Sinirden damarları çıkan adam, kime çatacağını şaşırmıştı. Sanki beynine kan sıçramıştı. Bu kadar da olmazdı. “Her zaman bekçilik yapamam ki! Olmaz! Böyle olmaz!” diye söylene söylene evinin yolunu tuttu.
Evinin bahçesine adımını atar atmaz da gözü evin sadık köpeğine çarptı. Kaç gündür onu tartaklamıyordu. Bir hışımla bağlı köpeğe yöneldi. Zavallı köpek, adamı görünce başına geleceklerden habersiz, kuyruğunu sallamaya başladı. Öfkeli adam, eline sopayı alınca da kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp, başı önde adamın gelmesini bekledi.
Sinirli adam, açtı ağzını yumdu gözünü:
…! ..!? ..?! ..!
Köpeğin acılı ulumaları, adamın bağrışmalarına karışıyorken, evin gelini telaşla dışarıya fırladı. Ne yapacağını şaşıran aciz kadın, kapının önünde kendisinin bile zor duyabildiği bir sesle; “Hoş geldin baba!” diyebildi.
Haşin adam, işiyle öylesine meşguldü ki kimseyi duymuyordu. Sonunda yoruldu. Nefesi tıkanır gibi oldu. Derin bir nefes almaya çalışınca, kalbi sıkıştı. Oturduğu yerden kendini bir yokladı; sanki sinirleri biraz olsun yatışmıştı.
Ürkek gelin, kapıda biraz bekledikten sonra usulca içeriye girdi. Adamınsa eve girmeye hiç niyeti yoktu. Biraz daha bahçede dolaştı. Köpekle ilgilendiği gibi ahıra uğrayıp ineklerle de ilgilendi. Hele o asi keçiler yok muydu, onlarla ilgilenmezse içi rahat etmezdi. Elindeki sopayı bırakmadan hepsiyle kâfi miktar ilgilendi. En son olarak da sıra yaramaz tavuklara gelmişti ki kalbi dayanamadı. Yere oturuverdi. Titrek elleriyle kalbini tuttu. O halde biraz bekledikten sonra evine girebildi. Gelini yanına gelip; “Bir isteğin var mı baba, sana su getireyim mi?” dedi. Adam, geline bakmadan tek kelime etti: “Getir!” Gelin ucuz kurtulduğunu düşündü. Şayet adamın bahçedeki icraatları olmasaydı, tüm hışmını ev halkından çıkartabilirdi. Bunun yaşanmış örnekleri çoktu. Hemen koştura koştura adamın soğuk suyunu getirdi. Suyunu içince de “İyisin değil mi baba?” diyebildi yine usulca.
Adam, derin bir nefes aldıktan sonra, homurdanmalar eşliğinde yine açtı ağzını; “Bizim pınar başındaki tarla yok mu, oraya gittim. Bir de ne göreyim! Bahçede ki eriklere köyün çocukları yine saldırmışlar, yerlere düşmüş erikler, zebil gibi, zebil!” diyerek hışmını dile getirdi. Sözlerini; “Ben, onlara gösteririm! Hele bir yakalayayım onları, kollarını bacaklarını kıracağım!!!” diyerek bitirdi.
Konuşmak bile onu yormaya başlamışken, günün telâşesine yaşlı bedeni daha fazla dayanamadı. Kurulu yatağına uzandı. Gelini; “Baba, başka bir isteğin var mı?” dediğinde ise adam hiç konuşmadan “yok işareti” yaptı eliyle.
Ertesi gün, kendisini dinlenememiş hissetti. Sanki senelerin yorgunluğu tüm ağırlığıyla üstüne çöreklenmişti. O gün, yatağından pek kalkamadı. Canı çekmediğinden bir şeyler de yiyemedi. Masasının üstünde kavgasını yaptığı bir tabak yaban eriği duruyordu; ancak o, onlara dönüp bakmıyordu bile.
O, bu haldeyken günler geçiyor, fakat yorgunluğu geçmek bilmiyordu. Nedense yorgunluğu gibi iştahsızlığı günden güne artıyordu. Nefes alması iyice daraldı. Sanki öksürükler boğazına düğümleniyordu. Artık su içerken bile çok zorlanıyordu. Anlaşılan bedeninde istemediği bir şeyler oluyordu; ancak kendisinin de bu olanlara bir müdahalesi yoktu.
Yattığı yerden hastalığıyla cebelleşirken, dışarıda neler olduğu ile artık hiç ilgilenmiyordu. Evin çok uluyan köpeği, sütü az veren inekler, isyankâr keçiler, hatta yaramaz tavuklar bile sonunda derin bir nefes almışlardı. Tabi o ayakları kırılacak çocuklar da kurtulmuşlardı sinirli adamın hışmından.
Durumu daha da ağırlaşınca bir ambulans çağırdılar. Öfkeli adam, sedye ile bahçeden götürürlerken; köpek, adama kuyruğunu sallıyordu. Adam, göz ucuyla baktı köpeğe; sonra da tek bir kelime dahi etmeden, dilini kuruyan dudaklarına götürdü.
Hastane günleri çetin başladı. Yaşlı adama birçok test yaptılar. Anlaşılan ağır bir hastalığı vardı ve durumu kritikti. Birkaç gün sonra, onu yoğun bakıma kaldırdılar. Birbirini takip eden yoğun bakım günlerinin ardından bir haber geldi; “Hastanız vefat etti, başınız sağ olsun!” diye.
Çiftlik sahibi, köyün eski muhtarı, yaşlı adam ölmüştü. Bir veda dahi edemeden ayrılmıştı bu fâni dünyadan. Her şey bitmişti işte, hem de her şey… Öfkelendiği, dertlendiği şeylerin hepsi ama hepsi arkasında kalmıştı; tarlasındaki yaban erikleri de ayaklarını kıracağı, habersizce sövüp saydığı küçük torunlarına…
Minhâc Dergisi 5. Sayı | Nisan 2023 | Urve Tahir