El-Azîz ve el-Muiz olan Allâh’u Teâlâ’nın ismiyle… Her daim O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret diler ve O’nun izzetli Nebîsine de salât ve selâm ederiz.
Değerli Minhâc okurları! 1443 Ramazan’da yazı hayâtına başlayan dergimiz Rabbimizin lütfuyla bir yaşını doldurdu. Yarattıkları adetince O’na hamdolsun. Bu bir sene içerisinde de birçok olaylar oldu. Öncelikle kısaca bunlara değinmek ve sonrasında da asıl yazımız olan “İzzetin Yolu” bölümüne geçmek istiyorum.
Yardım ve başarı, izzet ve ikram Rabbimizdendir.
Deprem İmtihanı
Değerli Müslümanlar! Malumuzdur ki Rabbimiz biz kullarını yakın tarihte depremler ile imtihan etti. Her bir kul kendi kaderini yaşadı ve yaşıyor. Âlemi şehâdetten âlemi berzaha hicret edenler oldu ve olacak. Her canlı ölümü tadıyor ve tadacak. Rabbimize dönüş kaçınılmaz akıbetimiz. Eğer îmân ve İslâm ile izzetli bir hayâtı yaşadıysak ebedî bir izzet bizleri bekliyor. Bunun tersi olursa önümüzde ebedî bir zillet var. Allâh’u Teâlâ’ya sığınırız.
Hayât, bebek beşiğinden ölüm döşeğine kadar bir imtihan. Bu imtihanda her insân kendi imtihanını yaşıyor ve ölünce de kendi hesabını verecek. Îmân ediyoruz ki her doğan ölecek ve her ölen de tekrar dirilecektir. Ölüm, bu hayâtın kaçınılmazı olarak seveni sevdiğinden ayırsa bile, yine seveni sevdiğine de kavuşturacaktır. Bizler, bunları idrak etmek zorundayız.
Müşahit olduk ki bu deprem imtihanında Müslüman kardeşlerimiz îmânları gereği sabr-ı cemil gösterdiler ve tevekkül ettiler. Sekinet ve sükûnet içerisinde teslimiyetlerini sundular. Bu da onları mânen daha da güçlendirdi, daha da izzetlendirdi. Allâh’u Teâlâ onlara yardım eylesin. Dünyevî ve uhrevî işlerini kolaylaştırsın. Bu vesileyle canlarını aldığı Mü’min kullarına da şehâdet nimetini ikram eylesin. Acılı ailelerine de sabr-ı cemil ihsan buyursun. Allâhumme âmin.
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” [Bakara: 2/155]
Sel İmtihanı
Depremlerle imtihan olunan Anadolu insânı, sellerle de imtihan oldu. Rabbimiz rahmetiyle yağmuru ölçüyle indirendir; fakat bazen idraki körleşenlere ne büyük nimetler içerisinde olduklarını hatırlatacak bazı olaylar da olur. Yağmurların rahmet olması gibi azab olması da mümkündür. İnancımıza göre; her bir damla, Rabbimizin emriyle yağar. Yeryüzüne düzen koyan ve o düzeni işleten âlemlerin Rabbidir. Dilerse kullarını farklı şekillerde de imtihan eder. Başımıza gelenleri ibret nazarıyla değerlendirip, onlardan dersler çıkarıp, bu dersler ile de hayâtımızı yaşamalıyız. Biz, her hâl üzere O’na hamd edenleriz.
“Onlar her yıl bir veya iki kere (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Buna rağmen ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” [Tevbe: 9/126]
Ramazan ve İzzet
Değerli Ramazan yolcuları! Ömür yolculuğumuz her sene Ramazan ayına uğruyor. Tarifi mümkün olmayan, dille ifade edilemeyen birçok maddî ve manevî ikram bu ayda ehli îmâna ikram olunuyor. Yine böyle bir ayda kulluk şuuruyla oruçlarımızı tuttuk-tutuyoruz, namazlarımızı kıldık-kılıyoruz. Yine zekât verenler oluyor, infaklar ediliyor, yemekler yediriliyor, fıtır sadakası veriliyor. Biz, şükründen aciz olsak da Rabbimiz bizlere ikram üstüne ikram ediyor. İbâdetler, neşeyle edâ ediliyor. Îmân ile izzet libâsı giyenler, ibâdetler ile izzet tacı takıyorlar. Rabbimiz, Müslümanların kalblerine ülfet köprüleri kuruluyor. Muhabbet çeşmelerinden içenlerin birbirine muhabbeti artıyor. Ve elhamdülillah, Ramazan tüm güzellikleriyle Mü’minleri güzelleştirmeye devam ediyor ve devam edecek, inşallâh. Rahmet ve izzet ayına ulaşan tüm kardeşlerimizin Ramazan-ı şerifi hayırlı, Ramazan Bayramı mübarek olsun. Rabbimiz, bizleri birlik ve dirlik ile nice Ramazanlara ulaştırsın. Allâhumme âmin.
“Ramazan ayı, İnsânlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyleyse sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsunlar.” [Bakara: 2/185]
İzzetin Yolu
Mü’minler için izzete götüren yollar çoktur. Biz, “İzzetin Yolu” adlı bu yazımızda bunları “on kavram” altında değerlendirdik. Burada bahsi geçen her bir kavram, Rabbimizin razı olduğu, bizleri izzete taşıyacak olan, Rabbimizin sevip beğendiği ve bizler için yapmamızı istediği kavramlardır. Onların zıttı olan kavramlar ise Rabbimizin razı olmayıp, bizlere yasakladığı kavramlardır.
Yazımızdaki “on kavram” şunlardır: Tevhîd, ihlâs, ilim, ibâdet, takva, sabır, ülfet, vahdet, dâvet ve gayret. Bu kavramlar, dünyevî ve uhrevî olarak izzet vesilesi oldukları gibi; yine ferden ve içtimaî olarak da izzet vesilesidirler. Yazımız ile alakalı kavramlar daha çok ve daha kapsamlı işlenebilir; hatta işlenmelidir. Fakat biz, bu yazımızda bu kadarıyla iktifâ edeceğiz.
“Ben, işimi Allâh’a havâle ediyorum. Şüphesiz Allâh, kullarını görür, gözetir.” [Mü’min: 40/44]
(1) Tevhîd
Tevhîd, bir olanı birlemek olup, izzetin yollarındandır. Allâh birdir. O’nu birlemek tevhîd, O’nu birleyen de Muvahhîddir. Yaratan ve yaşatan Rabbimiz bizi yaratmış ve yaşatmaktadır. Bizler, O’nun kulları olarak O’nu bilmekle ve birlemekle mükellefiz. Mârifet ve tevhîd kul için kaçınılmazdır. Rabbimiz, ikram ettiği kullarına hakkı gösterir, hakkı bildirir; onlar da hakka teslim olurlar. Hakkı görmek ve bilmek, hakka teslim olmak büyük bir ikram olduğu gibi, izzettin de yoludur. Hakkı görmeyen ve bilmeyen, görse bilse bile ona teslim olmayanlar, o halleriyle zelildirler.
Bizler yakînen îmân ediyoruz ki tevhîd, ikram sahibi Rabbimizin kullarına olan en büyük ikramıdır. O ikramla kişi; Mü’min olur, Müslim olur, Muvahhîd olur. O ikram ile kişi; Rabbini razı eden ve Rabbinden razı olan bir kişi olur. Hangi nimet, bu nimet ile kıyaslanabilir? Tevhîdî bir îmân, kulun en değerli hazinesidir. Dünyevî olarak elinde avucunda hiçbir şey olmasa bile o îmânıyla zengindir. Ancak tevhîdî bir îmânla cennete varılır. Karun kadar hazinesi olan niceleri îmânsızlıklarıyla cehennemin ehli olmuşlardır. Tevhîdi hayâta geçiren dînimiz İslâm, Müslimleri dünyâda ve ukbâda izzetlendirir.
Bakınız, Ömer radıyallâhu anhu güzide bir insândır. Seçen Rabbimiz, onu sahabe olmakla seçmiş ve şereflendirmiştir. Diğer birçok sahabe gibi onun da bir cahiliyesi vardı. Cahiliyeyi yaşayan Ömer radıyallâhu anhu diyor ki:
“Şüphesiz biz, zelil bir kavimdik; Allâh Teâlâ bizi İslâm ile azîz kıldı. Eğer biz, izzeti Allâh’ın bizi azîz kıldığı yerden başka bir yerde ararsak, Allâh bizi yeniden zelil edecektir.” [Hakim, el-Müstedrek, I,130]
“Hakikaten biz, Allâh’ın İslâm ile şereflendirdiği bir toplumuz. İslâm’dan başkasıyla izzet arayanı Allâh zelil etsin!” [Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliyâ, 49]
Bu sözlerin iyice anlaşılması gerekir. Rabbim, bizlere hakkıyla anlamayı nasip eylesin. Allâhumme âmin. Değerli kardeşlerim! İfâde ettiği üzere izzetin yolu tevhîddir, İslâm’dır. Cahiliye, -göz alıcı olarak sunulup, gözleri boyasa da gözleri boyananlar, insânların çoğunluğu olsa da- zilletin ve hüsranın yoludur. O, hiçbir zaman izzetin ve necâtın yolu olmamış ve olmayacaktır. Cahiliye, insî ve cinnî şeytânların insânlara süslü gösterdiği zelil hayâtın adıdır; öyle olmuş ve hep de öyle olacaktır. Cahiliye dârında şanına-şöhretine, makamına-mevkiine, parasına-puluna güvenenler, bunlarla mutlu olmaya çalışanlar, izzeti onlarda arayanlar, izzeti hiç bulamamışlardır. Neden mi? Çünkü İslâm’ın dışında bir izzet yoktur. Sadece İslâm, dünyânın ve âhiretin izzetini sunar.
Öyleyse azîz kardeşim! Yeryüzü batakhânesinde üç-beş gün debelenip, necâset çukurlarını kendilerine mesken edinenlerin zillet nârâlarına sakın aldanma. İslâm’dan, îmândan ve tevhîdden yoksun, zelil ağızlardan çıkan isyân nârâları, yarın ebedî ateşte nedâmet nârâlarına dönüşecektir. Biz, İslâm’ın evlatlarıyız. İslâm ehli, dareynin azîzleridir. Müslimlerin dünyâlık imkânları çok olmasa da onlar, en büyük izzet vesilesi olan tevhîdin, îmânın ve İslâm’ın ehlidirler. Elhamdülillah.
“Kim, İslâm’dan başka bir dîn ararsa, ondan kabul edilmeyecek ve o âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [Âl-i İmrân: 3/85]
(2) İhlâs
İhlâs, niyetteki tevhîd olup, izzetin yollarındandır. İtikattaki tevhîd gibi, kul için farz-ı ayndır. İhlâs, amellerin kabul şartlarındandır. İhlâs, bir nevî ibâdetlerin ruhudur. Ruhsuz beden nasıl ki ölü bir ceset hükmündeyse, ihlâssız ibâdetler de böyledir. İhlâs ile yapılmayan bir amel, kabul olmayan bir ameldir. Rabbimiz, bizleri tevhîd ile izzetlendirmiş ve ibâdetler ile de şereflendirmiştir. İbâdetler, bizim için külfet değil, rahmettir. İbâdetlerin kabul olmaması ise kul için büyük bir âfettir. İşte bu âfetin önlenmesi, kulun her bir amelinde ve ibâdetinde ihlâs üzere olmasına bağlıdır.
Muvahhîd muhlis bir kul, daimî olarak kazanan bir kuldur. Tevhîd ile izzetlenen, ihlâs ile de izzetlenir. Muvahhîd muhlis kullar, dareynin izzetlileridir. Öyleyse kardeşim! Riyânın amelleri ifsat eden bir bataklık olduğunu hiç unutma. Her daim ihlâs ile hareket et ve riyâdan da kaçın. Ümmet için yola çıktığında da “niyet kontrolü” yap. Allâh için değil de nefsî ve dünyevî gâyeler için yola çıkıyorsan, bil ki sana dünyâda ve âhirette bir izzet yok. İhlâslı ol ki sana izzetin kapıları açılsın.
“De ki: “Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de hayâtım ve ölümüm de âlemlerin Rabbi Allâh içindir.” [En’âm: 6/162]
(3) İlim
İlim, hakkı ve hakikatleri bizlere öğreten bilgi olup, izzetin yollarındandır. Rabbimiz, îmân edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltmekte ve izzetlendirmektedir. İlim ehli de izzet ehlidir. O, değerli olanı görmüş ve değerli olana yatırım yapmıştır. İlim, cennetin yoludur. Cehalet ise cehennemin yoludur. Âlimler, Allâh katında övülmüşken, cahiller ise herkes tarafından yerilmiştir.
İlim, insânı İnsân yapar. Cehalet ise insânı canavarlaştırır. İlim tacını takanlar dareynde izzetlenenlerdir. O, izzetlenenlerin başında ulemâ gelir ki ulemâ, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler, dünyâlık şeyler değil ümmetlerine ilmi miras bırakmışlar, âlimler de bu mirasa sahip çıkmışlardır. Sahip çıktıkları ilim çok değerliyken, sahip çıkanlar da değerli olmuşlardır. Sahip çıkılan övülmüşken, sahip çıkanlar da hep hayırla yâd edilmişlerdir. İlim izzet; cehalet ise zillettir. İlim yolu, izzetlileri cennete; cehâlet yolu ise câhilleri cehenneme kılavuzlar. Aklı olanlar, îmân üzere yol alanlar, ilimle izzetlenmeli, öğrenip öğretmelidirler.
“Allâh, melekler ve ilim sahipleri, O’ndan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, (mutlak güç sahibi) Azîz, (mutlak hüküm ve hikmet sahibi) Hakîm’dir.” [Âl-i İmrân: 3/18]
(4) İbâdet
İbâdet, Allâh’u Teâlâ’nın kulları için yerine getirmelerini istediği emirler olup, izzetin yollarındandır. İbâdetler, Rabbimizin bizlere ikramı olup, kulluk nişânemizdir. Bizler, ibâdetler ile Rabbimize teslimiyetimizi sunarız. Âbid şahşiyet, Rabbine teslimiyeti ibâdetler ile sunduğunda kulluğunu ilân eder. Namazdaki tekbir ile Allâh’ın büyüklüğünü ikrar eden âbid, aslında tek mâbud olarak Allâh’a ibâdet ettiğini ikrar eder. İzzetin tamamının sadece Allâh’ın olduğunu kabul eder. Diğer tüm mahlukatın ise güçsüzlüğünü ve acizliğini ifâde eder. İbâdetler kula kul olduğunu hatırlatır ve unutturmaz.
Kulluk, kul için büyük bir şeref ve izzettir. Kul, bu şerefe ve izzete ibâdetlerini yerine getirerek ulaşır. Dünyâ, kulluğun ibâdetlerle izhar edildiği yerin adı; Rabbimize teslimiyeti gösterdiğimizde ebedî izzeti kazanacağımız yurdun ismidir. Bu şuurla ibâdet eden bir âbid, ibâdetler ile yükselir ve izzetlenir. O, ölüm kendisine gelinceye kadar ibâdet yolundan ayrılmaz. Salih ameller işler ve kötü amellerden de kaçınır.
“Îmân edip sâlih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılıp, zekâtı verenler yok mu, işte onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir.” [Bakara: 2/277]
(5) Takva
Takva, korunmak ve kaçınmak olup, izzetin yollarındandır. Muttakî de Rabbinin razı olmadığı her şeyden korunan ve kaçınan kişidir. Takva ile muttakî bir kul, dünyâda ve âhirette izzetlenir. Takva, muttakîlerin zırhıdır. Onlar ki Rablerine teslim olmuş, O’nun emirlerini baş tacı yapıp, hayât kılmışlardır. Onlar ki büyük-küçük demeden her türlü mâsiyetten ve isyândan kaçınmışlardır. Onlar ki dikenlerle dolu hayât yolculuğunda günahların dikenlerinden korunmuşlardır. Onlar ki Rablerine karşı haşyet duymuş ve haşyetullâh ile bir ömür sürmüşlerdir. Değerli kardeşlerim! Biliniz ki! Muttakîler, dareynde azîzdirler. Öyleyse, bu dünyânın sahte süslerinden, acı veren şehvetlerinden kaçınmak ve takva elbisesini giyerek, takva azığıyla yol almak her Muvahhîdin hedefi olmalıdır.
“Size verilen şeyler, dünyâ hayâtının geçici nimeti ve süsüdür. Allâh katındaki nimetler ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” [Kasas: 28/60]
(6) Sabır
Sabır, her türlü zorluğa tahammül göstermek olup, izzetin yollarındandır. Değerli kardeşim! Bu dünyâ bir imtihan diyarıdır. İmtihanda da insân her türlü şeyle denenir. Çoğu zaman başına istemediği işler gelir. Acı çeker. Buna rağmen mukavemet gösterir ve direnir. Sabır, şuurlu bir direniştir aslında. Hayât yolculuğunda sabr-ı cemil ile yol alan “sâbir” ve “sabbar” olanlar için birçok müjdeler vardır. Rabbimiz, sabırlı kullarını sevmekte ve zor zamanların da onlara yardım etmektedir.
Musibetler ve belâlar, hayâtın içinde değişik kılıklara bürünerek, farklı vakitlerde bizlere gelirler. Onlara karşı Allâh’ın rızasını kazanmak için sabrı hayât yapanlar her zaman kazanmışlardır. Peygamberlerin hayâtlarına baktığımızda da en şiddetli belâların ve musibetlerin onlara geldiklerini görebiliriz. Ancak örnek ve önder olan o şahsiyetler hiçbir zaman isyân içerikli sözler söylememiş ve isyân içerikli bir amel işlememişlerdir. Peygamberlerin yolunu yol edinen aklı selim Mü’minler de îmânlarında sabır ve sebât ile yol alarak, ibâdet şuuruyla sâlih ameller işlemelidirler.
“Kendilerine gerçeğin ilmi verilmiş olanlar ise o şaşkınlara: ‘Yazıklar olsun size! Îmân edip sâlih ameller işleyenler için, Allâh’ın âhirette vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Buna da ancak hakkiyle sabredenler kavuşacaktır’ dediler.” [Kasas: 28/80]
(7) Ülfet
Ülfet, kalblerin manevî bir bağ ile bağlanması olup, izzetin yollarındandır. Ülfet ile Mü’minlerin kalbleri arasında bir yakınlık, sıcaklık ve kaynaşma olur ve kalbler birbirine bağlanır. Maddî ve mânevî fetihler, ülfetin ve muhabbetin meyveleridir. Ülfet vahdete, vahdet ise fütûhâta götürür. Ne zaman ki ümmet, ülfeti hayât yapmıştır; işte o zaman zindan olan dünyâ bile manevî güzelliklerini ümmete sunmuştur. Yine ne zaman ki ümmetten ülfet kalkmıştır; işte o zaman da kalbler karanlık zindanlarda yetim kalmışlardır.
Unutulmamalıdır ki bu ümmet, tevhîd ümmeti olduğu gibi vahdet ümmetidir de. Tevhîd ümmetinin vahdeti ise ancak ülfetle mümkündür. Ülfeti gerçekleştirenler; Allâh için birbirini sevenler, birbirine karşı emin olanlar, Allâh için birbirinin hayrını isteyen ve Allâh için birbirine destek olanlardır. Menfaatlerin birbirine bağladığı, dünyevî işleri için bir araya gelenler, birbirlerine haset edenler, elleriyle ve dilleriyle hainlik yapanların arasına; Allâh, ülfeti değil, kini ve düşmanlığı koyar. Onların bedenleri bir araya gelse de kalbleri ayrıdır. Aynı safta omuz omuza olsalar bile kalbleri birbirini iter. Çünkü ülfet yoktur. Ülfet olmadığında ise vahdet, vahdet olmadığında ise -içtimaî alanda- izzet yoktur.
“Hep birlikte Allâh’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allâh’ın size olan nimetini anın. Hani siz birbirinize düşmandınız; O, sizin kalbleriniz arasında üflet (yakınlık ve sıcaklık) meydana getirdi de O’nun nimeti sayesinde dîn kardeşleri oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, Allâh sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allâh size ayetlerini böyle açıklıyor.” [Âl-i İmrân: 3/103]
(8) Vahdet
Vahdet, içtimaî alandaki tevhîd olup, izzetin yollarındandır. Tevhîdin içtimaî alandaki yansıması olan vahdet, Allâh’ın Muvahhîd kullarına bir emridir. Vahdetin zıttı olan tefrika da Allâh’ın Muvahhîd kullarına bir yasağıdır. Allâh’ın tevhîd emri kullarını izzete götürdüğü gibi; vahdet emri de izzete götürür. Bunun hilafına olan her tefrika ve şikâk ise ümmeti dünyevî ölçülerde zayıflatır. Ehli küfrün ümmet üzerindeki gücünü arttırır ve ümmetin gücünü kırar. Bu açık bir hakikattir. Ne hazindir ki bunu görenlerin dahi vahdeti istememesi veya bunu ertelemesi akla ziyân hallerdendir. Ümmet, içtimaî alanda da izzete giden yolun vahdet yolu olduğunu unutmamalı, unutanlara da hatırlatmalıdır. El-Muiz’in kulları liyâkat ve sadâkat ehli kişiler etrafında vahdet oluşturmalıdır.
“Allâh’a ve Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin (tefrikaya düşmeyin); sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allâh, sabredenlerle beraberdir.” [Enfâl: 8/46]
(9) Dâvet
Dâvet, hakkı duyurduktan sonra hakka çağırmak olup, izzetin yollarındandır. Dâvet de Mü’minler için izzet vesilesidir. Rabbimiz, bizlerden hakkı duyurmamızı ve hakka dâvet etmemizi istemektedir. Seçilmiş tüm tevhîd elçileri dâvetçidirler. Rabbimiz, kullarını cennete dâvet ederken, Allâh’ın görevli kulları da İnsânları; Allâh’a teslim olmaya, O’ndan korkmaya, Müslim olarak bir hayât yaşamaya ve Müslim olarak ölmeye dâvet etmişlerdir. Peygamberlerden sonra da dâvet görevi devam etmiş ve etmektedir. Yeryüzü, zulüm ve küfür ile inim inim inlerken, insânlar canavarlaşıp canavariyetler kurmuşlarken, insânlara hak dâveti sunmak elbette vaciptir, gereklidir. Hidâyet ehlinin yolu, dalâlet ehlinden ayrılmıştır. Herkes kendi görevini yapmaktadır. Şeytân ve şeytânlaşanlar Allâh’a isyâna, şirke, küfre ve günahlara dâvet ederlerken; tevhîd ehli de Allâh’a itaate, tevhîde, îmâna, İslâm’a ve helalli olmaya dâvet etmiş ve edeceklerdir.
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et! Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Muhakkak ki Rabbin kendi yolundan sapanları iyi bilir; O, hidâyete kavuşanları da en iyi bilendir.” [Nahl: 16/125]
(10) Gayret
Gayret, Allâh yolunda, dîn uğrunda harekete geçerek, sebâtla çalışmak demek olup, izzetin yollarındandır. Ey kardeşim! Bu dâvâ, oturanların değil, Allâh için koşturanların dâvâsıdır. Bu dâvâya hizmet, tembellikle değil, gayretle edilir. Nebîmiz aleyhisselâm’ın örnek hayâtı ortadadır. “Kum=kalk” emriyle ayağa kalkan Nebîmiz aleyhisselâm, dâvâsı uğrunda gece-gündüz ayakta kalmıştır. Kâh ayakları şişinceye kadar Rabbine yönelmiş, kâh savaş meydanlarında düşmanla karşılaşmıştır. O’nun hayâtı en güzel örnek iken O’nun yolunu yol, dâvâsını dâvâ edinenler de “gecelerin âbidleri, gündüzlerin süvarileri” olmuşlardır. Onlar ki yerlerinden ve yurtlarından Allâh için ayrılanlardır. Bu öyle bir ayrılıştır ki sevdikleriyle buluşmaları âhirete kalmıştır. Lokmaları kuru hurmalar, yatakları kızgın kumlar olanlar, Pers’in ateşini söndürdüler, Kudüs’e İslâm’ın sancağını çektiler. Gayret ve sebât ile izzete erdiler.
Değerli Mü’minler! Biliniz ki! Gayretlilere verilenler, tembellere verilmez. Gayretle dağlar aşılır, tembellikle ovalar geçilmez. Öyleyse bizlerin de Allâh yolunda gayretli olmamız gerekir. Kardeşlerim! İlim tahsil ederken gayretli olalım, ibâdetlerimizi edâ ederken gayretli olalım, dâvâmızı yaşarken gayretli olalım, insânlara hak dâveti sunarken gayretli olalım. Müslümanların kurduğu kurumlara sahip çıkarken ve hizmet ederken gayretli olalım… Gayretli olalım ki gayretli olanların nâil olduğu ikramlara bizler de nâil olalım.
“Kim, âhiret hayâtını ister ve bir Mü’min olarak tüm gayretiyle onu kazanmaya çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” [İsrâ: 17/19]
Duamız
Ey el-Azîz ve el-Muiz olan Rabbimiz! Bizleri tevhîd ile izzetlendirdiğin gibi vahdet ile de izzetlendir. İbâdetleri bizlere sevdir. Hayâtımızı bizlere Ramazan tadında yaşat. Salih amellerimizi arttır. Öğrenmeye ve öğretmeye karşı bize iştiyâk ver. Dînini yaşamayı bizlere kolaylaştır. Elimizin altındakilere ve ümmetin fertlerine karşı bizleri emin nasihatçiler kıl. Bizleri takva libası giyip, takva azığıyla yol alanlardan eyle. Ümmetin hayrı için çalışan gayretliler arasına bizleri de koy. Kardeşlerimiz ile aramıza yıkılmayan ülfet köprüleri kur. Sözlerimizi amellerimizle muvâfık eyle. Dîninin destekçilerini destekle, dînini koruyanları Sende koru, ey el-Hafîz olan Rabbim! Allâhumme âmin.
“Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz ki Sen, hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin.” [Bakara: 2/127]
İzzet ehline selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 5. Sayı | Nisan 2023 | Hakan Emin