Îmân ehli kullarını en güzel şekilde terbiye eden, er-Rab olan Allâh Azze ve Celle’nin adıyla… Allâh’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selâm olsun.
Bu kâinatı, bütün varlıklarıyla aklımızın ermeyeceği şekilde ince bir sanat ile yaratan Allâh’u Teâlâ, mahlûk üzerindeki kanun ve nizâmını da belirlemiştir. İlmi ve kudreti hudutsuz olan Rabbimiz Subhânehu ve Teâlâ, insânı en güzel surette yaratmış ve eşref-i mahlûkat kılmıştır. Ardından ona, gönderdiği elçileri vasıtasıyla, iyiyi ve kötüyü, güzeli ve çirkini öğretmiştir. O halde Allâh’u Teâlâ’nın, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem aracılığıyla bizlere öğrettiği âdâb ve ahlâk, en güzel hal ve hareketlerdir.
Âdâb ve ahlâk birbiriyle alakalı olan iki kavramdır. Ancak bizler bu yazımızda özel olarak âdâb kavramını ele alacağız. Bu kavramı tanıyıp onun İslâm’daki yerinden bahsettikten sonra, Mübarek Ramazan ayında, nefislerin alabileceği âdâbî terbiyeden bahsedeceğiz. Yardım ve başarı, te’dib ve terbiye Allâh’u Teâlâ’dandır.
Âdâb Nedir?
Âdâb kelimesi, edeb kelimesinin çoğulu olup edebler mânâsına gelmektedir. Edeb ise, İslâm’ın her yönünü kapsayan görgü ve ahlâk kurallarıdır. Neyin, nerede ve nasıl olması gerektiğini öğreten şeydir. Doğru yerde, doğru söz ve eylemde bulunmaktır. Örneğin, uzanmak mubahtır, ancak saygı değer birinin yanında bunu yapmak edebe aykırıdır. Anlaşıldığı üzere, mubah olan bir şeyin dahi uygunluğu, duruma göre değişebilir.
İşte bu gibi durumlarda, nasıl hareket edeceğimizi bize gösteren kurallara, edebler yani âdâb denmektedir.
İslâm Dini’nde âdâb, insânın davranışlarına, sözlerine ve ilişkilerine yansıyan ahlâkî değerlerdir. Buna göre âdâb, insân ilişkilerinde karşılıklı anlayışı ve hoşgörüyü sağlar.
Âdâb kavramının ahlâk kavramıyla yakından bir ilişkisi vardır. İki kavram da Allâh’u Teâlâ’nın emrettiği şekilde iyiliği ve güzelliği benimsemeyi, kötülükten de kaçınmayı ifâde eder. Ancak biraz detaylandıracak olursak, ayrıldıkları nokta şudur: Ahlâk; kişinin iç dünyâsıyla bağlantılı olup kişide bulunan kalb halleridir. Âdâb ise; kişinin kalbinde bulunan huyların, söz, hal ve hareket ile bedene sirâyet etmesidir.
Karşımıza şöyle bir soru çıkabilmektedir: Kalbe yerleşen güzel ahlâk mı kişiyi edebli yapar yoksa edebli davanışta bulunmak mı kişiyi bâtınen güzel ahlâk sâhibi kılar? Yani bâtın mı zâhiri etkiler yoksa zâhir mi bâtını etkiler? Bunun cevabını iki yönlü verebiliriz. Bu iki durumun birbiriyle bağlantısı vardır. Nitekim kişinin bâtınına yerleştirdiği güzel ahlâk, sağlıklı söz ve eylemler ile açığa çıkacak ve kişiyi edeblice davranmaya sevk edecektir. Diğer yandan kalbinde kötü ahlâk bulunan bir kişi, zâhirini zorlu bir edebî terbiyeye sokacak olursa, bunun tesiri kalbte de görülecektir. Buna, kötü ortamda cahiliye üzere yetişmiş bir çocuğun ileride kötü bir karaktere, nezih bir ortamda İslâm üzere yetişmiş bir çocuğun ise ileride güzel bir karaktere sâhib olmasını örnek verebiliriz. Bu sebeble kalbe güzel ahlâkın yerleşmesi, Kur’ân’da ve Sünnet’te gelen âdâba riâyetle mümkündür. Velev ki yapılırken nefis zorlansın. Bir süre sonra bu, kişide oturmuş bir karakter haline gelecektir. Unutulmamalıdır ki dış dünyâmız, iç dünyâmızı etkileyen en büyük etkenlerdendir. Allâh en doğrusunu bilendir.
Âdâbın Hükmü
İslâm âdâbı her konuda kurallar belirlemiştir. Bu sebeble onun tasnifine giderek, hükmünden bahsetmemiz yerinde olacaktır. Âdâbı üç sınıfa ayırabiliriz:
1) Allâh’a ve Rasûlü’ne Karşı Âdâb
Malum olduğu üzere Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı âdâblı olmak, her Müslüman üzerine farzdır. Bunun zıttına, Allâh’a ve Rasûlü’ne yapılacak âdâbsızlık, kişiyi İslâm dairesinden çıkarabilmektedir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.” [Hucurât: 49/1-2]
Âyet-i kerîmede geçen “amelleriniz boşa gider” ifâdesi kişinin küfre düşebileceğine bir işârettir. Çünkü ancak kâfir olanların amelleri boşa gider.
Aynı şekilde, Rabbimiz Allâh’u Teâlâ için değerli olan herhangi bir şeye yapılacak hürmetsizlik de sonucu hüsran olan işlerdendir. Nitekim Tebûk Seferi sırasında nazil olan bir âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki sözlerini onlara soracak olsan: ‘Lafa dalmış, eğleniyorduk’ diyeceklerdir. De ki: ‘Allâh’ı, âyetlerini ve Rasûlü’nü mü alaya alıyorsunuz? Özür dilemeyiniz! Muhakkak ki îmânlarınızdan sonra kâfir oldunuz.” [Tevbe: 9/65-66]
İbn Kesir rahîmehullâh yukarıdaki âyetin tefsirinde Muhammed İbn Kâ’b el-Kurazî ve başkalarından şöyle nakleder: “Münafıklardan birisi: ‘Bizim şu kurrâmızı ancak midelerine en düşkün, dilleri en yalancı ve düşmanla karşılaşma sırasında en korkaklarımız olarak görüyorum’ dedi. Bu, Allâh Rasûlü aleyhisselâm’a ulaştırıldı. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kalkmış, devesine binmişken (bu sözü söyleyen münafık) geldi ve: ‘Ey Allâh’ın elçisi, andolsun ki, biz sadece eğlenip duruyorduk’ dedi. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de bu âyet-i kerîmeleri okuyordu.”
Yukarıdaki nakilde münafıkların, bizzat Allâh’u Teâlâ ile değil, kurrâlar ile alay ettikleri görülmektedir. Bu âdâbsızlık da onların küfre girmelerine sebeb olmuştur.
Açıklandığı üzere Allâh’a, Rasûlü’ne ve dinden olan her bir şeye âdâb farzdır. Zikrettiklerimize yapılacak bir âdâbsızlık ise kişiyi İslâm milletinden çıkaran bir küfür olabilmektedir. İslâm dinine veya İslâm dininden olan herhangi bir şeye hürmetsizlikten Allâh’u Teâlâ’ya sığınırız.
2) Müslümanlara Karşı Âdâb
İslâm dini ictimâî olarak yaşanan bir dindir. Bu sebeble Müslümanlar arası sosyal ilişkilerin güzel olması gerekmektedir. İşte bu ilişkilerin sağlıklı olması, söz, hal ve davranışların İslâm âdâbına uygun olmasıyla mümkündür. Sonuç olarak âdâb, her Müslüman için önemli bir sorumluluktur.
3) Diğer İnsânlara Karşı Âdâb
Ümmet-i Muhammed, insânlar arasından çıkartılmış vasat bir ümmettir. Bu ümmetin en önemli özelliklerinden biri de dâvetci olmasıdır. Her şeyiyle en güzel örnek olan Nebîmiz aleyhisselâm dâvet noktasında da en iyisiydi. Dâvetçi olan Nebîmiz aleyhisselâm’ın dikkat çeken bir davranışı da gayrı Müslimlere olan âdâb ile muamelesiydi. Bu sebeble Müslüman olmasalar dahi insânlara âdâb ile muamelede bulunmak, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın bir sünnetidir.
Âdâbın Önemi
İslâm dini, edeb ve ahlâk dinidir. Bu sebeble şerîat, âdâba dair kural ve kaideler ortaya koymuştur. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de söz, hal ve davranışlarıyla İslâm âdâbını yaşayarak, onun önemini ümmetine izhar etmiştir.
Dinimiz İslâm, bereket mefhumuna oldukça önem verir. Kişinin dünyevî ve uhrevî işlerinde başarıya ulaşabilmesindeki en önemli unsur, Allâh’u Teâlâ’nın bereketinin tecelli etmesidir. Bereketin kaldırıldığı her bir işin sonu kesiktir.
Müslümanın, hayatının her alanında Allâh’u Teâlâ’nın bereketine ihtiyacı vardır. İşte bu bereketi celbetmenin yolu, her işi âdâbına göre yapmaktır. İslâm, dünyevî ve uhrevî işlere âdâb kuralları belirlemiştir. İşlerin nihâyetinde ecir ve fayda almak isteyen kul, İslâm âdâbına riâyet etmelidir.
Misal olarak; talep edilen ilmin bereketine ulaşabilmek için öncelikle edebin kuşanılması gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde o ilimden bereket ummak boş bir hayaldir. Nitekim edebin timsali İmâm Mâlik rahîmehullâh şöyle demiştir: “Ey kardeşimin oğlu! İlim öğrenmeden önce edeb öğren.” [Hilyetül Evliya]
Edebsizde hayır olmadığı gibi edebsizin ilminde de bir hayır yoktur.
Bunların yanı sıra; Allâh’u Teâlâ, İslâm âdâbını edinmemiş kötü huylu kimselere gazab etmektedir. Nitekim Rasûlullâh sallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kıyâmet gününde mü’minin terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allâh çirkin hareketler yapan ve kötü sözler söyleyen her kişiye gazab eder.” [Tirmizî]
Ez cümle; hayatımızın İslâm âdâbıyla güzelleşmesi, Allâh’u Teâlâ’nın rahmetini ve bereketini celbeder. Bunun zıttına; kötü ahlâk ve edebsizlikte Allâh’u Teâlâ’nın gazabına vesîledir. Müslümanların bu önemli husûsları iyi kavramaları gerekmektedir. Şuur bahşeden Allâh Azze ve Celle’dir.
Âdâbın Kur’ân’da ve Sünnet’teki Yeri
Hayatımızın her alanını tanzim eden Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet, âdâb kuralları noktasında da en temel iki kaynaktır. Bu iki kaynağımız; Allâh’u Teâlâ’ya ve Rasûlü’ne karşı olan görev ve sorumluluklarımızı yerine getirirken edinmemiz gereken âdâbı bizlere bildirmektedir. Bununla beraber; anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerde, amir-memur, hoca-talebe, işveren-işçi, misafir ve misafirlik ilişkilerinde, yeme, içme, konuşma, giyinme gibi hayatın her alanında, uyulması gereken görgü kuralları, Kur’ân’da ve Sünnet’te yer almaktadır. Bakınız Rabbimiz, Kendisine ve Rasûlü’ne karşı edebli olmamız gerektiğini şu âyetinde bizlere bildirmektedir: “Ey îmân edenler! Allâh’ın ve Peygamberi’nin önüne geçmeyin. Allâh’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allâh hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” [Hucurât: 49/1]
Rabbimiz, başka bir âyetinde ise Rasûlullâh’a karşı edebli olunması gerektiğini, olunmadığı takdirde amellerin boşa gideceğini şöyle bildirmektedir: “Ey îmân edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” [Hucurât: 49/2]
Kur’ân’dan ve Sünnet’ten Âdâb-ı Muâşerete Dair Örnekler
Âdâb-ı muâşeret; ictimâî hayatta uyulması gereken kurallar bütünüdür. Diğer bir adıyla; görgü kurallarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen bazı görgü kurallarına, maddeler halinde değinelim:
1) Bir Topluluğu Alaya Almamak: Alay etme, istihza, hor görme ve sair alçaltıcı davranışlar, edeb dışı hallerdir. Allâh’u Teâlâ, insânların birbirlerini alaya almaması gerektiğini şu âyet-i kerîmesinde bildirmektedir: “Ey îmân edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın.” [Hucurât: 49/11]
2) Zandan Kaçınmak: Hüsnü zan, Müslümanların bağlarını kuvvetlendirir, sûi zan ise bu bağları koparır atar. Rabbimiz sûi zandan kaçınmamız gerektiğini şöyle bildirmektedir: “Ey îmân edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” [Hucurât: 49/12]
3) Surat Asmamak ve Kibirli Yürümemek: İnsânlardan yüz çevirip asık suratlı olmak ve böbürlenerek yürümek kibir alametlerindendir ve edebe aykırıdır. Bununla alakalı olarak Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Küçümseyerek surat asıp insânlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allâh hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.” [Lokman: 31/18]
4) Tevazu ile Yürümek ve Sesi Alçaltmak: Edebince kulluk, tevazu ile Rabbe ram olmaktır. Yolda tevazu ile yürümek ve yüksek olmayan bir ses tonuyla konuşmak İslâm âdâbındandır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!” [Lokman: 31/19]
5) Ana-babaya Hürmet: Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de -şirke, küfre, mâsiyete çağırmadıkları sürece- ana-babaya itaati emretmiştir. Onlara karşı âdâbın korunması gerektiği şu âyet-i kerîmede bildirilmektedir:
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibâdet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” [İsrâ: 17/23-24]
Şimdi de âdâb-ı muâşerete dair bazı hadîsleri aktaralım:
1) Güzel Sözlü Olmak: Müslümana söylecenek güzel sözler, onu sevindirebilir. Ve bir nebze de olsa sıkıntılarının gitmesine vesîle olabilir. Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır: “Güzel söz sadakadır.” [Buhârî]
2) Misafire İkrâm Etmek: Aç olsun olmasın, misafire ikrâmda bulunmak kişin İslâm ahlâkındandır. Bir hadîs-i şerîfte şöyle geçmektedir: “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse misafirine ikrâm etsin.” [Buhârî]
3) Âdâbınca İçmek: Her alanda edebli olmaya teşvik eden İslâm, yeme-içmede de kurallar belirlemiştir. Rasûlullâh aleyhisselâm, bir içeceği nasıl içmemiz gerektiği şöyle bildirmektedir: “Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki, üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da ‘elhamdülillâh’ deyin.” [Tirmizî]
4) İzin Almadan İçeri Girmemek: Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, evlere veya meclislere girmeden önce nasıl izin istememiz gerektiğini bizlere şöyle bildirmektedir: “İzin istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.” [Buhârî]
Anlaşıldığı üzere; Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet âdâbî kuralların kaynağıdır. Dolayısıyla, İslâm âdâbına vakıf olmak isteyen Müslümanların bu iki kaynağı hayat edinmesi elzemdir. Yardım ve başarı Allâh’u Teâlâ’dandır.
Âdâbın Müslümanlara Olan Etkisi
İslâm dini belirlemiş olduğu kurallar ile ferdî ve ictimâî hayatı tanzim etmektedir. Hayatın her alanını düzenleyen İslâm şerîatı ahlâka ve âdâba dair kaideler de belirlemiştir. Ve bu kaideler, ferden ve ictimâen birçok olumlu etki bırakmış ve bırakacaktır. Şimdi İslâm âdâbının ferdî ve ictimâî olan etkilerinden kısaca bahsedelim:
İslâm Âdâbının Ferdî Etkileri
İslâm âdâbına gereğince riâyet eden bir Müslüman, Allâh’u Teâlâ’nın rızâsını celbeder. Âdâb, onun Allâh’u Teâlâ’ya olan hürmetini arttırır, kalbini ve bedenini güzelleştirir. Rasûlullâh aleyhisselâm’ın sünnetine uyma sevâbına vesîle olur. Bununla beraber, edebli Müslüman ictimâî hayatta da sevgi ve hürmet kazanır, işlerinde bereket bulur. İç huzur ve özgüvene kavuştuğu gibi âile bağlarını da kuvvetlendirir. Bunlar, âdâbın neticesinde ferdin elde ettiği bazı faydalardır.
İslâm Âdâbının İctimâî Etkileri
Âdâba riâyetin neticesinde ictimâî olarak elde edilen faydalar da vardır ki bu ferdî faydalara nazaran efdaldir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: İslâm medeniyeti, ancak İslâm Ahlâkını ve âdâbını edinmiş toplumlardan meydana gelir. Nitekim ahlâk ve âdâb edinmemiş bir İslâm toplumundan söz edilemez. Ahlâka ve âdâba önem verilmeyen toplumlarda insânlara değer verilmez. İnsân ilişkileri oldukça kötüdür. Bu da o toplumun refah seviyesinin düşmesine yol açar. Ve sonuç olarak insânlar, cahiliye örf ve âdetlerini, hayat yaparlar. Ancak İslâm ahlâkı ve âdâbıyla nasiplenen toplumlara Allâh’ın rahmeti ve bereketi iner. Eğer bir topluma Allâh’u Teâlâ’nın rahmeti ve bereketi inecek olursa da bundan yalnızca insânlar değil o toplumda bulunan her varlık nasibini alır. İşte, âdâba riâyet etmenin ictimâî hayattaki bazı önemli etkileri bunlardır. Açıklandığı üzere âdâba riâyet etmenin Müslümanlara oldukça önemli etkileri vardır. İslâmî bireylerin, âilelerin ve toplumların Allâh’u Teâlâ’nın rızâsını kazanıp, dünyevî ve uhrevî felaha, huzura ve refaha ermesi, İslâm ahlâkını ve âdâbını hayat yapmaları ile mümkündür. Rabbimiz, Müslümanlara bu etkileri anlamalarını nasip eylesin, Allâhumme âmin.
Ramazan Ayı ile Edebe Bürünmek
Kerîm olan Ramazan ayı, Müslümanlar için mânevî bir temizlenme, ruhsal bir yenilenme ve ibâdetleri arttırma ayıdır. Ramazan ayında edebe bürünmek bu mübârek ayın ruhuna uygun hal ve davranışlar sergilemek anlamına gelir. İşte Ramazan ayında edebe bürünme adına yapılabilecek bazı yollar:
1. Oruç Tutmak: Müslümanlar, imsak ve iftar arasında yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma suretiyle oruç tutarlar. Oruç, sabır, takvâ ve kendini kontrol etme gibi değerleri geliştirmeye yardımcı olur. Yani oruç tutmak edebe bürünmek için çok önemli bir yoldur.
2. İbâdetlerin Arttırılması: Ramazan ayı ibâdetleri arttırmak için bir fırsat ayıdır. Müslümanlar bu ayda namaz kılmak, Kur’ân okumak, duâ ve tefekkür etmek ve zekât vermek gibi ibâdetleri arttırarak, mânevî güçlenmeyi sağlayabilirler.
3. Nezaket ve İyi Huylu Olmak: İslâm dini nazik ve güzel huylu olmayı öngörmektedir. Müslümanlar Ramazan ayını fırsat bilip nefis muhasebesi yapabilirler. Eksikler fark edildikten sonra onları giderme adına nefsi âdâba zorlamak çok doğru olacaktır. Örneğin; başkalarına karşı nazik, anlayışlı, hoşgörülü, güler yüzlü ve yardımsever olmak.
4. Güzel Söz ve Davranışlar: Müslümanların cemâat olmaları ve aralarında ünsiyet kurmaları, Allâh’u Teâlâ’nın bir emridir. Ramazan ayı, bunun için de bir fırsattır. Müslümanların aralarında selâmı yaymaları, birbirlerine güzel sözde bulunmaları, kötü söz, kovuculuk ve gıybetten kaçınmaları, hüsnü zan ile hareket etmeleri edebe bürünmenin birer göstergesidir.
Ramazan ayı maddî ve mânevî imâr ayıdır. Bu ayda edebe bürünmek, tevhîd inancını hissetmeye, ibâdetlerin derin mânâlarını anlamaya ve İslâm ümmetine muhabbet duymaya vesîledir. Öyleyse, âdâb eksikliğinden şikâyet eden her bir Müslümanın bu ayda nefsini zorlayarak edebe bürünmesi gerekmektedir. Allâh’ın izniyle bu bereketli ayda, âdâbî terbiyenin ne kadar kolay ve etkili olduğu gözlemlenecektir. Yardım ve başarı Allâh’tandır.
Sonuç
İslâm’da âdâb hem Allâh’u Teâlâ’ya olan sorumlulukların yerine getirilmesinde hem de insânlar arasındaki ilişkilerde kilit bir rol oynar. Bu sebeble Allâh ve Rasûlü Müslümanları her daim İslâm âdâbına teşvik etmiştir. Bizlerin yapması gereken bu kavramı iyi fehmetmemiz ve hayatımıza aktarmamızdır. Hayatımıza aktarırken de mübârek Ramazan ayı kaçınılmaz bir fırsattır.
Ey hayra talib olan Müslüman kardeşim! Ramazan-ı Şerîf’i ihyâ ayı olarak bil ve sunulan bu fırsatı asla kaçırma! Kalbini ve bedenini; nasuh tevbeyle temizle, sâlih amellerle güçlendir ve İslâm ahlâkı ve âdâbı ile süsle! Umulur ki bu ay vesîlesiyle niyetlerin ve amellerin bereket bulur.
Ey Rabbimiz, mübârek Ramazan ayı vesîlesiyle bizleri günahlarımızdan arındır! Râzı olduklarına râzı eyle! Zâhirimizi ve bâtınımızı Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve selleme benzet!
Allâhumme âmin.
Minhâc Dergisi 1. Özel Sayı | Mart 2024 | Ali Eren