El Hâdî olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ismi ile…
Hamd, karanlıklar içerisinde çaresizce yolunu kaybetmişken, vahyin aydınlığıyla insanlara yollarını gösteren Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yadır. Salât ve selâm ise bu karanlıklar içerisinde kandiller misali insanları, vahyin nuruna yönlendiren tüm Peygamberlerin üzerine olsun.
Dergimizin kıymetli okuyucuları! Bu sayımızda sizlerle “DÂVET” başlığı altında yeniden buluşuyoruz. Bu günleri bizlere nasip eden Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd olsun. Bu sayımızda sizlerle dâvet kavramını iki başlık altında inceleyeceğiz. Gayret bizden yardım ve başarı ise Allâh’tandır.
- Dâvetin Önemi:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ insanları ve cinleri kendisine ibâdet (kulluk) etsinler diye yarattı. Kendisine yapılacak olan kulluk görevinin ne olduğunu ve nasıl yapılacağını, insanlar arasından seçmiş olduğu Peygamberler vasıtasıyla bildirdi. İnsanlığa irşad için gönderilen bu Peygamberler, gönderildikleri kavim ve milletleri Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya îmân’a ve yalnızca O’na ibâdet etmeye çağırdılar. Konuyla ilgili birkaç âyet zikredecek olursak şu şekilde sıralayabiliriz:
“Andolsun ki Nûh’u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.” [A’raf: 7/59]
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; O’ndan başka ilâhınız yoktur, siz sadece uydurmaktasınız.” [Hûd: 11/50]
“Semûd’a da kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Onlara, Ey kavmim!” dedi, “Allâh’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.” [A’raf: 7/73]
Her ümmete olduğu gibi son ümmet olan bizlere de Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem dâvetci olarak gönderilmiştir. O’nun risaletinin delilleri ise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle geçmektedir. “… Rabbine dâvet et. Sakın müşriklerden olma!” [Kasas: 28/87] “Ey (örtüsüne) bürünüp sarınan (Rasûlüm)! Kalk ve insanları uyar.” [Müddessir: 74/1-2] Bu ve benzeri âyetler Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in dâvetle görevlendirildiğini göstermektedir.
Bilindiği üzere tüm Rasûllerin (şeriâtları farklı olsa dahi) dinleri tektir. O da İslâm dinidir. Bu din ise ilk insan Âdem aleyhisselâm’den itibaren bütün Peygamberlere ve onlara tâbi olan Müslümanlara, İslâm dinini yaşamayı ve insanları bu dine dâvet etmeyi bir görev olarak bildirmiştir. Şunu da çok iyi idrak etmeliyiz ki; böyle bir görevle Allâh Subhânehu ve Teâlâ, insanları Peygamberlere ortak kılmakla şereflendirmiştir. Bu husus ise Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilmektedir:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” [Âl-i İmrân: 3/104]
İnsanlara yapılacak olan bu dâvet çalışması, hiç şüphesiz ki amellerin ve sözlerin en güzelidir. Bu şerefli görev, Müslümanları diğer milletlerden daha hayırlı kılan bir vasıftır. Çünkü İslâm dini, Müslümanın sadece kendi Müslümanlığıyla yetinmesini yeterli görmemiş, yaşadığı bu dine diğer insanları da dâvet etmekle mükellef kılmıştır. Şüphesiz ki Allâh Subhânehu ve Teâlâ yeryüzünde zulmün ve fesadın hüküm sürmesini değil, iyilik ve hayrın egemen olmasını ister. Bu isteğinin ise O’nun çağrısına icabet etmiş kutlu müminlerin elleriyle gerçekleşmesini murad etmiştir. İşte bu yüzden yapılacak olan bütün dâvet çalışmaları, Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında son derece kıymetlidir. Kendilerine bahşedilen bu yüce görevin şuûruna varmış olan Müslümanlar bu uğurda büyük gayret ve çaba sarf etmişlerdir. Bu sayede Mekke topraklarında filizlenen İslâm dâveti, kısa sürede hudut tanımaz bir çağrı haline gelmiştir.
Tarihin birçok zamanlarında olduğu gibi günümüzde de bâtıl inançlar yeryüzüne yayılmakta, Hakk’ın hakimiyetinin sağlanması konusunda Müslümanların gözünü korkutmaya devam etmektedir. Bu durum bazı Müslümanların; “bâtıl yeryüzüne yayılmıştır, artık Allâh’a dâvet fayda vermez. Müslümana düşen, başkalarını bırakıp önce kendi nefsini korumasıdır.” gibi mesnetsiz bir şüpheye düşmelerine sebep olmuştur. Halbuki Müslümanın en önemli vazifelerinden biri şüphesiz Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya dâvettir. İnsanların yapılan dâvete icabet edip etmemeleri ihtimali bu durumu değiştirmez. Çünkü hidâyet Allâh’tandır. “…Allâh’ın saptırdığı kimseyi doğru yola iletecek yoktur.” [Râd: 13/33] Allâh Subhânehu ve Teâlâ, bazı şüpheler sebebiyle dâvet çalışmasını terk eden geçmiş milletlerin acı akıbetlerini şu şekilde bildirmektedir:
“İçlerinden bir topluluk, “Allâh’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki!” deyince onlar, “Rabbimiz katında bir mazeretimiz olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklinde cevap verdiler.” [A’raf: 7/164]
“İşte böylece onlar kendilerine yapılan uyarıları göz ardı edince biz de kötülüğü önlemeye çalışanları kurtardık, haksızlığa sapanları da yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü dehşetli bir azap ile cezalandırdık.” [A’raf: 7/165]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu âyetle üç guruba ayrılan bir şehrin ahalisini bizlere haber vermektedir. Gruplardan birincisi cumartesi yasağını çiğneyerek balık avlamış ve günaha düşmüş kimselerdir. İkinci grup günah işleyenlere nasihat ederek onları günahtan nehyedip vazgeçirmeye çalışan kimselerdir. Üçüncü gruptaki kimseler ise sükût ederek hiçbir şeye karışmayıp onların yaptıkları bu kötülüğe engel olmamışlardır. Bu da yetmezmiş gibi engel olmaya çalışanlara da: “Allâh’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki!” demişlerdir. Nehyedenler de: “Rabbimiz katında bir mazeretimiz olsun” demek sûretiyle onlara gerekli cevabı vermişlerdi. Yani iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak hususunda Rabbimize karşı mazeret beyan edelim diye onların kötülük yapmalarına mânî olmaya çalışıyoruz. Biz dâvetimizi yaparsak belki bu inkârcı gurup, içinde bulundukları durumdan vazgeçip tevbe ederler, Allâh Subhânehu ve Teâlâ da tevbelerini kabul ederek onlara dâvetimizi benimsetmek sûretiyle merhamet eder.
Görüldüğü üzere, bâtıl bir yaşantının içine hapsolmuş insanları Allâh’a ve O’nun ilâhî düzenine dâvet etmenin temelinde, insanların kurtuluşunu arzu etme düşüncesi yatmaktadır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ashâbıyla birlikte her türlü sıkıntıya katlanarak yirmi üç yıl boyunca yapmış olduğu dâvetin temelinde de yine aynı düşünce vardı. Şu hadis, insanlığa doğru yolu gösterme hususunda Müslümanları teşvik etmektedir: “Başkalarını doğruluğa çağıran kimseye, bu çağrıya uyanların sevabı kadar sevap verilir; bununla beraber onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Sapıklığa çağıran kimseye de ona uyanların günahı kadar günah verilir; bununla beraber ona uyanların günahlarından hiçbir şey eksilmez.” [Müslim]
Âyetler ve hadisler gösteriyor ki, insanlara doğruyu göstermek, hakkı tavsiye etmek, Müslümanlar için bir görevdir. Bu görevi yerine getirenler sevapla müjdelendikleri gibi, yerine getirmeyenler de azapla korkutulmaktadır. Başta Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem olmak üzere onun yolundan giden birçok Müslüman, İslâm’ın kendilerine bahşettiği bu yüce görevi benimsemişler, her türlü fedakârlıklara katlanarak, insanlığın kurtuluşu için İslâm’ı dünyanın dört bir yanına taşımışlardır. Günümüz Müslümanlarına düşen, İslâm’a dâveti görevlerin en şereflisi bilip, bu uğurda gerekli azim ve fedakârlığı göstermektir. Çünkü insanlığın kurtuluşu buna bağlıdır.
- Dâvetin Şekli:
Bir fikrin, bir inancın, bir düşünce sisteminin başkalarına kabul ettirilebilmesinde, o fikri savunanın ve ona dâvet eden kimselerin; durumu, anlatış üslûbu, muhatabı tanıma şekli ve takip edilen yöntemin büyük etkisi vardır. Aynı düşünceyi farklı kimseler anlatınca neticenin de farklı olması gayet tabiîdir. Tüm bunlar göz önüne alındığında İslâm’a dâvet gibi mukaddes bir görevin, rastgele değil de belirli bir plan, proje, usul gözetilerek yapılması gerekmektedir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ konuyla ilgili olarak mukaddes kitabında şöyle buyurmaktadır;
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin Rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir.” [Nahl: 16/125]
“İçlerinden zulmedenler dışında kitap ehline karşı ancak en güzel şekilde mücadele edin ve deyin ki: “Bize indirilene de size indirilene de îmân ettik. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir ve biz O’na teslim olanlarız.” [Ankebût: 29/46]
“De ki: “Benim yolum budur. Ben ve bana tabi olanlar, (körü körüne değil) bilerek ve görerek Allâh’a dâvet ediyoruz. Allâh’a hiçbir kusur ve acizlik isnad etmiyorum. Çünkü ben, O’na eş koşanlardan değilim.” [Yûsuf: 12/108]
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve onun yolundan giden İslâm dâvetçilerine yol gösterme bakımından sadece bu âyetlerle yetinilmemiş, daha önceki Peygamberlerin; inanmayanlara karşı yaptıkları dâvet çalışması ve bu esnada yaşadıkları sıkıntılarda kıssalar halinde anlatılmıştır. Şu âyet bu gerçeği açıkça beyan etmektedir;
“Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini kuvvetlendireceğimiz bilgilerin her birini sana anlatıyoruz. Bunlarda gerçeğin bilgisi, mü’minlere de bir öğüt ve bir uyarı ulaşıyor.” [Hûd: 11/120]
Bu âyet-i kerîme ile: “Geçmiş Peygamberlerin, ümmetleriyle ilgili haberler ve aralarında gerçekleşen her türlü tartışma, mücâdele ve husumetler, onların maruz kaldıkları eziyet ve iftiralara işaret edilmiş ve böylece Allâh’ın inanmış bir toplumu nasıl zafere ulaştırdığı ve düşmanları olan kâfirleri de nasıl yardımsız bıraktığı haber verilmiştir. Kur’ân’da anlatılan kıssaların hepsi, Peygamber ve ümmetinin kalbini takviye etmesi ve daha önceki Peygamberlerden örnek almaları için zikredilmiştir.” [İbn Kesir]
Kur’ân-ı Kerîm ahlakıyla ahlaklanan Allâh Rasûlu sallallâhu aleyhi ve sellem, insanları İslâm’a dâvet etme hususunda; yaşayışı, davranışları ve sözleriyle en uygun metodu kullanmış, dâvet için teşvik ettiği ashâbına ve ümmetine de bu konuda en güzel şekilde örnek olmuştur. O’nun sallallâhu aleyhi ve sellem dâvet konusunda ki tavsiyelerinden bazıları şöyledir; “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” [Buhari] “İnsanlarla (konuşurken) aklî derecelerine göre hitap ediniz.” [Ebû Dâvûd]
O halde tüm bunların ışığında diyebiliriz ki; nasıl ki bu din Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın dini ise bu dine yapılacak olan dâvet çalışmasındaki metot da O’nun bize bildirdiği (Peygamberi vasıtasıyla öğrettiği) şekilde olmalıdır. Çünkü biz Muvahhîd Müslümanlar her şeyi Allâh için yaparız ve yaptığımız her işle O’nun rızasını isteriz. Ve yine bizler biliriz ki yapılan işin Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında geçerli olması şu üç şarta bağlıdır; kaynağını Kur’ân ve Sünnetten alan sarsılmaz bir Îmân’a, Allâh’ı görüyormuşçasına içten gelen samimi bir İhlâs’a ve de Peygamberden görmüşçesine ne az ne de çok birebir O’nun yaptıklarına benzeyen İttibâ’ya.
Selam ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 7. Sayı | Ekim 2023 | İbrahim Yahya