Giriş:
Rahman ve Rahim olan Allâh’ın ismiyle… Hayır dilediği kullarına fıkhı öğreten Allâh’a hamd olsun. Ümmetine fıkhın esaslarını tebliğ ve talim eden Rasulullah’a ve âline salât ve selâm olsun. O Rasûl ki Hadisi Şeriflerinde şöyle buyurdu: “Allâh kim için hayır dilerse onu dinde fâkih kılar.” [Buhârî 71, 3116, 7312, Müslim, 1037] Allâh’u Teâlâ’nın yol gösterici olarak indirdiği Kitâb’ından, ve Kitâbı açıklayan Rasûlün sünnetinden fıkhın hükümlerini çıkaran müçtehitlerimize ve dinini fıkhın esaslarına göre yaşayan Müslümanlara da selâm olsun.
İslâm dininde akideden sonra en önemli mesele, fıkhı öğrenmek ve yaşamaktır. Bu makalemizde ilmin faziletinden, özelliklede akide ilminden hemen sonra gelen fıkıh ilminin diğer ilimlere üstünlüğünden bahsedeceğiz. Yine bu sayımızda fıkıh ilminin tarifini yapacağız ki, dergimizin fıkıh köşesinde hangi konulardan bahsedeceğimizi ve okurlarımızın ne ile karşılaşacaklarına ışık tutmuş olalım.
İlmin Fazileti:
Kur’an ve Sünnet ilmin faziletini ve üstünlüğünü ortaya koymuştur. Kur’ân’da Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allâh’tan başka hiçbir ilah olmadığına Allâh, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri şahitlik etti. O’ndan başka ilah yoktur. O, El-Azîz’dir, El-Hakîm’dir.” [Âl-i İmran: 3/18] Allâh’u Teâlâ bu ayeti kerimede önce kendisinden başlamış, sonra melekleri, sonrada ilim sahiplerini zikretmiştir. Bu da ilmin üstünlüğünü ve sahibini nasıl şerefli kıldığını anlatmak için yeterli delildir.
Başka bir ayetinde Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: (Allah yolunda cihadın mükâfatı bu denli büyük olsa da) müminlerin tümü savaşa çıkmasınlar. Onlardan her topluluktan bir grubun geride kalıp dinde fakihleşmeleri (dini ilimlerde derinleşmeleri) ve kavimleri (savaştan) döndüğünde onları uyarmaları gerekir. Böylece umulur ki Allâh’ın azabından sakınırlar. [Tevbe: 9/122]
Başka bir ayetinde Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.” [Mücadele: 58/11] İbni Abbâs radıyallahu anhuma bu hususta şöyle demiştir: “Alimler diğer insanlardan yedi yüz derece daha yüksektedir. İki derecenin arasında yaya yürüyüşüyle beş yüz yıllık mesafe vardır.” [İbni Abdilberr, Câmiu Beyâni-l-İlmi ve Fadlihî, 1/22]
Diğer bir ayetinde Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” [Fâtır: 35/28]
Sünneten gelen delillerde, Muâviye bin Ebî Süfyan radıyallahu anh, Nebî sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: : “Allâh kim için hayır dilerse onu dinde fâkih kılar.” [Buhârî 71, 3116, 7312, Müslim 1037]
Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e biri âbid, diğeri âlim olan iki adamdan söz edilince şöyle buyurdu: Âlimin âbide olan üstünlüğü, benim en düşüğünüze üstünlüğüm gibidir.” [Tirmizî 2685]
Sahabe ve Tabiinden nakledilen eserlere gelince, Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: “Şüphesiz ki âlim gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan ve Allah yolunda savaşan kimseden daha çok ecir alır. Âlim öldüğü zaman İslâm’da bir gedik açılır ve kıyamet gününe kadar o gediği hiçbir şey kapatamaz.” [Hatib, el-Cami’ li Ahlakı’r-Ravi 350]
İbni Abbâs radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Vallahi, bir tek âlim şeytana bin âbitten daha çetin gelir.” [Beyhaki Şuabu’l-İman 1713, 1716]
Mücâhid rahimehullah da Allâh’u Teâlâ’nın “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin).” [Nisâ: 4/59] kavlindeki emir sahiplerini “ilim sahipleri” olarak tefsir etmiş, kendisinden yapılan bir rivâyette ise onların fakihler ve âlimler olduğunu söylemiştir. [Tefsiru’t-Taberi 7/179]
Saîd bin Cübeyr rahimehullah rabbânilerin fakihler ve âlimler olduğunu söylemiştir. Yine Mücahid rahimehullah Allâh’u Teâlâ’nın “Allâh hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse ona çok fazla hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alırlar.” [ Bakara: 2/269] sözündeki hikmetin fıkıh ve ilim olduğunu ifade etmiştir. [Tefsiru’t-Taberi 5/527-528]
Fıkıh İlminin Tarifi ve Özellikleri:
Sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavramak” manasına gelen fıkıh kavramı, ilim ve fehim gibi yakın anlamlı diğer kavramlara göre daha özel bir anlam taşır. Şer’î ıstılahta ise Ebu Hanife rahîmehullâh fıkhı şöyle tarif etmiştir: “Kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir.” İmam Şafiî rahîmehullâh’da kendisinden sonra ulema arasında meşhur olan şu tarifi yapmıştır: “Şer’î ve amelî ahkâmı, tafsilatlı delilleriyle bilmektir.”
Ahkâm “hükm”ün çoğuludur. Şer’î ve amelî hükümler, Hâkim ve Şâri olan Allâh’u Teâlâ’nın mükelleflerden talep ettiğidir. Bu namazın vacip, haksız yere adam öldürmenin haram, yiyip içmenin mübah ve namaz için abdestin şart olması gibi hükümlerdir. Anlaşılacağı üzere fıkhın konusu namaz gibi yapılması istenen, haksız yere adam öldürme gibi terk edilmesi istenen ya da yemek ve içmek gibi muhayyer (serbest) bırakılan mükelleflerin fiilleridir. Mükellefler ise bülûğa ermiş ve akıl sahibi kişilerdir.
Fıkıh daha geniş manasıyla şeriattır. Şeriat ise Allâh’u Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Bu hükümler itikadla ilgili olduğunda buna Fıkhu’l-Ekber denir. Fıkhın amelle alakalı olan kısmına ise Fürû Fıkıh denir. İslâm fıkhının çeşitli özellikleri vardır ve en önemlileri şunlardır:
- Kaynağı Vahiydir. Kur’ân ve Sünnetten kaynaklanır ve bu özelliğiyle İslâm dininin hükümlerini kapsar. Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı oldum.” [Mâide, 5/3] Hâkim ve Şâri olan Allâh’u Teâlâ hükmünü koymuştur. O günden sonra artık, şeriatın maksadına uyum sağlayan ve kişinin maslahatına uygun bir şekilde fıkhın yaşanmasından başka bir şey kalmadı.
- Hayatın tamamını kapsar. Fıkıh ilmi kişinin Rabbine karşı sorumluluklarını, nefsine karşı sorumluluklarını ve toplum ile ilişkisini kapsayan, yani hayatın bütün alanlarına müdahale eden Şeriatın ta kendisidir.
- Fıkıh hem dünya hem de ahiret içindir. İnsanlığın tamamı için umumidir ve kıyamete kadar bakidir. İnsanların dünyada huzur ve selamette yaşaması ve ahirette kurtuluşa ermesi için vardır.
- Fıkıh hem ferdin hem de toplumun maslahatlarını gözetir. İslâm dininin hükümleri olan fıkıh ferdin dinini, canını, aklını, neslini (ırzını) ve malını koruma altına alır. Aynı şekilde ferdin maslahatlarını koruduğu gibi toplumun maslahatlarını da birinin diğerine üstünlüğü olmadan korur. Yine de iki maslahat çatıştığı zaman toplumun maslahatı ferdin maslahatına tercih edilir. Aynı şekilde iki ferdin maslahatı çatıştığında “zarar etme ve zarar verme yoktur” ve “iki zarardan büyüğü hafifi ile defedilir” kaidelerinden hareketle, en çok zarara uğrayanın maslahatı tercih edilir.
Fıkıh İlminin Konusu:
Ameli hükümleri kapsayan ve mükelleften çıkan söz, fiil, akit ve tasarruflarla ilgili olan Fürû Fıkıh iki kısımdan oluşur:
Birincisi İbadet hükümleri: Taharet, namaz, oruç, hac, zekat, adak, kurban ve bunlar gibi insanın Rabbine olan kulluğunu belirleyen hükümler.
İkincisi Muamelat hükümleri: Akitler, alış-veriş, tasarruflar, nikah, talak, ukûbât (dünya ve ahiretteki cezalar), cinayetler, tazminatlar, davalar (kadılık, mahkeme), siyer (devletler hukuku), feraiz (miras) gibi insanın diğer insanlarla olan muamelelerini belirleyen hükümler.
Muamelat ile ilgili hükümlerde şu alt başlıklara bölünür:
- Ahval-i şahsiye: Bunlar nikah, talak, nesep, nafaka ve mirasa ait ailevi hükümlerdir. Karı kocanın ve akrabaların aralarındaki ilişkileri belirler.
- Medeni ahkâm: Satış, icra (kira), rehin, kefalet, şirketler, borçlanma gibi fertlerin karşılıklı alıp vermeleriyle ilgili olanlardır. Bununla fertlerin malî ilişkileri tanzim edilir ve alacaklının hakları korunur.
- Cinayet ahkâmı: Mükellefin işlediği suçlar ve gerektirdiği cezaları belirler. Bununla insanların can, mal ve ırzları koruma altına alınır ve toplumda emniyet sağlanır.
- Davalar: Bunlar kadâ (mahkeme), dava, şehadet, yeminler vb. gibi insanlar arasında adaletin gerçekleşmesi için konulan hükümlerdir.
- Anayasa ahkâmı: İdare tarzı ve usulü ile ilgili hükümlerdir. Bununla emir sahipleri ve fertler ve cemaatlerin hak ve hukukları belirlenir.
- Devletler hukuku: Fıkıhtaki adıyla siyer, barışta ve savaşta İslâm devletinin diğer devletlerle ilişkisini ve İslâm devletinde yaşayan gayri müslimlerin İslâm devleti ile ilişkilerini belirler.
- İktisadi ve mali ahkâm: Fertlerin mali hak ve sorumlulukları, devletin mali hak ve görevleri, hazinenin kullanımı gibi hükümleri belirler. Bunlar ganimet, öşür ve haraç gibi devletin mallarını; zekat, sadaka ve adak gibi toplumun mallarını; nafaka ve miras gibi aile mallarını; ticaret, kira ve şirket kazançları gibi fertlerin mallarını ilgilendiren hükümlerdir.
Farz-ı Ayın Olan İlim “İlmihal”:
Derim ki! Alimler, her Müslüman’a farz olan ilmin ne olduğu hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Kelamcılara göre öğrenmenin farz olduğu ilim kelam ilmidir. Çünkü tevhid ve Allâh’ı bilmek ancak bu ilim sayesinde elde edilir. Fakihlere göre öğrenilmesi farz olan ilim fıkıh ilmidir. Çünkü fıkıh sayesinde helal ve haram öğrenilir. Tefsircilere ve hadisçilere göre söz konusu ilim Kitap ve Sünnet ilmidir. Çünkü bütün ilimler Kitap ve Sünnet sayesinde elde edilir. Bunlardan başka birçok görüş ifade edilmiştir ki hiçbiri derde şifa değildir.
Doğrusu her Müslüman’a farz olan ilim, kulun Rabbi ile olan muamelesine dair ilimdir. Her bir Müslümanın Allah azze ve celle’nin dininden öğreneceği ve tahkik ehli olmaya çalışacağı ilk şey tevhid sonrada fıkıhtır. Çünkü tevhid demek olan “iman fıkhı” ve şeriat fıkhı demek olan “ahkâm fıkhı”, kulun kime ve nasıl kulluk edeceğini öğreten iki büyük ilimdir.
Öyleyse dinde fıkıh sahibi olmak dediğimiz zaman iki hususu da birlikte kastetmekteyiz: Akidede fıkıh sahibi olmak ve şeriatta fıkıh sahibi olmak. Bundan dolayı Rasûlullâh sallallâhu aleyhi vesellem’den varid olan ve Müslümanları fıkıh sahibi olmaya teşvik eden ya da fıkıh sahibini öven naslarla hem iman fıkhı hem de ahkam fıkhı olarak her iki fıkhı da içeren geniş manasıyla fıkıh kastedilmektedir.
Enes bin Mâlik radıyallâhu anh’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İlim talep etmek her Müslüman’a farzdır.” [İbni Mâce 224] Yani erkek olsun, kadın olsun her bir mükellefe ilim öğrenmek farzdır. Müslüman lafzı içine erkek de girer, kadın da… Burada kastedilen her iki fıkıhtan da öncelikli olarak farz-ı ayn olan kadardır. Yani ey Müslüman erkek ve kız kardeşim! İmanını ve amelini kendisiyle doğrultacak ve Rabbimizi razı edecek kadar ilim öğrenmelisin. Bu yolda tüm gayret ve öabanı ortaya koyarak istenen menzile varmalısın!
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Muaz b. Cebel radıyallahu anh’ı kendilerine İslam’ı öğretmesi için Yemen halkına gönderirken şöyle demiştir: “Sen kitab ehlinden olan bir halka gidiyorsun. Onları davet ettiğin ilk şey Allah-u Teâlâ’yı birlemek (tevhîd) olsun…Bunu kabul ettiklerinde onlara Allah’ın kendilerine bir gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir.” [Buhari, 6937]
Bu hadisten öğrendiğimiz üzere ilk farz iman fıkhıdır, hemen ardından da ahkâm fıkhı gelir. Bu iki fıkıh her bir mükellefe farz-ı ayındır. Her Müslümanın zaruri olanı -gücü yettiğince- öğrenmesi gerekir.
İşte bu iki fıkıh ile mükellefin Rabbine kendisi ile kavuşacağı imanını ve amelini düzeltmesi mümkündür. Bu iki ilim ve bu iki fıkıh farz-ı ayın olan şeylerdendir. Çünkü her ikisi de mükellefle alakalıdır, amelle alakalıdır. Her bir insan iman ve amelle mükelleftir, sorumludur.
İnanç ve itikad da kişi üzerine farz olan ilk ilim tevhid, yani Lâ İlâhe İllallâh’ın manasını bilmektir. Bu kelimeyi manasını bilmeden söylemek, kişiye fayda vermez. Çünkü kelime-i tevhidi manasını bilmeden söyleyen bir kimse, bu kelimenin neyi red, neyi kabul ettiğini bilip, buna inanamaz. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Bil ki! Allâh’tan başka (ibâdete layık) ilâh yoktur.” [Muhammed: 47/19] “O’nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.” [Zuhruf: 43/86] Ve Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur: Her kim Lâ İlâhe İllallâh‟ın mânâsını bilerek ölürse Cennete girer.” [Müslim 43; Ahmed 464]
Daha sonra kişi üzerine Für’u Fıkıh’tan İlmihali bilmesi farz-ı ayındır. Aksi halde “ilmihal fıkhı” olmadan Müslümanın ibadetlerinde, namazında, orucunda, hac ibadetlerinde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e tabi olması nasıl mümkün olabilir? Mal sahibi ise zekâtını nasıl verebilir? Böyle durumlarda amelle alakalı ilmihal fıkhını, yani uygulaması vacip olan fıkhı öğrenmeden nasıl İslâm dinini yaşayabilir?
Sonuç olarak diyebiliriz ki, çocuk ergenliğe ulaştığı zaman veya yetişkin bir kişi yeni Müslüman olduğu vakit ilk yapması gereken şey kelime-i tevhidi ve imanın altı şartını öğrenmesidir. Araştırma ve delille öğrenemese bile manasını bilmesi ve anlamasıdır, çünkü bu, vaktin (halin) farzıdır. Aynı şekilde namaz vakti geldiğinde tahareti ve namazın nasıl kılınacağını öğrenmesi gerekir. Ramazan ayına kadar hayatta kalmışsa orucun hükümlerini öğrenmesi gerekir. Malı varsa ve üzerinden bir yıl geçmişse zekâtın hükümlerini öğrenmesi gerekir. Hac vakti geldiğinde ve hacca gitmeye gücü yettiğinde hac ibadetlerini öğrenmesi gerekir.
Akidenin diğer meselelerine dair ilme gelince; kişinin öldükten sonra dirilmeye, cennete ve cehenneme iman gibi meseleleri öğrenmesi gerekir. Kelime-i tevhidin delalet ettiği manalarda aklına bir şüphe düşerse şüpheyi ortadan kaldırmaya yarayan ilmi öğrenmesi gerekir. Bidatlerin çok fazla olduğu bir şehirde yaşıyorsa hak ve gerçek olan sünneti öğrenmesi gerekir.
Yapılmaması gereken, yani haram olan şeylere gelince; bunlar değişen hâllere göre farklılık gösterir. Çünkü kör olan kimsenin bakılması haram olan şeyleri öğrenmesi gerekli değildir. Dilsiz olanın da konuşulması haram olan şeyleri öğrenmesi gerekmez. Eğer kişi şarap içilen ve ipek elbiseler giyilen bir beldede yaşıyorsa bunlarla ilgili hükmü yani bunların haram olduğunu öğrenmesi gerekir. Yine faizciliğin iyice yaygın olduğu bir ülkede yaşayan bir tüccarın faizden nasıl korunacağına dair ilmi öğrenmesi gerekir.
Buraya kadar söylediklerimizden, öğrenilmesi farz-ı ayın olan ilimle her şahsa göre vacipliği zorunlu hale gelen halin ilminin, yani “İlmihal”in kastedildiği ortaya çıkmış oldu. Başarıya ulaştıran Allah’a hamdolsun.
Hâtime:
Allâh’u Teâlâ’yı hâkimiyetinde tevhid eden bir muvahhid Rabbinin hükümlerini Kur’ân ve Sünnetten öğrenip, bu iki kaynaktan elde edilen fıkha göre amel eder. Ve bu vesileyle diliyle ikrâr ettiği tevhid hakikatini, ameli ile tasdik eder.
Ya Rabbi! Hâkimiyetinde seni tevhîd ediyoruz ve vermiş olduğun hükümleri öğrenmek ve öğretmek için Kur’an ve Sünnetten elde edilen fıkıh ilmine sarılıyoruz! Sen bizlere iman ve amel fıkıhını sevdir, bizim için kolaylaştır! Bizleri senin hükümlerinin yeryüzünde hâkim olması için mücadele eden kullarından eyle! Bizlerin ve bizlerden sonra nesillerimizin ayaklarını bu yol üzere sabit kıl ve canlarımızı bu yol üzereyken al! Allahümme Âmin!
Minhâc Dergisi 3. Sayı | Ekim 2022 | Üzeyir Hanif