Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan, Allâh Azze ve Celle’nin ismiyle. Hamd ve sena, el-Ehâd olan Rabbimize mahsustur. Salât ve Selâm, tevhid nebisi olan, Nebimiz Aleyhisselâm’ın, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Aziz Mü’minler! Allâh Azze ve Celle’nin ihsanıyla, aile eğitimi üzerine yazılar yayınlayacağımız Minhâc Dergisi’nin ilk sayısını, bu mübarek Ramazan ayında çıkarmış bulunmaktayız.
Rabbimizin, kendi yolunda böyle bir hizmetle bizleri meşgul etmesi, bahşetmiş olduğu en büyük nimetlerdendir. Haliyle her nimetin bir imtihanı, bir de şükrü vardır. Nimetlerin imtihanına sabretmek ve onlara şükretmekte, kul olmanın bir gereğidir. Bizler, acizliğimizi itiraf ederek, Rabbimizden güç kuvvet diliyor ve bizi şakirlerden kılmasını niyaz ediyoruz. Allâhumme âmin.
Ramazan Ayındaki Fırsatlar
Her şey üzerinde, tek tasarruf sahibi olan Allâh Subhânehu ve Teâla, zamana hükmetmiş ve birçok ameli vakitlere bağlamıştır. Böylece Mü’minler, bir disiplin içerisinde vakitle yaşayan insanlar olmuşlardır. Günde beş vakit namaz, haftada bir gün cuma namazı, ayda üç gün Eyyamı Bizz (aydınlık günler) oruçları ve senede bir ay Ramazan orucu…
Bunların hepsi bir gaye için takdir edilmiştir, o da Rabbimizin buyurduğu üzere;
“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Araf: 51/56)
İbadet şekillerimiz, zamanlara yayılmış ki, hayatımız ibadete dönüşsün. İbadetle kul, Rabbini anımsasın. Kalu belâda verilmiş olan tevhid misakı, böylece yerini bulsun. İbadetlerin en büyüğü tevhid, en güçlüsü namaz ve en terbiye edenide oruçtur. Ramazan ayı öyle bir aydır ki, namazla orucu bur ayda bir araya toplamıştır.
Gündüzümüz oruç, gecemiz teravih namazıyla geçer. Bu ay, bütün seneyi kulluk mayasıyla mayalar. Bir senenin bütün kirini, oruçla temizler. Edilen duâlar kabul olur, yapılan istiğfarlar yerini bulur. Mü’minler, affolunmak için dört gözle bu fırsatı bekler. Müjdeler olsun kardeşlerim, işte o fırsat ayı gelmiş bulunuyor.
“Her kim, inanarak ve karşılığını sırf Allâh’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhâri)
İbadetlerin formatında, kulu temizlemek vardır. İbadet ayı olan Ramazan ayı ise, gerçekten kullara verilen en güzel fırsattır. Tabiri caizse bu ay, Rabbimizin kullarına yaptığı yıllık bir kampanyadır. Günahların yapılandırılmasıdır. Hayatımıza bir reset atıp, her şeye yeniden başlamaktır.
Nefis sahibi her kulun, bu fırsattan faydalanması kaçınılmazdır. Kendini bu aydan mahrum eden ise, ne büyük bir zarardır. Bakınız, Nebimiz Aleyhisselâm uzunca gelen hadis-i şerifinin bir kısmında şöyle buyurmaktadır;
“Cebrâil Aleyhisselâm, Ramazan’a eriştiği halde, bu ayın feyzinden, bereketinden istifâde edememiş, Ramazan ayı gelip geçtiği halde, hâlâ Allâh’ın mağfiretine erişememiş ve Allâh’ın affını kazanamamış olan kula, yazıklar olsun! Burnu yere sürtsün, diye duâ etti, bende ona âmin dedim.’’ (Buhâri, el-Edebu’l Mufred)
Kıymetli Müslümanlar! Bizler de burnu yere sürtülenlerden olmamak için, bu ayı şuurlu bir şekilde geçirmeliyiz. Rabbimizin açtığı rahmet kapılarını, kendi ellerimizle kapatmamalıyız. Gücümüz yettiğince Ramazan ayını, ihya ayına çevirmeliyiz.
Allâh Rasûlü ve Ramazan Ayı
Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz Aleyhisselâm, kullar arasında Allâh Subhânehu ve Teâla’dan, en çok korkanıdır. Peygamber olması, ibadet mükellefiyetliğini ondan kaldırmamış, bilakis; onu en çok ibadet edenimiz kılmıştır. Çünkü o, ümmetine yol gösteren örnek bir kuldur. Her alanda izini takip ettiğimiz Efendimiz Aleyhisselâm’ın, Ramazan ayı da, diğer aylardan farklı geçiriyor, ibadetleri çoğalıyor, kalbi daha da yumuşuyordu.
Kur’ân-ı Kerim’in nazil olduğu bu ayda, Efendimiz Aleyhisselâm, her gece Kur’ân okurdu. Cebrail Aleyhisselâm’da olarak hususi onu dinlemeye gelirdi. Her Ramazan böyle geçerdi.
Rivayet edildiğine göre Efendimiz Aleyhisselâm, vefatından önceki son Ramazan’da, Kur’ân-ı Kerim’i iki defa Cebrail Aleyhisselâm’a arz etmiştir. Kur’an-ı Kerim, onun hayat şekliydi. Onun yaşantısı, zaten Kur’ân-ı Kerim’in şerhiydi. O, ümmetinin arasından en hayırlı olan kimsenin, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretenin olduğunu bildirmiştir. O, dostlarına Kur’ân ile dostluk kurmayı tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur;
“Kur’ân okuyunuz. Muhakkak ki Kur’ân, kıyamet gününde arkadaşı için şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim)
Kur’ân ile dostluk kurmak; onu okumak, anlamak ve yaşamakla gerçekleşir. Eğer, biz ona değer verirsek o da bizlere hayat verir. Ahirette ise şefaatçimiz olarak gelir.
İnsan, değer verdiği şeyle vaktini geçirmek ister. Bilmek gerekir ki vakit de değerlidir. Vaktimizi nerede ve ne ile geçirdiğimiz konusunda dahi bize hesap sorulacaktır. Hatırlayalım ki, zaten vakit bize ibadet etmemiz için bahşedilmiştir. O sebeble kıymetli kardeşlerim, yapılan amellerin fazlasıyla değer bulduğu Ramazan ayını, bizler de Kur’ân ile ihya etmeliyiz.
Evlerimizi, iş yerlerimizi ve birçok alanlarımızı, Allâh’ın kelâmının okunduğu mekânlar edinmeliyiz. Eğer Kur’ân okumayı bilmiyorsak, bu ayı fırsat bilip en yakın zamanda Kur’ân okumayı öğrenmeliyiz. Başta biraz zahmetli gelebilir bilir, fakat sonunda elde edeceğimiz rahmet, tarifsiz bir lezzet olacaktır.
Şunu da müjdelemek isteriz ki, Efendimiz Aleyhisselâm; Kur’ân’ı zorlanarak okuyan kişiye, iki kat ecir olduğunu vurgulamıştır. Kur’ân’ın sadece bir harfine en az on hasene verilir. Kim bilir, Ramazan ayında bu sayı on binleri bulur. Çünkü, biliyoruz ki bizim rahmeti gazabını aşmış olan yüceler yücesi Rabbimiz var. Kaldı ki, Ramazan ayını biz kullarına lutfetmesi rahmetinden değil midir?
Tevhid davetçisi olan Peygamberimiz, ayrıca bu ayda çokça cömert olurdu. Kendisinden bir şey isteyeni kıramaz, elinde ne varsa paylaşırdı. Bu ayda, dostlarına infak etmelerini ve insanlara iftar vermelerini önermiştir. Bunun için güç kuvvet bulamayanlara dahi, bir hurma bile olsa insanlarla paylaşmalarını söylemiştir. Cimrilik, Müslüman’a hiç yakışmayan bir hastalıktır. Müslüman şahıs, Allâh’ın kendisine verdiği rızkı insanlarla paylaşandır. Ramazan ayı bu hastalığa şifa olabilir. Fakat asıl cimri olan kişiyi Rasullullah Sallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle ifade etmiştir;
“Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salât etmeyendir.” (Tirmizi)
Gelin, öyleyse bizlerde şu an Efendimize bir salavat getirelim. Salât ve selâm Allâh’ın Rasulü Muhammed’in üzeri olsun.
Oruç Fırsattır
Ramazan ayının ana teması oruçtur. Bu ayı oruçla geçirmek, her Müslüman’a farzdır. Bu farziyet, hicretin ikinci yılı, Şaban ayında Rabbimiz tarafından karar kılınmıştır. Allâh’u Tealâ, oruçla bizler için zorluk değil, kolaylık dilemiştir. Hem ruhumuzu, hem de bedenimizi oruçla terbiye etmiştir. Oruç, insanlara sabrı öğreten bir muallimdir, aslında.
Sabır, hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bir gereksinimdir. Çünkü, dünya hayatı hep meşakkatlerle doludur. Bizler, bu hayata ancak sabırla tutunabiliriz. O nedenle dünya darına, Dâru’s-Sabr denmiştir. Sabrı hayat yapabilen, sebatkârlar, Allâh Subhânehu ve Teâla ile beraberdir.
Rabbimiz şöyle buyuruyor;
“Muhakkak ki Allâh, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 2/153)
Sabır, bütün ibadetler için gerekli olan bir ahlak kuralıdır. Çünkü, bütün ibadetlerin içersinde nefsi itaate zorlamak vardır. Bu itaat, Rabbimizin emirlerine olan itaattir. Misalen; Allâh Azze ve Celle, Müslümanlara namaz kılmayı emretmiş, Müslümanlar da onun bu emrine boyun eğmiştir. Yine Rabbimiz, zinadan uzak kalmayı emretmiş, Müslümanlar da nefislerine basarak Rabbimizin emrine boyun eğmişlerdir. Yani Müslümanlar, sabır tavında güçlenen insanlardır.
Özetle deriz ki: “Kul, kul olmaz sabır olmadıkça, sabır güç bulmaz oruç tutmadıkça.”
Kazanılan şeyler, her zaman sabırla beraber gelmiştir. Sabırsızlık ise çoğu zaman hüzün getirmiştir. Eğer oruca sabredersek, kazanacağımız şey, en büyük ödül olan cennettir. Oruç, cenneti kazanmak için bir fırsattır. Efendimiz Aleyhisselâm, oruç tutan Müslümanları şöyle müjdelemiştir.
“Cennetin sekiz kapısı vardır. Onda bir kapı vardır ki, ona Reyyan denir. Ondan ancak oruç tutanlar girerler” (Buhari, Müslim)
Ramazan orucu dışında, nafile olarak tutulan birçok oruç vardır. Bunların hepsi, Efendimiz Aleyhisselâm’ın sünnetidir. Nafile ibadetler, farz ibadetler gibi değildir. Farz ibadetler, mükellef olan her kuldan istenir, fakat nafile ibadetleri ancak, nuruna nur katmak isteyenler yerine getirir. O sebeble nafile ibadetlere sarılmak, imânın kemalindendir.
Nafile ibadetlerin bir özelliği de, kulları farz olan ibadetlere hazırlamasıdır. Bir kul, nafile ibadetleri yerine getiriyorsa, muhakkak farz olan ibadetlerini kolaylıkla yerine getirebilir. Örnek olarak pazartesi ve perşembe günü tutulan oruçlar, Ramazan ayında ki oruçlar için bir hazırlık olabilir. Belki, her hafta bu nafileyi yerine getiremeye biliriz, ama elimizden geldiğince bu amele sarılırsak, görülecektir ki, Ramazan ayı geldiğinde gerçekten oruç bizim için kolaylaşacaktır. Biliyorsunuz ki kolaylaştırmak, Efendimiz Aleyhisselâm’ın sünnetidir.
Duâların Kabul Olma Fırsatı
Allâh Azze ve Celle, kullarına yakın olandır. Kendisine duâ edildiğinde, icabet edeceğini bizlere Kuran-ı Azimu’ş Şân’da bildirmiştir. O, (c.c) hiçbir aracıya ihtiyaç duymaksızın, duâlarımızı işiten ve kabul edendir.
Bazı özel zamanları da, duâların kabulü için sebep kılmıştır. O vakitler, mübarek vakitlerdir. Ramazan ayı da kıymetli kardeşlerim, duâların kabul olması için sebep kılınmış olan özel bir aydır.
Kulun, bu ayda sürekli ibadetle meşgul olması, onu duâlarının kabul olmasına yakınlaştırmıştır. İnanıyoruz ki, Ramazan ayını güzel değerlendiren Müslüman’ın, muhakkak kabul olunan bir duâsı vardır. Özellikle oruçlunu iftar edeceği vakit duâların kabul olunduğu bir vakittir. Efendimiz Aleyhisselâm bu konu hakkında şöyle buyurmuştur.
“Muhakkak ki, oruçlunun iftar edeceği zaman, reddedilmeyen, bir duâsı vardır” (Buhâri)
Duâ etmenin, insan psikoloji üzerinde büyük etkileri olduğu söylenir. Çünkü, insan zayıf yaratılmış olan bir varlıktır. En zor anında, her zaman sonsuz bir güce sığınmayı istemiştir. Bu, Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği bir içgüdüdür.
Kul, duâ ile ihtiyaçlarını Rabbinden temin ettiği gibi, aynı zaman da O’na (c.c) ibadet etmiş olur. Çünkü bu amelin altında, her şeyin malikinin yalnızca Allâh Subhânehu ve Tela olduğunu kabul etmek vardır.
Kulun kendi acziyetini kabul edip, her şeye sadece Allâh’ın gücünün yetebileceğini kabul etmek vardır. Burada Allâh Azze ve Celle’yi tevhid etmek vardır, kıymetli kardeşlerim. O sebeble duâ, en büyük ibadettir ve bu amel, Allâh’tan başka kime yapılırsa yapılsın şirktir. Allâh, bizleri ve neslimizi korusun. Allâhumme âmin.
Duâ’nın Âdabı
Burada kısa bir şekilde duâ etmenin adabından bahsetmemiz yerinde olacaktır. Eğer, bu âdab üzere Rabbimize duâ edersek, karşılığını bulmamız o derece güçlenecektir. Duâ adabını maddeler halinde sıralarsak şunları sözleyebiliriz;
- Duâ etmeye başlarken, muhakkak Rabbimizi tazim eden sözler kurmalıyız. Besmele, hamdele ve salvele gibi..
- Duâ ederken, o anda Rabbimizin muhakkak bizi duyduğunu düşünerek duâ etmeliyiz.
- Duâ ettiğimiz konuyla alakalı, Rabbimiz Azze ve Celle’nin güzel isimlerini anarak duâ edebiliriz. Mesela, hayırlı rızık isterken; “er-Rezzâk olan Allâh’ım, bana rızkımı helalinden temin et!’’ gibi.
- Duâ ederken, yapmacık ve şiirimsi kelimelerle değil, bilakis içimizden geldiği gibi özgün bir şekilde duâ etmeliyiz.
- Duâ edeceğimiz konu, istenmesi caiz ve mümkün olan şeyler hakkında olmalıdır.
- Duâların kabul olduğu vakitleri öğrenip, o vakitlerle duâ etmeliyiz.
- Duâ ederken içten yalvararak ve gözyaşı dökerek duâ edebiliriz.
- Duâ ettikten sonra; “ben duâ ettim ama kabul olmadı!” diye karamsarlığa düşülmemeli. Çünkü duâların kabulünde bir zaman ve bir hikmet vardır. Bizler Allâh’ın kesinlikle duâlarımıza icabet edeceğine iman ederek duâ etmeliyiz.
- Duâ etmeleri için anne babalarımıza, hocalarımıza ve Müslüman kardeşlerimize ricada bulunabiliriz.
- Duâ ederken, Kur’ân ve Sünnet’te gelen duâları söyleye biliriz. Mesela, Yunus Aleyhisselâm’ın balığın karnındayken etmiş olduğu duâ bu cihettendir. Tirmizi’de geçen bir hadis-i şerifte, Rasulullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bu lafızlar ile duâ edenin, duâsının kabul olacağını haber vermiştir.
‘’Allâh’ım Sen’den başka hiçbir ilah yoktur. Sen her türlü noksanlıklardan münezzehsin. Şüphesiz ben, nefsine zulmedenlerden oldum.’’
Bu duâlar, kabul olunmuş duâlardır. Kur’ân ve Sünnette bunun gibi birçok duâ bulunmaktadır. Dilimizi, onlar ile zenginleştirmemiz duâlarımızın kabulüne yardımcı olabilir. Bu vesileyle, sizlerden dualarınızda bu garip kardeşinize de yer vermenizi isterim.
Bağışlanma Fırsatı
Rasulullah Sallâhu Aleyhi ve Sellem, işlenilen bir kötülükten sonra, hemen bir iyilik yapmamızı önermiştir. Çünkü, yapılan iyiliklerin, kötülükleri gidereceğini bizlere haber vermiştir.
Kıymetli kardeşlerim! Bu noktada , Ramazan ayı ilk gününden son gününe, gecesinden gündüzüne kadar, iyilikle geçen bir aydır. Ayrıca, şeytanların hapsolunduğu ve nefislerin takva zinciriyle bağlandığı bir aydır, Ramazan ayı. Rabbimiz Allâh Azze ve Celle, muhakkak ki böyle bir ayda günahlarımızı bağışlayacaktır. Yeter ki bizler af dilemeyi bilelim.
Dikkat çekmek isterim ki, bağışlanmak için sadece bu aya erişmek yeterli olmaz. Rabbimizin mağfiretine mahzar olabilmek için, günahlarımıza gerçek bir nasuh tevbesiyle tevbe etmeliyiz. Bu şekilde tevbe etmediğimiz takdirde, Ramazan ayında bağışlanmayı beklememiz, çok isabetli olmayacaktır. Her şey bir sebebe bağlı olduğu gibi, edilen tevbelerin kabul olması da, belli şartlara bağlıdır. Kısaca onları şu şekilde sıralandıra biliriz;
Birincisi; öncelikle o günah hakkında kalbimizde gerçekten bir pişmanlık duymalıyız.
İkincisi; artık o günaha dönememek için kesin bir karar vermeliyiz.
Üçüncüsü; o kötü amelin yerine hemen hayırlı bir amel işlemeliyiz.
Dördüncüsü ise; o günah ile bir kul hakkına girdiysek, o kulla helalleşmeliyiz.
Tevbenin şartları hakkında belki birçok şey daha söylenebilir. Fakat genel itibariyle bu şartlar yerine geldiğinde, umarız ki Allâh Subhânehu ve Teâla kulunu bağışlayacaktır.
Bağışlanmanın ve fahşadan kurtulmanın en güzel yolu, gözümüzün nuru olan namazdır. Onsuz, bir an dahi düşünülemediği gibi, onsuz bir Ramazan’da düşünülemez.
Bu ayda farz namazlarımızın yanına, birde Sünnet’te gelen nafile namazlarımızı ekleyebiliriz. Başta bu ayı simgeleyen teravih namazına, sekiz rekat dahi olsa her gece kılmaya gayret etmeliyiz.
Bununla beraber, hatırladığımız günahlarımız için, iki rekat tevbe namazı kılabiliriz. Elimizden geliyorsa, evden çıkmadan önce kuşluk namazı dediğimiz, duha namazını kılabiliriz. Belki, böylece Ramazan’dan sonrada bu namazlar bizim için bir alışkanlık haline gelebilir. Umarız ki, bizler de namaz ile Rabbimizi zikredebilen ve günahlardan korunan kullardan oluruz.
“Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayasızlıktan ve kötülükten meneder. Allâh’ı anmak her şeyden önemlidir. Allâh yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût: 29/45)
Son olarak, kulun bağışlanmasına yoluna ulaştıracak güzel bir yöntemde, nefis muhasebesi yapmaktır. Nefis muhasebesi yapmak, hesab günü gelmeden evvel, nefislerimizi düzeltmemize faydalı olacaktır. Böyle yapmakla kul, işlemiş olduğu günahlarının farkına varabilir. Ve daha sonrasında, o günahlarından arınmak için çaba sarf edebilir.
Nefis muhasebesinin kula en büyük getirisinden birisi de, niyetleri düzeltmeye çalışmak olur. Biliyoruz ki, meydana gelen ameller, niyetlerden oluşur. Ramazan ayı, işlemiş olduğumuz amelleri, tefekkür edebileceğimiz, iyi bir fırsattır. Ramazan ayı geçirmiş olduğumuz bir seneyi muhasebe edebilmemiz için iyi bir fırsattır. Hatta Ramazan ayı, koca ömrümüzü muhasebe edebileceğimiz en iyi fırsattır. Bizler, önümüzdeki Ramazan’da şu fani dünyada olup olmayacağımızı bilmiyoruz.
Öyleyse, her namazımızı son namazımız ve her Ramazan’ı da son Ramazan’ımız olarak görerek haklarını vermeye çalışırsak çok kazanacağız. Rabbimiz bizleri çok kazananlardan kılsın. Allâhumme âmin.
Başta ve sonda hamd Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm, O’nun (c.c) güzide Nebisine olsun. Yazımızın ulaştığı ve de ulaşmadığı bütün Müslümanlara da hayırlı Ramazanlar dilerim. Bağışlanmak ümidiyle. Selâmetle kalın. Allâh’a emanet olun.
Minhâc Dergisi 1. Sayı | Nisan 2022 | Enes Lütfü