«
  1. Anasayfa
  2. 2. SAYI / TEMMUZ 2022
  3. El-Hakîm El-Hâkim El-Hakem

El-Hakîm El-Hâkim El-Hakem

kaan

Giriş:

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür. Bundan sonra:

“el-Hakîm”, “el-Hâkim” ve “el-Hakem” isimleri, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın el-Esmâu’l-Hüsnâ’sındandır. O, şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki ancak sen, (izzet sâhibi, her şeyi mağlup eden) el-Azîz, (hüküm ve hikmet sâhibi) el-Hakîm’sin.” [Bakara: 2/129]

“Allâh, aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” [Arâf: 7/87]

“Size Kitâb’ı (Kur’ân-ı Kerîm’i) apa-çık indiren O iken, Allâh’tan başka bir hakem mi arayacağım?” [Enâm: 6/114]

el-Hakîm ismi, Kur’ân-ı Kerîm’de  doksan bir defa, el-Hâkim ismi beş defa, el-Hakem ismi ise bir defa, Allâh Subhânehu ve Teâlâ için kullanılmıştır. el-Hakîm ismi, geçtiği âyetlerin tümünde başka bir isimle birlikte zikredilmiştir. Beraber zikredildikleri isimler, el-Alîm, el-Habîr, et-Tevvâb, el-Aliyy, el-Vâsi, el-Hamîd isimleridir.

Lügat Mânâları:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın el-Esmâu’l-Hüsnâ’sından olan “el-Hakîm”, “el-Hâkim” ve “el-Hakem” isimleri, Arapçada “hüküm / ha-ke-me” kökünden türemiştir. Hâkimiyet kelimesi de, bu kökten mastardır. Zeccâc, Cevherî ve Hattâbî gibi bir çok lügat âlimi -Allâh onlardan râzı olsun- bu kökün mânâsının “düzeltmek maksadıyla menetmek ve engel olmak” olduğunu; hâkimin hasımların birbirlerine haksızlık etmelerine engel olmasından dolayı bu isim ile isimlendirildiğini ve yine “atın gemi” mânâsındaki “hakeme” kelimesinin hayvanın huysuzluğuna ve kendi başına yapacağı hareketlere mâni olduğu için bu şekilde isimlendirildiğini söylemişlerdir. [Tefsîru Esmâillâh: 43; Lisânu’l-Arab: 12/140; Şe’nü’d-Duâ: 61]

İbnu’l-Esîr’în -Allâh ondan râzı ol-sun- ifâdesine göre, Allâh’ın güzel isimleri içinde el-Hakem ve el-Hakîm kelimeleri fâil anlamında fa’îl kalıbında olup hükmeden ve yargılayan mânâsını taşımaktadır. Muf’il anlamında fa’îl kalıbından olarak ise her şeyi sağlam ve en iyi şekilde yapan mânâsındadır. el-Hakîm isminin hikmet sâhibi anlamında olduğu da ifâde edilmiştir. Hikmet, en üstün olan şeyi en üstün bilgilerle bilip tanımaktır. En ince sanatları güzel ve sağlam bir şekilde yapan kimseye hakîm denir. [Lisânu’l-Arab: 12/140]

Aynı kökten gelen bu üç isminin ifâde ettiği mânâlar hükmetme fiilinde birleşmektedir. Ancak aralarında mânâ bakımından bazı incelikler var-dır: Hakîm, hükmeden; yanlışa engel olan, hikmet üzere hükümler koyan, benzersiz bir sağlamlık ve güzellikte yaratandır. Hâkim, hükmeden; zulme engel olan, hükmetme işini açıkça ve çokça yapan, hükmüne boyun eğdiren ve hükmü üzerine bir başkası getirilemeyendir. Hakem, hükmeden; hak ile bâtılın, iyi ile kötünün arasını ayıran, kalblerin rızâsı üzere hükmederek kendisine boyun eğilip itaat edilendir.

İcmâli Tefsîri:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın “el-Hakîm”, “el-Hâkim” ve “el-Hakem” isimleri, yaratma ve hükmetme yetkisinin, kevnî, şer’î ve uhrevî hâkimiyetin eşsiz bir hikmet üzere kayıtsız ve şartsız olarak, evvelde ve âhirde Allâh’a âit olduğunu ifâde eder.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, yaratma ve emretme fiillerinde en yüce hikmete sâhib olan ve her şeyi en güzel şekilde yaratan el-Hakîm’dir. Söylediği her söz ve yaptığı her fiil doğru olandır. Bunların eserleri de mükemmeldir ve hiçbir kusûru yoktur. Hikmeti gereği doğruluk, sağlamlık ve mükemmellik O’na mahsûstur. Hikmet, eşyâyı yerli yerine koymak, bulunması gereken konuma yerleştirmektir ve O, her yaptığı şeyde hikmet üzeredir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “O (Allâh) ki, yarattığı her şeyi en güzel yapandır.” [Secde: 32/7]

el-Hakîm olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ, yaratmasında ve hükmetmesinde eşsiz ve sonsuz bir hikmet üzeredir. O, yaratmasından, hükmetmesinden ve hikmetinden sual olunmayandır. Her şeyin öncesini ve sonrasını, başlangıcını ve akıbetini en iyi bilendir. Geniş övgülere ve mükemmel sıfatlara sâhib olandır. İlmi ve kudreti, adâleti ve rahmeti eksiksiz ve tâmdır. Hiçbir şeyi boş yere, oyun ve eğlence için yaratmadığı gibi, mahlûkatına da başıboş, adâletten yoksun ve hikmetten uzak hükümler koymamıştır. O, sağlam ve eksiksiz bir sûrette yaratandır; yarattıklarını güzel bir planla ve herkes tarafından takdirle karşılanan bir yapıyla var edendir. Tedbîr ve idâresinde hiçbir bozulma ve kayma olmayandır. Yarattıkları için en yararlı ve uygun hükümleri koyan O’dur. Hâkimiyetin üç türü, kayıt ve şart olmaksızın ancak O’na âittir. O, yaratmada eşsiz olduğu gibi, hükmetmede de ortağı, eşi ve benzeri olmayandır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Allâh (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sâhibi) Hakîm’dir.” [Nisâ: 4/26]

“İyi bilin ki! Yaratmak da, emretmek de O’na âittir. Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir.” [Arâf: 7/54]

el-Hâkim ve el-Hakem isimleri, Zeccâc ve İbnu’l-Esîr’in -Allâh onlardan râzı olsun- söyledikleri üzere, genel olarak aynı mânâları ifâde etmektedir. [Tefsîru Esmâillâh: 43; Lisânu’l-Arab: 12/140]

Ancak el-Hakem ismi, el-Hâkim isminden daha mübalağalıdır. Kurtubî’nin -Allâh ondan râzı olsun- ifâdesine göre, hakka göre hüküm verenden başkası, hakem ismini hak etmez. Çünkü bu kelime, övgüde tazim anlamını taşıyan bir sıfattır. Hâkim ise fiil üzerinde gerçekleşen hakka uygun olmayan bir şekilde hüküm veren için de kullanılabilir. Bu nedenle el-Hakem ismi, el-Hâkim isminden daha mübalağalıdır. [el-Câmiu lî Ahkâm: 7/70]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Allâh, hükmedenlerin hâkîmi (en güzel hükmedeni) değil midir?” [Tîn: 95/8]

el-Hâkim ve el-Hakem olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ, hükmeden ve yargılayandır. Hükmedilmesi için yeryüzüne Kitâb’larını Rasûlleriyle birlikte gönderendir. Kulları için hukuk ve yaşam şekli belirleyendir. Yasama mutlak olarak O’na âittir. O, hükmün kendisine teslim edildiği ve işlerin ancak kendisine döndüğü tek zattır. Hükmü reddedilmeyen ve kalblerin rızâsı ile hükmüne teslim olunandır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” [Kasas: 28/88]

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki Allâh hakemdir. Hüküm (ondan çıkar ve yine) ona döner.” [Ebû Dâvûd; Nesâî]

el-Hâkim ve el-Hakem olan  Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın hükümleri asla tartışılamaz ve geçerliliğini yitirmez. O’nun hükümleri yürürlükten kaldırılamaz ve başka hükümler O’nun hükmünün önüne geçirilemez. O’ndan daha âdil ve daha doğru hüküm koyan ve hüküm veren yoktur. O, hiçbir kimseye dünyâda ve âhirette zerre miktarı haksızlık ve zulüm etmez. Hiçbir kimseye başkasının suçunu yüklemez. Kulu, işlediği günahından fazlasıyla cezâlandırmaz. Hakların sâhiblerine ödenmesini sağlar. Hiçbir hak sâhibini bırakmadan tümüne haklarını ulaştırır. Eşyâyı olması gerektiği şekilde yaratır ve olması gerektiği yere yerleştirir. Cezâ ve hesâb gününde kulları arasında hüküm verir. Suçlu ile suçsuzun arasını ayırır ve onlar arasında adâlet ile hükmeder. Tüm mahlûkât, verdiği hükümden dolayı O’na hamd eder. Haklarında azâb hükmü verilmiş olanlar dâhi, kendilerine haksızlık edilmediğini itiraf ederler.

Delâletleri:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın bu üç güzel isminin delâlet ettiği hüküm ve fâideleri, tecelli ve sonuçları, Müslümanların üzerine yüklediği sorumluluk ve vazifeleri, genel olarak altı maddede toparlayabiliriz.

  1. Hâkimiyet Allâh’a Âittir:

Hüküm ve hâkimiyet, sadece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya âittir; O’na mahsûstur. O’nunla birlikte hiçbir kimsenin hüküm ve hâkimiyet hakkı yoktur. O’nun hükümleri, kâinatla, kullarla ve âhiretle ilgili her ne varsa, tümünü kapsar ve kuşatır. O’nun hükümlerini ilga edecek, tartışacak ve eleştirecek hiçbir güç ve otorite yoktur. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“İyi bilin ki! Yaratmak da, emretmek de O’na âittir. Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir.” [Arâf: 7/54]

“Hüküm veren Allâh’tır. O’nun hükmünü gözden geçirecek hiç kimse yoktur.” [Rad: 13/41]

İmâm Beğavî, -Allâh ondan râzı ol-sun- şöyle demiştir: “Hüküm vermek, emretmek ve yasaklamak ancak Allâh’u Teâlâ’ya âit bir haktır.” [Meâli-mu’t-Tenzîl: 2/493]

Hüküm ve hâkimiyetin Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya mahsûs olması, O’nun tek rab ve gerçek ilâh olması dolayısıyladır. Zîrâ yaratmak, yaşatmak, rızık vermek, işleri ve nesneleri düzenlemek, kâinatı ve döngüyü dengede tutmak, O’na mahsûstur. Yerleri ve gökleri, ikisi arasındakileri ve içindekileri yaratarak onlara sâhib olan O’dur. Öyleyse mülkünde söz hakkı ve hükmetme yetkisi de doğal olarak Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya âit olacaktır. Kısacası yaratan kim ise, hükmetme hakkı da O’na âittir.

Bu itibarla Müslüman bir kimse, hâkimiyeti kulları yaratan ve rızıklandıran Rabbinden başka hiçbir kimseye vermez. O’nunla birlikte hükmetme yetkisine sâhib hiçbir kimseyi kabul etmez. Hâkimiyet tevhîdinin gereği olarak, Allâh’ın otoritesine boğun eğer. O’nun hükümlerini kabul eder. Dünyevî ahkâm olarak hüküm vermesi gerektiğinde, Rabbinin indirdiği hükümler ile hükmeder ve ancak onlara muhâkeme olur. Bu hükümlere kalben ve amelen rızâ gösterir. Bu hükümlerden dolayı, kalbinde sıkıntı ve çekişme olmaz.

  1. Hükümler; Kevnî, Uhrevî ve Şer’î Olarak Üç Kısma Ayrılır:

Hükümler; kevnî, uhrevî ve şer’î olarak üç kısma ayrılır. Üçü de mutlak olarak Allâh’a âittir; O’na mahsûstur. O’nunla birlikte hükmeden, yasa koyan ve hükmü, hikmet üzere olan yoktur. Evvelde ve âhirde hüküm O’na âittir. Bu itibarla kevnî, uhrevî ve şer’î olarak hâkimiyet sadece O’nundur.

Kevnî hâkimiyet, kâinatın; canlı ve cansız tüm varlıkların yaratılışını, bunlara bir düzen ve kanunlar belirlenişini, bu kanunlara göre sevk ve idâre edilişini ve yok olmamak için ihtiyaç duydukları şeylerin onlara verilmesini ifâde eder. Akıl ve insâf sâhiblerinin ikrâr ettikleri üzere kevnî hâkimiyet, ancak Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya mahsûstur. O, şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Kimdir kulaklara ve gözlere mâlik olan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir işleri çekip çeviren? ‘Allâh’ diyecekler. De ki: Öyleyse Allâh’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?” [Yûnus: 10/31]

Kevnî hâkimiyet, güneşe, aya, yıldızlara, dağlara, denizlere, toprağa, yağmurlara, depremlere, nebata, hayvanlara, cinlere ve insânlara, dahası yaratılmış her ne varsa tümüne egemen olanın hâkimiyetidir. Allâh, eşyâyı yaratmış ve hiçbirini başıboş ve kendi halinde bırakmamıştır. Hepsi hakkında belirli bir düzen ve kanun koymuştur. Güneş, doğudan doğar ve batıdan batar. Ay, güneşin batmasıyla doğar, doğmasıyla batar. İnsân, zamanı gelince doğar, büyür, yaşlanır ve zamanı gelince de ölür. Yâni yaratılmış olan şeylerin kader ve kazası Allâh’ın elindedir. O’nun istediği şeyler, kullar istemese dâhi istediği şekilde olur. İstemediği bir şey ise, yer gök ehli olması için toplansalar bile kesinlikle olmaz. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Biliyorsanız söyleyin: ‘Bütün yeryüzü ve içinde bulunanlar kime âittir?’ Onlar: ‘Allâh’ındır’ diyecekler. Öyleyse sende de ki: ‘Neden aklınızı başınıza almıyorsunuz?’ ‘Peki, yedi kat göğün ve yüce arşın rabbi kimdir?’ diye sor. Onlar: ‘Allâh’tır’ diyecekler. De ki: ‘Öyle ise O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ De ki: ‘Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan fakat korunup kollanmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?’ Onlar: ‘Allâh’tır’ diyecekler. Sen de ki: ‘Öyleyse nasıl oluyor da büyülenip/aldanıp gerçekten uzaklaşıyorsunuz?’ Hayır! Biz onlara gerçeği getirdik; fakat buna rağmen onlar, gerçekten yalancıdırlar.” [Mü’minûn: 23/84-90]

Bu itibarla Müslüman bir kimse, kâinatın düzeni ve idâresiyle, insânların kaderi ve akıbetleriyle ilgili her ne varsa tümünü Rabbinden bilir. Musibet ve belâların kalkmasını, kıtlığın ve kuraklığın sona ermesini, rızkı ve ömrü, sağlığı ve hidâyeti Rabbinden ister. O’na sığınır ve ancak O’na tevekkül eder.

Uhrevî hâkimiyet, âhiret hayatına dâir tüm hükmetme, sevk ve idâre etme hakkına sâhib olunmasını ifâde eder. Uhrevî hâkimiyet de kevnî hâkimiyet gibi sâdece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya âittir. O, şöyle buyurmaktadır:

“O, Allâh’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. İlkte ve sonda hamd O’na mahsûstur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” [Kasas: 28/70]

“İyi bilin ki! Hüküm yalnızca O’nundur. O, hesâb görenlerin en çabuğudur.” [Enâm: 6/62]

Uhrevî hâkimiyet, hiçbir kimseye haksızlık yapmadan Müslüman ve kâfir, suçlu ve suçsuz ayrımı yaparak, cezâ veya mükâfata karar verenin, hükmünde ve irâdesinde eşi ve benzeri olmayanın hâkimiyetidir. O, kıyâmet günü hesâbı başlatır ve kulları arasında hüküm verir. Hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmez. Her zâlim ve suçludan mazlumların hakkı alınır ve hak sâhiblerine hakları ödenir. O gün, büyük hesâb günüdür; o gün, büyük mahkeme günüdür ve hâkim, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dır. O, şöyle buyurmaktadır:

“O günde onlar (kabirlerinden) çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allâh’a gizli kalmaz. (Allâh buyurur:) ‘Bugün mülk (hâkimiyet) kimindir?’ el-Vâhid ve el-Kahhâr olan Allâh’ındır. Bugün herkese kazandığı ile karşılık verilir. Bugün zulüm yoktur. Allâh, hesâbı çarçabuk görendir.” [Mümin: 40/16-17]

Bu itibarla Müslüman bir kimse, sadece Rabbinden bağışlanma diler. Cehennemin azâbından O’na sığınır. Rabbinden kendisine rahmet etmesini, hesâbının kolay olmasını ve mahşer yerinde türlü türlü sıkıntılardan uzak olmayı ister. Şefaati Rabbinden bilir ve ancak O’ndan ister. Cennetin nimetlerini ve ebedî hayatın güzelliklerini Rabbinden taleb eder. Tüm bunları elde edebilmek gayesiyle, dünyâ hayatında Rabbinin râzı olacağı şekilde yaşar.

Şer’î hâkimiyet, kulların fiilleri hakkında tüm yetki ve hükmetme hakkına sâhib olunmasını ifâde eder. Kevnî ve uhrevî hâkimiyet gibi, şer’î hâkimiyet de sâdece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya âittir. O, şöyle buyurmaktadır:

“İyi bilin ki! Yaratmak da, emretmek de (hükmetmek de yalnızca) O’na âittir. Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir.” [Arâf: 7/54]

“Hüküm vermek yalnızca Allâh’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye ibâdet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan dîn işte budur. Fakat insânların çoğu bilmezler.” [Yûsuf: 12/40]

Şer’î hâkimiyet, insânların ve cinlerin nasıl ibâdet edeceklerini, tüm hayatlarına dâir neyi yapabileceklerini ve de neyi yapamayacaklarını, yasaklanan şeyleri yapanlara uygulanacak cezâları, kanun ve yasa olarak belirtme gücünde bulunanın hâkimiyetidir. O’nunla birlikte hiçbir beşerin, devletin ya da devletler birliğinin hâkimiyet hakkı yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Allâh, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” [Kehf: 18/26]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın haram kıldığı haram, helâl kıldığı ise helâldir. Yasakladığı şeyler haram, serbest bıraktıkları ise helâldir. O, içkiyi, kumarı, zinayı ve faiz gibi kötülükleri yasaklamıştır. Dîni eğitim ve hicâb gibi maslahatları, recim ve kısas gibi cezâların uygulanmasını ise farz kılmıştır. Yine devlet yönetiminde şeriatın esas alınmasını, mahkemelerde şer’î kanun ve cezâların uygulanmasını, ticâretin, evlilik ve boşanmanın, miras ve nafaka haklarının İslâm fıkhına göre yapılandırılmasını emretmiştir. İslâm’ın kaynak olmadığı, Kur’ân ve Sünnet’in esas alınmadığı her kanun ve yasa, yönetim ve sistem Allâh’ın yasakladığı bâtıllardır. Tümü câhiliye ve câhiliyyenin kokuşmuş pislikleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, hâlâ câhiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakînen bilen bir topluluk için Allâh’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?” [Mâide: 5/50]

Bu itibarla Müslüman bir kimse, İsviçre medeni kanununa göre evlenmeyi, Alman cezâ muhakemeleri usûlüne göre yargılanmayı, İtalyan cezâ yasalarına göre cezâlandırılmayı ve Fransa idâre hukûkuna göre yönetilmeyi kabul edemez. Ne Amerikan kapitalizmini ne de Çin sosyalizmini benimseyemez. Müslüman, Allâh’a teslim olandır. Bu teslimiyet, O’nun hâkimiyetine boyun eğmeyi, gönderdiği dîni sadece namaz ve hac gibi ibâdetler boyutuyla değil, bilâkis tüm yönleriyle kabul ederek yaşamayı içine almaktadır.

  1. Ancak Şer’î Hükümlere Muhâkeme Olunur:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya ve O’nun bu güzel isimlerine îmânın gereği olarak hâkimiyet hakkı ancak Allâh’a verilir. İhtilâfa düşülen meseleler hakkında da ancak O’nun şerîatına başvurulur. İhtilaflar sadece Kur’ân ve Sünnet ile hüküm verecek mahkemelere taşınır. Bu, Allâh’a ve âhiret gününe îmânın sıhhat şartıdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allâh’a ve âhiret gününe gerçekten îmân ediyorsanız onu Allâh’a ve Rasûlü’ne (Kur’ân ve Sünnet’e) götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” [Nisâ: 4/59]

Kur’ân ve Sünnet ile hükmetmeyen her merci tâğûttur. Hükümlerinin temeli, beşerin âciz aklından koyduğu, bugün uyguladığı ve yarın başkasıyla değiştirdiği ilim ve hikmetten uzak kanun ve yasalardır. Tümü câhiliye hükümleridir. Adâletten ve insânların maslahatlarından uzaktır. Reddetmekle emrolunduğumuz tâğûtların lanetli hükümlerine muhâkeme olmak, Allâh’a ve âhiret gününe îmânı zan durumuna düşüren en büyük günahtır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten îmân ettiklerini zannedenleri görmüyor musun? Bunlar, tâğûta muhakeme olmayı istiyorlar. Oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytân da onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.” [Nisâ: 4/60]

Bu itibarla Müslüman bir kimse, Kur’ân ve Sünnet ile hükmetmeyen hiçbir merciden hüküm taleb etmez; edemez. İhtilafını onlara taşıyamaz. Tüm dünyâsı da elinden alınsa, âlemlerin Rabbine îmânın gereğini yerine getirir. O’na teslim olur ve O’ndan ecrini bekler.

  1. Allâh, Hikmet Sâhibidir:

el-Hakîm olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ, hikmet sâhibidir. Hikmet; en üstün bilgi ve adâlet ile hükmetmek, eşyânın hakikatlerini asılları üzere bilmek, onları yerli yerine koymak ve bulunması gereken konuma yerleştirmektir. Söz ve fiillerde uygunluk, sağlamlık ve doğruluktur. Hiç şüphesiz ki mutlak hikmet, Allâh’a âittir. O’nun ilminin ve hikmetinin erişmediği hiçbir şey yoktur. O, kullarını en güzel şekilde yaratmış ve onlara en âdil ve münasib hükümleri indirmiştir. Onun hükümlerinde tutarsızlık, fiillerinde eksiklik ve irâdesinde âcizlik yoktur.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın, yarattığı ve yaptığı her şey mükemmeldir. O, ancak maslahat ve hikmet ihtiva eden şeyleri yaratır. Mahlûkâtı en güzel düzene göre yaratmış ve en mükemmel tertibe tâbi kılmıştır. Her bir mahlûka layık olan yaratılış özelliklerini bahşetmiştir. Hiçbirini ihmâl etmemiş ve her birini olması gerektiği gibi yaratmıştır. Onun yaratışında eksiklik ve zayıflık, fazlalık ve bozukluk yoktur.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, kulları yaratmış ve onlara kitâblar ve peygamberler göndermiştir. Kulluğun sadece kendisine yapılmasını emretmiş ve ibâdet esaslarını bildirmiştir. Cennet ile müjdelemiş ve Cehennem ile de korkutmuştur. Kullar için bundan daha büyük bir hikmet, lütuf ve ikrâm yoktur. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın emrettiği şeyler, maslahat ve hikmet ihtiva eder. Yasakladığı şeyler ise mefsedet ve ifsâd ihtiva eder. el-Halîmî -Allâh ondan râzı olsun- şöyle demiştir: “Hakem, hüküm ve karar verendir. Hükmün aslı, fitne ve fesada mâni olmaktır. Allâh’ın koyduğu bütün yasalar, kulların yararı içindir. Bu yasaların dışındaki her şey, yanlıştır, fitne ve fesattır.”

Bu itibarla Müslüman bir kimse, Rabbinin yaratmasındaki ve hâkimiyetindeki hikmete îmân eder ve O’nun hikmetsiz hiçbir emrinin ve hükmünün olmadığını bilir. Kaderde gerçekleşen şeylerin Allâh’ın emriyle, bir hikmete binâen gerçekleştiğini ve rızâ gösterilmesi gereğini bilerek hareket eder. Kaderi sorgulamaz, bilakis kendisindeki eksiklikleri gidermeye yönelir. Rabbine güvenir. O’nun, îmân eden kullarına velî olduğuna inanarak kendini O’na teslim eder.

  1. Allâh’tan Hikmet İstemek:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan hikmet istemek, ilim istemek gibi dînen övülmüş ve öğretilmiş bir şey-dir. Ancak Allâh Subhânehu ve Teâlâ, hikmeti dilediği kullarına verir. O, şöyle buyurmaktadır:

“Allâh, hikmeti  dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sâhibleri anlar.” [Bakara: 2/269]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan hikmet istemek, faydalı ilim, isâbetli bilgi, doğru ve dengeli bir akıl, söz ve eylemde hakka isâbet etme kabiliyeti istemektir. Bunlar çok kıymetli lütuflar ve üstün hibeler olması dolayısıyla, hikmet Allâh’ın dilediklerine verdiği çok büyük bir nimettir. Kime hikmet verilmiş ise ona çok büyük bir hayır verilmiştir.

  1. Allâh’ın Hükümlerine Teslim Olmak Farzdır:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya ve O’nun bu güzel isimlerine îmânın gereği olarak Allâh’ın hükümlerine rızâ göstermek ve teslim olmak farzdır. O’nun hükümlerinden daha güzel ve yararlı, hikmetli ve âdil hiçbir hüküm yoktur. O, şöyle buyurmaktadır:

“Allâh, hükmedenlerin hâkîmi değil midir?” [Tîn: 95/8]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, en büyüğünden en küçüğüne kadar kâinatta her ne varsa tümünü en güzel sûret ve ölçüde yaratan, onlar için düzen ve yörünge, devinim ve istikrar, etkileşim ve değişim, başlangıç ve son gibi hükümler veren yâni onları yaratan ve onlara kader tayin edendir. Yaratma ve kaderle ilgili hükümler, eşsiz bir hikmet ve tartışılmaz bir adâlet üzeredir. Kulları için neyi nasıl takdir etmiş ise buna rızâ göstermek ve teslim olmak farzdır. Insânoğlunun sınırlı ilim ve düşünce yetileri, hayat içinde karşılaştıkları hastalık ve sağlık, fakirlik ve zenginlik, korku ve emniyet gibi şeylerin hikmetini çoğu zaman idrâk etmekten âcizdir. Hayır zannettikleri şer, şer zannettikleri hayır olabilir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.” [Bakara: 2/216]

Ancak kullar, başlarına gelen ve gelebilecek olan; savaş ve kıtlık, deprem ve yangın, sel ve hastalık gibi musibet olarak bilinen şeylere karşı önlemini almalı ve mücâdelesini yapmalıdır. Sonrasında da ilâhî kadere boyun eğmelidir. Yâni bir kaderi, Ömer b. Hattâb radîyallâhu anh’ın vebâlı olan yere girmeyerek “Allâh’ın bir kaderinden, diğer bir kaderine kaçıyorum” dediği gibi, diğer bir kader ile savmaya çalışmalıdır. Zaten böyle yapmakla da memurdur. Şerîatın ve kaderin hakîkati budur.

Yine Allâh Subhânehu ve Teâlâ, kulları için hükümler koyandır. Bu hükümlere şer’î hükümler denir ve şer’î hükümler, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın emir ve yasaklarını içerir. O’nun koyduğu şer’î hükümler, adâletin tâ kendisidir. Zerre miktarı zulüm ve fesat içermez. Haram kıldığı şeylerde kulları için menfaat ve iyilik yoktur. Helâl kıldığı şeylerde ise zarar ve fesat yoktur. O, içkiyi, faizi, zinayı ve kumarı ve türlü türlü kötülükleri yasaklamıştır. Yine adâleti, recmi, kısası, akrabayı gözetmeyi, anne ve babaya iyi davranmayı ve şer’î eğitimi farz kılmıştır. Allâh’ın hükümlerinin tümüne teslim olmak, O’na îmânın gereğidir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Nefsim, elinde olan Allâh’a yemin ederim ki; arzusu benim getirdiğime tâbi olmadıkça hiç biriniz îmân etmiş olmaz.” [İbn Ebi Âsım; İbn Battâ]

Bu itibarla Müslüman bir kimsenin nefsine hoş gelen veya gelmeyen Allâh’ın hükümlerine boyun eğerek teslim olması ve O’na tevekkül etmesi  farzdır. Kul böyle yaptığında iç sıkıntılarından ve nefsinin ağır basıp kendisini isyâna teşvik etmesinden korunur. Rabbine yönelir ve kendisi için takdir edilmiş olan sonucun hayırlı bir şekilde ortaya çıkmasını bekler. İrâdesi ve çalışmasına bağlı olarak savuşturabileceği şeylerde mücâdele etmeyi ihmâl etmez. İrâdesine bağlı olmayan, savuşturma ve mücâdele etme imkânın olmadığı şeylerde ise Rabbine kayıtsız ve şartsız teslim olur. Böylece Rabbini râzı etmeye çalışır.

Minhâc Dergisi 2. Sayı | Temmuz 2022 | Kaan Sâlih