«
  1. Anasayfa
  2. 8. SAYI / OCAK 2024
  3. Sabır Nebîsi

Sabır Nebîsi

ENES

Sabredenleri müjdeleyen Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ismiyle…Hamd yalnızca es-Sabûr olan Rabbimizedir. Salât ve selâm, sabredenlerin önderi Muhammed sallalâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashâbının üzerine olsun. Sabrı tavsiye edip ona uyan Mü’minlere de müjdeler olsun.

Ey Daru’l-Meşakkatin yolcuları! Sabır bizlerin en büyük azığıdır. Nice zorlukların ardındaki kolaylıklar ancak sabredenlerindir. Sabır tavında palazlanan bükülmez, sabırla birlikte hiçbir zorluk olduğu gibi kalmaz. Yine hiçbir sabır, zafersiz sonuçlanmaz. Örneğimiz ve önderimiz olan Peygamberimiz aleyhisselâm bizlere bu yolda da rehber olmuştur. İnşallâh, bu yazımızda sizlerle iki başlık altında Sabır Nebîsi’nin hayatından örnekler paylaşacağız. Üçüncü başlıkta ise bu sabır örneklerinin nasıl zafere dönüştüğüne değineceğiz. Umarız Rabbimiz bizleri Sabır Nebîsi’nin sadık takipçilerinden eyler, Allâhumme âmin!

Sabır Nebîsi ve Taif Yolcuğu

Peygamberimiz aleyhisselâm, Mekke döneminde kavmini Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya kulluk etmeye ve tâğûtları reddetmeye çağırmıştı. Mekkeli müşrikler bu çağrıya pek aldırış etmemiş, söylenenleri kulak ardı etmişlerdi. Her fırsatta da tevhîd elçisine olan düşmanlıklarını göstermişlerdi.

Peygamberimiz, Mekkelilerin bütün eziyetlerine rağmen sabrediyor ve amcası Ebû Talib’in himayesinden faydalanıyordu. Ebû Talib, kabilesinin önderi olarak yeğenine sahib çıkmıştı. Ondan çekinen Kureyş müşrikleri Peygamberimiz aleyhisselâm’a dokunamıyorlardı. Ancak “Hüzün Yılı” olarak isimlendirdiğimiz günler geldiğinde Sabır Nebîsi, amcası Ebû Talib’e ve biricik eşi Hatice annemize veda etmişti. Bu ayrılık biraz hüzün getirmiş olsa da Sabır Nebîsi’nden hiçbir taviz koparabilmiş değildi.

Kureyş müşrikleri, bu durumu fırsat bilip, artık sahibsiz gördükleri Muhammed aleyhisselâm’a zulümlerini çoğaltmışlardı. Nebîmiz aleyhisselâm ise hem yeni bir hâmi bulabilmek hem de davasını meşrulaştırmak için Arabistan’ın sayfiye bölgesi olan Taif’e gitmeye karar verdi. Taif, Mekke ve Medine’den sonra Arab Yarımadası’nın en gözde şehridir. Orada Kureyş’ten sonra en soylu kabile olarak bilinen; Sakif Kabilesi yaşıyordu.

Bi’setin 10.yılında Peygamberimiz azadlı yardımcısı Zeyd bin Harise radiyallâhu anhu’yu da yanına alarak Taif şehrine doğru yola çıktı. Orada Sakif Kabilesi’nin önde gelenlerinden Amr bin Ümeyr es-Sekafî’nin oğulları; Abdu Yaleyl, Mes’ud ve Habib kardeşlerle yüce dînimiz İslâm’ı tebliğ etmek üzere görüştü. Onlardan kendisine yardımda bulunmalarını da rica etti.

Sakifliler bu tebliği çok sert bir şekilde reddettiler. Nebîmiz aleyhisselâm’a hayatında en çok üzünç veren düşmanlığı gösterdiler. Bunun üzerine Rasûlullâh aleyhisselâm: “Burada konuştuklarımızı Mekkelilere söylemeyin” diyerek oradan ayrıldı. Onu dinlemediler ve bütün olup bitenlerden Mekke’yi haberdar ettiler. Peygamberimiz on gün kadar Taif’te kalarak, oranın eşrafını dîne davet etti ancak onların: “Şehrimizi terket!” sözlerinden başka bir şey duymadı. Maalesef Taif, Fahr-i Kâinat’ı taşlayarak şehirlerinden uğurladılar.

Dönüş yolculuğunda Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Sabır Nebîsi aleyhisselâm’a Cibril aleyhisselâm ile birlikte dağlar meleğini gönderdi. Melek ona: “Ey Muhammed! Dilediğini yapmak için geldim. İstersen onların üzerine Ebû Kubeys ve el-Ahmer dağlarını kapatırım” dedi. Sabır Nebîsi ise: “Bilakis! Umarım ki Allâh, onların sulbünden Allâh’ı tevhîd eden ve O’na ibadet eden kimseler çıkarır” buyurdu. [Buhari]

Görmüş olduğu eziyet karşısında davasından ve inancından hiçbir şey eksilmeyen Peygamberimiz aleyhisselâm, tamamen nübüvvet kimliğiyle hareket etmiş ve sabır yolunu tutmuştu. İnsanlardan gelebilecek her türlü eziyeti bu yolun bir parçası bilmiş ve nefsinin intikam duygularını bastırmıştı. O’nun zaferi insanların helak olması değil, hidayet bulmasıdır.

Sabır Nebîsi ve Hudeybiye Antlaşması

Hicretin 6.yılında, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem yaklaşık 1500 kadar sahâbesiyle umre için Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Zu’l-Huleyfe’ye geldiğinde kurbanlıklarını nişanlamış ve ihrama girmişti. Böylece niyetinin umre olduğu tamamen anlaşılıyordu. Önden bir gözcü gönderen Nebîmiz aleyhisselâm, Kureyş’in Peygamberimizi Mescid-i Haram’a girmesini engellemek için toplandığını haber aldı.

Niyeti savaş değil, umre yapmak olan Nebîmiz aleyhisselâm olası bir durumda savaşmak üzere ashâbıyla istişare etti. Sözü alan Ebû Bekir radiyallâhu anhu itaatkâr bir tavırla: “Ya Rasûlullâh! Sen, Beytullâh’ı ziyaret için yola çıktın. Kimseyi öldürmeyi kasdetmediğin gibi, kimseyle savaşmaya niyetin de yok. Öyleyse sen Beytullâh’a doğru yürü, biz seninleyiz. Gerekirse bizi oradan alıkoymak isteyenlerle savaşırız” dedi. Bunun üzerine Rasûlullâh aleyhisselâm: “Haydi öyleyse! Allâh’ın adıyla yürüyün!” buyurdu.

Müslümanlar, Hudeybiye Bölgesine vardıklarında Huzaa Kabilesi’nin mensubları Nebîmiz aleyhisselâm’ın huzuruna çıkarak, geliş nedenini sordular. Rasûlullâh aleyhisselâm, niyetinin sadece umre yapmak olduğunu ve savaş için gelmediğini bildirdi. Huzaa kabilesi Kureyş’in yanına giderek onlara acele ettiklerini, Muhammed aleyhisselâm’ın niyetinin sadece umre olduğunu söyledi. Bunu duyan müşrikler yine de Müslümanları Beytullâh’ı ziyaret etmekten menedeceklerini söylediler. Ancak daha sonra Muhammed aleyhisselâm’a Urve bin Mes’ud es-Sekafî’yi göndererek bu konuyu görüşmek istediler. Urve, Rasûlullâh aleyhisselâm’dan ve ashâbından gördüğü samimiyeti Kureyş’e haber vererek onları barış yapmaya teşvik etti. Onlar ise bunu reddettiler.

Kendisini ifade etmek isteyen Nebîmiz aleyhisselâm, Osman bin Affân radiyallâhu anhu’yu Kureyş’e göndererek onlara niyetini belirtti. Kureyş, Osman radiyallâhu anhu’yu alıkoydu ve geri dönmesini engelledi. Müslümanlar arasında ise Osman radiyallâhu anhu’nun öldürüldüğü haberi yayıldı. Nebîmiz aleyhisselâm bunun üzerine müşriklere karşı korkusuzca savaşmak için Semure Ağacı’nın altında ashâbından beyat aldı; bu beyata “Rıdvan Beyatı” denmiştir.  Müşrikler, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın bu kararlılığı karşısında savaşmaya cesaret edemediler. Hemen anlaşma yapmak için Suheyl bin Amr’ı, Nebîmiz aleyhisselâm’a gönderdiler. Peygamberimiz aleyhisselâm anlaşma yapmayı kabul etti. Ancak anlaşmanın süreci ve maddeleri Müslümanlar için sabrı gerektiren bir imtihan durumuna dönmüştü;

İşte burada Rasûlullâh aleyhisselâm’ın gösterdiği sabrı, bizim için örneklik teşkil edecektir. Şöyle ki; yapılan anlaşmanın nüshaya alınması istendi. Nebîmiz aleyhisselâm, nüshanın başına “bismillâhirrahmânirrahîm” yazdırmak istiyordu. Suheyl bin Amr ise: “Biz, Rahmân nedir bilmeyiz sen: ‘Bismike Allâhumme yaz’” dedi. Sabır Nebîsi aleyhisselâm, Suheyl’in istediğini yerine getirerek onun dediği şekilde yazdırdı. Daha sonra Nebîmiz aleyhisselâm yazıya: “Bu, Allâh’ın Rasûlü Muhammed ile Suheyl bin Amr arasında yapılan bir anlaşmadır” diye devam etmek istedi. Suheyl bin Amr ise: “Biz, seni Rasûl olarak bilseydik zaten engellemezdik, sen: ‘Abdullâh’ın oğlu Muhammed yaz’” dedi. Yine onun istediğini yerine getiren Rasûlullâh aleyhisselâm, nüshayı Muhammed bin Abdullâh olarak devam ettirdi. Eski yazıyı ise, bizzat mübarek parmaklarıyla sildi. Anlaşma sürecinde başka sorun yaşanmadı ancak anlaşmanın maddeleri Müslümanları çok üzmüştü. Üzerinde anlaşılan maddeler şöyledir;

  1. Rasûlullâh aleyhisselâm o yıl Medine’ye geri dönecek ve gelecek yıl, üç günden fazla olmamak kaydıyla Beytullâh’ı ziyaret edebilecektir.
  2. Müşriklerden kaçıp Rasûlullâh aleyhisselâm’a gelenler geri iade edilecek ancak Müslümanlardan kaçıp müşriklere sığınacak olanlar geri iade edilmeyecektir.
  3. Taraflar arasında 10 yıl savaş yapılmayacaktır. İnsanlar güven içerisinde olacak kimsenin malına dahi dokunulmayacaktır.
  4. Çevre kabileler taraflardan herhangi birinin safına girebilecektir. Eğer o kabileye bir saldırı yapılırsa taraflardan birine saldırı yapılmış kabul edilecektir

Bu yaşananlar sahâbeye ağır gelmişti. Olup biten her şey zahiren kötü gözüküyordu  fakat altında ilâhî bir hikmet vardı. Allâh Azze ve Celle, zillet gibi gözüken bu durumdan Müslümanlara fetih bahşetmiştir. Fakat bu fethi, sabır çerçevesinden bakanlar görebilmişlerdir. Zorluklardan sonra gelen kolaylıklar, muhakkak sabredenlerindir.

Sabır Nebîsi ve Zafer

Yukarıda birincisi Mekke, ikincisi ise Medine döneminde gerçekleşen sabır örnekliklerinden bahsettik. Hayatı sabır ve zafer arasında geçen Allâh Rasûlü’nün bu iki meseledeki sabır örnekleri nasıl zafere dönüşmüştür? İnşallâh bu başlık altında onu göreceğiz.

Sabır Nebîsi’nin Taif Zaferi

Gördüğümüz üzere Sabır Nebîsi Taif çıkışında tam bir vahşetle karşılaşmıştı. Bu kötü tavır karşısında Allâh Rasûlü, dağlar meleğinin teklifini reddetmiş ve Taif halkının helak olmasını istememişti. Bunun yerine Taif’in îmân eden, tevhîd ehli Müslümanlardan olması için duâ etmişti.

Bu duâya yaklaşık 12 yıl sonra icab edilmiştir. Şöyle ki; Mekke’nin fethinden sonra Nebîmiz aleyhisselâm hicretin 8.yılında Huneyn üzerine yürümüş ve onun devamı olarak da Taif kalelerini kuşatmıştır. Kırk gün süren bu kuşatma iki taraf içinde galibiyet olmaksızın sona ermiştir. Peygamberimiz aleyhisselâm da ashâbıyla birlikte Medine’ye geri dönmüştür. Ancak Allâh Rasûlü’nün Medine’deki faaliyetleri hiç durmadan devam ediyordu. Özellikle Mekke’nin fethedilmesiyle birlikte Arap Yarımada’sı, Allâh Rasûlü’nün gücünü tamamen tanımıştı. Taif, bu kuşatmada mağlub olmamış olsa da eğer teslim olmazlarsa kötü günün kendi başlarına geleceğini kabul ederek hicretin 9.yılında Peygamberimize heyet göndermeye karar verdi. Bundan yıllar önce Peygamberin daveti karşısında: “Eğer Allâh gerçekten seni gönderdiyse, Kâbe’nin örtüsünü yırtmış olayım” diyen Abdiyâlil bin Amr, bugün kavmiyle birlikte Müslüman olduğunu haber vermek için temsilci olarak yola çıkıyordu. Peygamberimizi taşlayarak ayaklarına kadar kana bulayan Taif, şimdi kendi ayaklarıyla Sabır Nebîsi’nin o mübarek ayaklarına gidip îmânlarını izhar ediyordu. İnsanların helak olup yok olmasındansa, düşmanlar tarafından kabul edilip, nesillerinin Müslümanlaşması ne büyük galibiyettir. İşte bu zaferdir!

Sabır Nebîsi’nin Hudeybiye Zaferi

Hudeybiye zaferi, Allâh’u Teâlâ’nın nimetlerine zorluk kıyafeti giydirdiği bir örnektir. Buradan alınacak çok önemli dersler vardır. Ancak biz birazından bahsetmekle yetineceğiz. Şöyle dikkat çeken bir güzellik var ki; Hudeybiye zaferi, Allâh Rasûlü’nün rüyasında umre yapıp Kâbe’yi tavaf ettiğini görmesiyle başlamıştır. Sadık olan sahâbemiz onu bir rüyadan öte, gerçekler üstü bir gerçek olarak kabul etmiş ve Sabır Nebîsi’yle yollara düşmüştü. Ashâb çok heyecanlanmıştı çünkü ömürlerinde ilk defa Allâh’ın Rasûlü’yle umre yapacaklardı. Ayrıca yıllardır Kâbe’ye hasret kalmışlardı.

Ancak yapılan bu umre yolculuğu Hudeybiye bölgesinden öteye geçmemiştir. Peygamberimizin devesi Kusva bile daha fazla ilerlemiyor, orada çöküp kalıyordu. Bir yandan da haber gönderen Mekke müşrikleri: “Asla bu işe müsaade etmeyiz!” diyorlardı. Bütün bu olanlara rağmen ashâbın içinden umut asla eksilmemişti. Biliyorlardı ki Allâh Rasûlü hevasından konuşmaz onun konuştuğu vahiydir. Peki ama zafer nasıl gerçekleşecekti? Bu yaşananlar nasıl fetih olabilirdi? Hudeybiye Anlaşması’ndaki maddeleri kabul eden Nebîmiz aleyhisselâm, elbette bu soruların cevaplarını biliyordu. O, işini hikmet üzere yapmıştır. Şimdi zafere giden adımları tek tek inceleyelim:

1) Suheyl bin Amr’ın gelişi: Müslümanları zorluğa sokan ve Allâh Rasûlü’nün istediği yazıları yazdırmayan Suheyl’in gelişi nasıl zafer olabilir? Sorusunun cevabı şudur; Mekkeli müşrikler, karşı devletlerle anlaşma yapmak istedikleri zaman, Suheyl bin Amr’ı görevlendirirlerdi. Kureyş’in anlaşma yoluna gitmesi, Medine İslâm Devleti’nin varlığını kabul etmesinin bir göstergesidir. Bu durum psikolojik olarak Kureyş’in, Muhammed aleyhisselâm karşısında moralman düştüğünün alametidir. Şirkin müstahkem kalesi olan Mekke’nin yıkım çatlaklarından ilki işte böyle olmuştur.

2) Ateşkes maddesi: Bu maddeye göre taraflar arasında 10 yıl savaş yapılmayacaktır. Eğer taraflar üçüncü bir tarafla harb edecek olurlarsa, anlaşma yapılan taraf o kimselere yardım etmeyecek ve onlarla dostluk kurmayacaklardır. Bu aslında zaferin bir habercisidir. Çünkü, Allâh Rasûlü anlamıştı ki artık Kureyş yorgundu ve savaşmaya hali yoktu. Öyleyse düşmanı teke düşürmek doğru bir hareket olacaktır. Peygamberimiz aleyhisselâm bu süreçte Hayber’i fethetmiş ve komşu ülkelere davet mektubları göndermiştir. Böylece İslâm daveti dünya devletlerine yayılmıştır.

3) Taviz gibi gözüken maddeler:

  1. Suheyl bin Amr, nüshaya Rahmân’ın adıyla başlanmasına engel olmuş ve sadece: “Ey Allâh’ım, Senin adınla…” yazılmasını istemiştir. Allâh Rasûlü ise bunu kabul etmiştir. Bu isteği kabul etmekte bir beis yoktur. Çünkü nihayetinde nüshaya Allâh’ın adıyla başlanmıştır. Öyleyse bu yapılan hareket taviz vermek değil; çok kazanım için az zararla sıkıntıyı defetmektir.
  2. Suheyl bin Amr, nüshanın devamında “Allâh’ın Rasûlü Muhammed” yerine “Abdullâh’ın oğlu Muhammed” yazılmasını istemiştir. Allâh Rasûlü bu isteği de kabul etmiştir. Çünkü, Peygamberimiz aleyhisselâm Abdullâh’ın oğludur ve bunun yazılmasıyla peygamberlik kimliğinden bir taviz vermiş olmaz. Hem müşrikler kabul etmese de O, Allâh’ın Rasûlüdür.
  3. Suheyl bin Amr, Mekke’den kaçanların geri iade edileceğini, Medine’den kaçanların ise geri iade edilmeyeceğini şart koşmuştur. Sabır Nebîsi bunu da kabul etmiştir. Çünkü biliyordu ki zaten ashâbından kimse onu terk etmeyecekti; öyle de olmuştur. Mekke’den kaçanlara ise Allâh Azze ve Celle elbette yol gösterecektir ki göstermiştir; Ebu Sufyan’ın tarafını terkedenler Kureyş’in kervanlarının geçtiği bölgede bir birlik kurup, Mekke’ye zarar vermeyi hedeflemişlerdi. Bu birlik amacına ulaşınca Mekkeli müşrikler Sabır Nebîsi’nden bu kimseleri yanına almasını istemiştir. Böylece bu madde işlevsiz kalmıştır.
  4. Hudeybiye Sulhu, Fetih Suresi’nin inmesine zemin olmuştur. Müslümanların sıkıntı içinde olduğu anda Allâh Azze ve Celle onları fetihle müjdelemiştir. Ardından Mekke ve Taif kansız bir şekilde fethedilmiştir. Mürtedler hareketi olduğu zaman bile, bu iki şehrin halkları; ilk irtidat edenler olmaları beklenirken sebat etmişlerdir. Yaşanan bunca şeyler ise fethi pekiştirmek ve sağlamlaştırmak için Allâh’ın kullarına gösterdiği bir hikmettir. Hikmetlerin Rabbine hamd ve Sabrın Önderi’ne selâm olsun.

Son

Minhâc Dergisi olarak bu sayımızı “sabır” kavramına ayırdık. Biz de naçizane yazımızda Sabır Nebîsi’nin örneklerinden bahsetmeyi uygun gördük. Mekke ve Medine dönemlerine ait birer örneklerle genel bir mesaj vermek istedik. Elbette daha söylenecek çok şey varken sayfalarımızın kifayet ettiği kadarıyla iktifa ettik. Rabbimizden niyazımız; bizleri Nebîsi’nin izinden gidenlerden kılması ve ahirette onunla buluşturmasıdır. Ona salât edenlere selâm olsun, başta da sonda da hamd alemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.

Minhâc Dergisi 8. Sayı | Ocak 2024 | Enes Lütfü