Anlam verilemez asık suratı ve işkence niteliğindeki homurdanışlarıyla, ahırına öfkeli bir giriş yaptı Yaşar amca. Âdeti olduğu üzere, ahırın hemen girişine koyduğu aynada, son iki tel kalmış saçlarını taradıktan sonra; “bugün yine çok yakışıklıyım” dedi kendi kendine. Hayvanlarından başka kimsesi olmayan Yaşar amca, ahırdaki işini görüp hızlıca oradan uzaklaştı. Onun bu garip tavırlarına alışmaya çalışan sarı tosun, yanındaki benekli tosuna şöyle dedi:
— “Arkadaş ben bu Yaşar’ı anlamıyorum. Allâh ona akıl vermiş, dil vermiş ancak hiç Allâh’ı zikrettiğini görmedim. Ne zaman görsem ağzından kötü şeyler çıkıyor. Geçen bülbül kardeşleri duydum, öyle güzel Allâh’ı zikrediyorlardı ki… Ya hu bülbül kadar olamıyor musun be adam!”
Ardından Benekli:
— “Sarııı! Fazla sesini yükseltme, otunu ye işine bak!”
— “Kardeş! Ne dediğini bilmez sefihlere ne zamana kadar sessiz kalacağız.? Tamam susalım bakalım…”
Ahıra çok yakın bir havuzda konuşmayı duyan bir balık:
— “Vallâhi inek kardeş haklı.” Diyerek suskunluğunu bozdu.
Benekli:
— “Hop ayıp oluyor ha! Biz inek değiliz, tosunuz!”
— “Ya, her neyse… Öküz kim, dana kim, inek kim, tosun kim hâlâ ayırt edemiyorum.”
Sarı:
— “Gardaş! Çok takılma, sığır de geç o zaman.”
Balık:
— “Bak bu güzel fikir… Bakın ne diyeceğim. Hani bülbüller zikrediyor dediniz ya, aslında bizler de ilim talebelerinin hayrı için Allâh’a duâ ve istiğfârda bulunmaktayız.”
Bunun üzerine Sarı:
— “Subhanallâh! Kuşlar ve balıklar dahi Allâh’ı zikrediyor ha! Ey ahır ahalisi! Benim öfkem nefsimden değil. Bu Yaşar bize hoyrat davranır, zulmeder sabrederiz. Allâh’u Teâlâ bizleri insanların hizmetine sundu. Yaşar’a olan faydalarımızı saymakla bitiremeyiz. İşte bu kadar nimete rağmen gaflet içinde yaşamak, Allâh’a karşı bir nankörlüktür. Benim öfkem de bunadır.”
Kendi düşünceleriyle yalnız kalan Sarı da çaresizce köşesine çekilmek zorunda kaldı.
Bir gün şehrin boğucu havasından iyice bunalan bir grup genç, biraz oksijen almak için köyün yolunu tutmuştu. Bu gençlerin bahçesiyle, Yaşar amcanın bahçesi yan yanaydı. İki bahçeyi birbirinden ayıran şey, yamuk yumuk kazıklara bağlanmış, tarihi eser görünümlü, varla yok arasında olan ince paslı bir teldi. Bu gençler İslâmî hassasiyetlere sahip güzel kimselerdi. Onlar, sakallarından kıyafetlerine kadar Sünnet ile bezenmiş, tevhîdi hayat edinmiş bir grup gençti. Köye geldiklerinde Yaşar amcanın demli çayını içmeden dönmezlerdi.
Yaşar amca, kendisine Müslüman diyen inançlı biriydi. Bu sebeple gençler, her zamanki gibi bahçesinde çalıştığı sırada ona selam verdiler:
— “Selâmun aleykum.”
Diyerek yanına vardılar. Bunun üzerine Yaşar amca asık bir surat ifadesiyle:
— “Aleykum selâm.” dedi.
İlmî birikimleri olan bu gençler, aslında yalnızlıktan sıkılmış olan Yaşar amcayla başladılar sohbet etmeye… Müslüman olduğunu söyleyen ancak İslâm’dan oldukça uzak olan Yaşar amca, sırf yalnızlığını unuttuğu için dinliyormuş gibi yapıyordu. Çaylar tazeleniyor, kuru yemişler tükeniyordu. Bu derin sohbete dışardan kulak misafiri olanlar dahi vardı. Yaşar amcanın çiftliğindeki hayvanlar… Gençlerin hararetli halleri tüm çiftlik ahalisinin dikkatini çekmekteydi. Bizim meraklı sarı tosun ve tayfası da dikkatle dinlemekteydiler.
Gençler, İslâm’ın şartlarını sordular Yaşar amcaya. Önce îmânın şartlarını sayar gibi yapan amcamıza küçük bir kaş kaldırma işareti geldi gençlerden. Bir yandan alnındaki terleri siliyor diğer yandan cevabını düzeltmeye çalışıyordu amcamız. Zor bela sayabildi İslâm’ın beş şartını. Ardından gençler sormaya devam ettiler:
— “Yaşar amca, Kelime-i Tevhîd’in manasını biliyor musun?”
— “Evlat, yıllar önce biliyordum ama… ee şey!?”
Konuşmaya şahit olan bizim Sarı mırıldandı kendi kendine:
— “Yahu tamam. Yaşar emmi İslâm’dan uzak derdim ama bu kadarını tahmin etmezdim. Mükellef olan her bir kulun Müslüman olabilmesi için gereken ilk şartı da bilinmezse, nasıl Müslüman olunur?!”
Gençler sorularına devam ettiler:
— “Amca namaz kılıyor musun?”
— “Eee şey! En son bayram namazına gitmiştim ama…”
Şaşkınca dinlemeye devam eden Sarı yine bir şeyler söylemekten kendini alıkoyamadı:
— “Ah Yaşar amca ahh! Sabahtan akşama kadar dünyalık işlerin için kendini yıpratırsın, ama günde sadece bir saatini ayırabileceğin namazlarını terk edersin. Sen Rabbinden böyle uzakken O sana ne diye hidayet etsin ki?”
Sarı’nın hemen yanında otunu yiyen Benekli epeyce rahatsız olarak şöyle homurdandı:
— “Ah Sarı! Senin şu akan hızlı kanın hepimizin başını bir gün yakacak, mangalda bonfile olmak istemiyorsan artık sus. Eğer konuşmaya devam edeceksen bizden uzak dur!”
— “Yazık sana be Benekli! Bir de seni boğa güreşlerine hazırlarlar. Bu ne korkaklık! Hakkı söylediğimiz için baş belası olduk öyle mi?”
İyice rahatsız olan Benekli ahırın öteki tarafına geçti.
Sorulara çok da devam etmek istemeyen gençler son olarak oruç tutup tutmadığını sordular Yaşar amcaya. Ancak cevap yine içler acısıydı. İşlerin ağır olması sebebiyle tutamadığını dile getirdi amcamız.
Pek de susmaya niyeti olmayan Sarı tekrar mikrofonu eline aldı ve çıktı sahneye:
— “Ey gidi Yaşar Emmi! Yapayalnızsın. Çünkü sen Rabbini terk etmişsin O’da seni terk etmiş. Kalbin sürekli daralıyor. Çünkü sende îmânın zerresi yok. Hiç kimse seni sevmez hatta hayvanların bile… Çünkü ahlâksız, kötü kalpli, gaddarın tekisin. Hiçbir zaman huzurlu değilsin çünkü Allâh’a ibadet etmek nedir bilmezsin. Allâh’a itaat etmeyen kalp neyle mutmain olur? Sürekli söversin, Rabbim ağzından zikrullâhı almış. Ve daha nice kötülüklerin… Herkes kendi sorumluluğunu yerine getirmeli bu dünyada. Biz hayvanlar, insanların hizmetine sunulduk. Bir gün olsun dedik mi görevimizi yapmayacağız diye. Ama bakıyoruz ki nankör insanoğlu, kulluk görevini yerine getirmiyor. Vallâhi hesab var ey insan! Ey Yaşar emmi, yersin, içersin, yatarsın. İbâdet nedir bilmezsin. Biz hayvanlarda böyle yaşarız. Söylesene bizden ne farkın var? Hey gidi Yaşar amca… Boş yaşarsın anca…”
Yaşar amca, en hırçın tosunu olan Sarı’nın sesini nerde olsa tanırdı. Hararetli konuşma esnasında, sanki bir şeyler ifade etmek istercesine yükselen mölemelerini sürekli duymuştu. Muhabbetten de iyice sıkıldığı için bir bahane arayan Yaşar amca gençlerden izin istedi:
— “Gençler sohbetinizi balla bölüyorum ama ben şu tosuna bir bakayım acaba ne derdi var?”
Zaten gençler de akşam vaktinin girdiğini hatırlamışlar ve kalkmaya hazırlanmışlardı. Yaşar amca ahırın yolunu tutmuş, gençlerde namazlarını kılmak için evlerine doğru hareketlenmişti. Allâh’u Teâlâ ayaklarına kadar göndermesine rağmen, Yaşar amca bir kez daha haktan yüz çevirmişti.
…
Maalesef ki hüccet kendilerine tamamen ulaşmasına rağmen nice Yaşar amcalar haktan irad etmişlerdir. İnsanlar hakkı bir kenara bırakmış, dünyalık menfaatlerle nefislerini tatmin etmenin peşine düşmüşlerdir. Kalpler ölmüş, maneviyatlar yok olmuş bedenlerse hayvansı cesetlere dönmüştür. Şimdi soruyoruz: Kulluktan uzak nefisler için geçen böylesi hayatlar, hayvanların hayatından ne kadar farklı olabilir ki?
Allâh’u Teâlâ bizleri, kulluk şuuruna vakıf kimselerden kılsın. Dünyada ve ahirette iyilikler ihsân eylesin. Allâhumme âmin.
Minhâc Dergisi 11. Sayı | Ekim 2024 | Ali Eren
Bir Cevap Yaz