«
  1. Anasayfa
  2. 1. ÖZEL SAYI / MART 2024
  3. Ramazan ve Şükür

Ramazan ve Şükür

ENES

Eş-Şekûr olan Allâh’u Teâlâ’nın ismi ve izniyle… Darlıkta da bollukta da Âlemlerin Rabbine Hamd olsun. Salât ve selâm şükrü hayat edinen Muhammed aleyhisselâm’ın, ehlinin ve ashâbının üzerine olsun.

Şükür Nedir?

Şükür kelimesi lügatte; “yapılan bir iyilik karşısında övgüde bulunmak” mânâsına gelir. Ahlâk ıstılâhında ise; “Allâh Azze ve Celle’den gelen nimetleri itiraf ederek; kalble, dille ve amellerle mukabelede bulunmak” şeklinde ifâde edilebilir. Şükür, peygamberlerin özelliklerinden olan övülmüş bir ahlâk kavramıdır. Yüce dînimiz İslâm’da şükür önemli bir yere sâhibtir; zira ilerleyen sayfalarda belirtileceği üzere şükür; kulluk şuurunda olmaktır.

Nimetler, Allâh Azze ve Celle’nin farklı şekillerde bizlere sunduğu ikrâmlarıdır. Bu nimetler maddî cihetten olabildikleri gibi mânevî cihetten de olabilirler. Her bir nimet; şükre muhtaçtır ve her nimetin şükrü kendi cihetindendir. Söylenen bu meşhur söz, bize şükür kavramının hakikatini öğretmekte. Çünkü nimetlerin şükrü, bahşedildiği doğrultuda kullanmakla sahih olacaktır. Örneğin; görme nimeti kula bahşedilen maddî bir nimettir.

Kul bu nimet karşısında kalbiyle Rabbine bir minnet duyar, diliyle; şükür olsun Rabbim! Der, sonra da gözlerini Allâh’a ibâdet etme yolunda kullanır ve haramdan korursa; o zaman görme nimetine şükretmiş olur. Böylece şükrün sadece dil ile yapılan bir söylemden ibâret olmadığını, onun tamamlanması için eylemsel olarak da şükrün edâ edilmesi gerektiğini vurgulamış olduk.

Nimetlere şükretmek, o nimetin varlığını itiraf etmek demektir. Yani, kul verilen nimetlerin kıymetini bilir ve korursa, şükrünü edâ etmiş sayılır. O halde kişi nimetlerin kıymetini bilmez ve onları gerektiği şekilde sarf etmezse, nimeti inkâr etmiş sayılır. Bu ise şükrün zıttı olan nankörlüktür. Nitekim Rabbimiz: “Bana şükredin, sakın nankörlerden olmayın!” [Bakara: 2/152] buyurarak şükrün zıttı olan nankörlük kavramını bize izhar etmiş ve onu nehyetmiştir. O nedenle, Allâh verdiği nimetlerini üzerimizde görmek ister ki bu da şükrün bir göstergesidir.

Nimetler artabilirler. Bu, şükür kavramının içerisine saklanmış bir sırdır. Bu sırrı keşfedenler, tabiri caizse şükür kavramına yatırım yaparlar ve nimetleri çoğalır. Örnek olarak ilim öğrenen bir kişi, kalbinden Rabbine minnet duyar sonra her öğrendiği bilgiye elhamdülillâh der ve o ilimle amel ederek insânlara anlatır ve bu şekilde ilmi çoğalır. İmâmımız Ebû Hanîfe rahmetullâhi aleyh; “bu ilme, her öğrendiklerime hamd ederek ulaştım” buyurmuştur. Rabbimiz de şöyle buyurmaktadır:
“Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artıracağım. Şâyet nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” [İbrahim: 14/7]
Şükretmek, Rabbimize yapılan bir ibâdettir. Bu mânâda asla O’na ortak koşulamaz, çünkü nimetlerin yaratıcısı O’dur. Ancak, Rabbimiz bazen verdiği nimetleri, sebebler aracılığıyla bizlere ulaştırabilir. Diğer insânları veya başka varlıkları nimetlerin bize ulaşmasında sebeb kılabilir. Bu mânâda onlara teşekkür etmek de yine Rabbimize şükretmek olarak anlaşılır. Yani onlardan sebeb nimetlerin asıl sâhibini övmek olarak anlaşılır. Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır: “İnsânlara şükretmeyen, Allâh’a şükretmiş olmaz.” [Tirmizî, Birr 35] Bu da şükrün bir çeşidi olup teşekkür içerisinde değerlendirilir.

Şükretmenin Hükmü Nedir?

Şükretmek taabudî bir eylem olarak, Allâh Azze ve Celle’nin emridir. Dolayısıyla maslahatımızı gözeten ve hayatımızı kuşatan beş temel hükme bağlanmak durumundadır. Şükür kelimesi türevleriyle birlikte toplam yetmiş beş âyet-i kerîmede geçmektedir ve kimi yerde övülüp emredilirken zıttı olan nankörlük ise yerilmiştir.

Nankörlük; küfrân-ı nimet içerisinde bulunmak yani nimetlerin şükrünü edâ etmemek veyahut şükrün sâhibini değil, vesîle olanı övmektir. Bu söylem üzerinden İslâm âlimlerinin genel görüşüne göre; ardı kesilmeyen nimetler karşısında şükretmek her Müslümana farzdır, zıttı olan nankörlük etmek ise haramdır. Nitekim Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
“Ve bana şükredin, nankörlük etmeyin.” [Bakara: 2/ 152]
“Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artıracağım. Şâyet nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” [İbrahim: 14/7]
Nimetlerin, Allâh Azze ve Celle’nin dışında başkası tarafından olduğunu düşünmek şirktir. Çünkü nimetleri yaratan ve onları kulları arasında taksim eden ancak Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dır.
Nimetleri Rabbimizden bilip sadece O’na şükretmek ise tevhîddir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Bilmelisiniz ki Allâh’ı bırakıp da taptıklarınız size rızık veremezler. O halde rızkı Allâh katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Ancak O’na döndürüleceksiniz.” [Ankebût: 29/17]
Şeytânın kullar üzerinde oynadığı en büyük oyunlardan biri rızık korkusudur. Hâlbuki Allâh Azze ve Celle herkesin rızkını daha anne rahmine düştüğünde tayin etmiştir. Kişinin şu dünyâ hayatında nimetlendirileceği şeyler sabittir, bellidir. Bu bağlamda Ehli Sünnet âlimleri; “rızık artmaz ve azalmaz” demişlerdir. Yani kulların rızkı çoktan tayin edilmişken rızık endişesiyle Allâh’tan başkalarına müdâna etmeye gerek yoktur. Bizler, Allâh Azze ve Celle’nin vesîle kıldıklarına ancak teşekkür ederiz. Bu da güzel ahlâkın gereklerindendir.

Şükrün Önemi Nedir?

Hayat, iki denklem üzerinde kuruludur. Birincisi sabır, ikincisi ise şükürdür. Hayatımızda ya sabredeceklerimiz vardır ya da şükredeceklerimiz. Başımıza gelen kötülüklere sabrederiz ve isyandan sakınırız, iyi bir şey geldiğinde de şükreder, şımarıklık etmeyiz. Bu iki temel kavram, aynı zamanda îmânın bütününü oluştururlar. Şükür, özünde Rabbimizin varlığını idrak etmeyi, O’nun hâkimiyetini kabul etmeyi ve her an O’nu zikretmeyi barındırır. Yani kul, şükretmiş olduğunda Rabbinin varlığını itiraf eder, bu da îmânın birinci şartını karşılar. Yine kul şükretmiş olduğunda her şeyin sâhibinin Allâh olduğuna ve O’nun otoritesinin tek olduğunu itiraf etmiş olur, bu da İslâm’ın birinci şartına denk düşer. Ve kul, her şükrettiğinde Rabbini zikretmiş olur, bu da ibâdetlerin özüdür. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Öyleyse Beni zikredin! Bende sizi zikredeyim. Bana şükredin, sakın nankörlerden olmayın!” [Bakara: 2/152]
Bu mânâda şükür kavramının, zikir kavramıyla bir bağı vardır. Zikir kelimesi lügat itibarıyla; “anmak, hatırlamak” mânâlarına gelir. İbâdet cinsinden olan her bir eylem de aslı itibarıyla Rabbimizi anma gayesi taşır. Öyleyse; bütün ibâdetler zikir içeriklidir diyebiliriz. Örneğin; namaz ibâdeti günlük olarak tekrarladığımız bir ibâdettir. Rabbimiz onun hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten Ben Allâh’ım! Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse bana ibâdet et! Beni anmak için namaz kıl!” [Tâhâ: 20/14]
Âyet-î kerîme çok önemli mesajlar vermektedir. Gerçek ilâhın Allâh olduğu, öyleyse ibâdet hakkının da yine Allâh’a ait olduğu vurgulanmaktadır. Ve aynı zamanda namaz ibâdetinin bir zikir eylemi olduğu söylenmiştir. Şükür eylemini de ibâdet formatında değerlendirdiğimizde, bizler şükür ile Rabbimizi anarız ve O’ndan gafil kalmamış oluruz. Eşyâ boşluk tanımaz, Rabbimizden gafil olan, muhakkak şeytânla meşguldür. Bakınız Rabbimiz bununla alakalı şeytânın (lanetullâhi aleyhi) şu sözlerini bizlere aktarıyor:
“Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları (insânları) saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın’ dedi.” [A’râf: 7/16-17]
Âyet-î kerîmede ifâde edildiği gibi; şeytân, insânın şükürden uzaklaşmasını, kendisi için büyük bir başarı olarak görmektedir. Şeytânın hedefi insânları şükürden alıkoymak olduğuna göre, şükür kavramının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Esefle dile getiriyoruz ki, bugün şükredenler ve zikredenler oldukça azdır. Rabbimizin sayılamayacak kadar nimetlerine rağmen insânların daha çok şikâyetleri vardır. İnsânların çoğu şükretmiyor, insânların çoğu zikretmiyor ve ne yazık ki insânların çoğu îmân etmiyor. Bu ise kulun Rabbiyle bağını koparıp şeytânla dostluk kurmasıdır. [Zuhruf: 43/26] Şükrün ve zikrin bereketinden uzak, dar bir hayata sapmaktır. [Tâhâ: 20/124]
Daha da üzücüsü ise şeytânın (lanetullâhi aleyh) “şükredenlerden bulamayacaksın dedi.” [A’râf: 7/16-17] iddiasını doğrulamasıdır.
“Ve iblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. Îmân eden bir kesim dışında hepsi ona uydular.” [Sebe: 34/20]
Hülâsa şükür, şeytânla dostluktan beraat etmek ve Rabbimizle olan yakınlığımızı ilan etmektir. Şükür yaratılış amacımızı yerine getirmek ve nankörlerden olmamaktır. Şükür, kulu gafletten koruyan bir nimettir, bu bile ayrı şükrü gerektirir. Şükür, kişiyi Rabbini anıp onu hiç unutmamaya ve dolasıyla îmânda kemale ermeye iletir. Şükrün önemi işte böyledir.

Şükür Kavramının Kur’ân ve Sünnetteki Yeri
İnsâna ve hayata dair her şeyi açıklayan Kur’ân-ı Ker’îm, şükür kavramı üzerinde de durmuş ve bizlere ışık tutmuştur. Usve-i hasene olan Peygamberimiz aleyhiselâm’da onun tatbikinde yine bizlere örnek olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de; şükrün nimetlerle olan bağlantısından, şükrün çeşitlerinden ve peygamberlerin şükürlerinden bahsedilmiştir. Bizler de öz bir şekilde onlara değinip, ardından şükrün Sünnetteki yerini izah etmeye çalışacağız, inşallâh.

Kur’ân-ı Kerîm’de Zikredilen Nimetler ve Şükür
Şükür kavramının, sabır kavramıyla olan bağı gibi, daha birçok kavramla da ilişkisi vardır. Onlardan bir tanesi de “nimet” kavramıdır. Nimet; Rabbimiz Allâh Azze ve Celle’nin karşılıksız olarak kullarına bahşettiği maddî-mânevî faydalanma araçlarıdır. Ve ifâde edildiği üzere, sayılamayacak kadar da çoktur. Kur’ân-ı Azimu’ş Şân’ın birçok âyet-i kerîmesinde nimetler hatırlatılmış ve hemen peşine şükredilmesi istenmiştir. Onlardan birkaçını sıralayalım.

a) Kur’ân’ın Kendisi Bir Nimettir
Allâh Azze ve Celle kullarını karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Kur’ân-ı Kerîm’i indirmiştir. Kullar onunla hem dünyevî hem de uhrevî yollarını bulmaktadırlar. O nedenle en büyük nimetlerden birisi Kur’ândır:
“Allâh şükredesiniz diye âyetlerini size böylece açıklıyor.” [Mâide: 5/89] Öyleyse öncelikle Kur’ân ehli olmaya şükredilmelidir.

b) Rızık Nimeti
Rızık, kendisiyle faydalanılan maddî ve mânevî nimetleri kuşatır. Fakat, rızık denince akla gelen ilk mânâ, yiyecekler ve içeceklerdir. Allâh Azze ve Celle er-Rezzâk ismiyle yarattığı her bir canlıya uygun, ayrı ayrı rızıklar yaratmış ve onları ulaştırmıştır. Her canlının rızkı da kendine göredir. Misâl olarak; insânların rızkıyla cinlerin rızkı aynı değildir. Fillerin rızkıyla karıncaların rızkı aynı değildir. Bu örnek verilen bütün canlıların rızkı Allâh Azze ve Celle aittir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünde hareket eden her canlının rızkını Allâh vermektedir.” [Hûd: 11/6]
Her canlının hayatı, rızıklarının devamlılığına bağlıdır. O nedenle rızıklar hayatî önem taşımaktadırlar. Yaratan ve yaşatan Allâh Azze ve Celle, kullarına bu rızıklarından faydalanmalarını ve hemen peşine şükretmelerini emretmektedir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
“Rabbinizin rızkından yiyiniz ve O’na şükrediniz!” [Sebe: 34/15]
Burada şunu dile getirmek de faydalı olacaktır. Rızıkların madde cihetleri olduğu gibi mânevî cihetleri de söz konusudur. İnsân, ruh ve bedenden müteşekkil varlık olduğu için, ruhî rızıklara da muhtaçdır. Örnek olarak; îmân, ilim, takvâ ve güzel ahlâk gibi. Beden maddî rızıklarla yaşadığı gibi ruhta bu saydığımız rızıklarla yaşar. Onlar için de şükretmemiz gerekir.

c) Gece ve Gündüz Nimeti
Allâh Azze ve Celle, çalışıp rızıklarımızı kazanmamız için gündüzü, dinlenip sekînet bulabilmemiz içinde geceyi yaratmıştır. İkisinin varlığı bir nimet olduğu gibi, ikisinin birbirine karışmaması ve birinin diğerine galib gelmemesi de ayrı bir nimettir. Bunların hiçbiri kendi kendisine olacak şeyler değillerdir. Bunlar, bir hikmete binaen yaratılmış sistemdirler. Nitekim hiçbir sistem kendi kendine var olamaz. Düşünüp ibret almak isteyenler için gerçekten gece ve gündüz Allâh’ın birer âyetleridirler. Rabbimiz onların şükrünü edâ etmemiz için şöyle buyurmaktadır:
“Rahmetinden ötürü Allâh, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz, gündüzün O’nun fazl-u kereminden rızkınızı arayasınız ve şükredesiniz.” [Kasas: 28/73]
“İbret almak veya şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren de O’ dur.” [Furkân: 25/62]

d) Hikmet Nimeti
Hikmet, kulun doğruyu yanlıştan ayırt edebilme melekesidir. Kul, Allâh’u Teâlâ’nın bahşettiği hikmet sayesinde hak ile bâtılın arasını ayrıştırır. Kula bağışlanmış en büyük nimetlerden birisi hikmettir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Kime hikmet verilmişse, ona çok büyük hayırlar ihsân edilmiştir.” [Bakara: 2/269]
Hikmet, her kulda bulunmayan nadide bir haslettir. Ayrıca insânı kemal derecesine ulaştıran nimettir. Ve büyük oranda kişinin îmânına müsbet etkileri olur. Kul, hikmet nazariyesinden baktığı her şeyde Rabbinin büyüklüğünü ve hayrete düşürücü güzelliklerini görür. Bu da şükrü gerektiren bir nimettir. Rabbimiz hikmet sâhibi Lokmân aleyhisselâm için şöyle buyurmaktadır: “Andolsun Biz Lokmân’a: ‘O, Allâh’a şükret’ diye hikmeti verdik. Kim şükrederse ancak kendi için şükreder. Kim de nankörlük ederse şüphesiz Allâh hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, övgüye layık olandır.” [Lokmân: 31/12]

Bunlar gibi daha birçok nimet, Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmiş ve şükredilmesi istenmiştir. Rabbimize yarattığı varlıklar adetince şükrederiz. Bizler, O’na karşı hep mahcubuz.

Kur’ân-ı Kerîm’de Geçen Şükrün Çeşitleri

a) Allâh’a Şükür
Kurân-ı Azimu’ş Şân’da Allâh’a şükretmek, onun nimetlerini itiraf etmek ve O’nun zikriyle meşgul olmak üzere işlenmiştir. Müslüman bir kimse de Rabbinin emrine itaat eder, O’nu ve nimetlerini anarak şükreder. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Rabbinin nimetlerine gelince, işte onu anlat.” [Duhâ: 93/11]
Bir hadîs-i şeriflerinde de Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır:
“Kula bir nimet verilir de onu (hayırla yâd ederek) dile getirirse, onun şükrünü yerine getirmiş olur. Eğer onu (kimseye söylemeyerek) gizlerse ona nankörlük etmiş olur.” [Ebu Davud] Yani kul, Rabbinden gelen nimetleri itiraf eder ve onların sâhibini över. Diğer âyet-i kerîmelerde de şükür hakkında şöyle buyrulmuştur:
“Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Eğer siz, yalnız Allâh’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.” [Bakara: 2/172]
“De ki: O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalbler verendir. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” [Mülk: 67/23]

b) Anne-Babaya Şükür
Rabbimizin bahşettiği en güzel nimetlerden biri de anne-babadır. Allâh Azze ve Celle onlara değer vermiş ve onlarla ilgili birçok âyet-î kerîme indirmiştir. Onlara hürmet etmeyi emretmiş öf demekten dahi sakındırmıştır:
“Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanacak olursa, onlara öf bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle.” [İsrâ: 17/23]
Bir başka âyet-î kerîmesinde Rabbimiz önce kendisine ibâdet edilmesini, şirk koşulmamasını ve hemen ardından anne-babaya ihsân ile davranılmasını emretmiştir:
“Allâh’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babanıza iyilikte bulunun.” [Nisâ: 4/36]
Allâh Azze ve Celle rastgele kelâm etmekten münezzehtir. O’nun kelâmı hikmet üzeredir. Rabbimizin, tevhîd gibi önemli bir meseleden sonra, anne-babaya ihsânı emretmesi, onlara iyi davranmaya verdiği önemi vurgulamak içindir.

Yine başka bir âyet-î kerîmesinde Allâh Azze ve Celle önce kendisine sonra da anne-babaya şükretmemizi emretmiştir: “Biz, insâna, anne-babasına iyi davranmayı tavsiye etmişizdir. Annesi onu nice zahmetlere katlanarak karnında taşımış; sütten kesilmesi de iki yılı bulmuştur. Onun için, ey insân! Bana ve ana-babana da şükret! Dönüş ancak banadır.” [Lokmân: 31/14]
Adâleti, iyiliği ve hakkı en iyi bilen Yüce Rabbimiz, anne-babaya şükredilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Annenin evlâdını karnında taşımasını ve onları emzirmesini gerekçelerden bir tanesini bizlere sunmuştur. Anne-babaya şükretmek, onlara teşekkür etmek olarak anlaşılır. Çünkü üzerimizde en çok bulunan insânlar onlardır. Güzel ahlâklı bir Müslüman; anne-babasına itaat eder, iyi davranır ve rızâlarını kazanmak için çaba sarf ederek onlara şükrünü/teşekkürünü yerine getirmiş olur.

Kur’ân-ı Kerîm’deki Peygamberlerin Şükrü
Şükür, peygamberlerin önemli özelliklerindendir. Onlar, insânların örnek modelleri olarak güzel ahlâk kavramlarının doğru ölçüde yaşanma şeklini bizlere sunarlar. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin birkaçının şükründen bahsedilmiştir. Misal olarak hanîflerin atası İbrahim aleyhisselâm için Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“İbrahim, gerçekten Hakka yönelen, Allâh’a itaat eden bir önderdi; Allâh’a ortak koşanlardan değildi. Allâh’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allâh, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” [Nahl: 16/120-121]
Yine ulu’l-azm peygamberlerden olan Nûh aleyhisselâm’da şükretmesiyle Rabbimiz tarafından övülmüş ve bizim için örnek gösterilmiştir:
“Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o, çok şükreden bir kuldu.” [İsrâ: 17/3]
Bir başka âyet-i kerîmede de kimseye bahşedilmeyen nice nimetlerin kendisine bahşedildiği Süleymân aleyhisselâm’ın şükründen bahsedilmiştir. O, çok hikmet sâhibi bir peygamberdi. Yaşadığı olayları hikmet nazarında değerlendirip, şükredebiliyordu. Nitekim Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
“Dedi ki: Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükreder. Nankörlük edene gelince; o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, çok kerem sâhibidir.” [Neml: 27/40]
Sevgili peygamberimiz hakkında da şükretmesine yönelik birçok emir vardır. Onun şükrüne bir sonraki başlıkta değineceğiz. Biz, Peygamberimizin etmiş olduğu bir duâ ile bu kısmımızı tamamlıyoruz, inşallâh: “Ey Allâh’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel ibâdet etmek için bana yardım et!” [Ebû Dâvûd, Vitr 26]

Peygamberimizin Şükrü
Yüce Rabbimiz, Nebîmiz aleyhisselâm’a: “Yalnız Allâh’a kulluk et ve şükredenlerden ol!” [Zümer: 39/66] buyurmaktadır. Peygamberimiz aleyhisselâm’da emir üzerine kulluk etmiş ve şükredenlerden olmuştur. Cennete gireceklerin ilki olmasına rağmen, kulluk sorumluluğu kendisinden kalkmamış, bilakis kulluk bilincinde bir kul olarak, en çok ibâdet edenimiz olmuştur. Kulluğunun bir göstergesi olarak da şükretmiştir. Hatta kimi zaman ibâdet etmekten mübarek ayakları dahi şişerdi. Onu o halde gören Âişe annemiz:

“Ya Rasûlallâh, Allâh senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde, neden bu kadar çok uzun ibâdet ediyorsun” diye sormuştur. Rasûlullâh aleyhisselâm’da: –“Ya Âişe! Allâh’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştur.” [Buhârî, Tefsîru Sure 48]
Rasûlullâh aleyhisselâm, hem kalbiyle hem diliyle ve hem de gördüğümüz üzere amelleriyle şükreden şâkir bir insândı. Hayatının çoğu zorluk ve sıkıntıyla geçmesine rağmen, Sabır Nebîsi, Rabbinin nimetlerine şükürden geri kalmamıştır. O, şükrü ümmetine de tavsiye etmiştir. Şükür ile ilgili birkaç hadîs-i şerif şöyle gelmektedir:
“Dünyevî bakımdan kendinden aşağıdakine, dînî bakımdan da kendinden yukarıdakine bakan kişi, Allâh’u Teâlâ tarafından sabreden ve şükreden olarak yazılır.” [Tirmizî, Kıyâmet 58]
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” [Müslîm, Zühd 64]
“Îmân iki kısımdır: Yarısı sabırda, yarısı şükürdedir.” [Beyhakî, Şuâbu’l-Îmân: 7/127]

Şükrün Müslümanlar Üzerindeki Etkisi

Şükretmek, hayatın olumlu yönünü yakalamaktır. Şükür, kişilere yalnız olmadığını, Allâh Subhânehu ve Teâlâ tarafından sürekli ikrâmlara mazhar olduğunu ve sevildiğini hissettirir. Şükreden toplumlar, ictimâî alanda hayatın olumlu ve olumsuz her şartlarında güçlü durabilmeyi öğrenirler.

O nedenle asırlardır İslâm toplumları, şerîata bağlı kaldıkları sürece güçlü topluluk olmuşlardır. Bu mânâda şükretmenin hem ferdî hem de ictimâî etkileri vardır. Onları iki başlık altında öz bir şekilde inceleyelim, inşallâh.

1) Şükretmenin Ferdî Etkileri
Mânevî Gelişim ve Huzur: Şükretmek ferdî olarak; kulları Allâh’a yaklaştırır ve Rabbiyle aralarındaki engelleri kaldırır. Şükreden bir kul, mânevî görevini tamamlama hissiyle huzura varır. Ve birçok sıkıntılar gitgide gözünde küçülür. Şükür alışkanlığında olan bir kulun az ile kanaat edebilme özelliğini geliştirir.

Olumlu Düşünce ve Nazar: Şükretmek ferdî olarak; kullara her şeye olumlu bakabilme özelliği katar ve yaşama sevincini artırır. Şakir bir Müslüman, hayatın her koşulunda daha iyimser ve yapıcı yaklaşımlar sergileyip olayları çözüme ulaştırabilir.

Stres ve Kaygı Azaltma: Şükretmek ferdî olarak; kullar için sadece nimetler için değil, bazen hayatın kötü koşullarında Rabbimizin nice hikmetlerinin olduğunu düşünüp, her halinden memnun olmayı sağlar. Bu da kulların stres ve kaygı gibi kötü ruh hallerinden uzaklaşmasında etkili olur.

İyi ilişkiler Kurabilme ve Hikmet Elde Etme: Şükretmek ferdî olarak; kulların empati yapma yeteneğini artırır ve sağlıklı ilişkiler kurmaya yardımcı olur. Şükretme alışkanlığı olan kul, çevresindeki insânları olduğu gibi kabul eder ve birtakım hataları olsa da onların iyi yönlerini görür. Özellikle evlilik ilişkilerinde eşlerin birbirlerine saygı duymasını sağlayarak, birbirlerine nimet olduklarını hatırlatır.

Kendinle Barışık Olma ve Nefsine Hâkim Olma: Şükretmek ferdî olarak; kulların kendi iç dünyâlarındaki eksiklerini görüp kabul etme ve onları onarma yoluna gitmesini sağlar. İnsânlar bazen fizikî bazen de ruhî olarak, daha farklı olmayı isteyebilirler. Fakat bunları çoğu imkânsız şeylerdir. Bu değişim sağlanmadığı takdirde, kişilerin iç dünyâsı kargaşaya boğulur. En iyisi kişilerin kendilerinde olan iyilikleri görüp onlara şükretmesidir. İnsân, kendisine iyi davrandığında meziyetlerinin ne kadar güzel olduğunu öğrenebilir. Bu da ancak kendinle barışık olmakla mümkündür.

2) Şükretmenin İctimâî Etkileri
İctimâî Dayanışma ve Yardımlaşma: Şükretmek ictimâî olarak; toplumun birbirleriyle dayanışma içerisinde olmasını sağlar. Şükreden toplumlar paylaşma duyguları yüksek ve ihtiyaç sâhiblerini gözeten toplumlardır. Aksine Allâh Azze ve Celle’nin nimetleri karşısında şükretmeyip, şımaran kişiler, toplumun sınıflanmasına ve bir tarafı hastalıklı topluluklar üretmeye sebeb olurlar. Kur’ân-ı Kerîm’de fesat çıkaran nice toplulukların helak edildiğinden bahsedilmektedir.

Adâlet ve Barış: Şükretmek ictimâî olarak; toplum içinde adâletin sağlanmasında ve barışın hâkim olduğu bir toplumun oluşmasında etkili olur. Toplum içerisinde bireylerin hakları karşılanmadığı takdirde suç oranları giderek artar. İslâm dîninde zekât ve sadaka sistemiyle bu durum önlenmiş olur. Böylece toplumdaki sınıf ayrılığı izale edildiği için suç oranları büyük ölçüde düşer.

Eğitim Seviyesinin Yüksek Olması: Şükretmek ictimâî olarak; toplumun eğitim seviyesinin yüksek olmasında etkili olur. Nimetleri maddî ve mânevî olarak iki kısma ayran güzel Müslüman bireyler, fennî olsun şer’î olsun ilimleri birer nimet olarak görür ve eğitim-öğretime önem verirler.
Onun şükrünü edâ edebilmek için; ilmi öğrenir, onunla amel eder ve onu diğer insânlarla paylaşırlar. Eski İslâm toplumlarının eğitim merkezi olmaları, ilim nimetine şükretmelerindendir.

İsrafın Önlenmesi: Şükretmek ictimâî olarak; toplumun sâhib olduğu kaynakları daha tasarruflu kullanmasında etkili olur. Şükreden toplumlar israf etmek yerine, elindeki nimetleri değerlendirerek daha faydalı hale çevirirler. Bu da toplumdaki bereketin artmasına ve refah seviyesinin yükselmesine etki eder.

Vahdetin Oluşması: Şükretmek ictimâî olarak; toplumun İslâm kardeşliğini nimet olarak görmesine ve buna daha çok sâhib çıkmasına etki eder. Kardeşlik bağının yüksek olduğu toplulukta ayrılık ve tefrika minimum seviyede azalır.
Birlik ve beraberlik dîni olan İslâm, Müslümanları birbirine dîn kardeşi ilân etmiş ve onları birbirlerinden faydalandırmıştır. Tarihteki en zor günlerin, vahdetin oluşmasıyla aşıldığı bilinmektedir.

Şükür Kavramının Ramazan Ayıyla Bağı

Ramazan ayı, sabrı ve şükrü cem eden, kula açlığı yaşatarak; aç yaşayan insânların halini hatırlatan ve mânevîyâtın derinliklerine inip, açlığı ruha nimet kılan mübarek bir aydır. Tıbben bile bugün, oruç tutmanın vücudu temizleyerek faydalı olduğu kesinleştirilmiştir. Tıp dilinde buna “otofoji” yani; bedenin açlıkla kendisini yenilemesi denir.
Otofojide, en basit tarifiyle; sağlıklı hücrelerin sağlıksız hücreleri yiyip yok etmesi ve hastalıkların tedavi edilmesi vardır. Tıpkı bunun gibi, Ramazan ayında tutulan oruçların mânevîyâtta da bir otofoji etkisi olur. Kul, açlık ile bedenini terbiye ettiği gibi, ruhunu da terbiye etmektedir. Ahlâk ilminde ise bu işleme “ruhî riyâzet” denir.
Ruhî rizâyet; mânevîyâtı yenilemek ve tazelemek olarak tarif edilebilir. Örnek olarak şehvet kirine karşı galib gelemeyen insânlara, Allâh Rasûlü aleyhisselâm şöyle tavsiyede bulunmaktadır; “Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek, gözü harama bakmaktan daha fazla korur, iffeti de daha fazla muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen kimse ise oruç tutsun. Çünkü oruç insânın şehvetini kırar.” [İbni Mâce]

İnsânın riyâzete muhtaç olduğu daha başka özellikleri de olabilir. Ahlâk kitâblarında bununla ilgili müstakil bâblar açılmıştır. Ahlâk ilmine göre tabiri caizse; kalb bir kaledir ve orada îmân şâhı korunur. Îmân, azâları buradan yönetir. Şeytân ve nefis düşmanları ise hep kalb kalesine saldırmakla meşguldürler. O nedenle kalbe giden yolları kapamak ve başlarına askerler dikmek gerekir. Kalbe giden yollar birçoktur. Bunların başında gözler, kulaklar ve dil gelir. Oruç ibâdeti de bu yollara dikilen bir askerdir. Gözü korur, kulağı korur, dili korur…
Ve böylece kalbe takvâ ordusu takviye edilmiş olur. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvâ sâhibi olursunuz.” [Bakara: 2/183]
Kul, aslî ihtiyaçlarından uzak kalmaya başladıkça, yakınında olanlarla ilgilenmeye başlar. Kendisinde uzak durduğu şeyler, ona artık en yakını gibi gelir. Yokluk, kula; varlığın kıymetini bilmeyi öğretir. Eğitim metotlarının en başarılısını barındıran İslâm Dîni, kullara uygulamalı olarak bunları tecrübe ettirir.

Misal olarak; hac ibâdetinde, ihrama giren kimsenin tırnağını kesememesi, saçlarını tıraş ettirememesi, aslı itibarıyla kula; aslında insânın ne kadar aciz olduğunu ve onun ancak Rabbinin ikrâmlarıyla güzelleşebileceğini öğretir.

Oruç temalı olan Ramazan ayı da kullara; Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın verdiği maddî ve mânevî nimetlerin farkına varabilmeyi ve bu nimetlere şükredebilmeyi öğretmektedir. Yokluğun direktifinde varlığın değeri anlaşılır. Rabbimiz Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

“Ramazan ayı, insânlara yol gösterici, doğruyu eğriden ayırmanın açık delîlleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allâh sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allâh’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” [Bakara: 2/185]

Ramazan ayı, şükür ayıdır. Ramazan ayı, takvâ ayıdır. Bunlar kulun ziynetleridir. Rabbimiz, bizleri de şükür ve takvâ ile kuşattığın, himayene aldığın ve müjdelediğin kullarından eyle! Allâhumme âmin. “Âmin” diyenlere hayırlı Ramazanlar diyor ve nice Ramazanlardan çokça faydalanmalarını diliyorum. Ayrıca Ramazan vesîlesiyle bu kardeşinize de duâlarınızda yer ayırmanızı dilerim.
Selâm ve duâ ile…

Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Enes Lütfü