En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi, Allâh’ın adıyla…
Göz açıp kapayıncaya dek, rahmetine ve yardımına muhtaç olduğumuz el-Hayy ve el-Kayyûm olan Rabbimize hamdu senâlar olsun. Salât ve selâm; rehberimiz, önderimiz, Nebimiz aleyhisselâm’ın ve O’nun pak âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Rahmân’a şükürler olsun ki ‘kıssalar ve hikmetler’ köşesinde tekrar birlikteyiz. Şirkin ve küfrün karanlığında gençlerin kaybolduğu bu ahir zamanda; yeryüzünü imar edecek muvahhîd nesillerin özlemi ile yanıp tutuşmaktayız. Bu özlem ile asırlardır okunan Ashâb-ı Kehf kıssasından; tevhîdi en gür seda ile haykıran gençleri anlamaya çalışacağız. Gayret bizden, yardım ve başarı Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dandır.
Ashâb-ı Kehf kıssası Kur’ân-ı Kerîm’in on sekizinci sûresi olan Kehf sûresinin, dokuz ile yirmi altıncı âyet-i kerîmeleri arasında yer almaktadır. Kulluk kitabımızda muvahhîd gençlerin anlatıldığı Ashâb-ı Kehf kıssası, “ve’r-Rakîm” diye de zikredilmektedir. Kehf kelimesi lugatta; “mağara ve sığınılacak yer“ anlamlarına gelmektedir. Ashâb-ı Kehf ise; “mağara arkadaşları” şeklinde ifade edilmektedir. Muvahhîd gençlerin kıyâmını anlatacağımız bu kıssada, ilk olarak “kıyâm” ve “gençlik” kavramlarını inceleyelim.
Kıyâm
Sözlükte; “doğrulmak, ayakta durmak, yönelmek”, mânalarına gelen kıyâm, oturmanın zıttı olarak kullanılır. Oturmak tembelliğin alametidir. Kıyâm çalışmanın, gücün ve direncin bir simgesi olduğundan bu kökten türeyen tüm isim ve fiil formları bir hareketliliğe, dirence ve sürekliliğe delâlet eder. Hülasa kıyâm; sorumluluk bilincine sahip olan insanın sorumluluklarını yerine getirebilme adına yaptıkları eylem, direnç ve mücadelenin adıdır. Bu mânada kıyâm etmek hayatla başlar, ölünceye kadar devam eder. Neticede hayat bir kıyâm mücadelesidir. Kıyâm edenler, bu mücadeleyi zaferle kazanırlar. Kıyâm etmeyip oturanlar ve tembellik edenler ise kaybetmeye mahkûmdurlar.
Gençlik
Gençlik; enerjinin, gücün, heyecanın ve hamâsî duyguların yoğun yaşandığı, ömrün en coşkun evresidir. Gücünün ve değişim enerjisinin kaynağını atılganlıktan alır. Buna mukabil günaha olabildiğince açık, şeytanın iğvasına müsait bir hâlin yaşandığı süreçtir. Biraz çocukluk, biraz olgunluk arasında gidiş geliştir. Yönlendirilmeye muhtaç olunan zamanlardır. İnsanın kanının kaynadığı bir zaman dilimi olan gençlik, sonunu hesap etmeden, ideallerin peşinde ölümlere atlanacak kadar gözü kara bir dönemdir. Fedakârlık, verimlilik, sorumluluk ve görev üstlenme çağıdır. Elbette gençliği sadece belli yaş aralığına endekslemek doğru değildir. Mühim olan, bu özellikleri ruhta ve benlikte taşıyabilmektir.
Çağlar boyu tevhîd daveti, çoğunlukla gençlerin çabalarıyla yayılmış̧ ve egemen olmuştur. Değişim ve dönüşüm, umumen onların gayretleriyle gerçekleşmiş ve onlar hak davanın öncüleri etrafında kenetlenmişlerdir. Peygamberin ashâbı da ekseriyetle gençlerden oluşmuş, bu gençler davete icabet etmede büyüklerden daha iştiyâklı olmuşlardır. Zîrâ onlarda henüz hiçbir düşünce kemikleşmemiştir ve yaşları gereği algılarının açık olmasıyla hakkı arayış içine girebilmişlerdir. Bu itibarla doğru gördükleri inanca tabi olmada, ona bağlanmada ve onun için gerekli fedakarlıkları yapmada, çok daha samimi ve istekli olabilmişlerdir. Şeytanın ve tuğyan ehlinin elinde kuklaya dönüşmemiş, tevhîd bilincine sahip olan gençler övülmüştür. Bu vasıflara haiz olan gençler âyetlere konu olmuştur. Biz de bu bağlamda yaşantımıza örnek teşkil edecek “Ashâb-ı Kehf” kıssasını ele alacağız, inşâllah.
Bir Grup Muvahhîd Gençlerdi
“Biz sana, onların kıssalarını hak olarak anlatıyoruz. Şüphesiz ki onlar, Rablerine imân etmiş bir grup gençti ve biz de onların hidâyetlerini arttırmıştık.” [Kehf: 18 /13]
Âyet-i kerîmede beyân edildiği üzere Kehf Ashâbı henüz genç yaştaydılar. Fakat onlar sadece yaşlarıyla değil, imânlarıyla da genç ve dinamiktiler. Hayatların her cüz’ünde tek ilâh olarak yerlerin ve göklerin mutlak hakiminin Allâh’u Teâlâ olduğuna inanmışlardı. Nihâyet Allâh Subhânehu ve Teâlâ nusreti ile onları desteklemiş̧, teslimiyet ve güvenlerini artırmış, imân ve hidâyetlerini ziyadeleştirmişti.
Rabbimiz, tevhîd bilinci ve kulluk şuuruna sahip bu gençleri, bizlere ve gelecek nesillere emsal olarak göstermektedir. Şiarı tevhîd olan bu gençler, sayıca azlıklarına, güçsüzlüklerine ve çaresizliklerine rağmen el-Kaviyy ve el-Metin olan Allâh’tan aldıkları güçle imânlarında sebat ettiler.
Bilmeliyiz ki; imân-küfür, tevhîd-şirk mücadelesi insanlık tarihi boyunca devam etmiş ve devam edecektir. Ne kadar güçlü gözükürse gözüksün, sayıca ne kadar fazla olursa olsun, bâtıl hiçbir zaman hakka üstün gelemeyecektir. Nitekim çoğunluğun haktan uzak olduğu âyet-i kerîmede şöyle bildirilmiştir:
“Şâyet yeryüzündeki çoğunluğa uyarsan, seni Allâh’ın yolundan saptırırlar. Onlar, sadece zanna uyarlar ve yalnızca tahminle iş yaparlar.” [En’âm: 6/116]
Hakkın ölçüsü, sayıca çok olmak değildir. Bilakis mühim olan, savunulan davanın büyüklüğüdür. Kişi, genç yaşta ve sayıca az olsa da tevhîd davasının sorumluluğu, onu olgunlaştırıp büyütecektir. Yeter ki davasına yaraşır bir hayatı olsun.
Kıyâm Eden Yiğitlerdi
“Ve kıyâma kalkıp dediler ki: ‘Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir!’…” [Kehf: 18/14]
Ashâb-ı Kehf’in muvahhîd gençleri İslâm’a yönelip, gereği gibi öğrenip ve içtenlikle öğrendiklerine sarılarak tevhîd çağrısını yaptılar. Bu cesur gençler kıyâm ederek, Allâh Subhânehu ve Teâlâ dışındaki tüm sahte ilâhları reddettiler. İmânlarını izhar ederek tüm dünyaya ilân etmek ve kabuklarını kırıp, dışa taşmak istediler. Dinlerini; yöneticilere, müdürlere, başkanlara, tuğyan ehline, onların kullarına, herkese ve her asra haykırmak istediler. Kulluğa lâyık ilâhın sadece Allâh’u Teâlâ olduğunu, O’ndan başkalarının belirlediği yasaların tümünün geçersiz olduğunu, O’nun şerîatı dışındaki tüm sistemlerin bâtıl olduğunu, kulları için hayat programı belirleme yetkisinin yalnızca Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya âit olduğunu duyurmak istediler. Çünkü kalbe hapsedilen ve sosyal hayatta varlığı hissedilmeyen bir din, Allâh’u Teâlâ’nın istediği bir din değildir. İnançlarıyla babalarını, atalarını, akrabalarını ve tüm toplumu doğrultmak için doğrulmak istediler. Rabbimiz de bu yiğitlerin hayatlarını bereketlendirdi. Kıyâmete kadar kıyâmları, mü’minlerin tilavet ettiği âyetler oldu.
İslâm’da sebat ile kıyâm edebilmek; imân ile ihya ve inşa olup Allâh’u Teâlâ’dan istikamet isteyen kalplerle mümkündür. Allâh’u Teâlâ, Ashâb-ı Kehf’in kalplerini istikamet üzere sabit kılarak, kendilerine kuvvet, azim ve gayret verince, onlar da imânlarıyla kıyâm ettiler. Kıyâm etmeleri ve azimle çaba göstermeleri, imânlarının güçlenmesinde etken oldu. Şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm; bizden azmetme, araştırma, düşünme ve çalışma gerektiren bir kıyâm istemektedir. Bu kıyâmı gerçekleştirip, imânı ve onun gereğini yapmayı seçerek sözüne sadık kalan yiğitlerden Rabbimiz şöyle bahsetmektedir:
“Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki Allâh’a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler.” [Ahzâb: 33/23]
Ne mutlu, Rabbinin iftihar ettiği böyle muvahhîd gençlerden olabilenlere.
Zalimlere Karşı Hakkı Haykırmışlardı
“Ve kıyâma kalkıp dediler ki: Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir! Biz O’ndan başkasını ilâh diye çağırmayız. Andolsun ki o takdirde bâtıl bir şey söylemiş oluruz.” [Kehf: 18/14]
Buraya kadar Ashâb-ı Kehf gençlerinin tutumlarında herhangi bir gevşeklik, belirsizlik ve çekimserlik olmayıp, îmânları açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucunda, sağlam ve bir bütün olarak, akîdelerini kararlılıkla kavimlerine haykırmışlardır. Bu husûsta ilk cümleleri olan; “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir.” ifâdesiyle rubûbiyyet tevhîdini ilan etmişlerdir. Buna müteakip; “Biz O’ndan başkasını ilâh diye çağırmayız.” cümlesinde ise ulûhiyyet tevhîdini ilân etmişlerdir. Onlar inançlarını şu sözleriyle gerekçelendirmişlerdi: “Yoksa andolsun ki bâtıl söz söylemiş oluruz.” Yani Allâh’u Teâlâ’dan başkasına ibâdet edecek olursak, şüphesiz bâtıl, yalan ve iftira bir iddiada bulunmuş ve o takdirde biz hakka uymayan, haddi aşmış bir söz söylemiş oluruz demişlerdi. Ayrıca bu tavır ile toplumlarının inanç sistemini de son derece sert bir şekilde reddedip, zalimlere karşı hakkı gür bir seda ile söyleyerek, büyük cihadı gerçekleştirmişlerdi. Buna dair cihad Nebisi Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” [Ebû Dâvûd]
Zalimlere karşı hak sözü söylemek, kendini Allâh’u Teâlâ’ya feda etmektir. Zîrâ bunu yapan insanların zalimlerin şerrinden kurtulma imkânı, Rabbimizin dilemesi müstesna, zahiri şartlara göre oldukça güçtür. Bundan dolayı insanın kendini Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya feda etmesi, en büyük cihaddır.
Zulmü meslek edinen tuğyan ehli, insanları değişik yöntemlerle uyutup, dünyalık az bir meta vaad etmekte ve kendilerini de kurtarıcı gibi tanıtmaktadırlar. Herkes bu duruma sükût ettiği zaman da uyutulan çoğunluk buna kanmaktadır. Her türlü hile ve tuzak ile oluşturulan bu gafleti gidermenin tek yolu ise zalimlerin karşısında hakkı eğip bükmeden söylemektir. Diğer taraftan mustazaf halkların kalplerinden bu korkuyu gidermek için de zulümleri yüzlerine söylenmelidir.
Şirk baronları hakka karşı tüm güçlerini seferber etmiş ve insanların kahir ekseriyeti bâtıl taraftarı olmuştur. Hâl böyleyken; bâtılın bâtıl olduğunu açıkça onların yüzüne söylemek, Allâh’u Teâlâ’ya dayanmadan veyahut O’nun yardımı olmadan nerede ise insanların gerçekleştiremeyeceği bir ameldir. Nitekim Ashâb-ı Kehf kıssasında da bu sözü söyleyecekleri esnada Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kalplerine sebat vererek onlara yardım ettiğini âyet-i kerîmeden öğreniyoruz.
Kalpleri Bağlanmıştı
“…onların kalplerini bağladık.” [Kehf: 18/14]
Allâh’u Teâlâ’ya güvenip dayanan ve hidâyet ile nurlanan mü’min gençler kâfir bir toplum içinde gönüllerini imâna açarak onlardan ayrılmış, istikamet yolunu seçmişlerdir. Allâh’u Teâlâ imân ve hidâyetlerini artırmış ve kalplerini onunla doldurmuştur. İmân ve hidâyetle dolan kalplerini Allâh Subhânehu ve Teâlâ korumuş; “Kalplerini bağladık“ buyurmuştur. “Bağladık” demek; imân üzerinde sabitleştirmek, her türlü tereddüdün sökülüp atılması, azim, sabır ve sebat içinde imân üzere pekiştirmek demektir. İmân ve itikad söz konusu olunca kalbin zikredilmesi yaygın olduğundan bu ifâde kullanılmıştır.
Kâfir toplumun hile ve desiseleriyle kalplerdeki imânın ve hidâyetin eksilmesinden endişe edilmektedir. Bu nedenle imân ve hidâyetin korunması için Allâh’u Teâlâ o kalpleri bağlamaktadır. İmânı seçen kalpler, onu yitirmemek için bağlanmaya muhtaçtır. Nitekim Allâh’u Teâlâ, Bedir’de savaşan mü’minlere şöyle buyurmaktadır:
“Sizi kendisiyle temizlemek, şeytanın pisliklerinden arındırmak, kalplerinizi bağlamak ve onun ile ayakları sağlamlaştırmak için üzerinize gökten su indirmişti.” [Enfâl: 8/11]
Kalplerimizin imân üzere sabit kalması ve Allâh’u Teâlâ’ya bağlanması için Nebimiz aleyhisselâm’ın bize öğrettiği; “Ey kalpleri evirip, çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” [Tirmizi] duâsı ile O’na çokça niyazda bulunmalıyız.
Sonuç
Âyet-i kerîmede Kehf Ashâbı’nın genç olduklarının belirtilmesi, övme ve onaylama cihetindendir. Kur’ân-ı Kerîm’in diğer kıssalarında da gençlerin ve gençliğin vurgusu belirgin bir şekilde görülmektedir. İbrahim aleyhisselâm, gençlik yıllarında tevhîd mücadelesine girmişti. Yusuf aleyhisselâm, genç bir delikanlı iken iffet mücadelesi vermişti. İsâ aleyhisselâm’ın yoluna bir grup genç havari yardımcı olmuştu… Tevhîd önderlerinin hayatlarına baktığımızda bunlar gibi birçok örneği zikredebiliriz.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in nesillere meşale olan ashâbının birçoğu yine gençlerden oluşmuştu. Allâh’u Teâlâ, onları unutturmadı ve büyük bir şerefe nail oldular. Asırlardır saygı ve hürmet ile anılmaktadırlar. Binaenaleyh gençlik verimlilik, yapıcılık, girişim ve hareket dönemidir. Bu münasebetle küfrün aslî hedefinin çocuklarımız ve gençlerimiz olduğu bilinciyle, İslâm davetini insanlarımıza ulaştıracak yeni yöntemler geliştirmemizin önemi ortaya çıkmaktadır.
Allâh’u Teâlâ’ya kulluğun güzelliğini, istikamet üzere sürdürülen mücadelenin izzetini gösterebilmek için Kur’ân ve Sünnet odaklı yaşayan, hedefi Rabbinin rızası, duası ise şehadet olan; yeryüzüne adil şahitlik edecek muvahhîd genç nesilleri yetiştirmeliyiz. Kelime-i tayyibe olan “Lâ ilâhe illallâh” uğrunda mücadele ve mücahedelerini sürdüren gençler olduğu müddetçe, bu dava hak edenlerin ellerinde göğün en ileri burçlarına dikilecektir. Dünyevîleşmenin bir virüs gibi bedenleri sardığı, kalpleri ifsad ettiği bu zamanda mü’min gençler Rahmân’ın has kulları olma yolunda yürüyüşlerini sürdürüyorlar ve kıyâmete kadar da sürdüreceklerdir.
Kehf Ashâbı’nın cehd ve gayretlerini misli ile mükâfatlandıran Allâh’u Teâlâ, bugünün tevhîd mücadelesi verenleri, bu uğurda sıkıntı çekenleri muhakkak başarıya ulaştıracaktır. Râhman’a tevekkül edip, izlenmesi gereken nebevî metoda uyanlar kaybetmeyecek, bilakis dünyada ve ahirette kazanacaklardır. Yüzlerin karardığı o günde yüzlerimizin aydın olabilmesi ancak; göklerde ve yerde Allâh’u Teâlâ’dan başka kanun koyucu olmadığına imân ederek ve tuğyan ehlini tekfir edip, onlardan ve kullarından ictinab etmek ile mümkün olacaktır.
Günümüzün tevhîd davası da bu ümmetinin gençlerinin hizmetini ve kıyâmını beklemektedir. Kesilmeyen kalıcı ameller ve dünyada değerli bir iz bırakmak istiyorsak, Ashâb-ı Kehf gibi değerli yolun yolcularını örnek almalıyız. Nitekim ömrünü Allâh Subhânehu ve Teâlâ için yaşayan, O’nun için hayatlarından vazgeçen insanların yaşamlarını Rabbimiz izzetlendirip bereketlendirerek sonrakilerin nezdinde örnek alınacak kahramanlar kılmaktadır. Ne mutlu, hayatlarını o hayatın sahibi uğrunda feda ederek, Allâh’u Teâlâ adına bu yüce kıyâmları gerçekleştirenlere. Ne mutlu, fâni hayatı verip de bâki olanı satın alanlara. Ne mutlu, gençliği tohum gibi ekip de kıyâmete kadar diri kalanlara…
Duâmız
Rabbim! Gençliğinin baharında imânları uğruna, dünyanın onca zevkinden vazgeçip, küfre karşı imânı, şirke karşı tevhîdi seçen Ashâb-ı Kehf gibi yaşamayı bizlere de nasip eyle. Zulme ve zulmedenlere, küfre ve küfrün önderlerine, şirke ve müşriklere karşı dik durabilmeyi bize ihsan eyle. Kehf Ashâbı’nın azminden, kararlılığından, sabit kadem oluşlarından bizleri de nasipdâr eyle. Bizlere de böyle bir dava şuuruyla ve tevhîdî duruşla izzetli bir hayat yaşamayı ikram eyle…Allâhumme âmin.
Velhamdulillah, selâm ve duâ ile…
Minhâc Dergisi 4. Sayı | Ocak 2023 | Alaaddin Cihad