En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sâhibi Allâh’ın ismiyle…
Îmân eden kullarına, genişliği yerler ve gökler kadar olan cenneti hazırlayıp bahşeden; din gününün sâhibi Rabbimize hamdolsun. Salât ve selâm, havz-ı kevserinde ümmetini bekleyen Nebîmiz aleyhisselâm’ın ve O’nun pak âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Âhiret Kavramı
Lügat mânâsı itibari ile “âhiret”; “ahr” kökünün ismi faili olup, “son, sonra gelen, sonraki” mânâlarına gelmektedir. Evvel kelimesinin zıt anlamlısıdır. Istılâh mânâsı ise insânın ölümü ile başlayan süreci ve sonrasında gelecek ebedî hayatı ifâde etmektedir. Dünyâ hayatındaki amellerin, ceza ve mükafatlarının görüldüğü zaman ve mekân olarak da ifâde edilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de “yevmu’l-ahir, eddâru’l-âhire” şeklinde “yevm” ve “dâr” kavramlarının sıfatı olarak da kullanılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm âhiret hayatını detaylı bir biçimde ele alır ve bu hayatı çeşitli safhalara bölerek takdim eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm âhirete dair, “el-Yevm”, “es-Sâ’a”, “el-Hakkâ”, “el-Kâria” ve “el-Vâkia” gibi kavramları da ele almaktadır. Çeşitli âyet-i kerîmelerde âhiret hayatının cüzlerine, farklı isimler vererek atıflarda bulunur. Bazen kıyâmet saatinden, bazen ba’sdan, bazen haşrdan, bazen hesaptan, bazen mizandan ve nihâyet de cennet ve cehennemden bahseder. Saymış olduğumuz bu bölümlerin hepsi, âhiretin kapsamına girer ve âhiret hayatının bir yönünü ortaya koyar veya bir sahnesini tarifler.
Âhirete İnanmanın Hükmü
Âhirete îmân, “âmentü” olarak ifâde edilen ve “Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve hayrıyla şerriyle birlikte kadere îmân” şeklinde altı ilkeden oluşan İslâm’ın akide esaslarından biridir. Âhirete îmân; zikredilen altı esasda olduğu gibi kendisine şeksiz şüphesiz inanmayı gerekli kılan, asıllardan bir asıldır. Nitekim Cebrail aleyhisselâm, Nebî aleyhisselâm’a “Îmân nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Îmân; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmaktır.” [Buhârî]
Âhirete îmân, diğer îmân esaslarında olduğu gibi gaybe inanmaktır. Âhirete îmân; maddenin ötesinde bir mânânın, cesedin ötesinde bir ruhun, aklın ötesinde bir kalbin, şehâdetin ötesinde bir gaybın, ölümün ötesinde bir hayatın varlığını bize öğretir. Âhirete îmân; yalnızca dil ile ikrar edilen bir inanç olmayıp, kalbte hiçbir şek ve şüpheye yer vermeden, yakinen itikâd etmekle, sahih olan akidevî bir zorunluluktur. Fıtrat yörüngesinden çıkmamış kulun; iyilik ve kötülüğün karşılığını, âhirette göreceğinde tereddüt etmesi de tahayyül edilemez. Âhiret gününe îmân etmek; Allâh’u Teâlâ’nın dünyâ hayatının yok olacağına dair haber verdiği her şeyi, kıyâmetin âlametlerini, kıyâmet günü yaşanacak korkuları ve farklı halleri kabul edip, doğrulamayı gerektirir.
Aynı şekilde Allâh’u Teâlâ’nın âhiret hayatı hakkında anlattığı kabir âlemi, cennet, cehennem, insânların yeniden dirilmesi, hesaba çekilmesi ve dünyâda yaptıkları amellerin karşılığının verilmesi gibi büyük olayların meydana geleceği konusunda haber verdiği konuları da tasdik etmeyi gerektirir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “âhirete îmân”, “Allâh’a îmân” ile birlikte zikredilmiş, Âhirete îmân etmenin farz olduğu, âhireti inkâr etmenin küfür olduğu belirtilmiştir. Kur’ân’da 26 âyet-i kerîme de “Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız” denilerek bu durum vurgulanmıştır.
Âhirete Îmân Etmenin Önemi
Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’a îmânla, âhirete îmânın yan yana zikredilmesi, âhiret inancının îmân esasları arasında çok önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Nitekim yüce kitâbımız; Allâh’ın yegâne Rab ve ilâh olarak kabul edilip bunların haricinde hayatın merkezine yerleşmeye çalışan her şeyi dışarda tutarken, en çok âhirete vurgu yapmakta ve onu Allâh’a îmânla birlikte zikretmektedir.
Âhiret inancı bütün peygamberler tarafından tebliğ edilmiş bir îmân esasıdır. Bu inanca Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’ın varlığı ve birliği ile birlikte yer verilmiştir. Nebîmiz aleyhisselâm’ın sünnetinde de “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden” terkibi ile çok fazla hadîs yer almaktadır. Bu da kavramın önemini bize bir nebze daha öğretmektedir.
İlk inen sûrelerden biri olan Fâtiha Sûresi’nde; Şâri Teâlâ âhiret inancının önemini “din gününün sâhibi” ifâdesiyle bildirmiştir. Kullarından da farz namazlarında günde en az 17 defa tilavet edilmesini emir buyurmuştur.
Elbette bu şuurla âhiret inancını sürekli hatırda tutan kulun, dünyâya meftun olmayıp gafletten sıyrılması da mümkün olacaktır.
Âhiret hayatının son durağında, sonu olmayan bir hayat yer alır. Îmân ehli için mükafatını elde edeceği ebedî saâdet yurdu olup, şirk ve küfür ehli için de ebedî hüsran yurdu olacaktır. Hesap ve ceza yurdu, geçici ve gölgelik olan bu dünyâda işlenen amellerin karşılığıdır. Öyleyse her bir amel bu bilinçle yapılmalıdır ki, Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.” [Enam: 6/160]
Allâh Rasûlüne “Müminlerin en akıllısı (şuurlusu) kimdir?” diye sorulduğunda O, “Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayatı için en güzel şekilde hazırlanan kimsedir.” buyurmaktadır. [İbn Mâce] Ümmetinin muallimi Nebîmiz aleyhisselâm dünyâ ve âhiretin birbirinden ayrılmadığını, bilakis birbirini tamamlayan iki farklı âlem olduğunu bize öğretmektedir. Kur’ân’da âhiretin mukabili olarak dünyâdan da çokca bahsedilmektedir. Yüce kitâbımızda “âhiret” ve “dünyâ” kelimesi, aynı sayıda 115 defa zikredilmektedir. Bu bağlamda âhiret kavramının önemini daha iyi idrak etmek için dünyâ ile olan ilişkisini ele alalım.
Dünyâ ve Âhiret Arasındaki İlişki
Yüce kitâbımızda dünyâ kavramı âhiretin mukabili olan mekândaki yaşam, bir başka ifâde ile dünyâ hayatı için kullanılmaktadır.
Kur’ân’da âhiret ve dünyâ kavramları eşit sayıda yer almış; bununla ikisi arasında bir dengenin kurulması gerektiği ortaya konulmuştur. Dünyâ ve âhiret arasındaki dengenin sağlanması hakkında Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allâh’ın sana verdiği şeyleri (kendisi için harcayarak) âhiret yurdunu iste. Ancak dünyâdan da nasibini unutma!” [Kasas: 28/77]
Ve keyfiyeti hakkında ise dünyâyı geçici bir basamak görüp, âhireti ise istenilen yurt olarak görülmesi gerektiği bildirilmektedir. Nebî aleyhisselâm bu durumu “Dünyâ, âhiretin tarlasıdır.” [Buhârî] şeklinde ifâde etmektedir. Dünyâ ve âhiret arasındaki ilişkiyi anlamlandırmak ve farklarını daha iyi algılamak için bir tasnife gidebiliriz:
Dünyâ, Dârü’l-Cefa’dır. Âhiret, Dârü’s-Sefa’dır.
Dünyâ, Dârü’l-Harp’tır. Âhiret,Dârü’l-Ğanime’dir.
Dünyâ, Daru’s-Sabır’dır. Âhiret, Dârü’s-Selâm’dır.
Dünyâ, Dârü’l-Metâ’dır. Âhiret, Dârü’l-Karar’dır.
Dünyâ, Dârü’l-Fasikîn’dir. Âhiret, Dârü’l-Muttakîn’dir.
Dünyâ, Darü’s-Sefer’dir. Âhiret, Dârü’l-Mukamet’tir.
Dünyâ, Dârü’l-İmtihan’dır. Âhiret, Dârü’l-Mükafat’tır.
Âhiretin Kur’ân ve Sünnet’teki Yeri
Âhiret; müfessirlerin ittifakıyla, Kur’ân-ı Kerîm’in asıl maksatlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Yüce kitâbımızın pek çok yerinde âhirete îmânla Allâh’a îmân birlikte zikredilmiştir. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onlar sana indirilene de senden önce indirilene de îmân ederler, âhiret gününe de kesin olarak inanırlar.” [Bakara: 2/4]
Nebî aleyhisselâm’ın sünnetinde de Allâh’a ve âhiret gününe îmân ile ilgili birçok hadîs varid olmuştur:
“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi misafirine ikrâmda bulunsun. Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi komşusunu rahatsız etmesin. Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi ya hayır söylesin ya da sussun.” [Buhârî]
“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişinin zina etmesi, taksim edilmemiş ganimet malını satması, Müslümanlara ait ganimet elbiseyi giyip eskiterek geri vermesi, Müslümanlara ait ganimet hayvanına binip zayıfladıktan sonra iade etmesi helâl değildir.” [Ahmed]
“Allâh, Mekke’yi dokunulmaz kıldı. Allâh’a ve âhiret gününe inanan kişinin Mekke’de kan dökmesi ve Mekke’nin ağacını kesmesi helâl değildir.” [Buhârî]
Bu âlemin ve varlıkların yok olması, insânların yeniden dirilmesi, sorgulama, amellerden hesaba çekilme, haşr, şefaat, mizan, cennet ve cehennem gibi husûslar âhiret âleminin meselelerinden ve merhalelerindedir.
Kur’ân, bu husûslar üzerinde özenle durarak, geniş açıklamalar yapmaktadır. Bilhassa Kur’ân’ın son cüzlerinde yer alan sûrelerde, ekseriyetle âhiret sahnelerine dikkat çekilmiştir.
Âhiret Hayatının Safhaları
Âhiret; kabir hayatı, kıyâmet, ba’s (yeniden dirilme), haşr ve mahşer, amel defterlerinin dağıtılması, hesap, mizan, sırat, şefâat, cennet ve cehennem gibi devreleri kapsamaktadır. İnsân öldüğünde ruh bedenden ayrılır, ancak kabir hayatıyla birlikte ruhun tekrar bedenle irtibatı kurulur. Diğer bir deyişle ruh, bedene tekrar iade edilir. Kıyâmetin kopmasına kadar sürecek olan bu dönem berzah hayatı şeklinde isimlendirilir. Sûr’a ilk üflemeyle birlikte kıyâmet kopacak ve dünyâ hayatı tamamen sona erecektir. İkinci defa sûr’un üflenmesiyle ruhlar bedenlerine iade edilecek ve yeniden diriliş gerçekleşecektir. Daha sonra insânlar Arasat denilen toplanma yerinde bir araya gelecektir.
Kıyâmet gününde insânların hesaba çekilmesi ve ceza veya mükâfatı gerektiren amellerinin mizanda tartılması, belli kayıtlara bağlı olarak gerçekleşecektir. Bunlara Kur’ân-ı Kerîm’de “kitâb” adı verilmekte, meallerde ise “amel defteri” olarak da bilinmektedir. Âhiret gününde kulun tâbi tutulacağı hesabın sonucu, Kur’ân-ı Kerîm’de, “terazilerin (tartıların) ağır yahut hafif gelmesi” şeklinde ifâde edilmiştir. Hesap sonunda sevâbları ağır gelenler cennete, hafif gelenler cehenneme gideceklerdir. Mizanda amelleri denk gelenler ise Allâh’ın engin rahmetiyle bağışlanacaklardır. Cennet ve cehenneme gidiş, sırat denilen bir köprü üzerinden gerçekleşecektir.
Dünyâda tevhîd üzere yaşayıp o hal üzere canını teslim eden ve sâlih ameller işleyenler köprüyü geçip cennete ulaşırken; şirk, küfür, isyan ve masiyet üzere bir hayat yaşayanlar köprüyü geçemeyecekler ve Rabbimizin yüce adâleti gereği cezalarını çekmek üzere cehenneme yuvarlanacaklardır. Cennet ehline Allâh’u Teâlâ akıl ve hayallerine gelmeyecek nimetler bahşedecek, hatta ru’yetullâh gibi en büyük nimet ile kullarını ödüllendirecektir.
Âhirete Îmân Etmenin Müslümanlara Etkisi
Âhirete îmân; insânın hayatına anlam katıp ve onu temelden şekillendirmektedir. Âhiret inancının birey ve toplum açısından büyük bir önemi ve pek çok faydaları vardır. Bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Âhiret inancı; insânlar için en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu inanç; insânın sadece âhirette değil, dünyâda da huzur kaynağı olmaktadır. Ve insâna büyük bir mânevî destek sağlamaktadır. Âhiret inancı olan kimse, âhiret hayatında, bu dünyâda yaptığı işlerin karşılığını göreceğine inanır. Bu sebebten işlerini Allâh’ın emirleri çerçevesinde yapar. Daima her yaptığı işte Allâh’ın rızâsını kazanmayı düşünür. Bu da insânın hem dünyâda hem de âhirette saâdete ermesine vesîle olur.
2. Âhirete îmân; insân hayatına bir hedef ve yön verir. Yaratılıştaki gayeyi, amacı ve insânın boş yere yaratılmadığını başıboş da bırakılmadığını öğretir. Böylece yaratılış gayesinin fehmedilip ve asıl hayatın ne olduğuna dair vukufiyet kazanılır. Nihâyet bu da atamız Âdem aleyhisselâm’ın geldiği yurdun varisleri olmak için sa’yü gayretin içinde olmayı gerektirir.
3. Âhirete inanan kişi; dünyâ hayatının bir imtihan yeri olduğunu ve sâhib olduğu nimetlerden muhakkak sorguya çekileceğini bilmektedir. Bu şuurla dinî ve dünyevî görevlerini yerine getirmeye özen gösterir, bireysel ve toplumsal hakları gözetir, ihlal etmez. Çünkü bir mükafat ve ceza gününün varlığına îmân eden kişi bu dünyâda işlediklerinden dolayı Allâh’ın huzurunda sorguya çekileceğini bilir. Bu sebeble âhiret inancı, insânlar için hem hukukî hem ahlâkî hem de vicdanî bir kontrol ve denetim sağlar. Hülâsa İslâm toplumundaki bireylerin arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştıracak olan en büyük araç, âhirete îmândır.
4. Âhiret inancı; insânların dünyâ ve içindekilere karşı aşırı bağlanmalarını önleyip, kulları vehn hastalığından korur. Dünyâyı âhiretin tarlası olarak görmeyi dolayısıyla dünyânın çekiciliğine ve aldatıcılığına kanmadan dünyâ hayatı ile âhiret yurdu arasında denge kurabilmeyi sağlar.
5. Âhiret inancı; insânların ümitlerini taze tutar, acılarını hafifletir, zor durumlara katlanmalarını kolaylaştırır. İmtihan şuuru kazandırır ve sabır azığı edinmeye vesîle olur. İnsânları ölüm korkusundan da kurtaracak ve insânın hayatına anlam katacak olan yakinî bir âhiret inancıdır. Böylece âhirete inanan kişi, yaşlandığında veya hastalandığında ölüm kendisine gelmek üzere iken, iyi bir kul olarak yaşamanın huzurunu duyar. Onun için ölüm, artık yeni ve sonsuz bir mutluluğun başlangıcıdır.
6. Âhiret inancı; ilâhî adeletin tezahürü olup, îmân edenler için bir huzur kaynağıdır. Nitekim yüce kitâbımızın haber verdiği; zâlim ve mazlumun, müşrik ve muvahhîdin âkıbetleri, mü’minlere bir teselli olup huzur bahşeder. Zira kötülüğe maruz kaldıklarında, kendilerinden daha güçlü oldukları için onlara zulmeden kimselerden haklarının mutlaka âhirette alacaklarına inanmalarını sağlar ve huzur bulmalarına vesîle olur. Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Kıyâmet gününde tüm haklar sâhiblerine kesinlikle verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alınır.” [Müslim] Bu durum kişide adâlet duygusunun gelişmesine de katkı sağlar.
7. Âhiret inancı; ibâdetlerdeki heyecanı ve huşuyu artırır. Nehyedilen haramlardan uzaklaşmamızı kolaylaştırır. Âhirete îmân eden kul; ebedî hayatta kendisinin tek yoldaşı olan ameli yani dünyâda yapıp ettikleri olduğunu idrak eder. Bu husûsta Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Ölü ile beraber kabre üç şey gider: âilesi, malı ve amelleri. Bunlardan ikisi yani âilesi ve malı geri döner, üçüncüsü olan ameli ise kendisiyle baş başa kalır.” [Buhârî]
Âhiret ile Ramazan Arasındaki İlişki
Ramazan ve âhiret arasındaki bağı birçok cihetten ele alabiliriz bazıları şöyle sıralayabiliriz.
1. Ramazan ayında tutulan oruç ibâdetinin ecrini; Rabbimiz kendi katında saklayarak, dilediği şekilde mükafatlandırmıştır. Bu yönüyle Ramazan’ı ihyâ etmek; elde edilecek âhiret mükafatlarından en kavî olanlarındandır. Kudsî bir hadîste Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Âdemoğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızâm için yapılan bir ibâdettir. Onun mükafatını bizzat ben vereceğim.” [Müslim]
2. Âhiret ceza ve mükafat yurdudur ve her bir zerrenin hesaba katılacağı o günün dehşetinden ancak günahlarından arınmış muvahhîd bir kul emin olabilir. Bu itibarla bağışlanmanın önemi daha da artmaktadır. Ebu Hureyre radîyallâhu anh’ın rivâyet ettiği bir hadîste Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim îmân ederek ve mükafatını da (Allâh’tan) bekleyerek Ramazan ayında oruç tutarsa, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.” [Buhârî]
3. Cennet, âhiret duraklarının sonuncusu olup varılacak ne güzel bir yurttur. Cennet, mü’minlerin ebedî nimetler içinde olacakları saâdet dârıdır. Kendisinin sekiz kapısı olup, Reyyan bunlardan biridir ve siyam ehlinin gireceği bir kapıdır. Bu husûsta Nebîmiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyâmet günü o kapıdan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. (O gün) Oruçlular nerede? Diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez.” [Buhârî]
4. Âhiret mükafatlarını arzulayan, cennetin yüce makamlarını isteyen muvahhîdler için fırsat ve bağışlanma ayı olan Ramazan; Rahmân’ın kullarına büyük bir ikrâmıdır. Bu husûsta Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytânlar ve azgın cinler zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır ve hiçbiri açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve hiçbiri kapanmaz. Sonra bir münadi şöyle seslenir: ‘Ey hayır dileyen, ibâdet ve kulluğa gel! Ey şer isteyen uzatma, günahlarından vazgeç!’ Allâh’ın bu ayda ateşten azat ettiği nice kimseler vardır ve bu Ramazan boyunca her gece böyledir.” [Tirmizî]
5. Hayır ve bereketin indiği Ramazan ayında yaptığımız ibâdetlerle; âhiretteki dehşetli bekleyişten kurtulup, cennete ilk girebilecek bahtiyar kullardan olabiliriz. Nitekim bu husûsta siyam ehlini müjdeleyen, şöyle bir rivâyet gelmektedir:
“Benî Kudâa Kabilesi’nden iki zat Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gelerek îmân etmiş ve İslâm ile şereflenmişlerdi. İçlerinden birisi, îmân edişlerinden bir süre sonra çıkmış olduğu bir gazvede şehid düştü ve Allâh yolunda canını verenlerden oldu. Onunla birlikte îmân eden diğer zat ise, arkadaşının şehâdetinden sonra ortalama bir yıl daha hayat sürdü ve bir yılın ardından o da ‘normal ölümle’ öldü… Bu ölümlerin ardından biraz zaman geçti. Bir gece ashâbın önde gelen simalarından ve cennetle müjdelenen on kişiden birisi olan Talha b. Ubeydullâh radîyallâhu anh, bir rüya gördü. Rüyasında cenneti ve cennete girenleri görüyordu. Bir de baktı ki, cennete girenler arasında Beni Kudâa Kabilesi’nden Rasûlullâh sallallâhu alayhi ve sellemin yanına gelerek îmân eden iki zat da var. Talha b. Ubeydullâh radîyallâhu anh çok şaşırdı. Ama onu şaşırtan bu insânların cennete girmesi değildi; onu asıl şaşırtan, bu iki zattan normal ölümle ölen sahâbînin, bir yıl önce Allâh yolunda canını vererek şehid olan arkadaşından daha önce cennete girmesiydi! Bir anlam veremedi gördüğüne. Hayretlere düştü. Oysa o çok iyi biliyordu ki, Allâh yolunda canını vererek şehid olanlar cennette en üst mertebeleri elde ederlerdi. Ama burada tam tersi oluyor ve bildiğinin aksi bir şey gerçekleşiyordu. Bu karışık duygular içerisinde hemen Nebî aleyhisselâm’ın yanına geldi ve olayın gerçek yüzünü bizatihi O’ndan öğrenmek istedi. Olayı bütün netliğiyle anlattı. Rüyayı dinleyen Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, Talha b. Ubeydullâh radîyallâhu anh’ın hayretler içerisinde kaldığını görünce meseleye açıklık getirmek istedi ve şu çok önemli cümlelerle meseleye izah getirdi: “O değil mi ki, öbürünün ardından (fazladan) bir Ramazan’ı oruçla geçiren altı bin rekât namaz kılan! (İşte budur aralarındaki derece farkını sağlayan şey)”” [İbn Mâce]
Sonuç
Âhirete îmânın dinî ve dünyevî fark etmeksizin birçok esesa temas ettiğini müşahade ettik. Hassaten Ramazan ayı ile bağlantısını incelemeye çalıştık. Elbette burada bahsettiğimiz inanç, muhtevasından habersiz mücerret bir şekilde sadece dile hapsedilen bir anlayış değildir. Nitekim hayata müdahil olmayan, akideye, insânî değerlere, toplumsal ilişkilere karışmayan, helal ve harama etkisi olmayan âhiret inancı Allâh Azze ve Celle’nin istediği âmentüdeki âhiret inancı değildir. Dolayısıyla sahih bir âhiret inancı; dünyâ hayatını düzenler ve fıtrata uygun bir yaşamı tanzim eder. Yarattığı kulu en iyi bilenin, çizdiği sınırlar içerisinde yaşamayı öğreten bir kontrol mekanizması oluşturmaktadır.
Günümüzde ne yazık ki âhirete îmân bağlamında yaşanan yozlaşma, beraberinde tevhîdin örselenmesini getirmektedir. Hayata denge, huzur ve emniyet veren sekinet ile kalbleri mutmain edecek bir âhiret inancına, toplumun ıslâhı için ihtiyacımız vardır. İslâmî kimlik ve kişilikleri inşâ edecek âhiret inancı; toplumda adeleti, huzuru ve emniyeti tesis edecektir.
Muvahhîd kullar olarak uhdemize düşen, Rabbimizi râzı edip âhirete yakinî bir şekilde îmân etmektir. Modern cahiliyenin dayattığı bütün masiyetlerden, ancak âhiret şuuruyla korunur; nefsimizi daldığı gaflet uykusundan ve günah bataklığından bu şekilde kurtarabiliriz. Bunun için de en güzel başlangıç ve en doğru vakit Ramazan ayıdır.
Duâmız
“Rabbimiz! Bize peygamberlerine vaad ettiğini ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen verdiğin sözden dönmezsin.” [Âl-i İmrân: 3/194]
“Allâh’ım! Bütün işlerimizde âkıbetimizi güzel kıl. Dünyâ rüsvaylığından ve âhiret azabından bizleri koru.” [Ahmed]
“Allâh’ım! Gaybı bilmenle, bütün yaratıklara kadir olmanla, hayatın benim için hayırlı olduğunu bildiğin sürece beni hayatta bırakmanı, ölümün benim için hayırlı olduğunu bildiğin takdirde canımı almanı dilerim. Allâh’ım, ben gizlide ve açıkta senden korkmayı niyaz ederim. Kızgınken de, hoşnutken de hak söz söylemeyi, zenginken de, fakirken de orta yollu davranmayı dilerim. Senden sonu gelmeyecek bir nimet, senden arkası kesilmeyecek bir göz aydınlığı dilerim. Hükmünü hakkımda takdir edip gerçekleştirdikten sonra ona razı olmayı dilerim. Ölümden sonra senden rahat bir hayat dilerim. Yüzüne bakma lezzetine erişmeyi, sana kavuşma şevkini duymayı -zarar verici herhangi bir husûs ve saptırıcı hiçbir fitne olmaksızın- dilerim. Allâh’ım îmân süsü ile bizleri süslendir, bizleri hidâyete ulaşan ve hidâyet bulanlardan kıl.” [Nesaî]
Allâhumme âmin.
Selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Alaaddin Cihad