«
  1. Anasayfa
  2. 3. SAYI / EKİM 2022
  3. Sünnet’in Beş Hali

Sünnet’in Beş Hali

ENES

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ismiyle…

Yalnız O’na hamdeder ve yalnız ondan yardım dileriz. Salât ve selâm Muhammed sallalâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashâbın üzerine olsun.

Rabbimizin izniyle, hiçbir Peygamberin arasını ayırmaksızın her birine îmân ediyor ve son Rasûl Muhammed sallalâhu aleyhi ve sellem’in izinden gitmeye devam ediyoruz. Ciğerlerimiz yaş olduğu müddetçe, Nebîmiz aleyhisselâm’ın açmış olduğu yolda, göstermiş olduğu hedefe, durmadan yürüye bilmek adına Rabbimizden sebât diliyoruz. Atmış olduğumuz her adımızda da, Rasullah aleyhisselâm’ın izlerini bırakmak ümidiyle bu yazımızda da sizlere “sünnet” kavramını tanıtmak istiyoruz.

Sünnetin Tanımı

Sünnet kelimesi, lügatte “yol ve gidişât” anlamlarına gelmektedir. Istılahtaysa, mana bakımından “hadîs” kelimesiyle benzemektedir. Sünnet kelimesi ilk zamanlar Peygamber aleyhisselâm’ın “fiillerini” ifade etmek için kullanırken, hadîs kelimesi Rasûllâh aleyhisselâm’ın “sözlerini” ifade etmek için kullanılmıştır. Sonraları her ikisine de müşterek bir tanım yapılmış; “Peygamber aleyhisselâm’a izâfe edilen her türlü; kavîl, fiil, takrîr, yaratılış ve ahlakî özelliklerdir” denilmiştir. 

Tanımımız üzerinden yola çıkarak, maddeler halinde sünnetin beş kısmından da bahsetmeye çalışalım, inşallah.

1) Kavlî Sünnet

Kavlî sünnet, çeşitli vesilelerle Nebimiz aleyhisselâm’ın söylemiş olduğu sözlerdir. Peygamberimize izâfe edildiği için, bu tür hadîs-i şeriflere “merfû hadîs” denilmektedir. Merfû hadisler genellikle içerisinde hüküm ve haber barındırırlar. Nebimiz aleyhisselâm’ın şerefli hayatından bir örnek vererek konumuzu misallendirelim:

Ahmed ibn Hanbel ve Müslim’in, Ebu Hureyre radıyallâhu anhu yoluyla rivayet ettikleri bir rivayete göre:

“Bir gün Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem çarşı-pazarda dolaşırken, bir satıcının yanına uğrar ve ona; “ne satıyorsun?” diye buyurur. O da sattığı şeyi Rasûlü Zi’şân’a gösterir. Peygamberimiz aleyhisselâm satılan ürünlere elini daldırmayı murâd eder. Birde ne görsün. Tezgâhtaki ürünler ıslanmış; alta kalanlar yaş üstekiler kuru. Bunun üzerine adalet nebisi:

“Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuştur. 

Rasûlullah aleyhisselâm’ın, ümmetini terbiye etmek için buyurduğu bu sözler, kavlî Sünnete örnek olmaktadır. O’ ümmetinde gördüğü her hatayı düzeltmeye çalışmış, Müslümanlara her konuda muâllim olmuştur. Sözleriyle bugünlere dahi şekil veren Nebimize selâm olsun.

2) Fiilî Sünnet

Fiilî sünnet Rasûlullâh aleyhisselâm’ın davranış ve uygulamalarının anlatımıdır. Sünnetin bu hali, sahâbilerin Rasûlullâh aleyhisselâm’ın yapmış olduğu şeyleri haber vermeleriyle bilinmektedir. Aynı zamanda ictihâda imkân olmayan bir durumda, sahâbilerin ibâdet nitelikli uygulamalarına da Rasûlullah aleyhisselâm’a izâfe edildiği için; “hükmen merfû” denilmektedir. Yine bir örnek vererek, konumuzu anlaşılır kılmaya çalışalım, inşallâh.

Ümmü’l-Mü’minîn Aîşe radiyallâhû anhâ’dan nakledilen rivâyette, vâlidemizin şöyle buyurduğu söylenmiştir:

“Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, o derece oruç tutardı ki biz; O, artık orucu bırakmaz, derdik. Bazen de orucu öyle terk ederdi ki; artık O, oruç tutmaz derdik. Ben Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’ in Ramazan’dan başka hiç bir ay’ı kâmilen oruçla geçirdiğini görmedim. Şaban ayı kadar hiç bir ayda çok oruç tuttuğunu da görmedim” [Müslim, Siyâm 175]

Aişe annemizin, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın hâl ve hareketlerinden haber vermesi fiilî sünnette bir örnek olmaktadır. Bunun gibi Rasulullâh aleyhisselâm’ın hâlinden haber veren birçok rivayet bulunmaktadır. Nebimizin sünnetini hâl edinenlere selâm olsun.

3) Takrîrî Sünnet

Rasûlullâh aleyhisselâtu ve’s-selâm’ın şahid olduğu herhangi bir olayı olumlu karşılamasına, ya da sahâbilere ait bir uygulamayı tasvib ve tasdik ederek sukût etmesine “takrîrî sünnet” denilmektedir. Burada ki durum, başkalarının yaptıklarını, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın onaylamasıdır. Nebimiz sallalâhu aleyhi ve sellem’in takrîrî, bazen açıktan gerçekleştiği gibi, bazen de sukût etmesiyle dolaylı bir şekilde gerçekleşmiştir. O nedenle sünnetin bu hali; “sarih takrir” ve “zımnî takrîr” olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.

a)  Sarih Takrîr

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in, bir olayı açıkça onayladığını belli etmesine, takrîrî sünnet demiştik. Sahâbilerimizle Rasûlullâh aleyhisselâm’ın arasında geçen bir olayı anlatarak konumuzu örneklendirelim.

Ebû Saîd el-Hudrî Radıyallâhu Anhu’dan rivayetle kendisi şöyle anlatmıştır:

“Biz ufak askeri birlikle, bir serriyyeden dönüyorduk. Yolda Arap kabilelerinden birine rastladık ve onlardan bizleri misafir etmelerini rica ettik. Onlarsa bunu reddettiler. Bir zaman sonra, o kabilesinin reisini, zehirli bir hayvan soktu. Kabile halkı da yaralanmış olan reislerini tedâvi edip edemeyeceğimizi sormak için yanımıza geldiler. Biz de “siz bizi misâfir etmediniz, bize belli bir şey ödemedikçe tedavi etmeyiz” dedik. Bunun üzerine bir bölük koyun sürüsü üzerine anlaştık. Sonra ben kabile reisine “Fâtiha” sûresini okudum ve üfledim. O da Allâh’ın izniyle şifa buldu ve bize koyunları verdiler. Döndüğümüzde bu olayı Rasûllâh aleyhisselâm’a haber verdik. O da bize; “Fâtihâ’nın bu kadar etkili bir duâ ve tedâvî olduğunu sana kim bildirdi? İyi ve doğru hareket etmişsiniz. Şimdi koyunları taksîm ediniz ve bana da sizlerle birlikte bir pay ayırınız!” buyurdu.” 

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in, sahâbilerinin yapmış olduklarını açıkça tasdik ederek konuşması ve kendisine de bir pay istemesi, sarih takrîr örnek olmaktadır.

b) Zımnî Takrîr

Rasûlullâh aleyhisselâm’ın şahid olduğu bir olayı sukût ile karşılamasına, zımnî takrir demiştik. Bu konunun misali ise, Buhârî’nin sahîhinde geçtiği üzere şöyledir:

“Hendek harbi sonrasında, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem silahlarını çıkarmış ve yıkanmıştı. O sırada yanına Cibril aleyhisselâm geldi ve “sen silahlarını çıkarmışsın, hâlbuki biz silahlarımızı çıkarmadık. Haydi, onlara doğru yola çık” buyurdu. Peygamberimiz “nereye çıkıyoruz?” diye sorunca, Cibril aleyhisselâm Kureyza Oğullarını işaret ederek “işte şuraya!” dedi. Bunun üzerine Nebimiz aleyhisselâm, Kureyza Oğullarının üzerine hareket etti. Sahâbilerinin de derhal oraya gitmesini isteyerek; “sizden itaat eden hiç kimse ikindi namazını başka yerde kılmasın. Ancak Kureyza Oğulları yurdunda kılsın” buyurdu. Bunun üzerine, yola çıkan sahâbiler ikindi namazı hakkında iki görüşe ayrıldılar; bir kısmı Rasulullâh aleyhisselâm’ın buyurduklarının zahirinden yola çıkarak, namazlarını Kureyza Oğullarının yurdunda kılmak için ertelediler. Bir kısım sahâbilerimizse, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın kastının sadece acele edilmesine dikkat çekmek için olduğunu söyleyerek, vakit içerisinde yoldayken namazlarını kıldılar. Bu durum Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’e arz edildiğinde, sukût etti ve iki görüşten hiç birini kınamadı.”

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in, namaz hakkında ayrılığa düşen her iki tarafı da kınamaması ve sükût etmesi zımnî takrire örnek olmaktadır.

Rasûlullâh’ın Yaratılış Özellikleri

Yaratılış, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın el-Hâlik ismiyle yoktan var etmesi, el-Musavvîr ismiyle şekil verip sûretlendirmesidir. O, Rasûlünü en güzel şekilde yaratmış, insanların görüp beğeneceği ve sözüne itibâr edeceği bir lider kılmıştır.

Rasulûllah aleyhisselâm’ın yaratılış özelliklerini anlatan ve hayal dünyamızı şekillendiren birçok rivâyet bulunmaktadır. Tirmizî Rahimehullâh’ın “eş-Şemâilu Muhammediyye” adlı eserinde, Peygamberimizin hılkî özelliğini anlatan şu rivâyet geçmektedir:

Ali Radıyallâhu anhu, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında şöyle söylemiştir:

“Allâh Rasûlü aleyihsselâm ne çok uzun ne de çok kısa idi. Halkın orta boylusuydu. Saçları ne tam kıvırcık ne de düzdü; hafif dalgalıydı. Şişman biri değildi, tombul yanaklı da değildi. Yüzü yuvarlaktı. Rengi kırmızıya çalan bir beyazlıktaydı. Gözleri koyu siyahtı. Kirpikleri uzundu. Kemiklerinin başları (mafsal) ve kürek kemiklerinin birleştiği yer genişti. Göğsünden göbeğine kadar ince bir çizgi şeklinde uzanan kılları vardı. Elleri ve ayakları dolgundu. Yürürken yokuş aşağı iner gibi hızlı yürürdü. Bir tarafa bakacağı zaman, tüm vücuduyla dönerdi. İki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü vardı. O, Peygamberlerin sonuncusuydu. İnsanların en cömerdi ve insanların kalbinin en çok ısındığı kimseydi. Lehçesi en doğru, tabiatı en yumuşak ve insanlarla en güzel geçinen kişiydi. Onu ansızın gören ondan korkar, onu tanıyan onu severdi. O’nu anlatan kişi ‘ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra da O’nun gibi birini görmedim’ derdi.” 

Rasûlullâh’ın Ahlâkî Özellikleri

 Övülmüş olan ahlâk, insanların manevi güzelliğidir. Güzel bir bedende güzel bir ahlâk; nurun âlâ nurdur. Peygamberimiz aleyhisselâm, her iki cihetteki güzelliği bir arada taşımış “en güzel örnek” olmuştur. Örnekliği sadece kendi zamanına hasredilmemiş, kıyâmete kadar tüm zamanları kuşatmıştır. Siyer kitapları, bizlere bu hizmeti sunmaktadır. Ümmete mâl olan bir siyer kitabımızın sonunda, peygamberimizin ahlâkını anlatan şu ibarelere denk gelmekteyiz:

Ali b. Ebî Talib anlatıyor: 

“Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kötü söz söyleyen, kınayan, çarşı pazarlarda yüksek sesle konuşan ve kötülüğe kötülükle mukâbele eden biri değildi. Bağışlayıcıydı. Cihad dışında hiçbir zaman hiçbir şeye eli ile vurmamıştır. Ne bir hizmetçiye ne de bir kadına vurmamıştır. Kendisine haksızlık yapan hiçbir kimseden intikam aldığını görmedim. Ancak Allâhu Teâlâ’nın haramları çiğnendiğinde ondan daha gazaplısı yoktu. İki şey arasında muhayyer bırakıldığında onların kolay olanını seçerdi.

Evine girdiğinde insanlardan biri gibiydi. Elbisesini temizler, hayvanını sağar ve kendi hizmetini kendisi görürdü. Oturup kalkarken her daim dua ve niyaz ederdi. Bir meclise vardığından boş olan yere otururdu ve bunun böyle yapılması gerektiğini söylerdi. Her bir arkadaşına nasibini verirdi. Hatta onların her biri Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisini diğerlerinden daha fazla sevdiğini zannederdi. Musâfaha ettiğinden elini ilk çeken olmazdı. O’ndan bir şey istenildiğinde, reddetmez verirdi ya da güzel sözle mukabelede bulunurdu. 

İnsanlara en güzel ahlâk ile muâmele ediyordu. Herkes onun nezdinde haklar hususunda birdiler. Meclisi ilim, hayâ, sabır ve emanet meclisiydi. İnsanların içinde en zengin gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu ve akrabalarına karşı en fazla ilgilisi o idi. Âni olarak O’nu gören, O’nun heybetinden korkardı. O’nunla birlikte olup tanıyan da onu severdi. O’nu vasfeden biri de şöyle diyor: “Ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra O’nun gibisini görmedim.”

Son

Sünnet kavramını maddeler halinde tek tek açıklamaya çalıştık. Bunu yaparken, akıllarda Allâh Rasûlü aleyhisselâm’ın canlanmasını göz önünde bulundurduk. O nedenle, konulara verilmiş olan örneklerin, kıssalardan olmasını tercih ettik. Gönüllerde Allâh Rasûlü ile buluşmanıza vesile olduysak ne mutlu bizlere. Havz-ı Kevser’de Peygamberimiz aleyhisselâm’ın pak zâtıyla buluşmanız dileğiyle. O’na salât edenlere selâm olsun. Allâh’a emânet olun, hoşçakalın. Vel hamdu lillâhi rabbil âlemin…

Minhâc Dergisi 3. Sayı | Ekim 2022 | Enes Lütfü