Sayısız nimetleri yaratan; güneşi, ayı, yeryüzünü ve gökyüzünü emrine amâde kılan Allâh’u Teâlâ’nın ismi ile…
İmtihânların üst üste gelmeye başladığı şu zor günlerde, bizleri tekrar bir araya getiren Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd olsun. O’ndan yardım ve bağışlanma dileriz. Salât ve selâm nebîlerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve bütün nebîlerin üzerine olsun.
Söze başlamadan önce kendime ve sizlere hatırlatmak istediğim bir konu var. Unutmamalıyız ki bugün hâlâ nefes alabiliyorsak, hâlâ bir şeyler yapmamız, bir şeyleri değiştirebilmemiz için fırsatımız varsa, bu bizlere verilen en büyük nimettir.
Bundan sonra:
Allâh’u Teâlâ, yaşamları boyunca insanları çeşitli şekillerde imtihâna tabi tutmuştur. Ve bu imtihânlar neticesinde istemiştir ki insanlar hallerini düzeltip, kendilerine çeki düzen versinler. Yaşamlarının aniden sona ereceğini ve ebedî yurdun dünya hayatı değil de ahiret hayatı olduğunu hatırlasınlar. Ne yazık ki başkalarının başına gelen imtihânlara şahit olan insanoğlu, çoğu kez karşılaştığı bu durumlardan hemen hemen hiçbir zaman ders almamıştır. Konuyla ilgili olarak Allâh’u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır. Biz sizi, gerçek değerinizi ortaya çıkarmak için şerle de hayırla da imtihân ediyoruz. Sonunda zâten bize döneceksiniz.” [Enbiyâ: 21/35]
Yine bir başka ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Görmüyorlar mı ki, her sene birkaç defa imtihânla (çeşitli belâ ve musîbetlerle) karşı karşıya geliyorlar. Buna rağmen ne tevbe ediyorlar ne de düşünüp ibret alıyorlar!” [Tevbe: 9/126]
Yazımı yazmaya başladığım şu günlerde Türkiye’nin güney doğusunu vuran; on ili ve birçok ilçeyi adeta harap hâle getiren deprem henüz yeni gerçekleşmişti. İnsanları uykuda iken yakalayan bu yıkım; kimilerini evsiz, kimilerini eşsiz, kimilerini ise evlatsız bırakmıştı. Oysa yapacak daha ne çok işleri vardı göçük altında kalanların, bitmeyen emelleri, doymayan nefisleri vardı. Kimi ev, kimi araba alacaktı… Derler ya; “insanoğlunun gözünü toprak doyurur” diye. Bu kez beton parçaları, açlık, susuzluk ve kapkaranlık bir yalnızlık doyurdu o gözleri.
Deprem gibi başa gelen imtihânlarla ilgili Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“Nitekim, birçok memleket vardır ki, o memleket halkı zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, çökmüş tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hâle gelmiş kuyular ve ıssız kalmış ulu saraylar vardır.” [Hac: 22/78]
Âlimler; “iki ‘Z’ olunca, üçüncü ‘Z’ gelir.” demişlerdir. Yani “zulüm” ve “zina” çoğalınca “zelzele” olur. Maalesef günümüzde zina ve zulüm almış başını gitmektedir. Her kaldırım taşı, her köşe başı ise bu duruma şahit olarak yeterlidir. Konuyla ilgili olarak Âişe radıyallâhu anha’dan şöyle rivayet edilir:
İbn Ebu’d-Dünya şöyle zikrediyor:
“Enes b. Mâlik radıyallâhu anh, adamın biriyle Âişe radıyallâhu anha’nın yanına gitti.
Adam ona; ‘Bize depremden bahset’ dedi.
Âişe radıyallâhu anha; ‘İnsanlar zinayı helâl saydıkları, içki içtikleri ve fütursuzca çalgı çaldıkları vakit Yüce Allâh bundan rahatsız olur ve yeryüzüne “Onları sars” diye emreder. Tevbe edip bunları terk ederlerse ne âlâ. Yoksa yeri üzerlerine yıkar!’ dedi.
Adam; ‘Ey mü’minlerin annesi, onlara azap olarak mı?’ dedi.
Âişe radıyallâhu anha; ‘Bilakis, mü’minler için nasîhat ve rahmet, kâfirler için cezâ, azap ve kızgınlık olarak ’dedi.”
Ölmeden ölmek ya da ölmeden toprağa girmek; hayattan ve hayatın zevklerinden sıyrılmak. Subhanallâh! Tadabildikleri yalnızca; acı, hüzün ve çaresizlik. Üstelik bu çaresizlik o kadar derin ki yavrularını, eşlerini, anne babalarını veya kardeşlerini yanı başlarındayken kaybetmek. Ölümü yudumladıkları her nefese şahit olmak. Her nefeste ölmelerini beklemek, belki de ölebilmek için duâ etmek…
Şüphesiz ki imtihânlar insanoğlu içindir. Yaradılış olarak eşsiz olan insanoğlu; bu özelliği sebebiyle diğer canlılardan ayrı olarak imtihâna tabî tutulmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu konu şöyle açıklanmaktadır:
“Sizi mutlaka biraz korku ve açlık ile; biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmak sûretiyle imtihân edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” [Bakara: 2/155]
Bu sebepten biz muvahhîd Müslümanlar biliyoruz ki yürekleri sarsıp, gözleri açan bu deprem Rabbimizin bir imtihânıdır. O’nun askerlerinden bir askerdir. İnsanlara unuttukları ya da umursamadıkları gerçekleri farklı bir dille hatırlatan, nereden geldiklerini ve nereye gideceklerini gösteren bir imtihân. Fakat ibret alan nerede? Gözler kör olmuşsa güneşin kime, ne faydası var? Her ne kadar başa gelen bu musîbetler, birer imtihân vesilesi olsa da muhakkak hepsinin sebebi insanoğludur. Bu konu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmektedir:
“Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günâhlar, ihmâl ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allâh Teâlâ, o günâh ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” [Şûra: 42/30]
İnsanoğlunun başına gelen her şey (ister iyiliğine olsun isterse de kötülüğüne) onun için birer imtihân vesilesidir. Kimi zaman zorlukla sabrı sınanan insanoğlunun, kimi zaman kolaylıkla şükrü sınanır. İstenir ki zorluklara Rabbi için göğüs gersin, sızlanmasın. Yine bolluk zamanı da haddini aşıp azmasın. Bu yüzden her durumda izzetini ve vakarını müdafaa etsin. Karşılaştığı bu gibi durumlar ona fayda versin. Konuyla ilgili şöyle bir hadis rivayet edilmektedir:
İbni Sinân radıyallâhu anha’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” [Müslim]
Büyüklerimizin de dediği gibi; rızık sadece yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarımızın karşılığı değildir. Rızık kavramı çok çok daha geniş bir kavramdır. İçerisinde anlayamayacağımız, kavrayamayacağımız tanımlar barındıran eşsiz bir kavram. Öyle ki bu kavram, içerisinde acısı ve hüznüyle imtihânları da barındırır. Evet, imtihânlar da biz mü’minler için birer rızıktır. Hem de öyle bir rızık ki kişi yıllarca amel ederek ulaşamayacağı makâmlara, başına gelen bir musîbet sebebi ile bir anda ulaşabilir. Yeter ki izzetini ve vakarını muhâfaza etsin. Musîbetin başa geldiği ilk andan son ana kadar kendisine sahip çıksın. Az önce hadiste de geçtiği gibi mü’minin durumuna şaşmamak mümkün mü? O ki her durumu kendi lehine çevirirken başa gelen musîbet ve belalara dahi izzetiyle sabrederken durumuna şaşırmamak mümkün mü?
“İnsanlar sadece ‘îmân ettik demeleri sebebiyle kendi hâllerine bırakılıvereceklerini, imtihâna tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler? Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik. Allâh elbette şimdiki mü’minleri de imtihân edip îmân iddiasında sadık olanlarla, samimiyetsiz olanları elbette bilecektir.” [Ankebut: 29/2-3]
Evet, bir Müslüman’ın hiçbir zaman izzetinden ödün vermemesi gerekir. Her durumda ve her şartta kendisine hâkim olması gerekir. Unutmamalıdır ki her anını izleyen, yaptığı olsun söylediği olsun her durumunu kayıt altına alan yazıcıları onu beklemektedir. Bununla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” [Kaf: 50/18]
Cehâletin hükmettiği şu asırda ise izzet, çoğu insan için ne kadar da uzak bir kelimedir. İnsanlar, menfaatleri gereği dînlerinden, ahlâklarından, bedenlerinden ödün veriyorlarken nasıl olur da izzetlerinden ödün vermemeleri beklenir? Hem başımıza gelenlerin de sebebi tüm bu sayılanlar değil midir? İnsanlarda izzetten, hâyâdan, ahlâktan eser kalmamışken belki de başımıza gelenler az bile!
Tüm bunlara rağmen Rabbimiz yine de “günâh ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” [Şûra: 42/30] Fakat ne yazık ki yine unutacağız, yine hiç yaşanmamış, hiçbir yıkım olmamış gibi eski halimize döneceğiz. Sanki az önce pişman olan bizler değildik, sanki az önce Rabbine sözler veren bizler değildik. İsmimiz de zaten bu yüzden “insan” değil mi? İnsan, yani unutan; nereden geldiğini nereye gideceğini unutan, dününü, yaşadığı; sevinçleri, sıkıntıları, hüzün ve mutlulukları unutan bu yüzden de yarınını unutan insan!
“Biz, o azabı sizden birazcık kaldırırız. Ama siz mutlaka eski hâlinize dönersiniz.” [Duhân: 44/15]
Bu deprem kimilerine zarar verse de çoğumuzu teğet geçti. Kimisi her şeyini kaybederken, kimisi hiçbir şeyini kaybetmedi. Bazıları bu yıkımı yaşarken bazılarına da ders almaları için fırsat verildi. Artık ya bu yıkımdan ders çıkarıp kendimize çeki düzen veririz ya da hiçbir şey olamamış gibi kısa süre sonra her şeye kaldığı yerden devam ederiz. Emin olun ki insanların çoğu kaldıkları yerden devam etmeye başladılar bile. Ama şu tehdidi unutmamak gerekir:
“Umulur ki Rabbiniz size acır. Ama eğer yine fırsatçılığa dönerseniz biz de cezâyı tekrarlarız. Biz cehennemi kâfirler için ebedî bir cezâ yeri yaptık.” [İsrâ: 17/8]
Ve son olarak; Müslümanlara ve kendime naçizane tavsiyem şudur ki bırakamadığımız veya vazgeçemediğimiz hatalarımızdan bir an önce vazgeçelim. Allâh’ın dînine dört elle sarılalım. O’nun dînine var gücümüzle yardım edelim. Edelim ki yardım olunalım. Tam da burada okuduğum şu pasaj geldi aklıma; “kıyısından ve köşesinden tutarak Allâh’ın dînine yardım edilmez. Ona yardım edecekler; ellerini tamamen taşın altına koymalıdırlar.”
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, bizi ve ehlimizi izzetle şereflendirsin. Allâhumme âmin.
Selâm ve duâ ile …
Minhâc Dergisi 5. Sayı | Nisan 2023 | İbrahim Yahya