«
  1. Anasayfa
  2. 2. SAYI / TEMMUZ 2022
  3. Kur’ân Ehlinin Edebleri

Kur’ân Ehlinin Edebleri

ALİ

El-Mütekellim olan, eşi ve benzeri olmayan Allâh Azze ve Celle’nin adıyla…

Allâh’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selâm olsun.

Rabbimiz Allâh Azze ve Celle’ye şükürler olsun ki bizleri, siz değerli okuyucularımızla, bir sayımızda daha bir araya getirdi. Hem de şereflilerin şereflisi, izzetlilerin izzetlisi, hayırlıların hayırlısı bir konu ile… Rabbimizin izni ile, aile ve çocuk temalı dergimizin ikinci sayısında kaleme aldığımız konu, Ku’rân-ı Kerîm’dir. Bu sayımızda, Rabbimizin kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’den, çeşitli yönleriyle bahsetmeye çalıştık. Okumuş olduğunuz bu yazımızda bahsedecek olduğumuz konu ise, Kur’ân Ehlinin Edebleridir. Gayret bizden, yardım ve başarı Allâh’u Teâla’dandır.

Konumuza mühim bir hatırlatma yaparak başlamak istiyoruz. Her bir Müslüman, Kur’ân-ı Kerîm talebesidir ve belirli aralıklarla O’nu okumalıdır.

Ancak bilinmesi gereken daha öncelikli bir mesele vardır. O da Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olmadan evvel, O’na yakînî bir şekilde îmân etmektir. Îmân edilmesi gereken altı ana esas vardır. Kitaplara îmân da onlardan birisidir. Bu sebeple bizler, Kur’ân-ı Kerîm’e karşı güçlü bir îmân beslemek zorundayız. Böyle olmadığı taktirde okuduğumuz Kur’ân, boğazlarımızdan aşağı inmeyecektir ve bizlere fayda sağlamayacaktır. Eğer bizler, Kur’ân-ı Kerîm’i elimize almadan evvel, îmân şuuruna vâkıf olabilirsek, sahâbemizin izini takip etmiş olacağız. Bununla alakalı olarak Huzeyfe Radîyallâhu Anhu şöyle buyurmuştur:

“Biz (Ashâb) öyle bir topluluğuz ki, bize Kur’ân verilmeden evvel îmân verildi. Siz de gerçekten öyle bir topluluksunuz ki, size îmân verilmeden evvel Kur’ân verildi.” [Beyhaki]

Bir şey, şüphe üzerine değil, yakîn üzerine bina olunur. Öyleyse, öncelikli olarak Kur’ân-ı Kerîm’e, yakînî bir îmân söz konusudur. Kur’ân-ı Kerîm’e karşı edindiğimiz îmân şuurunun ardından, O’nunla hemhâl olacağımız vakit, bazı edeplere de riâyet etmemiz gerekecektir. O’nun, (maddi-manevi) bereketlerine hâiz olabilmemizin yolu ancak budur. Unutulmamalıdır ki, İslâm’ın şiârlarına karşı edebli olmak, onlardan bereketlenmemize vesiledir. İşte bizler de Kur’ân-ı Kerîm’e karşı takınmamız gereken birtakım edepleri, maddeler hâlinde, sizler için sıraladık. Rabbimizden dileğimiz; yazımızı faydalı ve bereketli kılmasıdır, Allâhumme âmin.

Kur’ân-ı Kerîm’in Tanımı

Yazımızın ana konusu ‘Kur’ân Ehlinin Edebleri’ olması hasebiyle, bu terkibi açıklamamız icab etmektedir. Açıklamaya öncelikle, Kur’ân-ı Kerîm ile başlamak istiyoruz:

 Kur’ân-ı Kerîm’in tanımına Usûl-i Fıkıh ve Usûl-i Tefsir eserlerinde rast gelmekteyiz. Bu eserlerde Kur’ân’ın tanımı şöyle geçmektedir: “Yüce Allâh tarafından, Rasûlullâh aleyhisselâm’a peyder pey, Arapça bir lafızla inzal olunan, nesilsen nesile tevâtür yoluyla nakledilen, mushaflarda yazılı, tilâvetiyle ibâdet olunan, Rabbimizin mu’ciz kelâmıdır.”

Bizler, Kur’ân-ı Kerîm için ne kadar tanım ortaya koysak da kelimelerimiz nâkıs kalacaktır. Bu vesileyle sizleri, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın yaptığı Kur’ân-ı Kerîm tanımıyla baş başa bırakıyoruz: Hâris el-A’ver naklediyor: Ali Radîyallâhu Anhu şöyle buyurdu: Ben, Rasûlullâh aleyhisselâm’ı şöyle derken işittim: “Sizden önce olan ve sizden sonra olacak olan şeylerin haberi ve aranızdaki şeylerin hükmü ondadır. (Hakla bâtılı, güzelle çirkini, iyi ile kötüyü) çok iyi ayırt edici söz O’dur. O, hezl (şaka) değildir. O, öyle bir kitaptır ki, O’nu zorbalıkla terk edenin Allâh belini kırar; kim doğruyu O’ndan başkasında ararsa, Allâh onu saptırır. O’dur, Allâh’ın sapasağlam ipi. O’dur, çok büyük hikmetli nasihat. O’dur, dosdoğru yol. Hevâların, arzuların kendisiyle sapmayacağı (söz) O’dur. Dillerin kendisiyle birbirine dolanmayacağı kitap odur. Âlimler O’na doymazlar. Çok müracaat etme sebebiyle eskimez. Acâyiplikleri tükenmez. O, öyle bir kitaptır ki, cinler onu dinledikleri vakit, sonunda; ‘şüphe yok ki biz, doğruya götüren şaşırtıcı bir kitap işittik ve O’na inandık’ dediler. O’nunla konuşan ve hükmeden doğru söyler. O’nunla amel eden sevap alır… Kim, O’nunla hükmederse, adâletle hükmetmiş olur. Kim, O’na çağırırsa, dosdoğru yola çağırmış olur.” [Tirmizi; Ahmed]

Kur’ân-ı Kerîm için birçok tanım yapılabilir. O’nun hakkında konuşmak istesek, sayfalarımız tükenecek, mürekkebimiz kuruyacaktır. Bu sebeple, az sözle çok şey anlatan cevâmiu’l kelîm olan Rasûlullâh aleyhisselâm’ın, hikmet dolu tanımıyla yetinmek istiyoruz. Rabbim faydalı kılsın.

Edeb Nedir?

Şimdi de “edeb” kelimesinden kısaca bahsedelim:

Edeb; “İslâm’a uygun davranma, incelik, terbiye, usluluk, hayâ” gibi mânâlara gelir. Arap dilinde yer alan ‘edeb’ kelimesinin çoğulu ise ‘âdâbtır’. Âdâb ilmi, İslâmi ilimlerde hususi bir daldır.  Bu ilim dalı; neyi, nerede, kime karşı, nasıl yapılması gerektiğini, öğretir. Örneğin, yatmak mubahtır. Ancak hürmeti gerektirecek bir ortamda yatmak edebe aykırıdır. Yatmanın edebine vâkıf olan birisi daha doğru hareket edecektir. İşte bu şekilde âdâb ilmi; neyin, nerede, nasıl yapılması gerektiğini, bize öğretmektedir.

Kur’ân Ehlinin Edebleri:

Kur’ân-ı Kerîm’den ve edeb kavramından kısaca bahsettikten sonra, artık Kur’ân ile hemhâl olacak kişilerin takınması gereken edebleri, maddeler hâlinde inceleyebiliriz:

  1. Kur’ân-ı Kerîm ile Hemhâl Olunmalıdır.

Öncelikli olarak deriz ki: Kur’ân-ı Kerîm okuma hususunda bir şuura vakıf olmamız gerekir. Kur’ân’dan belirli virdler edinmek müstehabtır. İhlaslı olduğumuz taktirde yapacağımız kıraatler, bizler için tamamen hayırdır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Rabbimizin kelâmıdır. O’nunla muhatap olan kişi, âdeta Rabbiyle buluşur. Ne özel bir buluşma!

Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Gıpta ancak iki şeyde (mübah) olur: Bir adam ki, Allâh Azze ve Celle ona Kur’ân verir de Kur’ân ile geceleri ve gündüzleri kâim olur (O’nu okur, okutur ve onunla amel eder.)” [Ahmed; Buhari; Müslim] Not: Gıpta edilecek iki şeyden diğerini, konumuzla alâkası olmadığı için zikretmedik.

Yukarıdaki hadis-i şeriften şunu anlayabiliriz: İslâm’da haset etmek caiz değildir. Ancak Kur’ân ile çokça zaman geçiren kişiye gıpta edinilebilir. Gıpta, nefsimizin (hayır üzere) hareketlenmesi için bir sebeptir. Bu nedenle hadis-i şerif, bizleri çokça Kur’ân-ı Kerîm okumaya teşvik etmektedir.

  1. Kur’ân-ı Kerîm Ne Kadar Zamanda Hatmedilmelidir?

Kuşkusuz, “Kur’ân-ı Kerîm’i şu kadar zamanda hatmetmeliyiz!” dememiz mümkün değildir. Çünkü hatim için tahsis edilmiş belli bir zaman dilimi yoktur. Bu konuyla ilgili Rasûlullâh aleyhisselâm’dan ve Ashâb’dan gelen birçok rivâyet vardır. Ve rivâyetlerde, Kur’ân’ın hatmedilmesi gereken süre, değişiklik arz etmektedir. Örneğin bir hadiste Rasûlullâh aleyhisselâm; “Kur’ân’ı üç günden az zamanda okuyan fıkhetmez (O’nu anlamaz,)” [Ebu Dâvud; Tirmizi] buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerife baktığımızda ise bu durumun değiştiğini görmekteyiz. Bir gün Abdullah bin Amr Radîyallâhu Anhu, Nebî aleyhisselâm’a sorar: “Kur’ân kaç günde okunur?” O (aleyhissâlam): “Kırk günde” diye cevap verir. [Ebu Dâvud; Tirmizi]

Hasan bin Ziyâd, İmam Ebu Hanife rahmetullahi aleyh’den şöyle nakleder:

“Kim, Kur’ân’ı bir senede iki defa okursa hakkını edâ etmiş olur.”

Farklı rakamlardan bahseden, başka rivâyetler de bulunmaktadır. Bu rivâyetleri göz önünde bulundurduğumuzda şu kanıya varabilmekteyiz: Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetme süresi kişiye göre değişiklik göstermektedir. Yükümlülükler, kişinin gücüne göredir. İmam Nevevî rahimehullah el-Ezkâr’da der ki: “Bu hususta tercih edilen görüş; bunun, kişilerin hâllerine göre değişeceğidir.”

  1. Kur’ân-ı Kerîm Ezberini Unutmamak Gerekir.

Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiş birinin, bir daha unutmaması gerekir. Rasûlullâh aleyhisselâm, bundan sakındırarak şöyle buyurmaktadır:

“Ümmetimin günahları bana arz edildi; bir adama verilip sonra unuttuğu Kur’ân sûresinden veya âyetinden daha büyük günah görmedim” [Ebu Dâvud; Tirmizi]

Hadis-i şeriften, “En büyük günah, ezberlenen Kur’ân’ın unutulmasıdır” diye bir mânâ çıkartılmamalıdır. Burada Rasûlullâh aleyhisselâm, ezberi unutmanın kerahetine vurgu yapmıştır. Bu durumdan ümmetini sakındırmıştır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’i Okumak İçin Abdest Almak Müstehabtır.

Rabbimizin yüce kelâmı, Kur’ân-ı Kerîm’i okumadan önce güzelce abdest almamız müstehabtır. Ayrıca bunu yapmamız, Kur’ân’a olan hürmetimizi de ortaya koyacağından, çok güzel bir davranıştır. Nitekim Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki ben, abdestsiz olarak Allâh’ı zikretmeyi çirkin buldum.” [Ahmed; Ebu Dâvud]

Bununla berâber, Kur’ân’ı abdestsiz okumak haram değildir. Âişe validemiz şöyle buyurmuştur: “Rasûlullâh aleyhisselâm, Allâh’ı her hâlinde zikrederdi.” [Buhâri; Müslim]

Fıkıh kitaplarında, abdestsiz bir şekilde, -mushaf’a dokunmamak kaydıyla- kıraât yapılabileceği geçmektedir. Ancak abdestli olarak kıraât yapmamız edebtendir. Rasûlullâh aleyhisselâm; “Abdestini ancak Mü’min kişi korur” [İbni Mâce] buyurmuştur. Bundan dolayı, Kur’ân’ı abdestsiz okumak bir yana, günlük yaşantımızda dahi abdestli olmaya dikkat etmeliyiz.

  1. Hürmet ve Temizlik İçin Misvak Kullanmak Güzeldir.

Kuşku yok ki misvak kullanmak, Rasûlullâh aleyhisselâm’ın, ümmeti için bırakmış olduğu çok önemli bir sünnetidir. Misvak kullanarak Rasûlullâh aleyhisselâma hürmet etmiş olmakla birlikte, ağız sağlımıza da bakmış oluruz. Kur’ân okumalarımızda da bu sünneti ihya ederek ecre nâil olabiliriz. İbni Mâce, Ali radîyallâhu anhu’dan şöyle rivâyet etmiştir:

“Şüphesiz ki, ağızlarınız Kur’ân için yollardır; o hâlde onları misvaklamak ile temizleyiniz.” [İbni Mâce]

Bezzâr Merfû olarak, Ali Radîyallâhu Anhu’dan şöyle rivâyet etmiştir:

“Şüphe yok ki, kul misvak kullanır ve sonra namaz kılmaya kalkarsa, melek kalkar arkasında ayakta durur, okumasını dinler ve ona yaklaşır. Nihâyet (melek) ağzını (kulun) ağzına koyar. Artık onun ağzından Kur’ân âyeti olarak ne çıkarsa, meleğin içine intikal eder. O hâlde Kur’ân için ağızlarınızı iyice temizleyin.” [Bezzâr]

Bize gelen bu haberler zararsızdır. Onlarla amel edilebilir. Bu, ecrimize ecir katacaktır. Ağızlarımız Kur’ân’ın yoludur. Bu sebeple onu misvak ile temiz tutmamız hürmeten efdâl olanıdır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm Okumadan Evvel Eûzü Çekmek Gerekir.

Kendisine hiçbir cihetten bâtılın yanaşamadığı Kur’ân’ı okumadan evvel, kovulmuş şeytandan Allâh’a sığınmamız gerekir. Şeytan, desiseleriyle bizi hayırdan alıkoymaya çalışır. Böylesi bir ibâdet esnasında onunla olmayı, hangi Mü’min ister ki? Rabbimiz bizlere, ondan kaçınmamızı buyurmaktadır:

“Kur’ân okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allâh’a sığın.” [Nahl: 16/98]

 Bu âyet-i kerîme üzerine âlimlerimiz, Kur’ân tilâvetinden evvel istiâzeyi, müstehab görmüşlerdir. Yine, âlimlerimizden vâcib görenler de vardır. Yapmamız gereken, Kur’ân-ı Kerîm okumaya başlamadan evvel istiâzeli olmamızdır. Bu hem Rabbimizin bir isteği hem de Rasûlullâh aleyhisselâm’ın bir uygulamasıdır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’i Tertil Üzere (Tane Tane) Okumak Sünnettir.

Kur’ân-ı Kerîm’in tertil ile yani tane tane okunması Rabbimiz Azze ve Celle’nin bir emridir. O (Azze ve Celle) şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’ı tertil ile/tane tane oku.” [Müzzemmil: 73/4]

Yine Ümmü Seleme Radîyallâhu Anhâ, Nebî aleyhisselâm’ın okuyuşunu “Harf harf olan, ayrılabilen bir okuyuş” olarak vasfeder. [Ebu Dâvud; Tirmizi; Nesâi]

İmam Zerkeşi, tertili şöyle açıklar: “Tertilin kemâli lafızlarını kalın ve harflerini birbirinden ayırarak tane tane okumak ve bir harfin bir harfe karıştırılmamasıdır.”

Kur’ân-ı Kerîm’i, yavaş ve tane tane yani tertil üzere okumanın birçok hikmeti vardır. Bunlardan bir tanesi, O’nu anlamamız ve tefekkür etmemizdir. Hızlı kıraât yapan bir kimse, daha fazla harf okuyacağı için, belki çok ecir alabilir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm okumamızın asıl maksadı, O’nu tefekkür etmemiz ve hayat edinmemizdir. İşte tertil üzere okumak, bunları sağlamamıza yardımcı olacaktır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’i Düşünerek ve Anlayarak Okumak Sünnettir.

Allâh Azze ve Celle bizlere, kıyamete kadar yetecek olan, altı yüz dört sayfadan oluşan tek bir kitap indirdi. O kitab, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kıyamet gününe kadar asırlar geçecek, kavimler değişecek ancak O’nun şeriatı geçerli olacaktır. Böyle özel bir yere sahip olan kutsal kitâbımızı ‘oku-geç’ yapmamız çok yanlıştır. O’nun iyiden iyiye kavranıp anlaşılması gerekmektedir ki, ehline fayda versin. Allâh Azze ve Celle bizlere şöyle buyurmaktadır: “(Bu) bir mübârek kitaptır ki O’nu sana, âyetlerini tedebbür etsinler diye indirdik.” [Sâd: 38/29]

Buradaki tedebbürden maksat, Kur’ân okuyanın kalbini, okuduğunu tefekkür etmekle meşgûl etmesidir. Kişi, âyetler üzerinde düşünür, bir emir veya nehiy ayetiyle karşılaştığında derhâl itaat eder. Bu emirler veya nehiyler, geçmişte işlediği kusurlardansa istiğfâr eder. Karşısına bir rahmet âyeti çıkarsa bununla sevinir. Tehdit içeren bir âyet okursa hemen Allâh’a sığınır. Kur’ân-ı Kerîm okuyanın bunları yapması, O’nu tedebbür etmesidir.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel ve Kalın Sesle Okumak Sünnetir.

Rasûlullâh aleyhisselâm, bizlerden, Kur’ân-ı Kerîm’i güzel bir sesle okumamızı istemiştir. O (aleyhisselâm) şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’ı seslerinizle süsleyin” [Ahmed; Ebu Dâvud]

Ancak, güzel sesle okumanın da bir usûlü vardır. Rasûlullâh aleyhisselâm

“En güzel tilâvet yapan, işittiğiniz zaman, Allâh Azze ve Celle’den korkar hâlde olduğunu zannettiğiniz kişidir” [İbi Mâce] buyurmaktadır.

Yine mûsikiye kaçan bir okuyuş tarzı hoş karşılanmamıştır. Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’ı Arab’ın nağmeleri, lehçeleri ve sesleriyle okuyunuz. Yahudi, Hristiyan ve fâsıkların nağmelerinden sakınınız. Zira birtakım kavimler gelecek, şarkı ve ruhbanlık ezgileri gibi ezgilerle Kur’ân okuyacaklar, okudukları boğazlarından geçmeyecektir; onların ve hâllerini beğenenlerin kalpleri (şu isyana) meftun (tutulmuş ve sevdalı) hâle gelmiştir.” [Taberâni; Beyhâki]

Bir de Kur’ân-ı Kerîm okunacağı zaman, kalın bir sesle okumak güzeldir. Nitekim Hâkim’in rivâyetinde, Allâh Rasûlü aleyhisselâm; “Kur’ân, tefhim ile indirildi” buyurmaktadır. Tefhimin mânâsı, erkek sesiyle okumak ve kadın sesi gibi inceltmemektir.

Anlaşılan o ki, tilâvet esnasında sesimizi güzelleştirmemiz sünnettir. Ama bunu yaparken usûlüne göre yapmamız gerekir. Aksi hâlde sünnetin dışına çıkmamız söz konusu olabilir.

  1. Kur’ân-ı Kerîm Okunurken Susup Dinlemek Gerekir.

Kur’ân kıraatını dinlemek, kıraat esnasında boş lakırdıyı terk etmek, Şafilere göre sünnet, Hanefilere göre vâcibtir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân okunduğu vakit O’nu dinleyiniz ve susunuz. Olur ki böylece size merhamet edilir.” [A’raf: 7/204]

Genel mânâdaki hüküm, Kur’ân okuyanın dinlenmesi yönündedir. Ancak bilinmesi gereken özel bir husus var ki; Kur’ân okuyan kimse, diğerlerine eziyet vermemelidir. Başkalarının yanında yüksek sesle Kur’ân okumak, onlara eziyet verebilmektedir. Rasûlullâh aleyhisselâm, itikafta olduğu sırada, Ashâb’ı açıktan Kur’ân okur hâlde işitti. Perdeyi açtı ve şöyle buyurdu: “Hakikaten her biriniz, Rabbine yalvarmaktadır. O hâlde kiminiz kiminize eziyet etmesin; okurken -veya namazda iken,- kiminiz kiminizden daha yüksek ses çıkarmasın.” [Ahmed; Ebu Dâvud]

Her şeyi yerli yerine koymak, hikmetli hareket etmektir. Bizler de yapacağımız her hareketimizde hikmetli olmak istiyorsak, Rasûlullah’ı adım adım takip etmek zorundayız. Kur’ân kıraatını dinlemek sünnettir. Lâkin Kur’ân okuyanın da insânlara eziyet vermekten kaçınması gerekir. Rasûlullâh aleyhisselâm, bunu ümmetine nasihat etmiştir.

  1. Hatimden Sonra Duâ Etmek Sünnettir.

Kur’ân-ı Kerîm’i hatim ettikten sonra duâda bulunmak sünnettir. Çünkü Rasûlullâh  aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’ı hatim edenin kabul edilecek bir duâsı vardır.” [Taberâni]

Selefimiz, hatim yapacağı vakit yakınlarını toplayarak duâlaşırdı. Taberâni, “Enes Radîyallâhu Anhu Kur’ân’ı hatmettiği zaman ailesini toplar ve duâ ederdi” buyurmuştur. Övülen selefimizin uygulaması işte böyleydi. Bizlerin de bu uygulamada bulunması, bize hayır getirecektir, inşallâh.

Kur’ân-ı Kerîm’e karşı gösterilmesi gereken edebler, yukarıdaki zikredilenlerden ibâret değildir. Elbette ki, yazmadıklarımız da vardır. Bizler, önemli görmüş olduklarımızı, siz okuyucularımıza sunmaya çalıştık. Allâh mübârek eylesin.

Kıymetli kardeşlerim!

Yaşadığımız şu zaman diliminde, İslâm’a karşı hürmetin tamamen bittiğine şâhit olmaktayız. İslâm düşmanları, İslâmın şiarlarını tahkir ederek, keskin kılıca kafa atmaktadırlar. İşte böyle bir ortamda biz Muvahhid Mü’minlerin, İslâm şiarlarına, (tıpkı bebeğini kaybetmek istemeyen bir anne misâli) sahip çıkmamız gerekmektedir. İslâm dini bizlere; anamızdan, babamızdan, eşimizden, dostumuzdan, nefislerimizden çok daha değerlidir. Bu değeri ortaya koymanın yolu ise, İslâm’a ve İslâm’ın şiarlarına ziyâdesiyle hürmet etmektir. Rabbimizin bize indirdiği yüce İslâm’a öyle sahip çıkalım ki, gören İslâm düşmanları hasedinden çatlasın.

Rabbimizden dileğimiz, bizleri İslâm şiarlarının müdâvimleri kılması ve canımızı bu yol üzerinde almasıdır.  Allâhumme Âmin.

Âdâba riâyet edenlere selâm ve duâ ile…

Minhâc Dergisi 2. Sayı | Temmuz 2022 | Ali Eren