İlminde hiçbir noksanlık bulunmayan el-Alîm olanın ismiyle… Hamd, övgüye muhtaç olmaksızın ona en layık olan Rabbimizedir. Salât ve selâm, ümmetin daimî muallimi olan Nebîmiz aleyhisselâm’a ve O’nun güzide talebeleri olan Ashâb-ı Kirâm’ın üzerine olsun. Allâh’ın emri ve Rasûl’ün Sünneti üzere bulunan tüm kardeşlerimize de selâm ederek sözlerime başlarım.
Bu sayımızı yüce dînimizin çok değer verdiği “İlim” kavramına ayırdık. Dergimizin kıymetli yazarları, siz değerli okurlarımıza faydalı olabilmek için sayımızın konusu hakkında kalem oynatmış bulunmaktadırlar. Biz de naçizane bu yazımızda hadîs ilmîyle alakalı bir terim olan “Muksirûn” kavramını açıklayarak birkaç izahta bulunmaya çalışacağız, inşallâh. Rabbimiz, say’u gayretlerimizi kabul buyursun ve maksadını hâsıl eylesin, Allâhumme âmin.
Muksirûn Ne Demek?
Hadîs-i şerifler, malum olduğu üzere Allâh Rasûlü aleyhisselâm’ın sözlerinden veyahut fillerinden haber veren rivâyetlerdir. Rivâyet zincirlerinin başında Rasûlullâh sallâhu aleyhi ve sellem’in sâdık ashâbı gelmektedir. Rivâyet ettikleri hadîs sayısı bakımından sahâbiler “Muksirûn ve Mukillûn” olmak üzere iki grupta incelenirler. Ölçü olarak esas alınan sayının alîmler tarafından farklılık göstermesiyle birlikte; “binden fazla hadîs rivâyet etmiş olan sahâbiler bütünlüğüne “muksirûn” denilmektedir.” Bu tanım dışında kalarak binden daha az hadîs rivâyet eden sahâbî râvilerimiz ise “mukillûn” olarak anılmaktadırlar. Tabî olarak ashâbın çoğunluğunu mukillûn grubu oluşturmaktadır. Allâh’u Teâlâ, Ashâb-ı Kîrâm’ın her birinden razı olsun, Allâhumme âmin.
Kimler Muksirûndandır?
Muksirûndan oldukları kabul edilen sahâbîlerin sayısı yedidir. O “yedi isim” sırasıyla şöyledir:
1) Ebû Hureyre (H.58/M.672)
Ebû Hureyre künyesiyle meşhur olan sahâbîmizin asıl ismi; Abdurrahmân b. Sehr ed-Devsî’ dir. En fazla hadîs rivâyet eden sahâbî olarak muksirûn tabakasında birinci sırayı almıştır. Kendisi Yemen’in Ezd kabilesinin Devs kolundandır. Rasûlullâh aleyhisselâm ile buluşması Hayber fethine denk gelmektedir. Peygamberimizle olan birlikteliğinde kendisini sadece ilme adamış ve Ashâb-ı Suffe’de yerini almıştır. Diğer insanlar tarımla, hayvancılıkla veyahut ticaretle meşgulken, Ebû Hureyre radıyallâhu anhu sadece Rasûlullâh’ın yanında ilim öğrenmekle meşguldü. Bu şekilde Rasûlullâh aleyhisselâm’dan sadır olan birçok şeyi ümmette rivâyet etme şerefine nâil olmuştur. Yapılan tespitlere göre Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’nun rivâyet ettiği hadîslerin toplam sayısı; 5374 hadîstir. Allâh Azze ve Celle ondan razı olsun, Allâhumme âmin.
2) Abdullâh b. Ömer (H.72/M.692)
İbn Ömer olarak anılan Abdullâh radıyallâhu anhu, ikinci İslâm halifesi olan Ömer bin Hattab radıyâllahu anhu’nun oğludur. Hafsa annemizin kardeşi olması hasebiyle de Peygamberimiz aleyhisselâm’ın kayın biraderi olmaktadır. Ebû Hureyre radıyallâhu anhu’dan sonra en çok hadîs rivâyet eden sahâbîdir. Çok küçük yaşta îmân şerefini elde etmiştir. Yaşadığı hayatı boyunca Rasûlullâh aleyhisselâm’a çok büyük hayranlık duymuş, tabiri caizse O’nu kendine rol model edinmiştir. Bu hayranlığı onu her an her yerde Peygamberimiz gibi hareket etmeye sevk ediyordu. Rivâyet etmiş olduğu hadislerde de lafızların birebir olmasına da dikkat göstermiştir. Abdullâh ibn Ömer radıyallâhu anhumâ’nın rivâyet ettiği hadislerin toplamı; 2630 hadîstir. Allâh Azze ve Celle ondan razı olsun, Allâhumme âmin.
3) Aişe bnt. Ebî Bekir (H.58/M.678)
Aişe radıyallâhu anhâ Rasûlullâh aleyhisselâm’ın en çok sevdiği eşidir. Ayrıca birinci İslâm halifesi olan Ebu Bekir radıyallâhu anhu’nun kızıdır. Çok küçük yaşta îmân şerefini elde etmiş ve cahiliye hayatı olmamıştır. Kendisi keskin bir akla ve parlak bir zihne sahibti. Peygamberimizi çok iyi anlıyor ve meseleleri iyi idrâk edebiliyordu. Allâh Rasûlü’nün vefatından sonra insanlar birçok meseleyi Aişe annemize danışmak için geliyor, Rasûlullâh’ın öğrettiklerinden dinleyip dönüyorlardı. Aişe radıyallâhu anhâ’nın rivâyet ettiği hadîslerin toplamı; 2210 hadîstir. Allâh Azze ve Celle, annemizden razı olsun, Allâhumme âmin.
4) Enes b. Mâlik (H.93/M.712)
Enes bin Mâlik radıyallâhu anhu Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in küçük hizmetkârı, ümmetinin ise büyük hâdimidir. Kendisi Ensarın Hazrec kabilesine mensubtur. Küçük yaşta îmân şerbetini içmiş, cahiliyeden korunmuştur. Peygamberimiz aleyhisselâm, Medine’ye hicret ettiğinde kendisi henüz on yaşındaydı. Annesi Ümmü Süleym validemiz onu Peygamberimize hizmet etmesi için vermiştir. Enes radıyallâhu anhu, on yaşından itibaren Peygamberimizin yanından hiç ayrılmamış, O’nun vefatına kadar hizmetini sürdürmüştür. Bu vesileyle Peygamberimiz aleyhisselâm’dan çok şeyler duymuş ve çok şeyler öğrenmişti. Duyduklarını ve öğrendiklerini ümmete rivâyet etmiş muksirûn tabakasından yerini almıştır. Enes radıyallâhu anhu’nun rivâyet ettiği hadîslerin toplamı; 2286 hadîstir. Allâh Azze ve Celle ondan razı olsun, Allâhumme âmin.
5) Abdullâh b. Abbâs (H.68/M.687)
Tercümânu’l Kur’ân lakabının sahibi olan ibn Abdullâh radıyallâhu anhumâ, hicretten üç yıl önce Mekke’de dünyaya gelmiştir. Kendisi Abbâs radıyallâhu anhu’nun oğlu olmasıyla Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in amcasının oğlu olmaktadır. Ayrıca Peygamberimizin kıymetli eşi olan Meymune annemiz de ibn Abbâs radıyallâhu anhumâ’nın teyzesi olmaktadır. Bu yakınlığı itibarıyla Abdullâh radıyallâhu anhu Peygamberimizin evinde birçok defa konukluk etmiş ve birçok işinde Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e şahid olmuştur. Samimi hizmetleri sebebiyle Peygamberimizin; “Allâh’ım! Ona kitâbı öğret” duasına nâil olmuştur. Tefsir ve fıkıh konularında otorite kabul edilen ibn Abbâs radıyallâhu anhumâ’nın rivâyet ettiği hadîslerin toplamı; 1660 hadîstir. Allâh Azze ve Celle ondan razı olsun, Allâhumme âmin.
6) Câbir b. Abdillâh (H.74/M.693)
Câbir radıyallâhu anhu Medineli güzide sahabîlerimizden birisidir. Babası Abdullâh ibn Amr bin Haram’dır. Allâh Rasûlü aleyhisselâm ikinci Akabe beyatını gerçekleştirdiği sırada Câbir radıyallâhu da babasıyla birlikte orada bulunmaktaydı. Câbir radıyallâhu anhu o zamanlar daha çocuk yaşlarındaydı. Babasının emri üzere Bedir ve Uhud savaşlarına katılamamıştı. Uhud savaşı babasının şehid düştüğü savaş olmuştur. Babasının şehadetinin ardından Câbir radıyallâhu anhu da birçok savaşlara katılmış mücadelesini göstermiştir. Cihâdın ilmî tarafında bulunmuş ve birçok hadîs rivâyet etmiştir. Kendisinden rivâyet edilen hadîslerin toplam sayısı; 1540 hadîstir. Allâh ondan razı olsun, Allâhumme âmin.
7) Ebû Sâid el-Hudrî (H.64/M.683)
Ebu Sâid radıyallâhu anhu Medineli olup dedesi Hudre’ye nisbetle el-Hudrî olarak anılmaktadır. Genç yaşına rağmen ilimde liyâkat elde etmiş, zamanla “Medine Müftüsü” gibi saygın lakablarla anılmıştır. İlim öğrenmeyi dünyadaki en değerli şey olarak bilmiş ve ilim talebelerini Rasûlullâh aleyhisselâm’ın vasiyeti olarak anmıştır. Kendisinden öğüt isteyenlere; başta Allâh’tan korkmayı sonra dünya hayatına hak ettiği kadar değer vermeyi tavsiye etmiştir. Ölmeden önce kendi kabir yerini belirleyip çocuklarına kendisini oraya defnetmelerini emretmiştir. Nihayetinde en izzetli insanların defnedildiği Bâki Kabristanlığına defnedilmiştir. Tespit edildiğine göre toplam; 1570 hadîs rivâyet etmiştir. Allâh ondan çokça razı olsun, Allâhumme âmin.
Muksirûn’un Önemi
Muksirûn tabakası önemini Allâh Rasûlü’nün şerefli sözlerini rivâyet etmekle kazanmaktadır. Hadîslerin önemiyse Kelâmullâh’ı şerh etme ve Hudûdullâh’ın pratiğe dönüşümünü gösterme özelliğiyle ortaya çıkar. Dînimizin üç temel ayağı olan; Akîde, Fıkıh ve Ahlâk ilimlerinin bir kaynağı da Hadîs-i Şerif’lerdir/Sünnet’tir. Bu hususta onlara olan ihtiyacımız tekrar temayüz etmektedir. Aşağıdaki başlıklarda Sünnet’in teşrîdeki yerinden bahsederek hadîslerin önemi ve onları rivâyet edenlerin kıymetini daha belirgin hale getirmeye çalışacağız.
a) Sünnet, Kur’ân’ın Müfessîridir
Kur’ân-ı Kerîm; Allâh Subhânehu ve Teâla’nın Rasûlü Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e Arapça lafız olarak, yirmi üç yılda peyder pey indirdiği mu’ciz kelâmıdır. O kitab ki; bir benzeri bir beşer tarafından asla te’lif edilemez. Onda hiçbir mahlûkun dahli yoktur, olamaz. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki zikri/Kur’ân’ı biz indirdik ve onu koruyacak olan biziz.” [Hicr: 15/ 9]
Kur’ân-ı Kerîm’in ilâhî ve mahfuz bir kitab olduğu malum olduktan sonra eklemek isterim ki; şeriâtın tamamlanması için Rasûl’ün var olması bir zaruriyettir. Çünkü bizler Kurân’ı Kerîm’deki ilâhî muradı şerh edecek ve onların tatbîkini gösterecek bir mübeyyine ihtiyaç duyarız. Rabbimiz Allâh Azze ve Celle, Kitâb-ı Şerîf’inde birçok emrini bizlere ilan etmiş fakat tafsîlî hükümlerini Sünnet-i Seniyye ile göstermiştir. Misâl olarak; namaz kılınması emri Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilmiş, tafsilâtıysa Rasûlullâh sallâhu aleyhi ve sellem’in uygulamasıyla gösterilmiştir. Buradan anlaşılması gerekir ki; Sünnet, Allâh Azze ve Celle’nin Kur’ân-ı Kerîm dışında dînin hükümlerini tamamladığı bir yoldur. Öyleyse Rasûlün sünnetinde Allâh’ın razı olmadığı hiçbir şey olamaz. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O, hevasından konuşmaz. O’nun konuştuğu ancak vahiydir.” [Necm: 53/3]
“Sana da bu zikri (Kur’ânı) indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın. Umulur ki düşünürler.” [Nahl: 16/44]
b) Sünnete İttibâ Allâh’ın Emridir
Sünnet-i Seniyye’nin Kurân-ı Kerîm ile bağı ortaya çıktıktan sonra bilinmesi gerekir ki; ona ittibâ etmek Allâh Azze ve Celle tarafından belirtilmiş bir farzdır. Bu hüküm açık bir şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edilmiştir:
“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Resûlüne itaat edin.” [Nisâ: 4/59]
Rasûlullâh sallâllahu aleyhi ve sellem, Allâh Azze ve Celle’nin razı olmayacağı bir şey söylememiş bilakis O’nun razı olduğu hükümleri dile getirmiştir. Yani dolaylı olarak Rabbimiz birçok hükmünü bizlere Sünnet vesilesiyle ulaştırmıştır. Bizler Sünnet’e tâbi olmakla zımnen Rabbimizin hükümlerine tâbi oluruz:
“Kim, Rasûle itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur.” [Nisâ: 4/80]
Öyleyse her kim Sünnetten saparsa muhakkak dînden sapmıştır. Hiç şüphesiz ki Sünnet demek “dîn” demektir. Bu çizgi dışına çıkanların çok farklı sapık inançlara kaydıkları aşikardır. Allâh Azze ve Celle bizleri ve tüm inananları korusun, Allâhumme âmîn.
c) Sünnet Dînin Evrenselliğidir
Kur’ân-ı Âzimuşşân, on beş asırdır hiç bozulmadan bugünlere ulaşmış ve bütün insanları hükümlerine muhatab kılmıştır. Bugünden yarına da yüce Rabbimizin dilediği saate kadar dipdiri durmaya ve muassırlarını mükellef tutmaya devam edecektir. Onunla muhatab tutulan herkesin aynı şekilde Sünnet’e olan ihtiyacı ve ittibâsı kaçınılmaz olacaktır. Bu açıdan düşünüldüğünde Kur’ân-ı Kerîm’in korunması gibi Sünnet-i Seniyye’nin de korunması söz konusudur. Hadîs-i Şerifler, Allâh’u Teâlâ’nın kelâmı gibi kendisine bir şey eklenilmesinden ve yahut eksiltilmesinden korunmuştur diyemeyiz. Ancak Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den asırlar sonra gelen bizlerin bile O’na itaat etmesi farzsa, kendisine itaat edebileceğimiz bir Sünnetin var olması gerekmez mi?
İşte bu noktada; yüce Allâh’ın bir ikrâmı olan “Hadîs Usûlü” ilmiyle, gelen rivâyetlerin tetkîk edilmesi ve sıhhat derecelerinin belirlenmesi, hadîs-i şeriflerin korunmasında etkili olmuştur. Hangi hadîsin güvenilir ya da hangi hadîsin uydurma olduğu muhaddîs alimlerimiz tarafından başarıyla neticelendirilmiştir. Açıkçası, kendisine itaat edeceğimiz Sünnet-i Seniyye ilmî bir yolla korunarak günümüze ulaşmıştır. Bu, yüce Rabbimizin yeryüzünde İslâm dînini kâim kıldığının işaretidir. Ancak bu hakikat gözünü heva bürümüş olan cühela topluluğuna kapalı bırakılmıştır. Allâh bizi câhillerden olmaktan korusun, Allâhumme âmîn.
Son
Allâh Azze ve Celle’nin yardımıyla “muksirûn” kavramını ele aldık. Şeriatımızın hududlarından olan Sünnet’i müdafaayı da kendimize bir görev bildik. Bu manada Kur’ânsız bir İslâm’ın düşünülemeyeceği gibi, Sünnetsiz bir İslâm’ın da düşünülemeyeceğini ifade etmek istedik. Sahâbemizin bu noktadaki himmetlerinin ne denli büyük ve önemli olduğunu anlamaya çalıştık. Rabbim, her daim onların izleri üzere olmayı bizlere nasib eylesin, Allâhumme âmîn.
Başta ve sonda hamd Allâh’a mahsusdur. O, dînini en iyi koruyandır. Sünnet’in sahibine de selâm olsun.
Elhamdulillâhi Rabbi’l-âlemin, ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ rasûlinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmâîn…
Minhâc Dergisi 6. Sayı | Temmuz 2023 | Enes Lütfü