«
  1. Anasayfa
  2. 15. SAYI / EKİM 2025
  3. Sekülerizm – 3

Sekülerizm – 3

2025 yılı

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle…

Allâh’a hamd, Rasûlüne salâtu selâm olsun.

Geçen yazımızda sekülerizmin nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlamlandırıldığını anlatmaya çalışmıştık. Bu yazımızda sekülerizmin toplumsal boyu üzerindeki tezahürlerini anlatmaya çalışacağız, inşallâh.

Dil ve Zihniyette Sekülerleşme

Her şeyden önce belirtilmelidir ki sekürlerleşme zihniyet dönüşümünün merkeze alındığı bir süreçtir. Bu dönüşüm, ister Osmanlı’da görüldüğü gibi günlük hayatın pratikleri ve ihtiyaçlarının düzenlenmesiyle başlayıp zamanla düşünce yapımıza yansısın; isterse de önce düşünce ve inanç dünyamızda başlayıp oradan günlük davranışlarımıza ve uygulamalarımıza yayılsın, sonuç değişmez. Ancak sekülerleşme, bu süreçte düşünce tarzımızın bir göstergesi haline gelerek kendini farklı bir boyutta ortaya koyar. Bu farklılaşma, çoğu zaman farkına varılmayan bir süreç olarak işler. Ayrıca farklılaşmayı bir şekilde mantık düzlemine oturtmak söz konusudur. Bu durumun gündelik hayatta önemli örnekleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda bundan 50-60 sene önceki gazete dergi ve kitapların dili ile bugünkü dil arasındaki mesafede, kültür ve medeniyet dünyasına aitliği vurgulayan kelime ve kavramların kaybını görmek mümkündür. “Hamd, âkil, âlâ, basiret, cehd, feyiz, kâmil, maruf, meskûn, riyazet” gibi kelimeler bunlardan bazılarıdır. Bu kelimeler zaman içerisinde yaygın gündelik kullanımından giderek kalkmaya başlamışlardır.

Giderek gündelik hayatta kullanılan aşağıda ifade edeceğimiz üzere bazı kelimelerin değer kaybettiklerini ve anlamlarının değiştiğini görmekteyiz.

  • Selamun Aleyküm: Müslüman toplumda ilk karşılaşma cümlesi olup, kimi yerlerde devam ediyor olmasına karşılık önemli ölçüde konum kaybetmiştir. Yerini “günaydın, tünaydın” gibi kelimelere bırakmaya başladığı görülmektedir. Ayrıca “Selamun Aleyküm” cümlesinin bazı çevrelerce köylülükle bağlantısının kurulması, cümlenin önemli oranda statü düşüşü olarak tezahür etmektedir. İlki; “Allâh’u Teâlâ’nın selâmı üzerine olsun” anlamında karşılaşan iki kişi arasındaki irtibatı “Allâh” üzerinden kuran bir inanca sahipken ikincisinin böyle uhrevî, dinî ve aşkın (derin arzu, özlem) çağrışımları yoktur. Daha çok yüzleri bu dünyaya dönüktür. Aynı şekilde “Allâh’a emanet ol” ya da “Allâh’a ısmarladık” cümlelerinin toplumdan kayboluşunda izlemek mümkündür. Bu cümlenin yerine “kendine iyi bak”, “bay bay”, “çüs”, çav” vb. kelime ve cümlelerin kullanıldığı görülmektedir.
  • İnşallâh: Toplumsal hafızada anlam değişikliğine uğrayan ve konum kaybeden önemli kelimelerden birisidir. İnşallâhkelimesi, bir müminin gelecekte yapmayı düşündüğü ve istediği fiilin ancak Allâh’u Teâlâ’nın dilemesi ve izin vermesi ile gerçekleşebileceği bilinç ve idrakını sağlamaktadır.  Nitekim Rabbimiz: “hiçbir şey konusunda bunu mutlaka yarın yapacağım deme; ancak Allâh dilerse (inşallâh) de…” [Kehf: 18/23-24] âyetiyle bunu belirtmektedir. Bir mümin gündelik hayatta inşallâh kelimesini Allâh’ın kendi fiil ve iradesi üzerinde olduğu bilinci ve idrakini ifade etmek üzere kullanmaktadır. Bu bağlamda aslında kesin bir söz vermeyi içermektedir. Ancak yakın zamanlardaki kullanımlarında kelime “savsaklama”, önem vermeme” gibi içeriklerin belirlediği kullanım alanı kazanmıştır. Nitekim “bu iş maşallâh ile olamaz” ifadesini söyleyenler, inşallâh kelimesine hem güvensizlik hem de savsaklama anlamı yüklerlerken, toplumda kelimenin statüsünde bir düşüş olduğu görülmektedir.

İbâdet ve Ritüellerde Sekülerleşme

Kur’ân-ı Kerîm acısından ibâdet, insanın dünyada bulunması ve var olmasının sebeplerindendir. “Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” [Zariyat: 51/56] şeklinde ifade edilmektedir.

İbâdet; İslâm’ın bakış açısından, çok yaygın olarak bilinen namaz, oruç, hac gibi yerine getirilmesi gereken farzlarla birlikte insanın hayatındaki tüm davranış, tutum, tavır alış ve eğilimleri ihtiva eder. Bu kapsayıcılık Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde ifadesini bulur: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, yaşamım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allâh içindir.” [Enam: 6/162] bu anlamda hayatın bütünlüğü içinde insanlarla iyi ilişkiler kurmak, iş hayatında dürüst olup hiç kimseyi aldatmamak, hakkı ayakta tutmak bunların da üstünde yaratıcının hakkı olan tevhîd üzere Allâh’u Teâlâ’yı birlemek de ibâdetin gerekliliğidir.

İslâm: insanı dünya ile ahiret arasındaki dengede tutmak istediğini, insanın dünyadaki fiillerinin asıl amacı ahiret olduğunu hatırlatmaktır. İslâm’ın; ibâdetlerle ilgili temel anlayışı bir müminin hayatında oluşması muhtemel şirk, küfür, her türlü günah ve masiyetlerden arındırıp kulu sadece Rabbine kul olma gayesini gerçekleştirmektir.

Türkiye’de ibâdet ve din ile ilgili hayatın gündelik uygulamalarında bir sekülerleşmenin olduğunu söyleyebiliriz. Bunların belirtilerine dair bazı uygulamaları örnek verelim. Her şeyden önce mekanlara dair “kutsal” kelimesinin kullanımında bu tür seküler içerikleri görmek mümkündür. Mesela; Türkiyede evliya olarak nitelenen kişilerin mezarları birer türbeye dönüştürülmüştür. Bu mekanlar genel olarak “kutsal” şeklinde algılanır. Bu algılama biçimi, öncelikle zihinlerde kutsal ve seküler şeklinde bir bölünmeyle sonuçlanmaktadır. Bu zihniyetin tezahürü kadınların bu mekanlara girerken başörtüsü örtmeleridir. Bu uygulamaların birçok türbede kurumsallaştığı görülmektedir. Türbenin girişinde “kadınların başörtüsü ile girmeleri gerekir” türünden uyarı yazıları bulunmaktadır.  Bu durum, açıkça türbeyi kutsal, dışını ise seküler ya da din dışı olarak algılamanın yansımasıdır.

“Hem camide ibâdet yaparım, hem de içki içerim!” türünden söylemlerde “cami ile kutsal” içki ile seküler bir günlük yaşam arasında özdeşlik kurulmuş. Bu bağlamda cami bir ibâdet yeri olarak kutsalın mekânı olarak ifadelendirilirken gündelik hayatı kutsallığın dışında seküler alan olarak algılanmaktadır.

Ramazan Ayı ve geceleri “kutsal”, dışında kalan zamanlar ise din dışı olarak görülürken, ibâdetler hatırı sayılır bir kitle için bazı zamanlarda terk edilebilir olarak görülmektedir. “Caminin yeri başka eğlencenin yeri başka” türünden söylemler ve söylemlerden beslenen uygulamalar da seküler içerimler taşımaktadır.

Sekülerleşme; cami ile ticaretin, zikir ile gündelik hayatın birbirine değmediği bir hayat tarzını ve dindarlıkları inşa etmektedir. Üzerinde ciddiyetle düşünüldüğünde bu bakış açısı ve hayat tarzının kutsal-seküler ayrışması ve bölünmesinden kaynaklandığı rahatlıkla görülebilir.

Eğitimde Sekülerleşme  

Türkiye’de sekülerleşmenin daha yoğun bir şekilde yaşandığı eğitim ve öğretimin kurumsal yaşamından da söz etmek gerekmektedir. Eğitimdeki sekülerleşme, resmî eğitim kurumları ve eğitim müfredatında somut olarak kendini göstermektedir. Sekülerleşmenin rasyonelleşme (akıl ve mantık) boyutu kendini daha iyi ve en belirgin olarak eğitim ve bilim kurumlarında göstermektedir. Genellikle rasyonelleşme sekülerleşme ile yol almıştır.

Rasyonelleşme, kabaca dünyayı ve unsurları akılcı bir şekilde ele almak ve sosyokültürel (toplumsal ve kültürel alan) yaşamı akılcı bir şekilde düzenlemeyi içermektedir. Eğitimdeki bilim ve felsefe bu bakışın temel unsurlarıdır.

Cumhuriyet dönemi öncesinin geleneksel din merkezli medrese eğitim biçiminin ortadan kalkması ve bunun yerine bilimsel merkezli (!) eğitim biçiminin (Üniversite vb.) geçmesiyle birlikte eğitimin de sekülerleşme süreci başlamıştır.

Osmanlı’da 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar yaşanan değişimler, klasik orta çağ kökenli dini bir dünya algısından laik / seküler dünya algısına, dinsel temellere dayandırılmış halifelik idaresinden meşrutiyet ve cumhuriyete, tebaadan vatandaşa, cemaatten millete, şer-i hukuktan seküler hukuka, dini eğitimden laik eğitime ve Osmanlı kimliğinden Türk milleti kimliğine geçiş sürecinin toplumsal ve siyasal tarihidir.

Osmanlı ve Türkiye’de İslâm’ın 19. ve 20. yüzyıllarındaki tarihi genellikle siyasal bazda örgütlenmiş İslâmî yorumun etkisinin azaldığı ve sekülerleşmenin zafer kazandığı, dinin bireyselleştirildiği bir süreç olarak değerlendirilmiştir

Cumhuriyet Dönemi Eğitimdeki Sekülerleşme

Türkiye’deki rasyonelleşme süreci,devlet-temelli olduğundan bunu “rasyonelleştirme süreci” olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Çünkü Türkiye’deki rasyonelleşme ve pozitif (bilimsel!) düşünme yöntem ve becerisi resmi eğitim kurumları vasıtasıyla topluma aktarılmaktadır.  Bu rasyonelleştirme sürecinin büyük ölçüde “Batı tarzı rasyonelleşme” sürecinden farklı olsa da sürecin sekülerleşmeye katkısı açısından benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz.

Türkiye’deki yükseköğretim kurumları bir yönüyle pozitif ve rasyonel düşünceyi topluma aktarırken, yani rasyonalizasyon ajanları olarak işlev görüyor diğer yandan da toplumu sekülerleştirici bir rol oynamış ve oynamaktadırlar. Eğitim alanından oldukça uzaklaşan ya da uzaklaştırılan din daha da daralmaya ve böylece toplumsal hayatın önemli bir alanından daha çekilmeye başlamıştır. Her ne kadar bazı din dersleri seçmeli olsa da din, günümüzde eğitimin merkezinde değil daha çok kenarına itilmiş durumdadır diyebiliriz.

1923 yılında ulus-devlet formunda kurulan modern Türkiye’nin çağdaş devletler arasında yer alması için seküler mahiyette bir dizi reform yapılmıştır. Sekülerizmin yeni toplumun çok önemli bir ilkesi olmasıyla din kurumu yapısal farklılaşma sürecine girmiş ve sosyal hayatın tüm yerlerini düzenleme yerine fonksiyonunu yitirmiş bir alana itilmiştir.

Dinî değer ve düşünceler günümüzde önemli bir anlam kaynına uğramış ve eğitim daha çok meslekî kariyer, yükselme, sınıf atlama, zenginleşme vs. anlam ve işlevi görmeye başlamıştır. Bu da eğitim hayatımızın ve kurumlarımızın sekülerleştiğini açıkça göstermektedir.

Türkiye’de bireylerin iş verimliliği dışında bireysel ilişkilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak kariyer amacı gütmeleri, profesyonellik ile başarının dünyevîleşmesi bu bağlamda önemli göstergeler olarak okunabilir. Mevcut eğitim anlayışı, insanları sadece dünyevî bir başarıya odaklamakta ve ahlâkî bir olgunluğa kesinlikle yer vermemektedir.  Bütün okul ve sınav sistemi iyi bir lise ve üniversitede okumak ile iyi bir meslek sahibi olmaya endekslenmiş durumdadır.

Çocukları ilkokuldan itibaren buna odaklayan eğitim sistemi ilköğretim 6, 7, ve 8’de seviye belirleme sınavı ile yarışa sokmakta; başarılarını ise sadece toplumun itibar ettiği okulları kazanmaya endekslemekte; çocuğun eğitim hayatı boyunca ahlâkî davranışlarını ödüllendiren hiçbir mekanizma bulunmamaktadır. Aynı şey lise yılları boyunca da devam etmekte; başarının paraya tahvil edildiği bir zihniyet dünyası her şeye belirlemektedir.

Meslek sahibi olmak, para kazanmak bütün değerlerin önüne yerleştirilince, birçokları ahlâkî değer yargılarını bir anda dışarda bırakarak bunlar için her şeye katlanan bireyler haline dönüşmekte; artık ahlâkın dönüştürdüğü ve değiştirdiği insanlardan değil, paranın dönüştürdüğü bir “yeni ahlâk!” ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlar eğitimin seküler içeriklere sahip olduğu tezini doğrulamaktadır.

Toplumumuzda meslek sekülerleşmesi oldukça kabul görmüş kendine yer edinmiştir. Kendilerini İslâm’a nispet eden aileler artık çocuklarını medrese ya da Kur’ân Kursuna vermez oldular. Çocuğu İslâmî eğitim alır da meslek sahibi olmazsa, çocuğunun aç kalacağını düşünen aileler, çocuğu imam-Hatip’e giderse üniversiteye gidemez endişeleri taşıyan ailelerdir. Bu şekilde yetişen çocuklar büyüdüklerinde sadece para peşinde koşan, fedakârlık kelimesini unutan, mevki ve makam sahibi olmayı en büyük ideal olarak gören bir anlayışa yönleniyorlar.

Zenginliğin Allâh’u Teâlâ’nın bir lütfu olduğunu unutup “ticaret” alanında doktora yaptıklarında zengin olacakları hayali ile yaşıyorlar. Dinî kitaplar yerine kişisel gelişim kitaplar tercih ediliyor.

Gelecek yazımızda sekülerizmi incelemeye devam edeceğiz inşallâh…

Velhamdulillâh. Selâm ve duâ ile          

Minhâc Dergisi 15. Sayı | Ekim 2025 | Hayreddin Gökçe

Bir Cevap Yaz