışan, bu yüzden de “Allâh’ın düşmanları” olarak nitelenmek suretiyle alçaltılan o inkârcıların yaptıklarının tam aksine– Müslümanların da onu dinleyerek saygı ve bağlılıklarını göstermeleri ve sonuçta Allâh’u Teâlâ’nın rahmetine ulaşmaları gerektiği ifade buyurulmaktadır. Nitekim Kurtubi’nin aktardığı bir rivayette Araf suresindeki konumuz olan ayet, Fussilet suresinin anılan ayetinden sonra ve müşrik elebaşlarının orada bildirilen çağrılarına cevap olarak inmiştir.

Bu ayetten Kur’ân okunurken Müslümanların konuşmayı bırakıp onu dinlemeleri emredilmekle birlikte bunun farz olup olmadığı, farz olması durumunda da bu hükmün mutlak olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hasan-ı Basrî’ye dayandırılan bir görüşe göre Kur’ân okunduğunda onu dinlemek her zaman farzdır; Malikiler ise ayetin farziyet değil mendubluk anlamı taşıdığını ileri sürmüşlerdir. Ancak fakihlerin çoğunluğu bu ayetin sadece namaz ve hutbe esnasında imamın ve hatibin okuduklarını dinlemeyi farz kıldığını belirtmişlerdir. Hanbeli ve Hanefi alimleri, cemaatle namaz esnasında imam açıktan veya gizli olarak Kur’ân okurken cemaatin okumamaları gerektiği yönündeki hükmü bu ayete dayandırmışlardır. Bu mesele “İmamın Arkasında Kıraat” isimli yazımızda detaylı bir şekilde incelenecektir inşallâh.

Mesele: Bilgisayar, telefon ve radyo gibi elektronik cihazlardan çıkan Kur’ân sesi için de aynı hüküm geçerlimi?

Konumuza delil olan ayet-i kerimede “dinleme ve susma” ile ilgili emirler okunmaya bağlı olarak şart kılınmıştır. Okumak ise bir ihtiyari iştir ki, akıllı ve konuşan bir insânın ağzından çıkanı anlamaya ve anlatmaya yönelik bir maksat taşıyan sesli olarak okumak demektir. Bundan dolayı akıllı olmayan ve cansız varlıklardan sadır olan seslere okuma denilemeyeceği gibi, sesin yankılanmasından meydana gelen sese de okuma denilemez.

Bunun içindir ki, fakihler bir okumanın yankılanmasından hasıl olan yankıya okuma ve tilâvet hükmünün gerekli olmayacağını ve mesela tilâvet secdesi lazım gelmeyeceğini beyan etmişlerdir. 

Şu halde Kur’ân okuyan bir okuyucunun sesini aksettiren bilgisayardan, telefondan veya radyodan gelen sese de okuma denilemez. Bu gibi sesler bir okuma değil, bir okumanın yankısı ve yansımasıdır, bunlara dinleme ve susma emrinin hükmü terettüp etmez. Yani dinlenilmesi ve susulması emredilen Kur’ân, cihazlardan işitilen Kur’ân değil, bir insân tarafından okunan Kur’ân’dır. 

Bununla birlikte elektronik cihazlardan işitilen Kur’ân’ı dinlemenin vacip veya müstehap olmayışı, işitilen Kur’ân’ı dinlemenin caiz olmadığı veya dinlenilmemesinin vacip olduğu anlamına gelmez. Zira Kur’ân’ı telefondan çalmak başka bir iş, elektronik cihazlardan işitilen Kur’ân’ı dinlemek de başka bir iştir. Kur’ân’ı radyodan çalmak suretiyle onu öteki çalgılar arasına katmanın caiz görülmeyecek bir iş olduğu açıktır. Nitekim Kur’ân’ı okumak, Allâh’a yaklaştırıcı büyük bir ibâdet olduğu halde, ona gerekli saygının gösterilmediği bir yerde veya bir mecliste çalmak bir kabahattir. Fakat çalınmış bulunursa onu dinlemek kabahat değildir, dinlenmemesi kabahattir. 

Mesela, hamamda Kur’ân okuyan günaha girer de onu dinleyen günaha girmez. Nerede olursa olsun okunan Kur’ân’ı dinlemek sevaptır, dinlememek sevap değildir. Bunun gibi, bir ses yankısı dahi olsa bilgisayar, telefon veya radyodan çalınan bir Kur’ân’ı dinlemek vacip değildir diye onu dinlememek vacipmiş gibi zannedilmemelidir. Zira tam anlamıyla bir okuma değilse bile yine de okuma benzeri bir şeydir. Şu halde dinlenilmesi vacip veya müstehap değilse bile en azından caizdir, evladır ve hatta ona da saygısızlık etmek caiz değildir.

Hatime:

Dergimizin “Kur’ân Nesli” sayısının fıkıh köşesinde Kur’ân ile alakalı dört fıkhî meseleyi ele aldık. Bu meselelerde öğrendiklerimizin özeti kısaca şöyledir:

Abdesti olmayanın Mushaf’a dokunmasının yasaklanması: Fakihler abdestli olmayan bir kimsenin, Kur’ân okuyabileceğinde veya ona dokunmaksızın bakabileceğinde ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte bütünüyle veya bir ayet dahi olsa, kısmen Mushaf’a el sürmek yasaklanmıştır.

Cünüp ve hayızlı olanın Kur’ân okumasının yasaklanması: Cünüp, hayızlı ve lohusaya Mushaf’a veya bir parçasına dokunmak haram olduğu gibi, Kur’ân okuması da haramdır.

Kur’ân’ı  güzel sesle okumak: Kur’ân’ı okunma adabına saygı göstermeden yalnız ses güzelliğini göstermek için okumak haramdır. Kur’ân’ı harflerini mahreçlerinden salim çıkararak, tecvid kurallarına uyularak okumak ve bu esnada sesi güzelleştirmek caizdir ve hatta daha faziletlidir.

Kur’ân okunduğunda susup dinlemek: Kur’ân okunduğunda, Müslümanın ona kulak verip dikkat kesilmesi, saygıyla ve ilgiyle dinlemesi vaciptir. Çünkü o, her şeyden önce Allâh’u Teâlâ’nın Kelamıdır. Bu sebeple Kur’ân’a kulak vermemek Allâh’u Teâlâ’nın Kelamına kulak vermemek anlamına gelir. 

Doğru yola ileten ve muvaffak kılan yalnız Allâh’tır.

Minhâc Dergisi 2. Sayı | Temmuz 2022 | Üzeyir Hanif