«
  1. Anasayfa
  2. 3. SAYI / EKİM 2022
  3. Peygamberlere Îmân

Peygamberlere Îmân

kaan

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle…

***

Bil ki güzel  yavrum!  Peygamberler seçilmişlerdir,

Ayrım yapmadan tümüne îmân etmek  dîndendir,

Kişiyi   Müslüman kılan  inancın  temellerindendir,

Birini dahi reddetmek hepsini inkâr etmek gibidir,

***

Ey güzel yavrum! Müslümanlar olarak bizler, Allâh’u Teâlâ’nın gönderdiği tüm peygamberlere aralarında ayrım gözetmeden îmân ederiz. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler de (îmân ettiler). Her biri; Allâha, meleklerine, kitâblarına ve rasûllerine îmân ettiler. [Bakara: 2/285]

Peygamberlere îmân, dînimiz İslâm’ın temellerindendir. Onları gönderen Allâh’u Teâlâ’dır. Allâh’a îmân, O’nun elçilerine de îmânı gerektirir. Müslüman olmak için Allâh’ın gönderdiği tüm peygamberlere îmân etmek zorunludur. Onlardan birini inkâr etmek tümünü inkâr etmek gibidir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Allâh’ı ve rasûllerini inkâr edenler, Allâh ile rasûllerinin arasını ayırmak isteyenler, bazısına inanırız, bazısını tanımayız diyen ve bu ikisi (îmân ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler, işte bunlar, gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere alçaltıcı bir azâb hazırlamışızdır. [Nisa: 4/150-151]

Ey güzel yavrum! Çok çalışmakla veya çokça ibâdet etmekle peygamber olunmaz ya da onların mertebelerine ulaşılmaz. Peygamber olmak, Allâh’ın seçimi ve layık görmesiyledir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Allâh, meleklerden de insânlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allâh, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. [Hac: 22/75]

Bu nedenle yavrum! Allâh’ın gönderdiği peygamberlere aralarında ayrım yapmadan tümüne îmân et! Peygamberliğin Allâh’ın seçimi ile olduğunu ve hiçbir kimsenin Allâh seçmeden peygamber olamayacağını bil! Yine bil ki! Peygamber olmayan hiçbir kimse, peygamberlere denk olamaz, onlardan daha faziletli bir konuma yükselemez.

***

Peygamberler Allâh’ın bize  gönderdiği elçileridir,

Tevhîdi  öğreten ve yaşayan büyük  dâvetçileridir,

***

Ey güzel yavrum! Peygamberler Allâh’ın bize gönderdiği elçileridir. Allâh’ın emir ve yasaklarını bizlere bildiren kullardır. En büyük emir tevhîd, en büyük yasak ise şirktir. Tevhîdi ve şirki bize öğreten, tevhîdi yaşayan ve emreden, şirkten kaçınan ve sakındıran Allâh’ın dosdoğru yolunun büyük dâvetçileridir. Onlar, tevhîd ve takvâ ehlini Allâh’ın nimet ve mükâfatlarıyla müjdelemişlerdir. Şirk ve isyân ehlini ise Allâh’ın gazâbı ve azâbı ile uyarmışlardır. Onlardan sonra şirk ve isyân ehli için tüm bahaneler ortadan kalkmıştır. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Rasûller, mübeşşir (müjdeciler) ve nezir (uyarıcılar) olarak gönderildiler. Öyle ki Rasûllerden sonra insânların Allâha karşı (savunacak) delîlleri olmasın. Allâh, Azîzdir (üstün ve güçlü olandır), Hakîmdir (hikmet ve hüküm sâhibidir). [Nisâ: 4/165]

Bu nedenle yavrum! Peygamberleri Allâh’ın dîninin elçileri ve öğretmenleri, önderleri ve liderleri olarak kabul et! Onların emrettikleri ve yasakladıkları şeyleri, Allâh’ın kendilerine vahyi olarak bil! Hiçbir kimseyi onlardan daha ileri ve büyük lider ve önder kabul etme! İşte böyle yaparsan Allâh’ı râzı edenlerden olursun.

***

Tümü  Allâh’ın  emirlerine âmâde  kul ve beşerdir,

Rablık ve ilâhlık sıfatları dâim diri  Allâh’a  özeldir,

***

Ey güzel yavrum! Peygamberler, Allâh’ın kulları içinden seçtiği elçileridir. Onun emirlerini yerine getirmekle görevlidirler. Tümü beşerdir; Allâh’ın yarattığı kullardır. Doğdular, yaşadılar ve vefat ettiler. Her halleriyle diğer insânlar gibi Allâh’a muhtaç ve bağımlıdırlar. Hiçbirinde rablık ve ilâhlık sıfatları bulunmamaktadır. Rablık ve ilâhlık sıfatları sonsuz hayat sâhibi Allâh’a özeldir. Yaratmak, yaşatmak, yönetmek, ibâdet olunmak, sevk ve idâre etmek gibi sıfatlar evvelde ve ahirde sadece Allâh’ı âittir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline sorun. Biz onları, yemek yemez cesetler olarak yaratmadık ve onlar ölümsüz (de) değillerdi. [Enbiyâ: 21/7-8]

Bu nedenle yavrum! Peygamberlere, onların kul ve beşer olduklarını kabul ederek îmân et! Rablık ve ilâhlık sıfatlarını sakın Allâh’tan başkasına verme! Allâh, dâim diridir, O’ndan başkaları ise O’na muhtaç, kaderlerinde ölüm olan âciz kullardır.

***

Kur’ân’da  ismi  bildirilen  peygamber  yirmibeştir,

Onların ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed’dir,

***

Ey güzel yavrum! Peygamberlerden yirmibeş tanesinin ismi Kur’ân’da geçmektedir. Tümüne selâm olsun bunlar: Âdem, İdrîs, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhîm, Lût, İsmâîl, İshâk, Ya’kûb, Yûsuf, Şuayb, Eyyûb, Zulkifl, Mûsâ, Hârûn, Dâvûd, Süleymân, İlyas, Elyesa, Yûnus, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Muhammed’dir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Allâh, Âdeme bütün varlıkların isimlerini öğretti. [Bakara: 2/31]

Kitâbta İdrîsi de zikret. Çünkü o, doğru olan bir nebî idi. [Meryem: 19/56]

“Âd kavmine de kardeşleri Hûdu gönderdik. [Arâf: 7/65]

Müstekbirler: ‘Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz dediler. Nihâyet deveyi öldürdüler. Rablerinin emrine karşı geldiler ve: Ey Sâlih! Eğer gerçekten sen gönderilen rasûllerden isen bizi tehdit edip durduğunu (azâbı) getir dediler. [Araf: 7/76-77]

“İsmâîl, İdrîs ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi. [Enbiya: 21/85]

“İşte kavmine karşı İbrâhîme verdiğimiz delîllerimiz. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin Hakîmdir, Alîmdir. Biz ona İshâk’ı ve Yakûbu armağan ettik. Hepsini hidâyete erdirdik. Daha önce Nûhu ve zürriyetinden Dâvudu, Süleymân’ı, Eyyûbu, Yûsufu, Mûsâ’yı ve Hârûnu da hidâyete erdirmiştik. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyâ’yı, Yahyâ’yı, Îsâ’yı, İlyâs’ı (da) doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi sâlih kimselerden idi. İsmâîli, Elyasayı, Yûnusu ve Lûtu (da doğru yola erdirmiştik). Her birini âlemlere üstün kılmıştık. [Enâm: 6/83-86]

Muhammed, Allâh’ın rasûlüdür. [Feth: 48/29]

Ey güzel yavrum! Burada ismi sayılan peygamberlerden başka, sayılarını ancak Allâh’ın bildiği, çeşitli zamanlarda ve çeşitli toplumlara gönderdiği peygamberleri de vardır. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Sana daha önce kıssalarını anlattığımız rasûller gönderdik. Anlatmadığımız rasûller de gönderdik. [Nisa: 4/164]

Bu nedenle yavrum!  Allâh’ın ismini zikrettiği tüm peygamberlere isimce, ismini bildirmediği peygamberlere de genel olarak îmân et! Hepsini Allâh’ın gönderdiği tevhîd elçileri olarak kabul et! Peygamberlerin sayıları hakkında kesin bir rakam vermekten ve verilen rakamlardan kaçın! Çünkü bu konuda sahîh bir nakil yoktur. Bize düşenin tafsilatlıca bildirilen şeylere tafsilatlıca, genel olarak bildirilen şeylere de genel olarak îmân etmek olduğunu sakın unutma!

***

Onlar içinde  rasûller, nebîlerden daha faziletlidir,

***

Ey güzel yavrum! Peygamberlerin tümü, Allâh’ın seçilmiş elçileridir. Onlara îmân etmek noktasında biri diğerinden ayrı değildir. Ancak Allâh katında rasûller, nebîlerden daha üstün ve daha önceliklidir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“İşte Rasûller! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. [Bakara: 2/253]

Andolsun, biz nebîlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. [İsrâ: 17/55]

Rasûller, nebîlerden üstündür. Rasûllerin arasında da “ulu’l-azm” diye bilinen beş rasûl diğerlerinden üstündür. Bunlar -Allah’ın salât ve selâmı üzerlerine olsun-: Muhammed, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ ve Îsâ’dır. Ulu’l-azm rasûllerin en faziletlisi ise nebîlerin ve rasûllerin sonuncusu Abdullâh oğlu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

“Ben Âdemoğlunun (bütün insânların) efendisiyim. Fakat bununla övünmüyorum. Kıyâmet günü (dirilmek için) yerin yarılmasıyla (kabirden) ilk çıkacak olan da benim. Fakat bununla övünmüyorum. İlk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul olunacak kimse de benim. Fakat bununla övünmüyorum. Kıyâmet günü ‘livâu’l-hamd’ (hamd sancağı), benim elimde bulunacak. Fakat bununla övünmüyorum.” [Ebû Dâvûd (4673); Tirmizî (3148)]

Rasûl: “Allâh’u Teâlâ’nın insânlar arasından seçerek vahyettiği yeni bir şerîatla şirk içerisinde bulunan bir kavme gönderdiği kimsedir.”

Nebî ise: “Allâh’u Teâlâ’nın insânlar arasından seçerek özel olarak vahyettiği bir önceki rasûlün şerîatını açıklamak üzere îmân eden bir kavme gönderdiği kimsedir.”

Bu sebeble her rasûl bir nebîdir fakat her nebî rasûl değildir. Rasûl ve nebî kelimeleri bir arada kullanıldıklarında yukarıdaki iki farklı mânâya gelen kelimelerdir. Ancak ayrı ayrı olarak kullanıldığında eş anlamlı olan iki kelimedir. Yani mânâ olarak birleştiklerinde ayrılan, ayrıldıklarında birleşen iki kelimedir.

Bu nedenle yavrum! Tümünü gönderen Allâh olduğu için O’nun peygamberlerinin hepsine îmân et! Îmân etmekte aralarında ayrım olmadığını bil! Ancak Allâh bazılarını bazılarına fazilet olarak üstün kıldığından üstün kılınanları sende üstün kıl! Üstün kılınanların en üstününü de Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm olarak bil ve kabul et!

***

Bil ki! Şerîatları farklı farklı  olsa da,  dînleri  birdir,

***

Ey güzel yavrum! Allâh Subhânehu ve Teâlâ, rasûllerini kullarına müjdeleyici ve uyarıcılar olarak, hidâyete çağırmak dalâletten kurtarmak için göndermiştir. Rasûller, Allâh’tan aldıkları vahyi katmalardan ve çıkarmalardan uzak bir şekilde insânlığa tebliğ ederek kurtuluş yolunu göstermişlerdir. Onların dâveti tek ve bir olan Allâh’a ibâdete çağırmak onun dışındaki tüm sahte ve bâtıl ilâhları yani tâğûtları reddetmek üzerine kurulmuştur. Bu sebeble onların dîni birdir. Şerîatları zaman ve mekâna göre değişse de dînleri kendisinden başka hiçbir dînin kabul edilmeyeceği İslâm Dîni’dir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz Allâh katında (tek geçerli) dîn (tüm nebîlerin tebliğ ettiği) İslâmdır. [Âli İmrân: 3/19]

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

“(Tüm) Nebîler, baba bir anneleri farklı kardeştirler. Dînimiz birdir.” [Buhârî (3443); Müslim (2367)

Ey güzel yavrum! Peygamberlerin gönderildikleri zamanlar, mekânlar ve toplumlar farklı olduğundan, onların şerîatları yani amel esasları birbirlerinden farklı olmuştur. Bu, Allâh’ın sonsuz ilmi ve hikmeti ile belirlenmiştir. Namaz, zekât ve oruç gibi ibâdetlerin asılları her şerîatta olsa da, ilkeleri birbirinden farklı bildirilmiştir. Emir ve yasaklarında da farklılıklar söz konusudur. Çünkü insân, her asırda insân olsa da, ihtiyaçları, yargıları, zâfiyetleri ve insâna âit diğer durumları farklı farklıdır. Bu farklılıklar, farklı bir şerîat üzere olmayı gerektirmiştir. Ancak dînin inanç ilklerinde tüm Peygamberler aynı dîne çağırmışlar ve onu yaşamışlardır.

Bu nedenle yavrum! Amel esasları olarak farklılık gösterse de peygamberlerin inanç esaslarının aynı olduğunu bil! Tüm peygamberler İslâm’ın peygamberidir ve tümü tevhîd elçisidir. Tevhîde ve güzel amele çağırmışlar ve şirkten ve sapıklıktan sakındırmışlardır.

***

Bizim peygamberimiz, sevgilimiz Muhammed’dir,

O ki, insânlığın en son rasûlü  ve  en son nebîsidir,

Âlemlere rahmet için gönderilen Allâh’ın elçisidir,

Ona îmân  ederek  teslim  olmak  ebedî  saadettir,

***

Ey güzel yavrum! Bizim peygamberimiz, önderimiz, efendimiz ve sevgilimiz Muhammed aleyhisselâm’dır. Biz, onun getirdiği inanç ve amel hükümlerine uymakla emrolunduk. O ki, Arap olsun ya da olmasın, gönderildiği günden kıyâmete kadar tüm insânlığın en son rasûlü ve en son nebîsidir. Ondan sonra ne bir nebî, ne de bir rasûl gelmeyecektir. O, âlemlere rahmet için gönderilen tevhîd ve selâmet elçisidir. Ona îmân ederek teslim olmak ebedî saâdettir. Ondan yüz çevirmek ve ona isyân etmek ebedî bir hüsran sebebidir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allâh’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allâh, her şeyi hakkıyla bilendir. [Ahzâb: 33/40]

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

“Ben (gönderilmiş tüm) peygamberlerin sonuncusuyum (benden sonra asla başka bir peygamber gelmeyecektir).” [Buhârî (6346); Müslim (2730)]

Ey güzel yavrum! Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in rasûl olarak gönderilişinden sonra Hristiyanıyla ve Yahudisiyle tüm insânlar, ona tâbi olmak, onun getirdiği şerîatı yaşamak ve kanun olarak yürürlüğe koymak mecburiyetindedir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Biz, seni ancak bütün insânlara mübeşşir (müjdeleyici) ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. Fakat insânların çoğu bilmezler. [Sebe: 34/28]

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

“Nebîler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insânlara gönderildim.” [Buhârî (335); Müslim (523)]

Bu nedenle yavrum! Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’ı çok sev! Onun yolundan ayrılma! Onu son rasûl ve nebî olarak kabul edip, yolundan yürüyerek ebedî saadete kavuş! Onun Allâh tarafından tüm yaratılmışlara rahmet olarak gönderildiğini bil ve o rahmeti kaybetmemek için elinden geleni yap!

***

Bil ki! O, tüm şerîatları neshederek gönderilendir,

Ona  îmân  etmekten kaçınanlar Cehennemdedir,

***

Ey güzel yavrum! Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, kendinden önceki tüm şerîatları kaldıran bir şerîat ile gönderildi. Onun gelmesinden sonra Yahûdilik ve Hristiyanlık dînlerinin hükümleri ve amelleri Allâh tarafından kaldırıldı. Artık îmânlı olarak Allâh’a kavuşmak isteyen tüm kullar, ona, getirdiği kitâb olan Kur’ân-ı Kerîm’e, bildirdiği dîn olan İslâm’a îmân ederek tasdîk etmek ve gereğince de amel etmek zorundadırlar. Onun Allâh’tan getirdiği İslâm Dîni dışındaki tüm dînler ve yollar bâtıl ve reddolunmuştur. Onun yolu olan Muhammed-i Şerîat’a sonradan yapılacak her ilâve ve çıkarma bid’ât, her bid’ât sapıklık, her sapıklık da ateştedir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

Rasûlünü (tüm insânlara) hidâyet ve hak dîn ile diğer bütün (bâtıl ve muharref) dînlere karşı üstün kılmak için gönderen Odur. Şâhid olarak Allâh yeter. [Feth: 48/28]

Ey güzel yavrum! Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’ın tüm şerîatları yürürlükten kaldıran bir şerîat ile gönderilmesinden sonra, ona îmân ve itaat etmekten kaçınanlar, ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ister Yahûdî, ister Hıristiyan olsun bu ümmetten kim beni duyar da sonra benimle gönderilene (Muhammed-i şerîata) îmân etmeden ölürse, mutlaka o kimse (ebedî olarak) Cehennemliklerden olur.” [Müslim (240); Ahmed (8203)]

Bu nedenle yavrum! İslâm Dîni’ni en son ve en kâmil dîn olarak kabul et! Ondan başka dînlerin geçersiz olduğunu ve o dînleri yaşamanın Allâh katında kabul edilmeyeceğini tasdik et! Allâh’ın yürürlükten kaldırdığı ve yerine en güzel yol olan İslâm’ı getirdiği bir dîni yaşamaya devam etmenin Allâh’a isyân olduğunu bil! Böylesi bir isyânın cezâsının da ebedî Cehennem olacağından hiçbir şüphe duyma!

***

Sahîh sünneti  kabul etmeyenler de aynı yerdedir,

O, Allâh’ın en sevgilisi önderimiz  Muhammed’dir,

***

Ey güzel yavrum! Sünnet, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’dan bize naklolunan; söz, fiil ve takrirdir. Söz, onun söylediği sözlerdir. Fiil, onun bizzat yaptıklarıdır. Takrir ise yapılırken gördüğü ve onayladığı yahut karşı çıkmadığı şeylerdir. Yapılırken görmese bile, duyduktan sonra onayladığı yahut karşı çıkmadığı şeylerdir.

Peygamberimizin sünnetine uymak farzdır. Onun dîn hakkında söylediği, yaptığı ya da takrir ettiği her şey dîndendir. Çünkü o, kendi arzusuna göre konuşmamıştır. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” [Necm: 53/3-4]

Sünneti kabul ederek tâbi olmak, Allâh’a dâir olması gerekli olan sevginin bir ispatı ve îmânın bir gereğidir. Sünnetten yüz çevirenler, dînden yüz çevirmişler demektir. Dînden yüz çeviren her bir kimse ise dînden çıkar ve ebedî olarak Cehennemi hak eder.  Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allâh, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. De ki: Allâh’a ve Rasûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allâh kâfirleri sevmez.” [Âli İmrân: 3/31-32]

Sünnet bize hadîs kitâblarımızda sahîh olarak ulaştıktan sonra bize düşen şey, işittik ve itaat ettik demekten ibârettir. Çünkü Peygamberimize îmân, ondan gelen sünnete teslim olmayı gerektirir.

Ey güzel yavrum! Önderimiz ve efendimiz, başkomutanımız ve Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, Allâh’u Teâlâ’nın en sevgili kuludur. O, hayırlılar hayırlısı, seçilmişler seçilmişi ve sevgililer sevgilisidir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“İbrâhîm, Allâh’ın dostu olup o bir gerçektir. Musâ, Allâh’ın konuştuğu seçkin bir kimsedir, bu da doğrudur. Îsâ, Allâh’ın ruhu ve kelimesidir, bu da bir gerçektir. Âdem, Allâh’ın seçtiği kuldur, bu da bir gerçektir. Dikkat ediniz Allâh’ın sevgilisi (habîbullâh), övünmeksizin benim, övünme yok.” [Tirmizî (3616); Darimî (48)]

“Ben, Abdulmuttalib oğlu Abdullâh oğlu Muhammed’im. Allâh mahlukatını yarattı ve beni onların en hayırlılarından kıldı. Sonra insanoğlunu (Arap, Acem) iki guruba ayırdı. Beni onların en hayırlıları kıldı. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni en hayırlı kabile olarak (Kureyş) içinde kıldı. Sonra onları ailelere ayırdı ve beni aile olarak onların en hayırlısı kıldı.” [(Tirmizî (3068)]

Bu nedenle yavrum! Sünnet, sahîh olarak bize ulaştıktan sonra onu kabul et! Onunla amel etmekten geri durma! Çünkü Sünnet de Allâh’ın bir vahyidir ve Kur’ân’ı koruduğu gibi Allâh’u Teâlâ onu da korumuştur. Sünnetsiz bir dîn çağrısı yapanlar, şeytanların oyuncağı olmuş kimselerdir. Onlar, Sünneti itibarsızlaştırmaya çalışmakla aslında dîne saldırmaktalar. Uyanık ol! Şeytanların askerleri, bu konu da çok çalışmaktalar. Oysa onlar, bâtılı gâlib getirmeye var güçleriyle çabalasalar da, hakkın gelişiyle bâtıl mağlubiyete mahkum edilmiştir.    

***

Düşmanları  dahi  onu  överek “el-Emin” demiştir,

Vayhi tebliğ  etmiş  ve  onda asla hata etmemiştir,

***

Ey güzel yavrum! Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, el-Emin’dir; asla yalan söylemeyen, kesinlikle ihânet etmeyen, âdil ve güvenilir bir kimsedir. Mekke müşrikleri de, onu bu şekilde vasıflandırmıştır. O, Müslümanlara karşı çok şefkatli ve merhametli, kâfirlere karşı yiğit ve âdil olmuştur.

Ey güzel yavrum! Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, Allâh’u Teâlâ’dan aldığı vahyi ne eksik ne de fazla, vahyolunduğu üzere insânlara ulaştırmıştır. Bunda asla hata etmemiştir. Şeytan ona ulaşamamış; vesvese verememiş, unutturamamış ve kandıramamıştır. O, masumdur yani hata işlemekten korunmuştur.

Bu nedenle yavrum! Dînimize sarıl! Onun emirlerini yerine getirmekte gevşeklik gösterme! O dîn ki, kendisinde hiçbir şüphenin olmadığı tevhîd dîni İslâm’dır. Onu, her dâim doğru ve âdil olmakla övülmüş olan Muhammed aleyhisselâm tebliğ etmiştir. Onu Rabbimizden aldığı üzere; katmalardan ve çıkarmalardan uzak bir şekilde tâm olarak anlatmıştır.

***

Getirdiği mucizelerin en yücesi Kur’ân-ı Kerîm’dir,

İsrâ ve Mirâc  da  nübüvvetin açık delîllerindendir,

***

Ey güzel yavrum! Mucize, peygamberlerin Allâh tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan hârikulâde olaydır. İnsânların benzerini getirmekten ve yapmaktan âciz kaldıkları, Allâh’u Teâlâ’nın yarattığı tabiat kanunları ve âdetler üstü harikulâde hadîslerdir.

Allâh’u Teâlâ, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’ı birçok mucize ile desteklemiştir. Bu mucizelerin en büyüğü Kur’ân-ı Kerîm’dir. Allâh’u Teâlâ, onunla ümmetlerin en belâgatlisine, en fesâhatlisine ve en güzel konuşanına meydan okumuştur. Onlar onun bir tek âyetinin dahi benzerini getirmekten âciz kalmışlardır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur:

“Her bir nebîye mutlaka insânların benzerini görerek îmân edebilecekleri birtakım mucizeler verilmiştir. Bana verilen ise Allâh’u Teâlâ’nın vahyettiği vahiydir. Bundan dolayı kıyâmet gününde o nebîler arasında kendisine uyanları en çok olan kişinin ben olacağımı umarım.” [Buhârî (4981); Müslim (155)]

Ey güzel yavrum! Allâh’u Teâlâ’nın Muhammed aleyhisselâm’ın risâletini desteklemek için kendisine bahşettiği en önemli mucizelerden biri de İsrâ ve Mirac mucizesidir. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem uyanık iken ruhu ve bedeni ile birlikte Mescid-i Haram’dan alınıp, Mescid-i Aksa’ya getirilmiştir. Bu hadîseye “İsrâ” denir. İsrâ, Kur’ân’ın şu âyetiyle ile sâbittir:

Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâmdan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren Allâh, noksan sıfâtlardan münezzehtir. O, Semidir (işitendir), Basirdir (görendir). [İsrâ: 17/1]

Buradan da yine uyanık iken ruhu ve bedeni ile birlik-te yedinci kat semâya kadar yükseltilmiştir. Bu hadîseye “Mirac” denir. Mirac, İsrâ gecesinde vuku bulmuştur. Sonra Allâh’ın dilediği kadar daha yükseltilmiş, Sidretü’l-Münteha’ya ulaşmıştır. Ve orada Allâh’u Teâlâ, ona vahyederek onunla konuşmuş beş vakit namazı emir buyurmuştur. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, Mirac gecesi Cenneti ve Cehennemi ve de Cebrâil aleyhisselâm’ı Allâh’u Teâlâ’nın yarattığı aslî suretiyle görmüştür. Muhammed aleyhisselâm bunların hepsini Allâh’ın bir nimeti olarak baş gözüyle kalbi yalanlamadan görmüştür. Sonra Beytü’l-Makdis’e indirilmiş ve diğer nebîlere imâm olarak namaz kıldırmıştır. Daha sonra da tan yeri ağarmadan önce Mekke’ye geri döndürülmüştür.

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in en önemli mucizelerinden biri de ayın ikiye yarılma hadîsesidir. Mekkeli müşrikler Rasûlullâh’tan mucize istemişler, o da Allâh’ın kendisine verdiği bir mucize ile ayı ikiye yarmıştır. Ondan nakledilen mucizeler arasında az olan su ve yemeğin çoğaltılması, hastaların iyileştirilmesi gibi daha birçok mucizeler de bulunmaktadır.

Bu nedenle yavrum! Bizler Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’a îmân ettiğimiz gibi, onun peygamberliğinin alâmeti olan mucizlerine de îmân ederiz. Akıllarımız bazen bazı şeyleri idrak etmekten âciz kalsa da sahîh olarak bizlere gelen haberleri asla yalanlamadan îmân ederiz.

Minhâc Dergisi 3. Sayı | Ekim 2022 | Kaan Sâlih